'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Brezilya seçimleri: İkinci tur ve Lula’nın durumu

Socialist Worker’dan Sophie Squire, 30 Ekim'de gerçekleştirilecek ikinci tur oylamaya kalan başkanlık seçimlerini yorumladı.

'İtalya'da gerçekleşen faşist atılım hepimiz için bir uyarıdır'

DSİP'in bir parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım (IST) İtalya'da faşist parti liderliğindeki aşırı sağcı koalisyonun iktidara gelmesi üzerine bir değerlendirme yaptı. Devrimci sosyalistler, faşizme ve ırkçılığa karşı mücadelenin belirleyici önemde olduğunu söylüyor. IST'nin açıklaması:  • İtalya seçimlerinde sağ partilerin kazanmış olmasıyla birlikte, diktatörlüklerin 1970'lerdeki düşüşünden bu yana ilk kez bir faşist parti yeniden bir Avrupa hükümetinin başına geçecek. Mussolini'nin Roma'ya Yürüyüşünden yüz yıl sonra, Ekim 2022'de bir kez daha bir faşist İtalya'nın başbakanı olmaya hazırlanıyor. Giorgia Meloni yetenekli bir politikacı. Ancak medya onu bir “muhafazakar” olarak tanımlamaya çalışsa da o sadece bir "muhafazakar" değildir. Eski faşist parti MSI'ın evrim geçirip anaakım burjuva parlamenter siyasete kaynamaya kalkışması üzerine, buna karşı çıkarak İtalya'nın Kardeşleri’nin (Fratelli d'Italia) kurulmasına yardım etti. Tüm konuşmaları, çok iyi bilinen faşist retorik ve şifrelenmiş antisemitizmle doludur; “çok uluslu” finans spekülatörlerine karşı aileyi ve ulusu savunmak. Bu ürkütücü gelişmenin yegane sorumlusu ise Mario Draghi hükümetini desteklemiş olan anaakım partilerdir – özellikle de merkez sol Demokrat Parti ile sözde “sistem karşıtı” olan Beş Yıldız Hareketi. Bu bankacının (Draghi) kurduğu tezgah, Avrupa Birliği'nin neoliberal pençelerini İtalya'ya sımsıkı geçirmesini sağladı ve NATO'nun Ukrayna'da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşının büyük coşkuyla desteklenmesine yardımcı oldu. İtalya’nın Kardeşleri, o hükümetin dışında kalan tek büyük partiydi ve onların yarattığı hoşnutsuzluktan beslenip güçlenmeyi başardılar. • Faşist atılım hafife alınabilecek bir şey değildir. Temsilciler Meclisi'ndeki ana sağ partilerin 2018’de aldığı oy 12.409.981 düzeyindeydi, tüm oyların %37'sine karşılık geliyordu. 2022'de 12.299.648'e geriledi. Yani bu sefer 110.000 kişi onlara oy vermeyi reddetti, ancak bu kez seçimlere katılımın daha düşük olması nedeniyle oyların %44'ünü almış oldular. Sağın bu başarısının ardında diğer partilerin başarısızlığı vardır ve bu da neticede pandemi, ekonomik istikrarsızlık, ekolojik çöküş, savaş ve enflasyon karşısında siyasi sisteme yabancılaşmış olmanın bir sonucudur. Dahası, Meloni'nin başarısı yalnızca bu seçim sürecinden ibaret. Esasen diğer sağ partilerden, yani Lega ve Forza Italia'dan oy kapamamış olsa İtalya'nın Kardeşleri’nin parlamentodaki temsilini artırması mümkün değildi.  Mussolini'yi başbakanlığa taşıyan şeyi, yani sola ve sendikacılara karşı saldırılar başlatabilecek faşist sokak örgütlenmesini inşa etmeyi başaramadı. Fakat buna rağmen, Meloni ve partisinin zaferini son derece tehdit edici bir gelişme olarak görmek gerekir, çünkü her nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar tüm faşistleri teşvik edecek, hareketlerine meşruiyet kazandıracak bir gelişmedir bu.  İtalya’nın Kardeşleri, siyasi iktidardaki pozisyonunu aşırı sağın sosyal ve kurumsal tabanını güçlendirmek ve gerici politikalarını dayatmak için kullanacak. Devlet aygıtlarındaki tüm sağcı unsurlar ve Casa Pound gibi faşist olduğunu gizleme gereği bile duymayan gruplar da bu sayede daha rahat hareket edebilecek duruma gelecekler. • Yeni hükümet, kendisinden öncekilerin, başta göçmenler ve mülteciler olmak üzere tüm emekçilere yönelik saldırılarını sürdürecek. Hatta daha şimdiden, Beş Yıldız’ın görevdeyken gerçekleştirdiği birkaç sosyal reformdan biri olan (ve son derece yetersiz görülen) vatandaşlık gelirinin rafa kaldırılacağını teyit ettiler. Kürtaj hakkını da törpülemeyi planlıyorlar. Bu saldırılarına çok büyük bir direniş hareketiyle yanıt verilmelidir ve uluslararası hareketin de İtalya'nın aşırı sağ hükümetine karşı mücadele edenlerle dayanışma içinde olması hayati öneme sahiptir. Ayrıca, Meloni gittiği her yerde, faşist olduğu için kınanmalı, yalnız bırakılmalıdır.  ‘Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk’ (Stand Up to Racism) inisiyatifinin 15 Ekim'de Londra'da düzenleyeceği uluslararası konferans da bu bağlamda ayrı bir önem kazanıyor.  Faşist harekete karşı, uluslararası direnişleri örgütlemeye devam edeceğiz. Meloni ve hükümeti yenilmeye mahkumdur: Sağın toplumsal tabanındaki bir derinleşme veya genişlemenin temsili değiller. Dahası, hükümet içinde de pek çok bölünme yaşanacağı ortadadır. Meloni'nin Ukrayna Savaşı'na duyduğu coşkuyu ne Silvio Berlusconi (Forza Italia) ne de Matteo Salvini (Lega) paylaşıyor. Salvini, partisindeki konumunu kaybetmek istemiyorsa, Meloni karşısında bir güç gösterisine kalkışmak zorunda kalacak.  Kendisini merkez solun iflas etmiş politikalarından ayırmayı başaran kararlı bir kitlesel direniş hareketi işte bu zayıf noktalardan faydalanıp, Meloni'yi o koltuktan indirmeyi başarabilir. • İtalya'da gerçekleşen bu faşist atılım hepimiz için bir uyarı niteliğindedir.  İnsanlık, kapitalizmin sebep olduğu son derece tehlikeli bir çoklu krizle karşı karşıya ve aşırı sağcılar bu durumu istismar ederek güçleniyor – yalnızca İtalya'da değil, Fransa ve İsveç'te de aynı şey yaşandı. Solun buna bir alternatif sunabilmesi için, kendisini parlamenter manevralar ve neoliberal “merkez sağ” ile ittifaklara dayalı tüm stratejilerden koparması gerekir.  Bundan sonra izlenebilecek tek yol, işçileri patronlara ve o patronların devletine karşı harekete geçirecek olan sınıf mücadelesinin yoludur. Uluslararası Sosyalist Akım Koordinasyonu

Ian ve Fiona’nın ardından

Avrupa’daki öldürücü sıcak hava dalgalarını, Hindistan ve Bangladeş’teki sel felaketini, ardından Pakistan’ın üçte birini sular altında bırakan inanılmaz bir süper-taşkını art arda yaşadık. Ve şimdi bir de kasırga sezonu başladı.   Bir gecede canavara dönüştü Bu yılın kasırga sezonu şu ana kadar sessizdi. Sessizliğini Fiona ve Ian ile bozdu. Ian Kasırgası bir gecede inanılmaz bir dönüşüm geçirdi. Hızı 193 km/s’den saatte 250 km’ye yükseldi ve bu değişimle 43 kat daha yıkıcı hale geldi. Böylesi bir dönüşüme neden olansa Tropikal Siklon Isı Potansiyeli’ydi, yani ısınan okyanus suyu kasırgaya yakıt sağladı. Bu, kısa süre içinde kendiliğinden sönecek duruma gelmiş bir ateşe odun atmaya benziyor. Son 50 yılda küresel ısınma kaynaklı aşırı ısınmanın yüzde 90’ı okyanuslar tarafından emildi. Okyanus suyuna eklenen her büyük ısınma gelecekte yaşanacak iklim afetlerinin sayısının, şiddetinin daha da artması demek. Ayrıca, deniz suyundaki ısınma okyanusun derinliklerine doğru yayılmaya da başladı. İşte bu da bir kasırgayı bir gecede birkaç kategori birden yükseltip canavara dönüştürecek yakıtı sağlayan faktörün ta kendisiydi. Deniz suyundaki ısınmanın derinlere nüfuz etmeye başlaması büyük kasırgaların rüzgar hızlarını artıran bir unsur olarak işliyor ve her 1C’lik okyanus yüzeyi ısınması için 8 km/s'lik bir artışa neden oluyor. Bu arada, okyanustan atmosfere buharlaşan nemin miktarı da her 1C’lik okyanus yüzeyi ısınması için yaklaşık yüzde 7 artış gösterir. Bu yüzde 7’lik nem fazlası ise yere aşırı miktarda yağış olarak inecekken ortaya aniden böyle bir kasırga çıktığında onu besleyip büyütmeye başlıyor. Aslında kasırga dediğimiz şey basit bir ısı motoru gibi çalışıyor. Yani ısı enerjisini mekanik enerjiye (rüzgar hızı) dönüştürür. Okyanus suyu ne kadar sıcaksa bu motor o kadar iyi çalışır ve yaratacağı mekanik enerji çıktısı da o kadar fazla olur. Maksimum yoğunluğuna ulaştığında hızı düşmek zorundadır ama bunun bir anlamı da işlemde bir kez daha ısının açığa çıkacak olması. Diğer bir deyişle; gücünü kaybettiğinde, beslendiği ortama (atmosfer ve okyanus suyu) yeni yakıt (fazladan ısıtma) sağlıyor. Ian, 30C’ye yükselen okyanus suyundan beslendi, bu sırada okyanusu çalkaladı. Yüzeye derinlerdeki soğuk suyu çıkarabilmiş olsaydı böylesi bir yıkıma yol açmayabilirdi belki, ancak dipten gelen su da yüzeydeki kadar sıcaktı. Bir kez daha büyük bir yıkıma şahit olduk Tropik siklonlar; fırtına dalgaları, sel felaketleri, kuvvetli rüzgarlar gibi birçok farklı şekilde kendini gösterebilir ama genelde bunların hepsinin bir arada yaşanmasına yol açarak ilerliyorlar. Ian ve Fiona da tam olarak bunu yaptı. Ian’ın ardından ağır bir yıkım çıktı ortaya. Şu ana dek en az 85 kişinin öldüğü biliniyor ki bu sayı sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğusundaki Florida ve Carolinas'tan gelen verilerle belirlendi. Kasırga, Florida’yı yıkıp geçtikten sonra biraz zayıflayarak kuzeye ilerledi ve Güney Carolina'ya varmadan önce bir kez daha Atlantik’in aşırı ısınmış okyanus suyundan beslendi. Georgetown'ı vurduğunda yıkıcı etkisi devam ediyordu. Yollar kapandı, sel suları hızla yükseldi, elektrik kesildi. Yine de Florida'da yaşananlar çok daha kötüydü: Kıyı şeridi parçalandı, sular evleri yuttu, 1,2 milyon insan elektriksiz kaldı. Küba’da yol açtığı yıkımın bilançosunu ise henüz bilmiyoruz. Kasırga atlatıldıktan dört gün sonra Küba’nın birçok bölgesine hâlâ elektrik verilememişti. Kaç kişinin öldüğü, kaç evin yaşanmaz duruma geldiği gibi bilgilere ulaşılamıyor. Porto Riko’yu vuran Fiona Kasırgası ise ülkenin bazı bölgelerinde 72 saat boyunca süren yoğun yağışlara yol açtı, taşkınlar ve toprak kaymaları yaşandı, milyonlarca insan temiz suya erişemedi ve yüz binler elektriksiz kaldı. En az 8 kasırga daha bekleniyor Tropik siklon mevsimi 1 Haziran ile 30 Kasım arasında yaşanıyor. Meteorologlar, 2022 sezonu için 14 ila 20 büyük kasırga yaşanacağını tahmin ediyordu ama modellerdeki son güncellemeler, Kasım sonuna kadar (en az) 8 kasırganın daha beklenebileceğini gösterdi. Bu tahminleri, iklim çöküşünün öne çıkan yer sistemleri olarak özetlenebilecek Atlantik jet akımı ve La Niña gibi sistemlere dayanarak yürütüyorlar. Jet akımı ile La Niña bir yandan musonları ve kasırgaları güçlendiriyor, diğer taraftan Kuzey Kutbu’na fazladan ısınma gönderiyor, sonra kendileri de bu ısınmadan beslenerek daha fazla afet yaratacak duruma geliyorlar. Avrupa’daki yakıcı sıcakların ardında da yine bu ikili bulunuyordu. En şiddetli beş kasırgadan biri İki kasırganın yol açtığı bu büyük felaketin asıl boyutları önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olsa da 40 ila 60 milyar dolar arasında hasara ve ekonomik kayıplara neden olduğu tahmin edilen Ian’ın ABD’de görülen en şiddetli beş kasırgadan biri ve ülke tarihinin en pahalıya mal olan kasırgası olduğu açıklandı. Fakat bildiğimiz bir şey daha var ki Ian’ın Küba’da yarattığı yıkım, Florida’da sebep olduğundan çok daha büyük. Fiona da aynısını Porto Riko’da yaptı. Bu iki ada ülkesindeki yıkımın maliyeti ABD’dekine kıyasla çok daha fazla, toparlanma süreci ise çok daha sancılı olacak. 

İngiltere isyanda: Tarihe geçecek 1 Ekim protestoları

İngiltere’de ‘Enough is Enough’ (Artık Yeter) hareketinin ülke çapında büyük grevler ve kitlesel protestolar günü olarak duyurduğu 1 Ekim’de on binler sokaktaydı. İşçi hareketine iklim hareketi, savaş karşıtı hareket, ırkçılık karşıtı hareket, göçmen hareketi, kadın ve LGBTİ+ hareketleri de katıldı.

Liz Truss, gücü aşırı neoliberal düşünce kuruluşlarına mı devretti?

Liz Truss'u kim seçti? Elbette, Muhafazakâr Parti üyeleri. Peki onlar kim? İngiltere'nin güneyinde yaşayan aşırı zengin, beyaz, yaşlı erkekler. Ancak kim olduklarını bilme imkânımız olmayan bazı üyeler daha var. Onlar Birleşik Krallık'ta yaşamıyorlar, burada hiç ikamet etmediler ya da vatandaş olmadılar ve İngiltere seçimlerinde oy kullanma hakları yok. Şaşırtıcı bir şekilde, 2018'ten bu yana bu yabancı üyelerin İngiltere başbakanının kim olması gerektiğini belirlemelerine izin verildi. Muhafazakar Parti'nin tüzüğü, politikamızla uğraşmak, karışıklık çıkartmak isteyen herkese açık bir davet anlamına gelmektedir. Başka bir hükümetin ajanlarının yurtdışındaki Muhafazakarlara üye olmalarını engelleyecek hiçbir şey yok gibi görünüyor. Ayrıca, birden fazla üyelik için başvuran bir kişiyi (veya bir bot hesabı) durduracak bir şey yok gibi de görünüyor. Bu, vatanseverlik, egemenlik ve ulusal güvenlik partisi de buraya kadarmış. Bu açık davet, toplayabildiğimiz küçük bilgilerden yola çıkarak yargıya varmak gerekirse henüz tam olarak kullanılmadı. Belki de yabancı hükümetler kendilerine bulunmaz bir fırsat verildiğini henüz fark etmemişlerdir. Belki de Torilerin bu kadar sorumsuz olduğuna inanamıyorlardır. Ancak Truss'ı bir tür Mançuryualı Aday olarak görmek için başka bir devletin demokratik olmayan çıkarlar adına demokrasimizden geriye kalanları altüst edecek bir kampanya yaptığını aklımıza getirmeye gerek yok. Kural olarak, bir politikacı vatanseverliğini ne kadar yüksek sesle ilan ediyorsa, yabancı para adına hareket ediyor olma olasılığı o kadar yüksektir Her yeni Muhafazakar başbakan ulusötesi sermayenin çıkarlarını ulusun çıkarlarının üstünde görmüştür. Ancak, önceki liderlerden daha büyük ölçüde, Truss'un siyaseti kendilerine düşünce kuruluşu diyen fakat kimler tarafından fonlandıklarını açıklamayı reddeden lobiciler olarak tanımlamanın daha doğru olduğu organizasyonlar tarafından şekillendi. Şimdi Truss bu organizasyonları hükümetin tam kalbine soktu. Truss'ın kıdemli özel danışmanı Ruth Porter, aşırı neoliberal bir lobi grubu olan Ekonomik İşler Enstitüsü'nde (IEA) iletişim direktörüydü. Demokrasi platformu Transparify tarafından yürütülen bir soruşturma, IEA’yı fon kaynakları konusunda “hiç saydam olmayan” bir kurum olarak listeledi. Basına sızan belgelerden ve ABD kayıtlarından biliyoruz ki, IEA tütün şirketlerinden ve 1967'den beri petrol şirketi BP'den para alma geçmişine sahip ve bazıları iklim biliminin inkar edilmesinin ana sponsorları arasında yer alan ABD milyarderleri tarafından finanse edilen vakıflardan büyük ödemeler alıyor. IEA'da çalışırken, Porter konut yardımını ve çocuk yardımını azaltmak, hastaların İngiliz Ulusal Sağlık Servisini ücret karşılığı kullanmalarını sağlamak, denizaşırı yardımları kesmek ve yeşil fonları çöpe atmak için çağrıda bulundu. Daha sonra Transparify tarafından yine “hiç saydam olmayan” bir kurum olarak listelenen Policy Exchange'de ekonomik ve sosyal politika başkanı oldu. Policy Exchange, (Porter gittikten sonra) Extinction Rebellion’a (Yokoluş İsyanına) karşı içişleri bakanı Priti Patel'in elinde Polis, Suç, Ceza ve Mahkemeler Yasası haline gelen yeni bir yasa çağrısında bulunan gruptur. Daha sonra bu grubun ABD petrol şirketi Exxon'dan 30.000 dolar aldığını keşfettik. IEA'nın başkanına göre Liz Truss, etkinliklerin çoğunda “son 12 yılda diğer politikacılardan” daha fazla konuştu. Truss'un örgütle yaptığı iki görüşme resmi kayıtlardan silindi, daha sonra silme işlemlerinin bir skandala yol açmasının ardından kayıtlar eski haline getirildi.  Daha da önemlisi, Truss, 2011 yılında Muhafazakâr milletvekillerinin serbest girişim grubunun görünürdeki kurucusuydu. Grubun web sayfası, o sırada IEA için çalışan Ruth Porter tarafından lisanslandı. IEA bu grup için etkinlikler düzenledi ve medya brifingleri verdi. Mevcut kabinenin en üst düzey isimlerinden birkaçı da dahil olmak üzere on iki üyesi bu gruba aitti. Bugün, bu grubun web sayfasını açmaya çalışırsanız, kendisini “Ekonomik İşler Enstitüsü'nün bir projesi” olarak nitelendiren Free Market Forum’a (Serbest Piyasa Forumu) yönlendirilirsiniz. Truss'un baş ekonomi danışmanı, benzer bir lobi grubu olan Vergi Mükellefleri İttifakı'nın eski CEO'su Matthew Sinclair'dir. Bu ittifak da ayrıca yabancı bağışçılar tarafından gizli bir şekilde finanse edilmektedir. Sinclair, Let Them Eat Carbon (Karbon Yemelerine İzin Ver) başlıklı ve iklimin bozulmasını önlemek için örgütlenen harekete karşı tartışan bir kitap yazdı. Kitap şunu iddia ediyordu: “Ekvator bölgeleri zarar görebilir, ancak bunun Grönland gibi bölgeler tarafından dengelenmesi tamamen mümkündür.” Başka bir deyişle, milyarlarca insanın hayatını dünyadaki en az nüfus barındıran yerlerden bazılarına dair olasılıklara karşılık takas edebiliriz. Bu, bugüne kadar duyduğum en duygusuz ve cahil ifadelerden biri. Truss'un geçici basın sekreteri Alex Wild, aynı organizasyonda araştırma direktörüydü. Sağlık danışmanı Caroline Elsom ise Transparify tarafından, tahmin ettiğiniz gibi “hiç saydam olmayan” bir kurum olarak listelenen Politika Araştırmaları Merkezi'nde kıdemli araştırmacıydı. Siyasi sekreteri Sophie Jarvis, yine “Hiç saydam olmayan” ve başka finansörlerin yanı sıra tütün şirketleri ve ABD vakıfları tarafından finanse edilen Adam Smith Enstitüsü'nde) hükümet işleri başkanıydı. Bu gruplar neoliberalizmin en aşırı halini, uç noktasını temsil ediyor. Bu, insan ilişkilerini tamamen alım-satım işlemine indirgeyen yaklaşımı sürdürür: Her şeyden önce davranışımızı şekillendiren para arayışıyla motive oluyoruz. Yine de, komik bir şekilde, fonları konusunda onlara meydan okuduğunuzda, aldıkları paranın takındıkları tutumları ve pozisyonları etkilediğini inkar ediyorlar.  On yıllardır sağdaki politika gelişimi şu şekilde şekillendi. Oligarklar ve şirketler thinkthankleri finanse etti. Thinkthankler tamamen tesadüf eseri oligarşilerin ve şirketlerin çıkarlarına uygun politikalar önerdiler. Oligarkların da sahipleri arasında olduğu milyarderlerin basını, bu politika önerilerini bağımsız kuruluşlar tarafından önerilmiş parlak görüşler olarak yansıttı. Önde gelen Muhafazakârlar daha sonra basında çıkan haberleri kamu talebinin kanıtı olarak gösterdiler: oligarkların sesi halkın sesi olarak kabul edildi. Think Thank isimli otobiyografisinde,  Adam Smith Institute’nün kurucusu Madsen Pirie, bu yapının nasıl çalıştığını açıkladı. Her cumartesi, Leicester Meydanı'ndaki bir şarap barında, Adam Smith Enstitüsü ve Ekonomik İşler Enstitüsü'nden personel, Muhafazakar araştırmacılar ve Times ve Telegraph'ın önde gelen yazarları ve köşe yazarlarıyla “önümüzdeki haftanın stratejisini” planlamak ve “bizi kolektif olarak daha etkili hale getirmek üzere faaliyetlerimizi koordine etmek" için oturuyordu. Daily Mail, lobicilerin argümanlarını iyileştirmelerine yardımcı olmak ve her rapor yayınladıklarında editör sayfasında destekleyici bir makalenin yayınlanmasını sağlamak için aralarına katıldı.  Ama şimdi thinkthank kuruluşlarının dolambaçlı bir rota izlemeye ihtiyaçları yok. Artık hükümete lobi yapmıyorlar. Artık, hükümetler. Liz Truss onların adayı. Küresel sermayenin çıkarlarını savunmak için, hayatımızı iyileştirmeye veya yaşayan gezegeni korumaya yönelik her türlü ortak çabaya karşı savaş açacaktır. İşçi Partisi bir sonraki seçimde savaşmak için üç kelimelik bir slogan arıyorsa, “Bu Ülkeyi Onar”dan daha kötüsünü bulabilir. George Monbiot (The Guardian)  Çeviren: Şenol Karakaş Redaksiyon: Tuna Emren

Putin, Ukrayna’da giderek daha fazla batağa saplanıyor

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden 7 aydan fazla zaman geçti. Askeri olarak gerileyen Rusya, seferberlik ilan etti, 300 bin kişiyi daha cepheye sürmeye çalışıyor. 24 Eylül'de başlayan işgal için Rusya 200 bin dolayında asker görevlendirmişti. Bu kuvvetlerinin en az yarısının ölü ve yaralı olarak savaş dışı kaldığı tahmin ediliyor. Askeri olarak çok daha güçlü olduğu zannedilen Rusya, pek çok yerde geri çekilmeye başladı. Ukrayna kuvvetleri en az 6 bin km2 toprağı işgalden kurtardı. Rusya askerleri pek çok yerde ellerindeki ağır silahları bırakarak kaçtılar. Bunun önemli bir nedeni Rusya askerlerinin Ukrayna’nın işgalini yanlış bulmaları. Savaşta bozguna uğrayan Rusya ordusunun bazı komutanları Putin tarafından görevden alındı. Putin artık orduya daha fazla emir verir durumda. Bu durum, Hitler’in 2.dünya savaşının sonuna doğru bozguna uğramaya başlayan Alman ordusuna daha fazla emir vermesine benzetiliyor. Ayrıca Moskova dahil pek çok Rusya kentinde savaş aleyhtarı gösteriler düzenleniyor. Siviller arasında da savaşa karşı çıkma oranı oldukça yüksek. Bu gösterilere katılmak bile en az 10 yıl hapis cezasına yol açabiliyor. Seferberlik konusu Rusya’yı karıştırdı Rusya yönetiminin ilan ettiği seferberlik sonrası Rusya’da büyük gösteriler yapıldı, binlerce kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar zorla askere alınmaya çalışılıyor. Asker kaçaklarının ailelerinin cezalandırılacağı söyleniyor. Seferberlik kararından bu yana, çok sayıda Rusya vatandaşı ülkeyi terk etmeye çalışıyor. Gürcistan, ve Finlandiya sınırlarında Rusya vatandaşları ve araçları uzun kuyruklar oluşturdu. Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan gibi en yakın yerlere bile uçak biletlerinin fiyatı 10 bin dolara kadar çıktı. Sibirya'daki Ust-Ilimsk kentinde askere gitmek istemeyen bir kişi askere alma görevlisini ağır yaraladı. Kuzey Kafkasya'daki Dağıstan cumhuriyetinde, seferberliğe karşı çıkanlar polisle çatıştı. Askere alma merkezlerini ve hükümet binalarını yaktı. Başkent Mahaçkala'da 100'den fazla kişi tutuklandı. Putin giderek yalnızlaşıyor Rusya'nın işgalindeki bölgelerde düzenlenen tartışmalı referandumlar sona erdi. Bölgelere Rusya tarafından atanan yetkililer, oy verenlerin neredeyse tamamının Rusya'ya katılma yönünde tercih yaptığını ileri sürdü. Referandumlar yasadışı ilan edildiği için, oylamalarda uluslararası gözlemciler bulunmadı. Referandumlarla ilgili ilginç bir tepki Çin’den geldi. Çin'in Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi, Ukrayna'daki ilhak referandumlarını eleştirdi, " ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi" çağrısında bulundu. Türkiye de yaptığı açıklamada "Kırım'ın ilhakını tanımadığımız gibi bunu da tanımayacağız" dedi. Rusya, referandumlar konusunda hiçbir ülkeden destek alabilmiş değil.  Rusya parlamentosunun önümüzdeki günlerde bir karar alarak bu toprakları Rusya toprağı ilan etmesi bekleniyor. Rusya'nın referandum yapılan dört bölgeyi ilhak etmesi savaşı yeni ve daha tehlikeli bir boyuta taşıyabilir; çünkü Moskova, Ukrayna'nın bu bölgeleri geri alma girişimini kendi egemenlik alanına bir saldırı olarak görüyor.

Ukrayna savaşında ölümcül tehditler

Putin seferberlik ilan etti, nükleer saldırı tehdidinde bulundu; ABD, biz de aynı şekilde misilleme yaparız, dedi. Putin’in geçtiğimiz günlerde seferberlik ilan edip Rusya’daki savaş karşıtlarını sokağa dökmesi üzerine, "Putin için ölmeye değer mi?" diyen 1300’den fazla kişi gözaltına alınmış, 15 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecekleri duyurulmuştu.  Putin’in seferberlik hamlesiyle 300 bin yedek askeri orduya çağırmasının sebebi, kontrolü yeniden ele geçirmeyi başardığı bölgeleri elinde tutabilmekti.  Ardından yaptığı açıklamada, nükleer silahları kullanabileceğini vurguladı ve takip eden günlerde de blöf yapmadığını söyledi; "Bazı yönlerden NATO ülkelerininkinden daha güçlüyüz ve ülkemizin toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşması durumunda, Rusya'yı ve halkımızı korumak için elimizdeki tüm araçları kullanacağız. Bu bir blöf değildir.” Ukrayna’yı vekalet savaşında kullanan ABD’den gelen yanıtta ise, Putin’in Ukrayna’da nükleer silah kullanması halinde ABD’nin Rus ordusuna ‘yıkıcı bir saldırı’ ile misilleme yapacağı söylendi, Rusya’nın Karadeniz filosunu ve Kırım’daki üslerini hedef alabilecekleri vurgulandı.  Nükleer silah restleşmesi sürerken savaş giderek daha da derinleşiyor.  Bunca baskıya ve tehdide rağmen, Rusya’daki savaş karşıtlarının “Seferberlik yok!” sloganları atarak sokakları doldurmuş olması, dünyanın her yerindeki savaş karşıtlarını, bu sesi büyütmek için harekete geçirmelidir. Rusya’ya ve NATO ittifakına “dur” diyebilecek tek gücü, birlikten doğan gücümüzü dünyanın her yerinde yükseltmeli, sadece emperyalist güçlere ve şirketlere yarayan bu savaşı sonlandırmak adına baskı oluşturmalıyız. Baskı için referandum Putin’in gündeme getirdiği referandum da Ukrayna işgalinde Rusya’nın içine düştüğü zor durumu gösteriyor. Rus güçlerin işgali altındaki Ukrayna topraklarında Rusya'ya katılım için başlatılan halkoyu yoklaması gazetemiz baskıya hazırlanırken devam ediyordu. Referandum beş gün sürecek ve Ukrayna’nın doğusundaki Luhansk ve Donetsk bölgelerinin yanı sıra, ülkenin güneyindeki Herson ve Zaporijya'da gerçekleşecek. Kelimenin tam anlamıyla Rusya’nın işgal ettiği bölgelerde “silah namlusu altında anket yapmaya” benzetilen referandumda Rusya’ya katılıma karşı çıkanlar fişlenmekten korkuyor. Kiev’de referandum karşıtı gösteriler sürerken Putin’in Kırım’ı ilhak etmek için gerekçe olarak gösterdiği referandumun bir benzerinin hayata geçirilmesi Ukrayna işgalinin daha uzun süre devam edeceğini de gösteriyor.  Rus birlikleri ve Rusya’ya bağlı güçler güçler Luhansk bölgesinin tamamını, Donetsk bölgesinin ise yüzde 60'ını elinde tutuyor. Rusya’da iktidar sözcüsü Dimitry Peskov referandumlardan Rusya'ya katılım kararı çıkarsa Rus Anayasası'nın bu bölgelerde derhal yürürlüğe gireceğini ilan etti.

Brezilya: Bolsonaro yenilebilir

Brezilya’da 2 Ekim’de başkanlık seçimleri gerçekleşecek. Lula da Silva, İşçi Partisi lideri ve solun adayı. Tüm anketlerde 8 ila 16 puan farkla seçim yarışında önde görünüyor. Mevcut başkan ve ırkçı, maço, aşırı sağcı Bolsonaro ise yüzde 30’larda görünüyor. Irkçı başkan tüm seçim kampanyasını İşçi Partisi düşmanlığı ve antikomünizm üzerine oturtuyor. Elbette kürtaj karşıtlığı ve ailenin varlığının kadın ve LGBTİ+’ların kazandığı haklar tarafından yıkıma uğratıldığı da kampanya stratejisinin omurgasını oluşturuyor. Lula ise yoksulların umudu durumunda bir kez daha. Bolsonaro rejiminin gasp ettiği tüm haklar ezilenler açısından bir ölçüde Lula’yla özdeşleştiriliyor. Bolsonaro dünyadaki tüm otoriter ve aşırı sağcılar gibi seçim stratejisinin içine seçimler hakkında şüphe yaratma öğesini de ekliyor. Seçimlere küresel bir komployla müdahale edileceği ve hile karıştırılacağı Bolsonaro’nun iddiaları arasında. Irkçı ve maço başkanın seçimleri kaybetmesinin nedeni komplolar değil, seçildiği günden beri kadınların, yerli halkların, emekçilerin Bolsonaro’nun ilk günden itibaren çürüyen rejimine karşı verdiği kitlesel mücadeleler olacak.

Putin, Ukrayna savaşında ölümcül bir tırmanış tehdidinde bulundu ve yanıt NATO değil

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, 300.000 yedek askeri çağıracağını açıkladı ve nükleer silahları kullanabileceği tehdidini savurdu.  

Geri 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 İleri

Bültene kayıt ol