Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Dünyada Güncel Gelişmeler

2023 yılının bu ilk hafta başında, bir önceki yılın son günlerinde dünyada gerçekleşen gelişmelerden seçtiğimiz öne çıkan konulara göz atıyor olacağız. Derleyen: F. Levent Şensever Brezilya’da Lula iktidarı devraldı Brezilya’da 30 Ekim 2022’de gerçekleşen seçimlerden, aşırı sağcı Bolsonaro karşısında zaferle çıkan Luiz Inácio Lula da Silva, kamuoyunda bilinen adıyla Lula, 1 Ocak 2023 tarihi itibariyle başkan olarak iktidarı devraldı. Lula’nın bu zaferi, her ne kadar önünde zorlu bir süreç söz konusu olsa da Güney Amerika siyasetinde ciddi bir sola kayışa işaret ediyor. Lula’yı bekleyen zorluklardan en önemlileri olarak ekonomik sorunlar, yükselen yoksulluk, eğitimde yaşanan kriz ve Amazon ormanlarının yok edilmesinin önlenmesi gibi konular sıralanabilir. Lula’nın, ekonomik, toplumsal ve doğayla ilgili sorunların yanı sıra, politik olarak derin bir kutuplaşma yaşanan ülkede siyasi birçok engeli de aşması gerekiyor. Eski Başkan Bolsonaro’nun Liberal Parti’si (LP) Kongre üye sayısını önemli ölçüde artırmayı başardı. LP ve ittifak kurduğu gruplar Kongre’de çoğunluğu ele geçirmiş durumda. Lula bu gibi siyasi nedenlerle, iktidarı resmen devralmadan önce oluşturmaya başladığı kabinesine, ulusal bölünmeyi aşmaya yönelik merkez sağdan kişileri ve iş dünyasını temsil eden bir politikacıyı da kattı. Bunun yanı sıra, ileride alacağı siyasi kararlarda kaçınılmaz olarak sağ kanatla uzlaşması gerekecek. Lula, 2003-2010 yıllarında başkan olduğu dönemde, izlediği ekonomik program sayesinde Brezilya tarihinin en popüler başkanlarından olmuştu. O dönemde, sosyal harcamaları artırmış, ülkedeki yoksulluk ve açlık oranlarında ciddi düşüşler sağlamıştı. Lula’nın henüz iktidara gelmeden önce oluşturmaya başladığı siyasi ve ekonomik programına göz attığımızda, bir önceki dönemdekine benzer sorunları ele aldığını görüyoruz; bunlar arasında, ülke ekonomisinde yaşanan düşük büyüme oranları, eşitsizlikler ve giderek artan yoksulluk ve açlık sorunları sıralanabilir. Seçim programında, asgari ücretin artırılması, zenginlere yönelik vergi artışları, vatandaşların borçlarının silinmesi ve devlet destekli sosyal konut projelerinin artırılması gibi vaatlerde bulundu. Lula henüz resmi olarak görevine başlamadan Kongre ile bazı uzlaşmalara vardı. Örneğin Kongre geçen aralık ayında anayasaya, Lula’nın yoksul ailelere para yardımını kapsayan programının önünü açan bir değişiklik eklenmesini onayladı. Anayasa değişikliğiyle birlikte, 2023 yılı bütçesine bu amaçla kullanılmak üzere 28 milyar dolar düzeyinde ek bütçe ayrıldı. Lula’nın attığı önemli adımlardan biri de çevre sorunlarıyla ilgili oldu. Amazon ormanlarının korunması uzun bir süredir Lula’nın siyasi hedefleri arasında yer alıyor. İlk iki dönem başkanlığı sırasında Amazon ormanlarındaki kayıpları yüzde 70’ten fazla oranda azaltmayı başarmıştı. Ancak Bolsonaro’nın başkanlığı döneminde orman alanlarının kaybı son 15 yılın zirvesine çıkmıştı. Lula, seçim kampanyası sırasında 2030 yılı itibariyle sıfır orman alanı kaybı ve ülkedeki yerli kabilelerin çıkarlarını koruyacak yeni bir bakanlık oluşturma vaadinde bulundu. Mısır’da gerçekleşen COP27 zirvesi sırasında, yasadışı madenciliği önlemeyi, iklim için kritik öneme sahip ekosistemleri ıslah etmeyi ve Brezilya’yı iklim değişikliğiyle mücadelede lider ülkelerden biri yapmayı vaat etti. Almanya ve Norveç, Lula henüz göreve resmen başlamadan, 2008 yılında Amazon ormanlarının sürdürülebilirliğini sağlamak üzere oluşturulan fona finansal destek sağlamaya yeniden başlayacaklarını ilan ettiler. İki ülke, fonun 2019 yılında Bolsonara tarafından feshedilmesine kadar geçen süre içinde toplam 1,2 milyar dolar düzeyinde katkı sağlamışlardı.  Lula, bu vaatlerinin arkasında duracağını konuyla ilgili attığı ilk adımla gösterdi. Kabineye atadığı toplam 37 bakan arasında, Çevre Bakanlığı’na ülkenin ünlü çevre aktivisti ve Amazon yağmur ormanlarının savunucusu Marina Silva’yı atadı. Silva, atanmasının hemen ardından, bakanlığının adını Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştireceklerini açıkladı. Silva, Lula’nın 2003’te kurduğu kabinede de Çevre Bakanı olarak görev almıştı. O dönemde, yağmur ormanları bölgesinde düzinelerce doğal koruma alanlarının oluşturulmasına öncülük etti, ancak Lula’nın tarımsal ticarete olan ilgisinin giderek artması nedeniyle başkanla anlaşmazlığı düşerek, istifa etmişti.  Lula, ülke tarihindeki en yüksek sayıda, 11 kadını bakanlıklara atadı. Bunlar arasında, yeni kurulan Yerli Halklar Bakanlığı’na atanan, kendisi de bir yerli olan Sonia Guajajara da yer alıyor. İsrail’de iktidar değişikliği İsrail’de 1 Kasım 2022’de gerçekleşen erken seçimleri kazanan Netanyahu, aşırı sağcı partilerle kurduğu koalisyonun 29 Aralık 2022’de parlamentoda güven oyu almasının ardından başbakanlık koltuğuna oturdu. Netanyahu, güven oylaması sırasında yaptığı konuşmada, “İlk görevimiz İran’ın İsrail’i yok etmesinin önlenmesi olacak,” dedi.  Hükümet kurulmadan önce geçici başbakanlık görevini yürüten Lapid de görevini yeni başbakana devretmeden önce verdiği bir demeçte, benzeri tehditleri savurdu. Lapid, İran’ın nükleer silahlar edinmesini önlemekte kararlı olduklarını belirterek, “Düşmanlarımız, varoluşsal olarak gördüğümüz tehditler karşısında boş durmayacağımızı bilmelidir.  (…) Hiçbir İsrail hükümeti nükleer bir İran'a izin vermez. Harekete geçmek gerekiyorsa, geçeceğiz,” dedi.  Netanyahu’nun aşırı sağcı partilerden oluşan koalisyonu, küresel düzeyde Filistin devleti davasına olan ilginin önemli ölçüde gerilediği bir döneme geldi. Netanyahu’nun liderliğini yaptığı sağcı Likud Partisi, henüz güven oyu gerçekleşmeden yaptığı bir açıklamada, tartışmalı ve işgal altında olan Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yeni yerleşimler inşa edeceklerini açıkladı. Yeni kabinede Turizm Bakanı olarak atanan Haim Katz da gerilimlere başka bir boyut katacak olan planlarını açıkladı. Katz, “İsrail’in Toskana’sı” olarak tanımladığı Batı Şeria’da turistik yatırımlar yapacaklarını ilan etti. Bu bölgeler, İsrail’in 1967’de gerçekleşen Altı-Gün Savaşı sırasında işgal ettiği bölgeler ve bu nedenle de tartışmalı bölgeler olarak çeşitli gerilimlere gebe. Örneğin Avrupa Birliği ülkeleri, söz konusu bölgelerin yasadışı bir şekilde işgal edildiği gerekçesiyle, bu bölgelerde İsrail egemenliğini resmen tanımıyor. Filistinli yetkililer tarafından, ileride kurulacak olası bir Filistin devleti için Batı Şeria ve Doğu Kudüs kilit önemde topraklar olarak görülüyor. Alman hükümeti de yaptığı resmi bir açıklamada, İsrail’de iktidara gelen yeni yönetim konusuna ilişkin bir açıklama yaptı: “Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te İsrail yerleşimlerinin inşası, gelecekteki bir Filistin devletinin bölgesel temelini giderek daha fazla tehlikeye atıyor.” Yeni inşa edilecek yerleşimler ve turizm projeleri, İsrail’in ABD ile olan ilişkilerinde de potansiyel olarak gerginlik çıkaracak konulardan biri. Nitekim, Biden yönetimi konuyla ilgili olarak söz konusu planlara karşı olduğunu resmen açıkladı. Beyaz Saray, konuyla ilgili yeni hükümetin adımlarını engellemeye yönelik hazırlıklar yaparken, Biden’ın yardımcılarından Jake Sullivan’ın önümüzdeki günlerde İsrailli üst düzey yetkililerle görüşmek üzere ülkeyi ziyaret etmesi planlanıyor. Konuya ilişkin ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de geçtiğimiz aralık ayının başlarında yaptığı bir açıklamada, Batı Şeria’da inşa edilecek yeni yerleşimlere veya bölgenin ilhak edilmesine karşı oldukları mesajını vermişti.  Buna karşın, yeni hükümet konuyla ilgili olarak “Bir halk kendi topraklarında işgalci olamaz,” görüşünü savunuyor.  Yeni hükümetin karşı karşıya kaldığı gerilimler ve uluslararası baskılar bunlarla sınırlı değil. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 30 Aralık 2022’de düzenlediği bir oturumda, İsrail tarafından “Filistin topraklarının uzun süreli işgali, yerleşimler ve toprakların ilhak edilmesi” konularında Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne “acilen istişari bir görüş sunulması” talebiyle iletilmek üzere bir karar aldı. Karar lehinde 87 devlet oy kullanırken, aleyhte oy veren devletlerin sayısı 23 oldu, 53 ülke de kararsız kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan bu karar, İsrail’in söz konusu toprakları işgalinin, sorunu müzakereler yoluyla çözmeye yönelik geçici bir durum mu yoksa kalıcı ve devam eden bir durum mu olduğunun netleştirilmesine yönelikti. İsrail, karar konusunda sert eleştiriler getirse de henüz Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin alacağı karar doğrultusunda iş birliğine yanaşıp yanaşmayacağı konusunda kesin bir karar almadı. ABD, karar aleyhinde oy kullandı. İsrail’in BM nezdindeki büyük elçisi Gilad Erdan, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Hiçbir uluslararası kuruluş, İsrail'in kendi topraklarını işgal ettiğini ve bizim Kudüs'te, Judea’da ve Samiriye'deki varlığımızın yasa dışı olduğunu belirleyemez. BM gibi ahlaki açıdan çarpık bir yapıdan yetki alan bir mahkemenin meşruiyeti yoktur,” dedi. ABD ve İsrail’in tüm çabalarına karşın alınan bu karar, Filistinli yetkililer tarafından diplomatik bir başarı olarak tanımlandı. Zira, Uluslararası Adalet Mahkemesi, konuya ilişkin son 18 yıldır ilk kez bir soruşturma yürütecek. Henüz uluslararası mahkeme konuyla ilgili karar almamış olsa da şimdiden açık bir gerçeklik var ki, bu konu, İsrail’de yeni hükümeti oldukça zorlayacak ve üzerinde ciddi baskılar oluşturacak bir boyutta.  Bu arada BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi’nin 15 Aralık 2022 tarihinde yayınladığı basın açıklamasında, BM uzmanlarının 2005 yılında ölümleri sistematik olarak belgelemeye başlamasından bu yana 2022 yılının, işgal altındaki Filistin topraklarındaki en ölümcül yıl olduğu dile getirilerek, Batı Şeria'da İsrail güçleri ve İsrailli yerleşimciler tarafından Filistinlilere karşı yaygın şiddet ve aşırı güç kullanımı kınandı. Birleşmiş Milletler uzmanlarının kayıtlarına göre, Batı Şeria’da 2022 yılı içinde aralarında 33 çocuğun da bulunduğu toplam 150 Filistinli sivil öldürüldü. ABD’nin savaş iştahı, Amerikalıları yoksulluğa mahkûm ediyor Küresel krizlerin yol açtığı sorunlar, Batılı ülkeler de dahil olmak üzere dünyada milyonlarca insanın yoksullaşmasına ve açlık sınırın altında yaşam koşullarına mahkûm edilmesine neden olurken, bir yandan da dünya son yıllarda hızla artan bir silahlanma yarışına girmiş durumda. Yılın son günlerinde ABD’de kabul edilen 2023 bütçesi, bu çarpık durumu gözler önüne seren nitelikte. Bütçeyle ilgili kabul edilen yasada, bazı tahminlere göre 2021 yılında kabul edilmiş olan geçici “Çocuk Vergisi Kredisi” sayesinde yoksul aile mensubu 3 milyona yakın çocuğun, yoksulluğun yol açtığı beslenme ve sağlık sorunları yaşamasının önüne geçilmişti. Ancak 2023 yılı bütçesinde bu yardımlar kalıcı olarak kaldırıldı. Bu durum sadece beslenme sorunlarının yeniden artmasına yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda yoksulluğun neden olduğu eğitim, sağlık ve dolayısıyla ömür boyu düşük gelirli işlere mahkûm olma gibi sorunları da beraberinde getirecek.  Alınan kararla ilgili ironi ise söz konusu yardımın kaldırılmasını isteyenlerin bu tutumlarına gerekçe olarak, kredilerin maliyetinin yüksek olmasını ve yardımların ebeveynleri çalışmamaya teşvik edeceği gibi inandırıcı olmayan argümanları savunuyor olmaları. Siyasetçiler bir yandan gözlerini kırpmadan silahlanma ve savunmaya 858 milyar dolar harcamayı onaylarken, öte yandan ücretli aile izni, genişletilmiş Çocuk Vergisi Kredisi, sağlık sigortası Medicare’in tüm vatandaşları kapsayacak şekilde genişletilmesi veya evrensel okul öncesi eğitim için yeterli finansal kaynak olmadığını ileri sürüyor. Oysa, Kongre temsilcileri Biden’ın 2023 yılı için talep ettiği savunma bütçesini bir çırpıda 45 milyar dolar arttırdı. Yeni bütçede, ordunun yeni füzeler için ayırdığı tutar yüzde 55 ve donanmanın bütçesinde yeni silah sistemleri için ayırdığı tutar ise yüzde 47 oranında artırıldı. Bu arada, Pentagon’un harcamalarının yıllık mali denetlemeleri son beş yıldır yapılamıyor. Silahlanma projelerinin bütçeleri, çoğu kez öngörülen tutarlardan muazzam oranlarda sapıyor. Örneğin F35 projesi için ayrılan bütçe, bugüne kadar öngörülenden 165 milyar dolar daha yüksek çıktı. Projenin toplam maliyetinin 1,7 trilyonu aşması bekleniyor. Bu hızla artan silahlanma yarışından en fazla pay alan kurumlar ise Lockheed, Raytheon, Boeing, General Dynamics, BAE ve Northrop Grumman gibi dünyanın en büyük silah şirketleri oluyor. Savunma bütçesinin yaklaşık yarısı, bu şirketlerden satın alınacak silahlar için ayrılacak. ABD’de 2022 yılında sendikalaşma mücadelesi hız kazandı Aralık ayında yayınlanan bir araştırmaya göre, ABD’de gelir eşitsizliği son 40 yılda ciddi oranda artış gösterdi. 1979 ile 2021 yılları arasında gelir dilimin en tepesindeki yüzde 0,1’lik kesim, gelirini yüzde 465 oranında artırırken, piramidin dibindeki yüzde 90’lık kesim ise aynı dönemde sadece yüzde 29’luk bir artış kaydedebildi. Yine aynı dönemde, ücretli çalışanlar arasında en çok kazanan yüzde 1’lik kesim, ücretlerini en az kazanan yüzde 90’lık kesimin yedi katından daha fazla artırdı.  Uzun bir süredir ülkede üretim süreçlerindeki verimlilik önemli ölçüde artarken, emekçilerin ücretlerinin satın alma gücü sabit kaldı. Ancak son yıllarda emekçiler bu gidişata karşı mücadelelerini artırmaya başladı. Ülkede 2022 yılı içinde bir yandan işçi sınıfı eylemleri ve mücadelelerinde büyük artışlar yaşanırken, aynı zamanda kamuoyunda sendikalaşmaya yönelik olumlu eğilimler de artıyor. Ünlü kamuoyu araştırma şirketi Gallup’un yakın zamanda gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, Amerikan vatandaşlarının yüzde 71’i sendikalaşmaya olumlu bakıyor. Bu, ABD kamuoyunun 1965 yılından bu yana sendikalaşmaya olumlu yaklaşımındaki en yüksek orana işaret ediyor.  Buna paralel sendikalaşma çabaları da giderek artıyor. 2021 yılının ekim ayı başıyla 2022 yılının haziran ayı sonundaki dönemde, Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu’na yapılan sendika onay başvurularında, bir önceki aynı döneme göre yüzde 58 oranında artış kaydedildi. Bu oranlar, sadece emekçilerin iş yerlerinde sendikalaşma faaliyetleri için veya sendikaların iş yerlerinde toplu sözleşme hakkı elde etmelerine ilişkin sertifika başvurularını kapsıyor. Bu resmi süreçlerin dışında da birçok sendikal mücadeleler olduğu kuşkusuz. Zira, işverenler sık sık çalışma yasalarını ihlal ediyor. Örneğin sendikal örgütlenme mücadelelerindeki öncülerin işten atılması gibi pratikler çok sık gerçekleşiyor. Bu tür vakalar da aynı dönemde yüzde 16 düzeyinde artış gösterdi. Amerikalı emekçiler, çok çeşitli sektörlerde sendikalaşmaya başladı. Bunlar arasında kolejlerde eğitim emekçileri, çiftliklerde çalışanlar, market çalışanları, Starbucks şubeleri veya Amazon’un depolarında çalışan emekçiler, Google’ın işyerlerindeki kafeteryalarda çalışanlar, kuryeler, Apple’da çalışan emekçiler, gastronomi sektöründe çalışan emekçiler, otomotiv sektöründe çalışan emekçiler… liste böyle uzayıp gidiyor. İşçilerin örgütlenmelerine düşmanca karşılık veren Amazon ve Starbucks işyerlerinde sendikalaşma çabaları son dönemde hızla yaygınlaştı. Özellikle Starbucks işyerlerinde yürütülen sendikal mücadelelerde çok sayıda zafer kazanıldı. 2021 yılının aralık ayında Starbucks şubeleri arasında, Buffalo kentinde gerçekleşen ilk sendikalaşmanın ardından, günümüze kadar 250’den fazla şubede çalışan emekçiler sendikalaşma yönünde oy kullandı.  Bu mücadelelerde dikkat çeken bir gelişme de sendikal mücadele veren bazı emekçilerin, geleneksel sendikalar yerine kendilerinin örgütlediği yeni sendikalar kurmaya başlamaları. Örneğin Starbucks şubelerinde örgütlenen Birleşik İşçiler Sendikası görece özerk bir sendikal örgütlenme, ama Hizmet Çalışanları uluslararası Birliği Federasyonu şemsiyesi altında. Bu eğilimin başlıca nedeni, AFL-CIO gibi geleneksel kurumsallaşmış sendikaların, sermaye yanlısı Demokrat Parti ile yakın bağları ve yüksek maaşlı sendika bürokratlarının örgütlenme konusundaki isteksizliği.  Kısa kısa Ünlü aktör Benedict Cumberbatch’ın ailesine, atalarının 18 ve 19’uncu yüzyılda sahibi oldukları plantasyonda çalıştırdıkları köleler nedeniyle tazminat ödeme çağrısı yapıldı: Doctor Stange ve 12 Years a Slave gibi filmlerdeki rolleriyle tanınan ünlü aktör Benedict Cumberbatch’ın beş kuşak önceki büyük babası, 1728 yılında Doğu Karayip denizinde, İngiliz Milletler Topluluğu katılımcısı bağımsız bir ada ülkesi olan Barbados’da şeker üretmek üzere bir plantasyon satın almıştı. Ailenin işlettiği plantasyonda, 250 kadar köle çalıştırılıyordu. Plantasyon, 1830’lu yıllarda köleliğin kaldırılmasının ardından kapatıldı. Aile, plantasyonun kapatılması karşılığı bugünkü değerle 3,6 milyon pound karşılığı tazminat almıştı. Geçtiğimiz haftalarda Barbados hükümeti, Cumberbatch ailesi gibi eskiden köle çalıştıran ailelere çağrıda bulunarak, köleliğin feshedilmesi nedeniyle bu ailelerin atalarına ödenen tazminatları, ada toplumuna okul, sağlık merkezleri ve yol yapımı gibi sosyal projeler olarak geri ödemeleri çağrısında bulundu.  COP15 zirvesi, tarihsel öneme sahip kararlarla sona erdi: Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik konusunda düzenlediği konferansta alınan kararlar, biyoçeşitlilik konusunda büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor. Zirveye katılan 200 ülke, 2030 yılına kadar yeryüzünün yüzde 30’unu kapsayan bir alandaki doğayı koruma altına alma konusunda anlaştı. Uzmanlar, günümüzde yaklaşık bir milyon türün yok olma riski altında olduğunu belirtiyor. Şayet radikal önlemler alınmazsa, bu türlerin birçoğunun birkaç on yılda yok olması bekleniyor.  İsviçre üçüncü cinsiyeti tanımadı: Dünyanın en gelişmiş ve refah düzeyi en yüksek ülkelerinden biri olan İsviçre’de hükümet, parlamentodan gelen, ülke vatandaşlarına resmi kayıtlarda cinsiyetlerini belirtmek için üçüncü bir cinsiyet ve cinsiyetsizlik seçeneği sunulması teklifini reddetti. Federal Konsey, teklifin reddedilme gerekçesi, “İsviçre toplumunda kadın ve erkek cinsiyet modelinin hala güçlü şekilde kabul gördüğü, günümüzde üçüncü bir cinsiyet seçeneğine ilişkin koşulların şu an mevcut olmadığı,” şeklinde açıkladı. Çin-Hindistan sınırında gerginlik tırmanıyor: Çin ile Hindistan arasında anlaşmazlık yaşanan sınır bölgesinde gerilim son haftalarda tırmandı. Bu gelişmeler üzerine Hindistan söz konusu sınır bölgesine asker yığmaya ve bölgede güvenlik önlemlerini artırmaya başladı. Hindistan’ın Çin ile toplam 3 bin 479 km uzunluğunda sınırı bulunuyor.  Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar, konuya ilişkin açıklamasında, ülkesinin Çin ile sınırı boyunca daha önce görülmedik düzeyde asker konuşlandıracağını açıkladı. Sınır gerginliği özellikle LAC olarak adlandırılan bölgede yoğunlaşmış durumda. Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olduğu göz önüne alındığında, çatışmaların yayılmasının ciddi sonuçlar doğurabilme riski taşıdığı kuşkusuz.  Tesla ve SpaceX’in sahibi Elon Musk tarihi bir rekor kırdı: Elektrikli otomobiller, roket üretim ve performansları ve edindiği servetiyle yıllardır sayısız rekorlar kıran Elon, bu kez pek de alışık olmadığımız bir rekora imza attı. Elon, 2022 yılı içinde kaybettiği 200 milyar dolarla yıllık yitirilen servet bazında, tarihteki en fazla servet kaybeden kişi oldu. Elon’ın serveti, bir yıl içinde 340 milyar dolardan 137 milyar dolara geriledi. Bu rekoru kırmasına yardımcı olan gelişmeler, Tesla şirketinin yıl içinde yüzde 70 düzeyinde değer yitirmesi ve 44 milyar dolar harcayarak satın aldığı Twitter’ın milyarderin imajına büyük zarar vermesi olarak gösteriliyor. Elon’ın sahibi olduğu ve 100 milyar dolardan fazla değer biçilen bir uzay şirketi olan SpaceX, halka açık bir şirket olmadığı için, milyarderlerin servetlerine ilişkin oluşturulan listelerin çoğunda bu şirketin değeri dikkate alınmıyor. Avatar 2’ye yönelik sömürgeci yaklaşım suçlamaları: Dünyanın en yüksek gişe rekoru kırmış olan Avatar’ın (2009) devamı olan Avatar: The Way Of The Water geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Ünlü yönetmen James Cameron tarafından yazılan ve yönetilen film, ele aldığı konu itibariyle başta azınlık konumundaki yerli halkların temsilcileri ve sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı aktivistlerin yoğun tepkilerine maruz kaldı. Özel bir şirket tarafından, zengin madenleri nedeniyle sömürgeleştirilen bir gezegende yaşayan Omatica klanından Na’vi halkını ele alan bilim kurgu film, görsel zenginliklerle tam bir film şöleni sunarken, Cameron’un arka planda sömürgeciliğe ilişkin alegorisi az sayıda izleyicinin dikkatini çekmişti.  Cameron, bir açıklamasında Avatar'ın konusuyla ilgili olarak, geçmişte Amerikalı yerlilerin topraklarının sömürgeleştirilmesinden esinlendiğini belirtmişti. Film konusunun nasıl geliştiğine dair yaptığı açıklamada, “Avatar, erken sömürge döneminde Kuzey ve Güney Amerika tarihini yeniden anlatan bir bilim kurgu filmidir,” demişti. Ancak Cameron’un Kuzey Amerikalı Lakota Sioux yerlileri hakkındaki sözleri, çok eleştiri aldı. Avatar’ı yazarken itici güç olduğunu belirttiği, Kuzey Amerika’ya göç eden Avrupalılar tarafından kırıma uğratılmış Lakota Sioux yerlilerinin yaşadıklarına dair paylaştığı görüşleri, özellikle yerli halklar arasında büyük tepki topladı. Cameron konuyla ilgili görüşlerini şöyle açıklamıştı: “[Lakota Sioux halkının] bir zaman penceresi olsaydı ve geleceği görebilseydiler... ve çocuklarının ülkedeki en yüksek intihar oranlarında intihar ettiğini görebilseydiler, herhalde çok daha fazla savaşırlardı diye düşünmeden edemedim... çünkü onlar umutsuzdu ve onlar çıkmaza saplanmış bir toplumdu – şimdi olan da bu.” ABD Senatosu, otomobil üreticilerinin Çin’de köle emeğiyle üretilen araba parçalarını kullanıp kullanmadıklarını araştırıyor: ABD Senatosu’nun Finans Komitesi, Ford Motor, General Motors ve Tesla gibi önde gelen Amerikan otomotiv şirketlerinin, Çin’in Sincan bölgesinde köle emeğiyle çalıştırılan Uygurlar tarafından üretilen araba parçalarını kullanıp kullanmadıklarına ilişkin soruşturma başlatma kararı aldı. Komite Başkanı Senatör Ron Wyden, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “soruşturmada, araba bileşenlerinin köle emeğine dayalı zorla çalıştırmayla bağlantılı olmadığı teyit edilmedikçe, otomobil üreticileri Sincan’da çıkarılan madenler veya üretilen bileşenleri içeren arabaları Amerika Birleşik Devletleri'nde satamaz ve satmamalıdır” dedi. Nazi toplama kampında sekreterlik yapmış olan Irmgard Furchner, yargılandığı mahkemede 10 bin 500 tutsağın ölümüne yönelik işbirliği yaptığı gerekçesiyle suçlu bulundu: Yargıç, Furchner’in sivil bir çalışan olmasına karşın, kampta gerçekleşen vahşetin farkında olduğunu açıkladı. İki yıl hapis cezası alan Furchner’in cezası ertelendi. Furchner, uzun bir sürenin ardından Nazilerin işlediği suçlarla ilgili yargılanan ilk kadın olurken, cezasının düşük olmasının nedeni, suçu işlediği tarihte 18 veya 19 yaşlarında olması nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanmış olması. Hollanda, 250 yıllık köleci geçmişine yönelik ilk kez resmi olarak özür diledi: Hollanda Başbakanı Mark Rutte 19 Aralık’ta, Hollanda’nın kölecilik ve köle ticaretindeki tarihsel sorumluluğundan dolayı hükümeti adına özür diledi. Başbakan’ın Ulusal Arşiv kurumunda yaptığı 20 dakikalık konuşması sırasında dile getirdiği özür, davetli seçkin katılımcılar tarafından sessizlikle karşılandı.  Başbakan, bazı insan hakları aktivist grupları ve eski sömürge ülkelerinin açıklamayı, köleliğin feshedilmesinin 160’ıncı yılının anılacağı gelecek yılın 1 Temmuz tarihine kadar ertelemesini tavsiye etmelerine karşın, açıklamasını ertelemedi. İnsan hakları aktivistleri, gelecek yıl köleliğin sona ermesinin 150’nci yılının anılacağı görüşünü savunuyor, zira resmi olarak kölelik feshedilmesine rağmen, birçok köle bir on yıl daha plantasyonlarda zorla çalıştırılmaya devam etti.  Başbakan zaman konusundaki itirazlara ilişkin açıklamasında, “Herkes için uygun tek bir iyi an olmadığını biliyoruz, herkes için doğru bir söz yok, herkes için doğru bir yer yok,” dedi. Başbakan aynı zamanda, “Hükümetin, Hollanda ve eski sömürgelerindeki köleliğin mirasıyla mücadeleye yardımcı olacak girişimler için bir fon kurulacağını,” açıkladı. Afrika’da açlık ve bulaşıcı hastalıklarda hızlı artış: İklim değişikliğinin yol açtığı doğal felaketler, birçok Afrika ülkesinde tüm bir kuşağı etkileyen fiziki ve ruhsal olumsuzluklara yol açıyor. Kıtanın doğusundaki Afrika Boynuzu’nda yaşanan 40 yıldır görülmemiş düzeydeki kuraklık, batı Afrika’nın Sahel bölgesinde yaşanan su taşkınları ve su sıkıntısı gibi felaketler, 76 milyondan fazla Afrikalının gıda güvenliğini risk altına soktu. Somali’nin bazı bölümlerinde şimdiden kıtlık yaşanıyor. Söz konusu bu iki bölgede doğal felaketler ve silahlı çatışmalar nedeniyle 15 milyondan fazla insan yerinden edildi. Nijerya, Burkina Faso, Etiyopya, Somali, Sudan ve Güney Sudan halkları, bu felaketlerden en fazla etkilenen uluslar oldu.

İngiltere: 1 Şubat’ta bir milyonu aşkın işçi greve gidebilir

Sendika liderleri birleşik bir günlük grevden bahsediyor. Ancak aktivistler bunun sadece bir günlük bir protestodan ibaret olmaması, daha fazla direnişe yol açacak bir fırlatma rampası olması için mücadele etmeliler. Charlie Kimber yazdı: Sendika liderleri, 1 Şubat Çarşamba günü bir milyondan fazla işçiyi bir araya getirebilecek birleşik bir günlük grev çağrısı yapmayı planlamakta. Bu plan, ne kadar çok şeyin değiştiğini gösteriyor -aynı zamanda güçlü mücadelelerin İngiltere siyasetini dönüştürme potansiyelini gözler önüne seriyor. Birleşik bir günlük grev; onun için oy kullanmış olsun veya olmasın, hatta sendikalı olsun ya da olmasın tüm işçi sınıfı için bir odak noktası haline gelebilir. Her aktivist birleşik bir günlük grevin onaylanması için mücadele etmeli. Ayrıca grevi kitlesel yürüyüşler, grev gözcüleri ve militan protestolarla grevi mümkün olduğunca büyük bir şekilde inşa etmelidir. Ancak sendika liderlerinin vizyonu hala çok dar ve yavaş. Kendi başlarına bırakıldıklarında, büyük ölçüde pasif kalacaklar ve grev, bir başlangıçtan ziyade ilerleyen bir sürecin sonu olacaktır. Geçtiğimiz hafta yaklaşık 20 sendikanın kıdemli yetkilileri ortak bir eylemin mümkün olup olmadığını görüşmek üzere bir araya geldi. Toplantıda bulunanlar arasında CWU, PCS, NEU, NASUWT, Unison, GMB, Aslef ve FBU sendikalarından temsilciler vardı. Bunların çoğu 1 Şubat'ta yapılacak birleşik bir günlük grev için oradaydı. Ancak birçoğu hala kendi işyerlerindeki oylama sonuçlarını bekliyor. Yüz binlerce öğretmeni ilgilendiren NEU oylaması 13 Ocak'ta sona eriyor. Bu süre, sendika yetkililerinin ellerini çabuk tutmaları halinde, sendika karşıtı yasaların 1 Şubat için talep ettiği 14 günlük bildirim süresinin dolması için yeterli. İngiltere ve Galler'deki NASUWT öğretmen sendikası oylaması ise 9 Ocak'ta sona erecek. Fakat örneğin FBU itfaiyecilerinin sendika oylaması 30 Ocak'a kadar devam edecek, bu nedenle onlar 1 Şubat'ta çağrılmayacaklar. Sendika liderleri geçen hafta, nihai kararın verilebileceği 10 Ocak tarihinde yeniden bir araya gelme konusunda anlaştı. Tarih konusundaki tartışmalar hala devam ediyor. UCU lideri Jo Grady bu hafta sendika üyelerine yaptığı açıklamada, "Şubat ayının ilk haftasında (6 Şubat) TUC koordineli bir eylem çağrısı yapılabilmesi mümkündür" dedi. Neler döndüğünü bilen kıdemli bir sendika yöneticisi Socialist Worker'a şunları söyledi: "Herkes önemli kararların alınacağını görebiliyor. Demiryolu ve postada anlaşma olacak mı ve hemşireler ilerleme kaydedebilecekler mi?” "Bir süredir grevlerini sürdürenlerden bazıları, çizgiyi aşabilmek ve bir şeyler kazanmak için daha fazla destek bulabileceklerini düşünüyor. Sendika liderlerinin çoğu ise kendi eylemlerinin ilgi görmesini istiyor, dolayısıyla birleşik grevin ana yol olduğu fikrine pek sıcak bakmıyorlar." Gerçek bir dönüşüm yaşanmakta. Bu yıl yüz binlerce işçi şimdiden grevlere katılmış durumda. Ulusal İstatistik Ofisi, 13 Aralık'ta ekim ayında 417,000 iş gününün grevler nedeniyle "kaybedildiğini" açıkladı. Bu, 2,5 milyon kamu çalışanının emekli maaşlarına yönelik saldırılar nedeniyle greve gittiği Kasım 2011'den bu yana görülen en yüksek rakamdır. Bu yılın Haziran ve Ekim ayları arasında 1,1 milyondan fazla grev günü gerçekleşti ki bu rakam 1990'ın başından bu yana beş aylık dönemdeki en yüksek rakam. Ve bu rakamlar, işveren raporlarına dayandığı için greve katılan gerçek işçi sayısını her zamanki gibi az gösteriyor. Dikkat çekici olan bir durum, sendika liderlerinin yeni olasılıklara uyum sağlayabilmek için ne kadar da az değiştiğidir. İster sağcı ister solcu olsun hiçbir sendika lideri NHS çalışanlarını desteklemek için gerçek bir eylem çağrısında bulunmadı. RCN hemşireler sendikası, yüz yılı aşkın bir süredir ilk defa İngiltere ve Galler'in geniş bölgelerinde grevler düzenledi. Fakat bu olağanüstü gerçeklik ve bunun yansıttığı toplumsal krizin derinliği genel sekreterler arasında neredeyse hiçbir heyecan yaratmadı. Grev hattında gerçekçi dayanışma-destek miting ve eylem için resmi bir ulusal çağrı yapılmadı. Sendika liderleri neden hemşireleri ve ambulans çalışanlarını desteklemek için -en azından molalarda olabilecek- işyeri eylemleri için bastırmadı? Neden daha da ileri gidip çalışanları RCN, GMB, Unison ve Unite NHS grev hatlarına gitmeye teşvik etmiyorlar? Bunun cevabı, sendika liderlerinin sendika karşıtı yasaların ihlali olarak görülebilecek herhangi bir şeyden duydukları korkudur. Bazı etkileyici destek mitingleri ve grev gözcülükleri oldu fakat bu sadece yerel sendikacı ve kampanyacıların inisiyatifi sayesinde gerçekleşti. Financial Times köşe yazarı Sarah O'Connor bu hafta şunları yazdı: "Yılın sonuna yaklaşırken, 2022'nin işçiler için iyi bir yıl olduğunu iddia etmek zor. Küresel ücretler, karşılaştırılabilir kayıtların tutulmaya başlanmasından bu yana ilk kez bu sene reel olarak düştü.” "Resmi tahminlere göre, İngiltere’de pandemi öncesindeki on yıllık durgun ücret artışını, hane halkı yaşam standartlarında son altmış yılın en sert düşüşü izleyecek. Bu bana bir ücret-fiyat sarmalı gibi görünmüyor, daha ziyade bir tür yaşam standartları katliamı gibi görünmekte." Zaferlere ihtiyacımız var. Herkes 1 Şubat'ın gerçeğe dönüştürülebilmesi, başarıyı garantileyebilmesi için ve hatta tırmanıştaki toplu grevlere yönelik bir fırlatma rampası olabilmesi için bastırmalı. Sosyalist İşçi Partisi'nin kurucusu Tony Cliff, kitlesel grevin "sınıf gücünün altını çizdiğini" ama aynı zamanda "sınıfın tüm zayıflıklarını da -bürokrasinin etkisi, ideolojik olgunlaşmamışlık gibi- ortaya çıkardığını" yazmıştı. Haydi 1 Şubat'taki büyük grev için savaşalım ve bunun daha yüksek bir mücadele düzeyine kararlı bir geçiş olabilmesi için çabalayalım. Çeviren: A. Deniz Sorucu

Irkçı katil tutuklu yargılanacak

Paris’te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'ne 23 Aralık'ta düzenlediği silahlı saldırıda üç kişiyi öldüren ırkçı William M. hakim karşısına çıktı. Savcı tutuklu yargılama talep etti, hakim kabul etti. Saldırgan William M. "cinayet" ve "cinayete teşebbüs"ten tutuklu yargılanacak. Gözaltındayken dün sağlık durumunun değerlendirilmesi için psikiyatri kliniğine sevk edilen 69 yaşındaki William M. yeniden gözaltına alınmıştı. Sorgu hakimi, şüpheliye "ırk, etnik köken, milliyet veya din temelli cinayet ve cinayete teşebbüs" suçları yöneltilmesine ve şüphelinin tutuklanmasına karar verdi. Ne olmuştu? Fransız basınında adı "William M." olarak geçen 69 yaşındaki saldırgan,  23 Aralık'ta Paris'in 10. Bölgesi'nde Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'nin de bulunduğu Enghien Caddesi'nde silahlı saldırı düzenlemiş, Evin Goyi, sanatçı Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl adlı Kürtleri öldürmüştü. Saldırıda 1'i ağır 3 kişi de yaralanmıştı. Saldırganın Fransa'nın resmi demir yolu şirketi SNCF'den emekli bir Fransız vatandaşı olduğu belirtilmişti. Saldırganın 2016 ve 2021'de 2 kez cinayete teşebbüs ettiğinin polis kayıtlarına geçtiği, Aralık 2021'de elinde kılıçla Paris'te bir göçmen merkezine saldırdığı ve 2 kişiyi yaraladığı, bu nedenle hapse atıldığı ve bu ay hapisten çıktığı ifade edilmişti.  Saldırgan hakkında, "ırk, etnik köken, ulus veya dine dayalı suikast ve suikast teşebbüsü ile izinsiz silah temini ve bulundurmak" suçlarından adli soruşturma açılmıştı.

İran'da protestolar 100. gününde: 500 kişi hayatını kaybetti, özgürlük için mücadele devam ediyor

Mahsa Amini'nin katledilmesinin ardından ülke geneline yayılan protestolar, 1979'dan bu yana İran tarihinin en uzun hükümet karşıtı mücadelesi olarak tarihe geçti. Mollalar rejimi onlarca yıldır çeşitli protesto hareketleriyle karşılaştı. Şu anda yaşanan büyük mücadelenin farkı, kadınların başını çektiği hareketin İran geneline yayılması ve toplumun çeşitli kesimlerden destek kazanması. Rejim, barışçıl gösteriler karşısında başta ne yapacağını bilemezken, kısa bir süre sonra şiddetle bastırmaya girişti. İnsan hakları kuruluşlarına göre 100 günde 69'u çocuk 500 protestocu, İran devlet güçleri tarafından katledildi. İki protestocu, düzmece duruşmaların ardından idam edilirken, hakkında ölüm cezası verilen 26 kişi daha var. Çok sayıda eylemci gözaltına alındı ve tutuklandı. Karakollarda ve hapishanede ağır işkence gördükleri birçok vakada saptandı. Buna rağmen, İran halkı susmuyor. Her geçen gün yeni birileri çıkıp, özgürlük mücadelesine desteğini açıklıyor. Türkiye'yi yönetenler, İran halkının mücadelesine sırtını dönerken, ABD ve AB mollalar rejimi ile uzlaşma arayışları sürerken meydana gelen bu ayaklanmayı görmezlikten geliyor.  Buna karşılık, Türkiye'de kamuoyunun geniş kesimleri ile Ortadoğu'daki ezilenler ve emekçiler İran'daki mücadeleyi destekliyor. 

Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'ne ırkçı saldırı

Paris'te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'ne düzenlenen silahlı saldırıda 3 kişi öldü, 3 kişi yaralandı. Fransız vatandaşı olan saldırgan, daha önce göçmen kampına kılıçla saldıran bir ırkçı. Yaralı 3 kişiden 2'sinin durumu ağır.  Gözaltına alınan saldırgan, suç dosyası kabarık bir ırkçı. Daha önce Paris'teki bir göçmen kampına elinde kılıçla saldırmış ve cinayet girişimiyle suçlanmış. Belediye Başkanı Alexandra Cordebard, zanlının Kürt Kültür Merkezi, bir restoran ve bir kuaförü hedef aldığını açıkladı. Vurulanlar ikisi kuaförde hedef alınmış.

Sudan'da, devrimin yıldönümünde kitlesel protestolar

Askeri rejimi devirmek için direniş devam ediyor. Göstericiler pazartesi günü, diktatör Ömer el-Beşir'i deviren isyanın başlamasının dördüncü yıldönümünde Sudan genelinde sokaklara döküldü. Göstericiler aynı zamanda, askeri rejim karşıtı direnişi sona erdirmek için liberaller ve emperyalistler tarafından dayatılan sahte anlaşmayı da reddediyorlar. Protestolar son birkaç ayın en büyük gösterileriydi ve muhalefetin direncini göstermekteydi. Polis ve askerler başkent Hartum ve komşu Omdurman kentlerindeki protestolara ses bombaları ve biber gazıyla karşılık verdi. Ancak protestocuların yürüyüşünü durduramadılar, öfkeli eylemler başkanlık sarayının yakınlarına kadar ulaştı. Orada polis zırhlı araçlarla eylemcilerin yolunu kesti ve ardından onları sokaklarda kovaladı. Diğer protestolar Port Sudan, Atbarah, El-Gadarif, Kuzey ve Güney Kurdufan ve diğer birçok bölgede gerçekleşti. Hareket büyük zorluklarla karşı karşıya. Ordu ile Forces for Freedom and Change-Central Council (Özgürlük ve Değişim Güçleri-Merkez Konseyi) öncülüğünde muhalefetin bir bölümü 5 Aralık'ta ana hatlarıyla bir anlaşma üzerinde anlaştı. Anlaşma iki yıl içinde sivil bir hükümet kurulmasını ve seçimlerin düzenlenmesini öngörüyor. Ancak rejim lideri Abdülfettah El Burhan gerçek niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koydu. Ülkenin kuzeyindeki El-Maquil askeri üssünde askerlere hitaben bir konuşma yapan El-Burhan, askeri yapıyı dizginleyecek hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini yineledi. "Politikacıların askeri reform hakkında söylediklerine kulak asmayın. Hiç kimse ordunun işlerine karışamaz" diyen El-Burhan, Sudan resmi haber ajansı Suna tarafından yayınlanan bir videoda askerlerine seslendi. Sözlerine şöyle devam etti: "İnsanlar bir uzlaşma olduğunu duyuyor. Ortada bir uzlaşma yok; bizim, yani ordunun ikna olduğu noktaları içeren bir anlaşma söz konusu. Bu yüzden bunu onayladık ve gerçeğe dönüşene kadar da destekleyeceğiz". Açıkça yanlış olan bu anlaşma, generallerin büyük ekonomik güçlerini koruyacakları ve sıradan insanların demokratik karar alma sürecinden dışlanacakları anlamına geliyor. Buna ek olarak, ordu için hiçbir hesap verebilirlik olmayacak. Buna 3 Haziran 2019'da en az 186 kişinin katledilmesi ve bu yıl öldürülen 120'den fazla kişi de dâhil. Anlaşma, Birleşmiş Milletler öncülüğünde ve İngiltere, ABD ve Suudi Arabistan'ın desteğiyle yürütülen bir sürecin sonucu. Pazartesi günü eylemciler, sokaklarda bu anlaşmayı reddettiler. Hartum Eyaleti halk direniş komitelerinin koordinasyonu, "Ülkemizin isyancıları olarak orduyu devirmek için mücadelemizi sürdürüyor ve bu konudaki kararlılığımızdan vaz geçmiyoruz. Katillerle hiçbir müzakere, hiçbir ortaklık ve hiçbir pazarlık yapmama konusunda birleşmiş durumdayız” diyor. "El-Beşir'in devrilmesiyle sona eren zorlu ve uzun bir süreç olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz, generallerin de devrileceği güne kadar aynı umuda, kararlılığa ve sebata sahibiz. Gün gelecek, halkın gücünden başka güç yok diyebileceğiz." 19 Aralık Beşir'e karşı başlatılan isyanın yıldönümü, aynı zamanda 1955 yılında Sudan parlamentosunun İngiltere'den bağımsızlığını ilan ettiği tarih. Hareket, kitlesel gösteriler, grevler ve oturma eylemlerinin neticesinde 2019'da Beşir'i devirdi. Daha sonra ise diktatörün gittiği fakat onu destekleyen generallerin ve iş adamlarının kaldığı gerçeğiyle yüzleşti. Bunu da orduya karşı üç buçuk yıl süren mücadele izledi. Direniş o kadar güçlüydü ki Ağustos 2019'da ordu, muhalefetin bazı kesimleriyle iktidarı paylaşma ve ardından sivil yönetime geçme konusunda bir anlaşma yaptı. Tahmin edilebileceği üzere Abdülfettah el-Burhan liderliğindeki ordu kenara çekilmek bir yana Ekim 2021'de bir darbe tezgâhladı. Bu ise cesur sokak protestolarının yeni bir aşamaya geçmesine yol açtı. Generaller direnişi ezemedi fakat direniş de darbe rejimini yıkamayı başaramadı. 5 Aralık anlaşması, direnişin "uluslararası topluma" veya orduyla uzlaşmak isteyenlere olan güveninden vazgeçmesi gerektiğini gösteriyor. Darbe karşıtı güçler daha militan hale gelmeli ve El-Burhan ile generallerin alternatifi olacak bir güç merkezi oluşturmalıdır. Kitlesel eylemlerle ilişkili ülke çapında gerçekleşecek grevler, direniş komitelerinin kontrolü ellerine alabilmelerinin bir yolu olabilir. Özgürlük ve Değişim Güçleri gibi liberal darbe karşıtı gruplar ileriye dönük bir çözüm öneremiyor, direnişi ana akım yöntemlerin ve elit anlaşmalarının sınırları içinde tutmaya çalışıyorlar. Devrimin çizelgesi Aralık 2018: Ekmek ve diğer temel ürünlerin fiyatlarının üç katına çıkması protestolara yol açtı. Protestolar kısa sürede, askeri darbeden bu yana 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer el-Beşir rejimine karşı siyasi bir isyana dönüştü. Baskılara rağmen protestolar sonraki üç ay boyunca büyüdü. Nisan 2019: Protestocular Hartum'daki bir yürüyüşün sonunda askeri karargahın çevresindeki alanı işgal ederek süresiz oturma eylemine başladılar. Kendilerini saldırılardan korumak için barikatlar kurdular, yiyecek, su ve güvenlik sağladılar, kültürel projeler başlattılar ve tartışmalar düzenlediler. Bu örnek diğer bazı şehirlere de yayıldı. Ve işçiler sadece bireysel olarak değil, işyerlerinden örgütlü gruplar halinde protestolara başladılar. 11 Nisan 2019: Protestoların büyüklüğünden korkan askeri liderler Beşir'in görevden alındığını duyurdu. Ancak ordu yönetimde kalmaya devam etti. Protestolar ve oturma eylemleri devam etti ve 28-29 Mayıs'ta işçiler güçlü bir genel grev düzenlediler. 3 Haziran 2019: Hızlı Destek Kuvvetleri’nin paramiliterleri öncülüğündeki askeri konsey güçleri Hartum'daki oturma eylemine saldırdı ve en az 110 kişiyi öldürdü. Buna rağmen protestolar ve grevler devam etti. Ağustos 2019: Orduyu süpürmek için protestoları geliştirmek yerine bir anlaşmayla demokrasi yanlıları ve ordu arasında "güç paylaşımı" yapıldı. Ekim 2019: Değişimin yavaş ilerlemesine ve ekonomik zorluklara öfkelenen çok sayıda insan sokaklara döküldü. Temmuz 2020: Bir milyon kadar insan "devrim rotasını düzeltmek için" yürüyüşe geçti. Ekim 2021: Geçiş dönemi anlaşması ordunun kenara çekilmesi gerektiğini söylüyordu fakat ordu iktidarda kalabilmek için bir darbe düzenledi ve anında sokak protestoları ile karşılaştı. 6 Kasım 2021: Sudan genelinde bir milyon kişi orduya karşı gösteri düzenledi. Yolları kapattılar ve askeri idareyi kabul etmeyeceklerini açıkça belirttiler. 21 Kasım 2021: Devrik sivil Başbakan Abdullah Hamduk, geçiş dönemi için teknokratlardan oluşan bir hükümete liderlik etmek üzere general Abdülfettah el-Burhan ile anlaştı. Darbe karşıtı muhalefetin çoğu bu hamleyi, ordu fiilen görevde kalırken değişim görüntüsü vermek için tasarlanmış bir düzmece olarak kınadı. 2 Ocak 2022: Devam eden kitlesel sokak protestoları Hamduk'u istifaya zorladı. Birleşmiş Milletler ve Batılı güçler sokaktaki halk ile generaller arasında bir uzlaşma arayışını sürdürmekte. Dayanışma hakkında güncellemeler menasolidaritynetwork.com adresinde Charlie Kimber Çeviren: A. Deniz Sorucu

Lula göreve başlamadan önce

Brezilya’da Ekim ayındaki seçimleri kazanan solcu lider Lula da Silva 1 Ocak’ta göreve başlayacak. Fakat Bolsonaro ve darbe yanlısı fanatiklerin Lula karşıtı kamplarda sergiledikleri nefret yüklü eylemler de sürüyor. Bolsonaro yanlıları 30 Ekim’de gerçekleşen seçimlerde Lula taraftarlarının oyları çaldığını iddia etmiş ve orduyu göreve çağırmıştı. Ordu yetkilileri ise hiçbir delile dayanmayan böyle suçlamalar nedeniyle devreye giremeyeceklerini ilan etmişlerdi. Bolsonaro yüzde 49.1 oy almışken, Lula yüzde 50.9 oy almıştı.  Brezilya’dasiyasal süreci yakından izleyenlerin vurguladığı gibi Lula ortasından bölünmüş bir siyasal ortamı devralacak. Bolsonaro’nun aşırı sağcı fanatikleri açısından Lula’nın politikalarına ikna olmak gibi bir durum söz konusu değil. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden yetkilielrin söylediği gibi Lula ne yapmaya karar verirse versin Bolsonaro taraftarlarının bir kısmı saldırgan davranmaya devam edecek. Bolsonarocular gerilimi tırmandırıyor Lula göreve başlamadan önce geçtiğimiz hafta Brezilya’da bir dizi şiddet olayı patlak verdi. Lula’yı açıkça tehdit eden bir Bolsonarocu fanatik tutuklandı. Başkentte bu tutuklamayı protesto etmek isteyen sağcılar federal polis binasına görmeye çalıştılar ve polisle çatıştılar. Bolsonaro’nun tüm bu gelişmelere tepkisi, “istemem arka cebime koy” şeklinde özetlenebilir. Seçimi kaybettikten sonra Trump da aynı tutumu almış ve Kongre baskınıyla hiçbir alakası yokmuş gibi davranmıştı. Fakat Bolsonaro son günlerde oyunu daha açıktan oynamaya karar verdi. Geçtiğimiz hafta seçimi kaybettikten sonra içine girdiği derin sessizliği bozarak ruhunun incindiğini ve Brezilya’da ordunun “sosyalizmin önündeki son engel” olduğunu söyleyerek orduya özgürlüklerin korunmasının sorumlusu olduğunu hatırlattı.  Bu, yapılmış en dolaylı darbe çağrısı olarak kayıtlara şimdiden geçti. Sosyal medyada Bolsonaro’nun “bir çok kutumu yok etti”ğini yazan Lula, 1 Ocak’tan itibaren düşük gelirliler için toplu konut desteği ve genel sağlık sistemine yatırım yapılacağını ilan etti. Önümüzdeki günlerde Bolsonaro yanlıları sokaklarda seferber olmaya çalışacak. Bolsonaro’nun destekçileri Lula göreve başlasa bile hareketlerinin sona ermeyeceğini ilan ediyorlar. Brezilya’da yüksek mahkemenin polisin ülke çapında bir anda türeyen düzinelerce Bolsonaro yanlısı kampın kimler tarafından finanse edildiğini soruşturmasını talep ettiği açıklandı.

Fransa'da ırkçılık karşıtları, yeni ırkçı yasalara karşı sokaklara döküldü

Protestoların düzenlenmesinde merkezi rol oynayan Fransız sosyalist Denis Godard anlatıyor. Binlerce ırkçılık karşıtı, bu hafta sonu Fransa genelinde 50'den fazla gösteri düzenleyerek yeni ırkçı yasaları ve aşırı sağ ile faşistlerin yükselişini protesto etti. Protestolar, sistematik devlet ırkçılığı ve Marine Le Pen'in faşist National Rally'si ile doldurulmuş bir siyasi iklimde önemli bir direniş işareti oldu. Paris'te Pazar günü, çoğu insanın tahmin ettiğinden daha fazla sayıda kişi sokaklara çıktı. Göçmen işçi grupları ön saflardaydı. Büyük bir kortej olarak "kayıtsız işçilere özgürlük, kötü koşullarda yaşayanlara özgürlük, mültecilere özgürlük" sloganları attılar. İşçiler yemek, inşaat, temizlik ve çocuk bakımı sektörlerinde karılaştıkları acımasız sömürüyü kınadılar. Haklarından mahrum bırakılıyorlar, sürekli sınır dışı edilme ve devlet saldırısı tehdidiyle karşı karşıyalar. Yürüyüşte, 2016 yılında Adama Traore gibi polis tarafından katledilenler de anıldı. Protesto hükümete, ırkçı yasalara ve Le Pen'e duyulan öfkenin yanı sıra emperyalizme ve göçmen işçileri istismar eden patronlara duyulan öfkeyi de gösterdi. Perpignan, Poitiers, Toulouse, Besançon, Bordeaux, Le Mans, Lille, Marseille, Menton, Montpellier, Nantes ve Nice gibi şehirlerde de eylemler düzenlendi. Dayanışma Yürüyüşünün organizatörleri, "Bugün İçişleri Bakanı Gerald Darmanin'in temsil ettiği dünya, köken, ten rengi, milliyet ve din temelinde avlıyor, saldırıyor, öldürüyor, sınır dışı ediyor, ayrımcılık yapıyor, aşırı biçimde sömürüyor ve bölüyor” dedi. "Dayanışmayı kıran bu dünya aynı zamanda gezegeni de yok ediyor, tüm eşitsizlikleri geliştiriyor ve bütün haklarımıza saldırıyor. Bu dünya savaş ve faşizme dayanmakta. Biz ise diyoruz ki birimiz ayrımcılığa uğradığında, aşağılandığında, bastırıldığında, sömürüldüğünde eğer karşılık vermezsek tüm mücadelelerimiz zayıflar." Denis Godard, protestoların örgütlenmesinde merkezi rol oynayan bir sosyalist ve ırkçılık karşıtı. Socialist Worker'a şunları söylüyor: "On yılı aşkın bir süre önce bu düzeyde bir protestoyu oluşturabilecek süreci başlattık. Bu süreç, Birleşmiş Milletler'in uluslararası göçmenler günü olan 18 Aralık'ta göçmen hakları için bazı gösterilerle başladı.” "Bu yılki gösteriler, yeni ve ırkçı göçmen karşıtı yasayı durdurmaya yönelik bir kampanyanın başlangıcını oluşturuyor. Hükümet bu yasayı önümüzdeki Mart ya da Nisan ayında yürürlüğe koymak istiyor.” "Yasa, Darmanin ve başkan Emmanuel Macron'un 'yabancıları' 'suçlularla' bir tutan ırkçı açıklamalarıyla desteklendi. Tüm bu proje Fransız toplumunda ırkçılığı körüklüyor, faşistlere daha fazla güven ve meşruiyet kazandırıyor.” "Çarşamba gecesi birçok büyük şehirde faşist gruplar, Fas ve Fransa arasında oynanan Dünya Kupası maçının ardından sokaklara dökülen Arap gençlerine saldırdı. Montpellier'de 14 yaşında genç bir Arap, araba çarpması sonucunda hayatını kaybetti." "Yeni yasa, hükümetin genel olarak yoksullara ve işçilere karşı yürüttüğü mantığın bir parçasıdır. Çok kötü çalışma koşullarına ve düşük ücretlere sahip sektörlerdeki küçük bir grup kağıtsız işçiyi düzenli hale getirmeyi planlıyor. Bu, kötü çalışma koşullarını normalleştirebilmenin bir yoludur.” "Niyet, bu uygulamaların daha sonra genelleştirilebilmesidir. Bu, aynı zamanda planlanan işçi sınıfının emekli maaşlarına yönelik saldırının arkasındaki mantıkla da aynıdır.” "18 Aralık gösterileri başlıca ulusal sendikalar olan CGT, Solidaires ve FSU tarafından da desteklenmiş ve yeni göç yasasına karşı ortak bir açıklama yapılmıştır. Emekli maaşlarına yönelik saldırıya karşı mücadelelerindeki kararlılıklarını zaten açıklamışlardı. Ancak sendikaların, eylemlerin inşasına aktif katılımı çok düşüktü.” "Bu hafta sonu sokaklara dökülenler, gelecek hafta ve aylardaki mücadelelerin başlangıç noktası olacaklardır. Önemli olan, ırkçılık karşıtı mücadele, göç yasasına karşı mücadele ve emekli maaşlarını savunma mücadelesi arasında kurulabilecek ilişkiler olacaktır.” "Ücretler ve emekli maaşları konusundaki mücadelede ırkçılığa ve faşizme karşı mücadeleyi küçümsemek feci bir hata olur. Hükümetin küresel bir aklı var. Onu yenmek için bizim de küresel bir akla ve harekete ihtiyacımız var." Çeviren: A. Deniz Sorucu

Xi Jinping’in sıfır Covid politikası çökerken

Çin’de devlet Başkanı Xi Jinping, sıfır Covid politikalarıan karşı başlayan eylem dalgası karşısında sessizliğini koruyor. Yaklaşık üç yıldır kendisini virüse karşı “Halk savaşının başkomutanı” olmakla ve hastalığa karşı insanları ve yaşamı öne çıkartmakla öven Jinping Covid’le mücadelede önerdiği sıra dışı baskı politikalarını ve Çin’in zaten otoriter olan rejiminin daha da otoriterleşmesini övüyordu. Fakat Çin’de sıfır Covid politikalarına ve devlet şiddetine dur diyen insanların eylemi bir anda yayılmaya başladı. Kasım ayının sonunda finans merkezi Şangay’da bir araya gelen protestocular  “Geri çekil, Xi Pinging!” sloganları atıyorlardı. Bir apartmanda çıkan yangına Covid önlemleri nedeniyle itfaiyenin müdahalesinin zorlaşması göstericilerin öfkelenme nedenlerinden birisiydi. Yangında ölen 10 kişinin yazını tutmak için düzenlenen gösteriler Şangay’da, Pekin’de Covid önlemlerini gururla dayatan devlet yetkililerini şaşırtarak tamamlandı. Şangay’da 25 milyon kişi zaten ilkbahar aylarında bir tecrite maruz kalmışlardı. Sıfır Covid politikası bu ndenle gözlerden kaçamayacak bir etkiye sahip olan eylemlere neden oldu. Kasım ayının sonundaki bu türden gösterilere yönelik saldırılar eylemlerin Pekin, Chengdu, Guangzhou ve Wuhan’a sıçramasına neden oldu. Çin’de rejim tepkiler karşısında Covid tedbirlerini esnetmek zorunda kaldı. Üç yıldır salgına karşı liderliğini övenlerin bir anda her vatandaşın “kendi sağlığından sorumlu” olduğu ve başının çaresine bakmak zorunda olduğu politikasına dönüş yaptı.  Devlet Başkanı Jinping ise politika değişikliği  konusunda hâlâ bir açıklama yapmış değil.

Geri 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 İleri

Bültene kayıt ol