Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

‘Evet dersem, evettir’: İspanya cinsel rıza yasasını onayladı

İspanya Senatosu , cinsel ilişkilerde açık bir rıza ifadesi gerektiren yeni bir yasa tasarısını onayladı.

Rusya Ukrayna'nın Donbas bölgesini tıpkı Kırım’da olduğu gibi ilhak etmeye hazırlanıyor

Rusya, 2014'te Kırım’da uyguladığı yöntemlerle, Ukrayna'nın Donbas bölgesini ilhak etmeyi planlıyor. Rusya, Ukrayna'da işgal ettiği bölgelerde ilhak için 2014'teki düzmece referandumun aynısını yapmak üzere zemin oluşturmaya başladı. Eylül ayında Ukrayna’da Rusya’nın işgal ettiği bölgelerde, Rusya’ya katılma konusunda “düzmece” bir referandum yapılacak. Vladimir Putin 2014’teki senaryoyu tekrar yürürlüğe koymaya hazırlanıyor. Rusya, halihazırda işgal altında tuttuğu Ukrayna topraklarında kendi belirlediği Rus yanlısı bölgesel ve yerel yöneticileri atamış durumda. Bu kişiler Rusya’nın ilhakına zemin hazırlayacak referandumun hazırlığını yapmakla görevlendirildi. Referandum sonuçları, işgal edilen Ukrayna topraklarının Rusya’ya katılması için gerekçe olarak kullanılacak. 8 yıl önce Kırım bu yöntemle ilhak edilmişti Rusya, Kırım’ı 8 yıl önce düzenlenen referandumun ardından ilhak etmişti. Kırım’da 2014’te düzenlenen ve uluslararası toplum tarafından tanınmayan düzmece referandumda halkın Rusya’ya katılım yönünde oy kullandığı ilan edilmiş, ardından Rusya Kırım’ı ilhak etmişti. Ukrayna’nın işgal altındaki bölgelerinde düzenlenecek bir referandumun da büyük ihtimalle benzer bir sonuç doğuracağı tahmin ediliyor. Rusya’nın işgal ettiği ve etmeyi planladığı bölgeler; Donetsk, Luhansk, Kherson ve Zaporizhzhia’yı kapsıyor.  

Çin kapitalizmi felakete sürükleniyor

Çin bankaları mevduat sahiplerine ödeme yapamıyor, halk isyan ediyor.

Bir devrim nasıl kazanılır

© Gigi İbrahim; 2011 Devrimi sırasında Mısır’daki Tahrir Meydanı’nın işgali.    Son on yılda Kuzey Afrika’da, Orta Doğu’da ve Asya'da isyanlar ve devrimler patladı. Nick Clark, Anne Alexander'ın yeni kitabı Devrim Halkın Tercihidir’in (Revolution is the Choice of the People) bu ayaklanma ve devrimleri anlamamıza yardımcı olabileceğini öne sürüyor.

BM: Ukrayna'da 5 bin 100 sivil öldürüldü

Rusya Devlet Başkanı Putin'in 24 Şubat akşamı Ukrayna'ya karşı başlattığı savaş ve işgal 5 aydır sürüyor. Birleşmiş Milletler (BM), Rusya-Ukrayna savaşında 5 bin 100 sivilin öldüğünü 6 bin 700 sivilin de yaralandığını açıkladı. BM Genel Sekreter Yardımcısı Farhan Haq, BM'nin New York'taki Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, Ukrayna- Rusya savaşına ilişkin bilgi verdi. Farhan Haq, "Moskova'nın Ukrayna'ya düzenlediği askeri harekâtın başından bu yana 11 bin 800'den fazla sivilin vurulduğunu, bunlardan hayatını kaybedenlerin sayısının ise 5 bin 100'ü geçtiğini" söyledi. BM, Ukrayna genelinde şimdiye kadar hayatını kaybeden 5 bin 100 sivilin 346'sının çocuk olduğunu doğruladı. BM’ye göre sivil kayıpların gerçek sayısı çok daha yüksek. Sivilleri etkileyen ve ayrım gözetmeyen saldırı raporları giderek artıyor. BM, çatışmanın taraflarına, Ukrayna'daki sivilleri ve sivil altyapıyı korumak için uluslararası insani hukuk kapsamındaki yükümlülüklere uyma çağrısı yaptı. Temmuz ayı içindeki Rus saldırılarında onlarca sivil öldürüldü Ukrayna'nın doğusundaki Slovyansk kentine düzenlenen Rus saldırısında bir pazar yerinin vurulması sonucu en az iki kişi öldü, yedi kişi yaralandı. Yine Rus füzelerinin saldırısı sonucu, cepheden uzak bir kentte, Vinnitsya'da aralarında üç çocuğun da bulunduğu 23 kişi öldü. Saldırıda üç Rus füzesi ofislerin bulunduğu bir apartmanı vurdu ve meskun binalar da hasar gördü. Donbas'ta süren çatışmaların çok uzağında bulunan Başkent Kiev'in güneybatısındaki kente yapılan saldırıda 100 kişinin de yaralandığı belirtildi. 21 bin savaş suçu iddiasıyla ilgili soruşturma açıldı Ukrayna, işgalin başlamasından bu yana Rusya tarafından işlendiğini iddia ettiği 21 bin savaş suçu hakkında inceleme başlattığını açıkladı. Askeri savcı General Irina Venediktova, BBC'ye yaptığı açıklamada, her gün makamına 200 ila 300 savaş suçu işlendiğine dair ihbarlar geldiğini, sivilleri öldüren, sivillere işkence ya da tecavüz eden Rus askerlerinin mahkeme önüne çıkmasının an meselesi olduğu uyarısında bulundu. Duruşmaların çoğunlukla sanıkların gıyabında yapılabileceğini söyleyen Venediktova, kovuşturmaların yapılmasının bir adalet meselesi olduğunu savundu. Ekibinin Ukrayna genelinde araştırmalar yaptığını söyleyen Venediktova, tüm iddiaların etkin ve düzgün biçimde araştırılmasının ise bazı bölgelere erişim olmadığı için mümkün olamadığını belirtti. Irina Venediktova, Mayıs ayında yaklaşık 600 şüphelinin tespit edildiğini, 80 kişi hakkında da kovuşturmanın başladığını söylüyor. Ukrayna'da yargılanan ilk Rus askeri olan Vadim Shishimarin, Mayıs ayında bir sivili öldürdüğü suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Ukrayna; Buça'da, Borodyanka'da ve başkent Kiev yakınlarındaki kısa süre Rus işgali altında kalan diğer bazı kentlerde toplu mezarlar bulduğunu söylüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ukrayna'yı bir "suç mahalli" olarak tarif etmiş, soruşturmalara yardımcı olmaları amacıyla dedektiflerden oluşan en geniş ekibini ülkeye yollamıştı.

Washington’da kürtaj hakları protestosu: 17 vekil gözaltında

19 Temmuz Salı günü Yüksek Mahkeme önünde gerçekleştirilen kürtaj hakları protestosunda, içlerinde Alexandria Ocasio-Cortez, İlhan Omar ve Rashida Tlaib’in de bulunduğu 17 meclis üyesi gözaltına alındı, toplamda 35 kişinin tutuklandığı duyuruldu.

Rojava operasyonuna Rusya ve İran'dan destek gelmedi

Tel Rıfat ve Münbiç'e müdahale etmek isteyen Erdoğan yönetimi, Tahran'daki üçlü zirvede yalnız kaldı. Suriye'de askeri olarak belirleyici dört devletten üçünün liderleri ve heyetleri uzun bir zaman sonra İran'ın ev sahipliğinde toplandı. Suriye'de en fazla asker bulunduran ülke olan Türkiye'nin önceliği, Rojava Kürt bölgesine yapacağı yeni operasyon için Tahran ve Moskova'nın desteğini kazanmaktı. Ancak bu olmadı.  Rojava'nın iki bölgesi Tel Rıfat'ta hakim güç Rusya. Burada aynı zamanda İran destekli Şii milislerde bulunuyor. Münbiç'te de asıl hakim Rusya. Moskova burada Ankara ile YPG arasında tampon bölge oluşturmuş durumda. YPG ise bilindiği gibi ABD ile müttefik.  Erdoğan yönetimi, Tahran'da masaya - bir kaç ay önce ilan ettiği gibi - bu iki bölgeden YPG/PYD'nin çıkarılması isteğini koydu. Rusya devlet başkanı Putin, Fırat'ın doğusunun Esad rejimi tarafından yönetilmesi gerektiğini söyledi. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de aynı görüşü tekrarladı. Tahran'da Erdoğan ile görüşen İran lideri Ali Hamaney, Tel Rıfat ve Münbiç'e operasyona "Bu mutlak surette Suriye, Türkiye ve bölgeye zarar verecektir." diyerek açıkça karşı çıktı. Tahran ve Moskova'nın öncelikleri İran ve Rusya, öncelikle kendilerine düşman olan ABD'nin gitmesini ve Esad rejiminin ülkenin tamamına hakim olmasını istiyor. Üç bölge var ki bu isteğin gerçekleşmesini engelliyor.  Bunlardan en büyüğü Rojava. ABD ve desteklediği YPG, aynı zaman Suriye petrol kaynaklarının bulunduğu Deyrizor'u da kontrol ediyor.  Diğer bölge ise Suriyeli cihatçı muhaliflerin varolduğu İdlib. Tahran ve Moskova, cihatçıların bölgeden temizlenmesini istiyor. İki emperyalist devlet ABD ve Rusya'nın izniyle Suriye'de askeri varlığını sürdüren Ankara ise Suriye ordusu ve İranlı milisler tarafından kuşaltılmış İdlib'i kontrol ediyor. İdlib'deki varlığı, Avrupa'nın göçü önleme politikası ve desteğiyle sürüyor. Ve bir NATO üyesi olarak ABD'nin müttefiki. Aynı zamanda Esad rejimiyle de savaş durumunda. Tahran'da toplanan üç devletin önceliklerinin ve çıkarlarının farklı hatta çatışır durumda olması Erdoğan yönetiminin istediği desteği bulmasını engelliyor. Keza NATO müttefiki ABD aynı zamanda YPG/PYD ile de ittifak halinde ve Rojava operasyonuna karşı çıkıyor. Bu koşullarda Erdoğan yönetimi Rojava'ya müdahalede bulunabilir mi? Çivisi çıkmış dünya koşulları, sınır ötesi operasyonlara ve çatışmalara imkan tanıyor. Fakat Tahran zirvesi sonrası oluşan duruma bakıldığında, Ankara'nın Tel Rıfat ve Münbiç'e girmesinin imkansız denecek kadar zor. Sadece dış desteğin bulunamaması değil, AKP-MHP iktidarının tüm propagandasına rağmen Rojava'ya operasyon propagandasının içeride heyecan ve taraftar bulamaması; buna neden olan siyasi ve ekonomik buhran karşısında halkın geniş kesimlerinin - özellikle dış politikadan - duyduğu memnuniyetsizlik yeni bir askeri harekata engel oluyor.

Mısırlı aktivistlerden dayanışma çağrısı: Sisi rejimi COP27’ye ev sahipliği yapamaz!

Mısır, Kasım 2022'de COP27 iklim zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Ancak COP27 zirvesi için; protesto ve gösterilerin yasaklandığı, yürüyüş ve toplantılara izin verilmeyen, katılanların tutuklandığı bir ülkenin seçilmiş olması kabul edilemez.  COP27, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf devletlerin yanı sıra binlerce uzman, gazeteci ve sivil toplum temsilcisini de bir araya getirecek. Kasım 2022'de gerçekleştirilecek zirve bilhassa da uluslararası toplum için, hak ve özgürlükler temelli iklim eylemlerinin örgütlenmesi ve tartışmaların yürütülebilmesi adına çok önemli bir fırsat sunar. Kaldı ki uluslararası insan hakları hukuku ve standartları uyarınca, genel bir kural olarak, gösterilerin hedef kitlelerce izlenebildiği bir ortamda yapılabilmesi de sağlanmalı, zirve boyunca gerçekleştirilecek tüm barışçıl protestolara izin verilmelidir. Mısırlı yetkililer ise insan hakları savunucularına, sivil toplum örgütlerine ve bağımsız medyaya yönelik saldırılarına son vermiyor; temelsiz cezai soruşturmalarına, keyfi gözaltılara, bağımsız kuruluşları kapatma tehditlerine, seyahat yasakları uygulamaya devam ediyor ve sivil toplumun COP27'ye katılımını baltalayacak bir takım kısıtlayıcı önlemlere başvuruyor. Zirve sırasında işçilerin örgütlenme haklarına yönelik saldırılar gerçekleştirileceği gerçeğini dile getirip Mısır rejiminden hesap sorulması çağrısında bulunan Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu (TUC), COP27 konferansı öncesinde Bonn'da yapılacak hazırlık görüşmelerine yönelik bildirisinde şöyle söylüyordu: “ITUC'a (Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu ve Mısır Demokratik İşçi Kongresi) bağlı Mısır sendika örgütleri, işçi örgütleyicilerinin emekli olmaya zorlanması ve sendikaların faaliyetinin sınırlandırılması sonucunda çeşitli baskılarla karşı karşıya kaldı. . . İklim acil durumuyla mücadele için hayati önem taşıyan örgütlenme özgürlüğü temel bir haktır; işçilerin ve toplulukların değişim için örgütlenmeye hakları vardır. Mısır hükümeti ise iktidarı ele geçirdiğinden beri insan hayatını ve temel özgürlükleri hiçe saymaktadır. Şarm El-Şeyh'te gerçekleştirilecek COP27'ye ev sahipliği yapma fırsatı hükümete, insan hakları konusundaki kirli sicilini yeşile boyama şansı tanımış oldu.” Mısır COP27’ye hazırlanırken, içlerinde gazeteciler, aktivistler, akademisyenler ve öğrencilerin de bulunduğu binlerce aktivist demokratik hak taleplerini dile getirdikleri için devlet şiddetine uğrayıp tutuklandı. Askeri rejimin çevre sorunlarıyla ilgili protestolara yanıtı ise kömürle çalışan elektrik santralleri inşa etme planlarını sürdürme, endüstrileri kirletme ve yeşil alanların yağmalanmasıydı.  Mısır İklim ve Demokrasi Kampanyası da Mısır Dayanışma Girişimi (Egypt Solidarity Initiative) adlı platformda bir dayanışma çağrısı yayınladı. Çağrıda, on yıldan fazla süredir karşı karşıya kaldıkları acımasız baskıyı sürdüren Sisi’nin şimdi de itibarını parlatmak için COP27 zirvesini kullanmayı planladığı söyleniyor.  Uzun yıllardır demokrasi, sendika, toplum ve çevre adaleti kampanyalarının kalbinde yer alan Mısırlı aktivistlerin bildirisinin tamamı şöyle: Kahire’den, iklim değişikliğine ve diktatörlüğe karşı dayanışma çağrısı Kasım ayında gerçekleştirilecek COP27 zirvesi Mısır'ın Sina Yarımadası'ndaki turizm kenti Şarm El-Şeyh'te yapılacaktır.  Dünya liderleri Glasgow’da gerçekleştirilmiş olan COP26'da verilen sözlerin neredeyse tamamını unuttu. Hep birlikte, adım adım benzersiz bir iklim felaketine doğru yürüyoruz. Gezegeni kurtarmak için alınması gereken önlemlere odaklanması beklenen siyasi liderler ve büyük şirketler de kendilerini kaynaklar, pazarlar ve jeopolitik hakimiyet için tutuştukları rekabete kaptırdılar. Dünyanın her yerindeki milyonlarca insan giderek daha da emin oldu ki gerçek bir değişimi başlatacak olan, tabandan yükselecek bir hareketin ta kendisidir. Karşımızdaki tablo ise şudur: Giriş çıkışlar için tek bir ana yolun kullanılmasının planlandığı COP27 konferansı yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı yalıtılmış bir turizm beldesinde gerçekleştirilecek. Bölgedeki oteller, tüm COP sürecini, özellikle de içinde yoksul toplumlardan gelen temsilcileri bulunduran taban örgütlerinin maddi imkanlarını zorlayacak ücretler talep ediyor.  Mısır hükümeti, konferans sırasında muhalif sesler için de bir yer olacağını duyurdu, ancak burada kastettikleri şey, devlete bağlı STK'lar için kongre merkezinin yakınında ayrılmış bir gösteri merkezidir ve yerel sivil toplum kuruluşlarının muhalif seslerine ayrılmış izlenimi vermek için de sahte protestolar kurgulanıyor.  Konferans sırasında, Şarm El-Şeyh yakınlarında tek bir gerçek Mısırlı muhalif eylemcinin bulunmasına izin verilmeyecek. Bu nedenle, küresel taban hareketlerinin, devlet tarafından organize edilen bu maskaralığa aldanmaları hepimiz adına utanç verici olur. Mısır hükümeti COP27'ye ev sahipliği yapmaya hazırlanırken, aralarında insan hakları savunucuları, gazeteciler, barışçıl protestocular, avukatlar, muhalif politikacılar ve aktivistlerin bulunduğu binlerce insan, yalnızca ifade özgürlüğü haklarını kullandıkları için, hiçbir yasal gerekçe olmaksızın ve adil olmayan yargılamalar sonucunda Mısır hapishanelerindeki acımasız koşullarda acı çekmeye devam ediyor.  Mısır bir Afrika ülkesidir ve Küresel Güney'in bir parçasıdır. Ancak aynı zamanda acımasız ve yozlaşmış bir askeri diktatörlük tarafından yönetilmekte olan bir ülkedir. Sisi rejimi, konferans sırasında ve konferansa uzanan aylarda kendisini, genel olarak Küresel Güney'in ve özel olarak da Afrika kıtasının ihtiyaç ve taleplerini savunan bir hükümet olarak göstermenin peşinde. Bu büyük bir yalandır. Nitekim Sisi rejiminin temsil edebileceği tek şey, 2013'ten bu yana iktidarda bulunan askeri cuntadır. Temmuz 2013'te General Sisi, başarısız politikalardan, siyasi felçten ve Muhammed Mursi ile Müslüman Kardeşlerin yönetiminde karşılaştığımız ihanetlerden nemalanarak acımasız bir askeri darbe yaptı ve iktidarı ele geçirdi. O zamandan beri de rejim, her türlü muhalefeti susturmak için başvurduğu bir terör kampanyasını kullanıyor.  Bu rejim ne Mısır halkını ne de Afrika kıtasını veya Küresel Güney'i temsil edebilir. Sisi, bu rejimi allayıp pullamak için elinden gelen her şeyi yapacak, hatta bunun için yenilenebilir enerjiyle ilgili birkaç vitrin projesi bile sunacak. Fakat gerçekte hem Mısır halkını hem de çevreyi yağmalamaya devam edecek. Bu ‘yeşil yıkama’ iki yönlü çalışır. İlk olarak, zengin sanayileşmiş ülkelerden mümkün olduğunca fazla mali yardım almanın peşinde ve bu paranın çoğu ülke dışına, Sisi ve generallerinin aynı sanayileşmiş ülkelerde bulundurdukları banka hesaplarına hortumlanacak. İkincisi amacı ise, dikkatleri kirli insan hakları sicilinden uzaklaştırmak. Bunu da her zamanki gibi, sözde demokratik Batılı hükümetlerin liderlerini kullanarak, yaptıklarının yanına kâr kalmasına izin vermeleri sayesinde başaracak. İklim değişikliği ve çevre bozulması için en ağır bedeli ödeyecek olanlarsa yine Küresel Güney’in halkları olacaktır. İşte bu nedenle, tüm bu süreçleri yavaşlatacak veya tersine çevirecek hükümetlere baskı uygulayan her bir küresel hareketin şimdi bir araya gelmesi gerekiyor. Mısır halkının örgütlenme ve gösteri yapma hakkı reddediliyor; her türlü ifade özgürlüğünden mahrum bırakılıyoruz – 2014'ten bu yana 500'den fazla muhalif internet sitesi engellendi. Bütün bunlar acımasız yasalar, yasadışı hapis ve işkence yollarıyla yapılıyor ve kimi zaman da cinayetlere başvuruluyor. Sisi’nin çevre politikalarına karşı örgütlenen Mısırlı aktivistler taciz edildi, hapsedildi, gözetim altına alındı ve susturuldu. Kömür ithalatına karşı çıkacak olsak da yerleşim yerlerine yakın çimento fabrikalarının toplum sağlığını tehdit ediyor olmasına karşı sesimizi yükseltecek olsak da veya su kaynaklarını kirleten gübre fabrikalarına ya da inşaat projelerine yer açmak için kent merkezlerindeki ağaçların ve yeşil alanların yok edilmesine karşı mücadele ediyor olsak da, mesele ne olursa olsun hepsine güç kullanarak yanıt veriyor. Bu çağrımız, görüşmelere katılacak siyasi liderler veya onların temsil ettikleri siyasi yönetimlere yönelik değildir. Çünkü bu liderler zaten Mısır rejimini onurlandırmak ve Sisi'nin yeşil yıkama kampanyasına destek vermek için geliyor. Hazır gelmişken iş anlaşmaları yapmaya, halihazırdaki ittifaklarını pekiştirmeye çalışacak, iklim krizi konusunda ise yine, yerine getirmeye hiç niyetli olmadıkları vasat, kifayetsiz vaatlerini sunacaklar – Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kullanıp Körfez monarşileriyle bir araya gelerek yeni petrol ve gaz anlaşmaları yapmaya çalışacaklarını hep birlikte göreceğiz. Bu çağrı, iklim değişikliğine karşı mücadeleyi küresel taban hareketlerinde yürütmekte olan tüm aktivistler içindir.  Demokrasi, özgürlük ve sosyal adalet mücadelesi veren herkes içindir.  Doğrusu, bu iki mücadeleyi birbirinden ayrı düşünmenin her ikisine de zarar verdiğini giderek daha net görmeye başladık. COP27 zirvesi öncesinde ya da konferans sırasında karşı etkinlikler düzenleyen herkese çağrıda bulunuyoruz: Sizin mücadeleniz, bizim mücadelemizdir!  Sisi'nin Küresel Güney’i temsil etme konusundaki bomboş iddiasıyla paçayı kurtarmasına izin vermeyelim!  Bu kanlı rejimin yeşil yıkamayı kullanıp kendini aklamaya çalışmasına izin vermeyelim!  İklim değişikliği ve çevresel bozulmanın olmadığı bir dünya istiyorsak, Küresel Güney ve Kuzey'de bir araya gelmeli, birlikte mücadele etmeliyiz. Fakat bu mücadelenin başarısı, demokrasi, insanlık onuru ve özgürlükler için de dayanışma içinde olabilmemize bağlıdır. Mısır İklim ve Demokrasi Kampanyası

Geri 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 İleri

Bültene kayıt ol