İran'da Mahsa Amini'nin katledilmesinin ardından başlayan isyan, devlet güçlerinin muazzam baskısına rağmen büyüyerek devam ediyor. İranlı aktivistler Roya ve Goodarz bizlere, orada neler yaşandığını anlattı.
İran rejimi, kendisine meydan okuyan isyanın büyümesi karşısında, ülke geneline yayılan protestolara dozu giderek artan baskılarıyla gözdağı vermeye çalışıyor. Öte yandan, üniversitelerde ve liselerde kadınların önderlik ettiği protestoların siyasetçiler ve baskıcı güçlerle karşı karşıya gelmesinin ardından, Cumartesi ve Pazar günleri kitlesel eylemler gerçekleştirildi, rejim güçlerine meydan okundu.
Başkent Tahran'daki Alzahra Üniversitesi'nde kadınlar, geçtiğimiz Cumartesi günü protestoculara yönelik bir konuşma yapmak üzere kampüse gelen Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'ye "defol!" sloganlarıyla karşılık verdi.
Üniversite kampüslerinde ve çevresinde bir hafta kadar sürdürülen gösteriler artık liselere de sıçradı.
Tahran'da yaşayan aktivist Roya, Socialist Worker'a isyanın giderek büyüdüğünü aktardı; “Benim tahminim, er ya da geç liseler ve üniversiteleri resmi olarak kapatacaklar. Ve bu protestocular için büyük bir adım olacak.”
“Duyduğumuz kadarıyla, okullarda durumun kontrol altına alınabilmesi için uğraşıyorlar. Öğrencilerin taleplerini ‘açılma’ ile sınırlı tutmaya çalıştılar. Okul çıkışında sokaklara dökülen kadın öğrencilerse ‘Jin, jiyan, azadi’ sloganlarıyla yürüdü, farklı şehirlerde çok sayıda protesto düzenlendi.”
Protestolar, İran yasaları uyarınca başörtüsünü takması gerekirken takmadığı iddiasıyla tutuklanan Mahsa Amini’nin gözaltında öldürülmesinden hemen sonra, yani yaklaşık bir ay kadar önce başlamıştı.
Roya, bu olayı takiben yükselen isyanın otoriter rejimi reddeden genç kadınlar öncülüğünde büyüdüğünü aktarıyor; “Başlangıçta protestolara katılan iki tür protestocu vardı; ilki, genç kuşak, yani Z kuşağıydı. İkincisi de İran'daki enflasyon ve ekonomik kriz nedeniyle işlerini kaybeden ya da bu nedenle zor durumda kalan insanlardı.”
“Ama şimdi harekete her kuşaktan ve her kesimden katılanlar var. İnançlı, İslami ritüelleri uygulayan ailelerin katıldığını da biliyorum. Haberleri takip ediyor ve merkezi yönetimin kadınlara karşı tavrına büyük öfke duyuyorlar.”
Ancak, hareket büyüdükçe devletin baskılarını yoğunlaştırdığını da hatırlatıyor Roya.
Devlet güçleri 100'den fazla protestocuyu öldürdü ve internet erişimini de ciddi şekilde kısıtladılar.
Roya, “İsyana katılma konusunda kararsız kalan insanlar bile yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı,” diyor; “Devlet güçleri iyice sersemletildi, kontrolden çıkmış durumdalar ve acımasızca karşılık veriyorlar. Cumartesi günü Tahran'ın kuzey bölgelerinde akıllara durgunluk veren şeyler yaptılar. Öncesinde, tam olarak hedeflemiş oldukları kişileri vuruyorlardı ama şimdi protestolara katılmak için sokağa çıkan herkesi hedef almaya başladılar.”
İbrahim Reisi ve destekçileri, protestoların ABD ve müttefiklerinin işi olduğunu iddia ediyor. Batı ise rejimin baskısını, İran'a daha fazla ekonomik yaptırım uygulamak için bir bahane olarak kullandı.
İran, ABD’nin Ortadoğu'daki tahakkümüne bir tehdit oluşturuyor. İsyanın ABD ile ilişkilendirilmesi bu protestolar için tam bir felaket olabilir. Nitekim, ABD'nin organize ettiği acımasız darbeler ve Batı destekli diktatör Şah'ın iktidarı ele geçirdiği bir ülkede yaşamış olmanın getirdiği acılar hâlâ unutulmuş değil. Alzahra Üniversitesi'ndeki kadın öğrenciler de bu gerçeği sloganlarında dile getiriyorlardı; "İster Şah olsun, ister Dini Lider, tüm zalimlere ölüm!"
Kısa bir zaman önce Tahran'dan [İngiltere’ye] gelmiş olan İranlı sosyalist Goodarz, protestoların Batılı bir komplo olduğu yönündeki iddiaların, rejimin yalanlarından biri olduğunu söylüyor; “ABD, İsrail veya diğer güçler darbe girişiminde bulunabilir ya da istikrarsızlığı büyütebilir, ancak bir toplumsal harekete liderlik edebilecek veya örgütleyebilecek durumda değiller. Binlerce insanı sokağa dökemezlerdi.”
“Belki birkaç paralı askere söz geçirebilirler, ancak farklı geçmişlere ve etnik kökenlere sahip milyonlarca protestocuyu harekete geçirmeleri mümkün değil. Bu, diktatörün protestocuları demoralize edebilmek için kullandığı bir karalama kampanyasından başka bir şey değil."
Fakat o da rejimin baskısının, sıradan insanların ve aktivistlerin tartışma, örgütlenme alanı bulamadan başlayan bu isyan için çok büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguluyor; “İstihbarat servisleri, polis güçleri ve diğer baskıcı kurumlar, sosyal ve siyasal faaliyetleri kontrol edip bastırmaya çalışıyor. Siyasi tartışmaların ve günlük faaliyetlerin en önemli mecrası olan sosyal medya da ne yazık ki yasaklanıp sansürleniyor.”
Bunlara rağmen, isyan da tüm İran rejimine bir meydan okuma olarak büyümeye devam etti. Roya, “Devlet, zorunlu başörtüsünün ölümcül bir zaaf haline geldiğini çok geç fark etti,” diyor; “Protestolar, zorunlu örtünmenin sona ermesi talebiyle başladı ama siyasi iktidarın ve hatta tüm devletin yıkılması talebine geçiş yapıldı. Ve artık tamamen kontrolden çıktı.”
“Sokaklardaki protestocular, zorunlu kapanmaya bir son verilmesi de dahil olmak üzere çok büyük değişiklikler talep ediyor. Köklü değişiklikler istiyorlar.”
İran isyanıyla dayanışma tutumu dünyanın her yerine yayıldı, hemen her yerde protestolar gerçekleştirildi. Hatta bu protestoların pek çoğunda, baskılara karşı mücadele veren tüm kadınlar ve erkekleri desteklediklerini de gösterdiler.
Ancak İran’daki mücadele oldukça çelişkili görünen bazı unsurlar da içeriyor. Sözgelimi, sokaklardaki protestocuların bir kısmı 1979 devrimiyle yıkılan Şah ve haleflerinin acımasız yönetimine geri dönmeye çalışan monarşi yanlıları. Bazı gericiler de ABD yanlısı ve dolayısıyla da İslamofobikler. Bu tür unsurlar, İran'da başlayan bu olumlu değişimin dostu değil düşmanlarıdır ve aynı zamanda feministlerin, Kürt topluluklarının dayanışma içindeki protestolarında dile getirilen talepleri için de tehdit oluşturuyorlar.
Nick Clark
Socialist Worker’dan çeviren: Tuna Emren