Gösterilerde kadın işçiler, öğrenciler ve feminist aktivistler öne çıkıyor. Bu önemli bir gelişme ve daha önceki bazı kampanyalardan daha net.
Emekli maaşlarına yönelik saldırılar özellikle kadınları vuruyor çünkü ortalama olarak daha az maaş alıyorlar ve bu nedenle genellikle daha küçük emekli maaşlarına sahipler. Ayrıca çocuk bakımı için verilen aralar nedeniyle emeklilik için gerekli çalışma yılı sayısına ulaşmaları daha uzun sürmektedir.
Hareket tam da hız kazanmışken 8 Mart Dünya Kadınlar Günü geldi. Eylemler, bir gün önce büyük bir sendikal seferberlik gününde gerçekleşen grevlerin genişletilmesine yardımcı oldu.
Kadınların kurtuluşu ve daha geniş işçi sorunları birlikte gündeme getirildi. Bu büyük toplumsal isyan aynı zamanda Fransa'da cinsel taciz gibi konularda yaşanan tartışma ve örgütlenme fırtınasının ardından geldi.
Bazı gösterilerde "Les Rosies "i görebilirsiniz. Feminist kolektif Les Rosies, Macron'un emekli maaşlarına yönelik ilk saldırısına yanıt olarak 2019'da başladı. Bu kolektifin alametifarikası olan mavi iş tulumları, başlarındaki kırmızı fular ve sarı eldivenler, ABD'nin simgesi Rosie the Riveter'a gönderme yapıyor.
Bu örnek, aynı kıyafetleri giyerek tren yollarını kapatan ve kendi şarkılarını tasarlayan diğerlerine de yayıldı. Yürüyüşçü kadınlardan birinin ifadesiyle, "bu reformun bizim için hazırladığı kaderi sembolize etmek" için sık sık zombi gibi görünecek şekilde makyaj yapıyorlar.
Bazı bölgelerde kadın işçilerden ve feministlerden oluşan gruplar, Gala'nın hit şarkısı "Arzulardan arınmış" eşliğinde kendi versiyonları olan "Kadınlar yanıyor" şarkısını söyleyerek yürüyorlar.
Filozof ve yazar Frederic Lordon, hareketin seslerinden biri haline geldi. İşte yakın zamanda yaptığı konuşmanın bir bölümünün çevirisi.
"Bizler materyalistiz, psikolojinin politika yapmadığını biliyoruz; politikayı yapılar yapar. Ancak psikolojinin, yapılar arasında gücü tek bir kişinin elinde en üst düzeyde toplayan ve bu kişinin tüm mantığını yitirdiği durumlarda bir rolü vardır.
Bu kişi, Macron, kapitalizmin yoğunlaşmış ve kişileşmiş şiddetidir. Ancak bu tür yıkıcıların ironisi, yıkımı o kadar ileri götürürler ki, yıkım kendilerine geri döner. Öyle bir noktadayız ki, burjuvazinin bir kısmı bile iktidara kimi getirdiğini şaşkınlıkla düşünmeye başladı.
Tüm bunları söylüyorum çünkü tahakküm çoğu zaman tahakküm altına alınanların karşı tarafın kırılganlığını hafife almasına yol açar. Henüz tam olarak belirgin olmasa bile, çatlamaya başlıyor. Şimdi bırakmanın zamanı değil.
Yasa kabul edildiğinde, sendika liderleri ne yapacaklar - yönteminin tamamen yanlış olan demokratik ahlak varsayımlarına dayandığını belirtmek dışında? Dolayısıyla bu yöntem artık geçerli değildir. Yolumuza devam etmeliyiz.
Neye ihtiyacımız olduğunu çok iyi biliyoruz. Baştaki adam bile, danışmanlarından birinin söylediğine göre, ona geri adım attıracak şeyin "durma noktasına gelmiş bir ülke, yani ekonomik şok yaratacak sürekli bir grev" olduğunu söylüyor.
Böyle bir davet karşısında sendika liderleri neyi bekliyor? Emeklilik reformuna karşı mücadeleye, güçlü, birleştirici ve herkesi küresel mücadelenin içine çekecek bir talep olan ücret mücadelesini ne zaman ekleyecekler?
Gösteri rotaları da buradan geçmeli: patronların örgütlerini, büyük şirketleri, şişkin ve yozlaşmış finansörleri ve bankaları ele geçirmek. Her neyse, bu kadar sıkıcı durum yeter.
Gerçekte, ne yapacağınızı bilmek için, neler olup bittiğini bilmeniz ve sonra da bununla ilgili bir şeyler yapma arzusuna sahip olmanız gerekir. Bu çok basit-yeter artık.
Gerçekte, artık hiçbir şey işe yaramayacak. Onlarca yıllık saldırıların ardından, altı yıllık çılgın Macronizm'den sonra, ülkede her şeyi sarsma arzusu yükseliyor. Kim kibarca sormaktan yoruluyor, kim görgü kurallarından bıkmaya başlıyor?
Dolayısıyla sarsılması gereken şeyler arasında görgü kuralları sendikası da vardır. Görgü kuralları, halihazırda çözüme kavuşturulmuş bir dizi sorunu, halihazırda çözüme kavuşturulmuş seçenekleri, çözüme kavuşturulmuş çatışmaları varsayar.
İyi davranışlar sendikasında elbette kapitalistleri, kurumsal siyasi sınıfı - neyse ki hepsini değil - ve efendilerinin sesi olan medya editörlerini buluyoruz. Ne yazık ki, iyi davranışlar sendikasında sendikacıları ya da en azından sendika liderlerini de bulduğumuzu söylemek gerekir.
Örneğin, "Ekonomiye diz çöktürün" ifadesini dile getiremiyorlar. Çünkü bu kabalıktır. Ancak ekonomi diz çöktüğünde, diz çöken "Fransızlar" değil, sermayedir. Ve sermaye diz çöktüğünde, ayağa kalkan işçilerdir.
Görgü kuralları sendikası, süsü olduğu dünyayla aynı ölümcül krize doğru ilerliyor.
Macron, tüm fanatik liberaller gibi, kendi Thatcher anının hayalini kurdu. Emeğin omurgasını sonsuza kadar kıracak ve kendisini kapitalizmin uluslararası panteonuna taşıyacak reformun hayalini kurdu. Hata.
Birdenbire tüm kapalı sorular yeniden açıldı. İş kim tarafından örgütlendi? Kimin yararına? Ne anlam ifade ediyor?
Üretim - hangi amaçların hizmetinde? Hangi koşullar altında? Üretim - hangi yıkım pahasına? İnsanlığın hayatta kalması için ne gibi tehlikeler söz konusu? Ve birdenbire toplumsal yaşam biçimimizin tüm anlamı sorgulanmaya başlandı.
Masadaki tek soru, durumu kimin kontrol altına almak istediği ve kimin istemediğidir? Kim bu yükselen enerjiyle bir şeyler yapmak istiyor, kim onu bastırmak istiyor? Kim bir olasılık açmak istiyor ve kim onu kapalı tutmak istiyor?
Onlarca yıl süren uzun bir kıştan geçtik - saldırılar, gerilemeler, istifalar ve umutsuzluklarla dolu bir kış. Uzun bir kış geçirdik ama artık bitti. Baharımızı yaşayacağız ve baharda da bildiğimiz gibi Mayıs ayı var."
Macron'un Madde 49.3'ü kullanmasının ardından birçok şehirde ayaklanmalar başladı. Protestocular çöp kutuları ve çöp yığınlarından oluşan barikatları ateşe verdi. Olaylara sadece sol kanat aktivistler ya da öğrenciler katılmadı. Birçok bölgede işçiler de yer aldı.
Polis şiddetli bir baskı ve yüzlerce tutuklama ile karşılık verdi. Çoğu durumda insanlar yasadışı eylemlerle suçlanmadı bile, sadece sokaklarda oldukları için baskıya maruz kaldılar.
Geçen hafta Perşembe günü Rouen'da polisin attığı bir ses bombası bir kadının başparmağını kopardı. 17 Mart Cuma günü polis Paris'in Chatelet bölgesinde devriye gezerek keyfi bir şekilde protestocu olduğunu düşündüğü kişileri kontrol etti ve tutukladı.
18 Mart Cumartesi günü Paris'teki polisler düzinelerce göstericiyi aşağıladı ve onları tutuklamadan önce bir duvarın dibine oturttu. Bir protestocu Twitter'da, polisin kendisini 48 saat gözaltında tuttuktan hemen sonra, sırf kendi deyimleriyle "lanet bir solcu" gibi göründüğü için yeniden tutukladığını ifade etti.
18 Mart Cumartesi günü Nantes'da polis öğrenci protestoculara cinsel saldırıda bulundu. Bir çevik kuvvet polisi bir gösteri sırasında saldırı tüfeği salladı. Ancak insanlar hala sokaklarda direnmeye devam ediyor.
Polise duyulan nefret, insanların siyasi sistemi sorgulamasının diğer nedenleriyle birleşiyor. Geçtiğimiz Çarşamba günü bir televizyon röportajının onuncu dakikasında, sendikalara ve protestoculara saldırırken, Macron taktığı bir saati gizlice çıkardı.
Sosyal medya hesapları saatin 60.000 Sterlin değerinde olduğunu ve Macron'un, sokaklardaki yoksulları eleştirirken bu lüks saatin doğru mesajları vermediğinden endişe ettiğini söylüyordu. Ofisi, masaya vurduğunda ses çıkardığı için saati kolundan çıkardığını ve "sadece" 2,000 Sterlin değerinde olduğunu iddia eden zahmetli sahte açıklamalar yapmak zorunda kaldı.
Röportajı tam bir başarısızlıktı. Yapılan bir anket, insanların yüzde 76'sının onun performansına ikna olmadığını gösterdi ki bu şimdiye kadarki en kötü sonucuydu.
Fransa'da demokrasi konusunda giderek artan bir sorgulama var. "Macron parlamentoda oylama yapılmadan istediğini yaptırıyor, sonra da protesto ettikleri için polis sokakta insanları dövüyor. Tamam, Stalin ya da Hitler döneminde yaşamıyoruz ama bu da demokrasi değil," diyor Paris'teki gösteriden Noah.
"Toplu konutlarda uzun zamandır böyle, gençler, özellikle de Müslümanlar ve göçmenler bir hiç uğruna dayak yiyor. Şimdi çok daha fazlası bunun farkında.
"Bizim haklarımız ne? Her beş yılda bir bir faşist ile bir merkez-siyaset zorbası arasında seçim yapmak zorunda kalıyoruz. Bu bir aldatmaca. Sosyal medyada feryat edebiliriz ama bir şeyleri gerçekleştiremedikten sonra bunun bir anlamı yok."
Pek çok aktivist hükümetin grev hakkına yönelik saldırısına da dikkat çekiyor. Rafineri işçileri greve gittiklerinde hükümet onları şiddetli abluka uygulamakla suçluyor ve el koyma emirleri çıkarıyor.
Bu da grev hattını söküp işe dönmedikleri takdirde büyük para cezaları ya da hapis cezalarıyla karşı karşıya kalabilecekleri anlamına geliyor.
Macron, sözde meşru olan ve oylama ile onaylanan kendi yönetimini, "kalabalık" için küçümseyici bir kelime olan "foule"un gücüne karşı koymaya çalıştı. Burjuva siyasetinin oyununu oynamayan "alt tabakaları" yasadışı ilan etmek istiyor. Devletin şiddetine, polise, bakana ve yargıca itaat etmeyi militanca reddederek meydan okuyorlar.
İnsanlar onun içini görebiliyor ve hatta müesses nizamın bazı kesimleri bile Macron'un şimdi başlattığı şeyden endişe duyuyor. Macron'a karşı gensoru önergesi veren sağcı milletvekili Charles de Courson, "Bu hükümet artık yönetemez. Cumhurbaşkanı'nın kararının tüm sonuçlarını hesapladığından emin değilim.
"Ülke giderek daha da yönetilemez hale gelecek. Bence mevcut hükümet ölüyor. Başbakanın değişmesinden bahsediyoruz - bu bana çok açık görünüyor ama bu temel sorunu çözmeyecek."
Montpellier'de coplu ve ses bombalı polisler sol görüşlü bir internet sitesinin fotoğrafçısıyla karşı karşıya geldi. Fotoğrafçı elini kolunu sallayarak kaçarken polis, "Senin basın özgürlüğün umurumda bile değil," diye bağırdı. Basın özgürlüğü böyle bir şey işte.
Denis Godard, sosyalist ve ırkçılık karşıtı aktivist
Protestolar ve isyanlar, cumhurbaşkanının emeklilik hakkına saldırısının ardından Fransa'ya yayıldı.
İngiltere’de yayınlanan Sosyalist işçi gazetesinden Charlie Kimber, eylemin sendika liderleri tarafından belirlenen sınırları zorladığını bildirdi
Perşembe günü yapılan kitlesel gösteriler ve grevlerle dolu bir başka gün, Fransa'daki isyanın sırf emekli maaşlarına yapılan saldırı parlamentodan geçtiği için ortadan kalkmayacağını doğruladı.
Tersine eylemler sertleşti ve temel bir siyasi ve sosyal kriz haline geldi.
CGT (Sendikalar birliği), 800.000 kişinin Paris'te ve 3,5 milyon kişinin ülke çapında yürüdüğünü söyledi.
Medyanın çoğunluğu, özellikle işçiler ve öğrenciler olmak üzere gençlerin eylemlere kitlesel katılımını vurguladı.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen hafta parlamento aracılığıyla emeklilik yaşınıyükseltmek için Anayasa'nın 49.3. maddesinin kullanılmasını emrettiğinde direnişi kırmadı.
Bunun yerine, direniş daha yüksek bir seviyeye taşındı ve daha agresif bir karakter kazandı.
Artık pek çok grevci sadece emekli maaşlarına yönelik bir saldırıyla değil, aynı zamanda hükümet ve sistemle de savaş halinde.
Teknisyenler Birliği'nden bir temsilci olan Sophie Binet, Liberation gazetesine verdiği demeçte, "49.3, birçok insanı sarsan bir elektroşoktu", ancak gelecek için umut veriyor.
"Gençler ve işçiler arasındaki yakınlaşma, kitlesel seferberliklerin kazanımlarından biridir.”
Sendikalara göre Marsilya'da 250.000, Bordeaux'da 110.000, Lyon'da 55.000, Clermont-Ferrand'da 50.000, Tarbes'te 24.000, Bayonne'de 24.000, Puy-en-Velay'da 15.000 gösterici vardı.
Birçok yerde sokaklarda benzeri görülmemiş sayıda kitleler vardı.
Toulon'da sendika 30.000 kişinin katıldığını ilan etti.
Bayonne'da 24.000, Avignon'da 30.000, Agen'de 6.000, Nice 40.000.
Bunların hepsi rekor katılım.
Belirsiz grevler geçen hafta yedi büyük rafineriden dördünde ve Paris ve diğer bazı şehirlerdeki çöp işçileri tarafından devam etti.
Büyük çöp yığınları başkentin bazı kısımlarını boğdu.
Paris gösterisinde yer alan çöp işçileri ve kanalizasyon işçileri bloğundan Christophe, “Atık dağları var. İnsanlar ancak orada olmadığımız zaman var olduğumuzun farkına varırlar.”
Perşembe sabahının erken saatlerinden itibaren herkes, aktivistlerin tüm bölgeleri trafiğe kapatmak için kavşakları ve yolları ele geçirdiğini gördü.
Bu durum Lille, Lyon, Chambery, Lorient ve Toulouse'u da içeriyordu.
Güney Fransa'daki Fos-Sur-Mer rafinerisinde işçiler çarşamba günü çevik kuvvet polisiyle savaştılar ve en azından bir süre onları dövdüler.
Hugo, Sosyalist İşçi'ye "Muhteşemdi. Sendikacılar olarak insanlardan gözcülük hattımıza gelmelerini istedik ve birkaç yüz kişi geldi. Polisi geri dönmeye zorladık çünkü onlardan çok daha fazlasıydık. Sonra çevik kuvvet bol miktarda göz yaşartıcı gaz ve copla karşılık verdi.
Bizi işgal ettiğimiz bir köprüden sürdüler ama grev devam ediyor. Sonrasında kendimizi daha güvende hissettik, sağlam durabilir ve başkalarından destek alabiliriz.”
İşçi dayanışması ve militanlığı da çarşamba gecesi Fransa'nın en büyük rafinerisindeki grevi kırma girişimine karşı öncülük etti.
Hükümet, Normandiya rafinerisindeki grevcilerden bazılarını talep etmiş ve Total'e işe geri dönmelerini veya para cezaları ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalmalarını emretme yetkisi vermişti.
CGT Total Normandie, liman kenti Le Havre'deki tüm sendika üyelerini saat 8'de rafinerinin önünde bir mitinge çağırdı.
Bölgenin tüm sanayi merkezlerinden —liman işçileri, limanlar, demiryolu işçileri, Chevron ve diğerleri — 300'den fazla grevcinin yanı sıra öğrenciler de ortaya çıktı.
İşe dönüşü durdurmak ve gözcülere polis saldırılarını önlemek için bütün gece sitenin dışında durdular.
CGT Total Normandie genel sekreteri Alexis Antonioli çarşamba akşamı rafineriden yaptığı açıklamada, "Kendimizi kandırmamalıyız. Hükümet grevleri havaya uçurmak için her şeyi yapacak. Bizden veya diğer rafinerilerden gazyağı almak için her şeyi yapacaklar. Tam bir panik içindeler. Çünkü grevler devam ediyor, seferberlik sertleşiyor, gençler arasındaki dinamik devam ediyor.”
Patronlar grevcilerle pazarlık etmeye çalıştıklarında, işçiler grevi sona erdirmeyi kabul ederse talepleri kaldırmayı teklif ettiğinde, grevciler bunu düpedüz reddetti.
Antonioli, "Polisin müdahalesi veya talebi yok, çünkü bunu engelledik. Ancak polisin müdahalesi olsaydı, Fos-sur-Mer'de olanlara benzer olurdu, talepleri önlemek için dayanışmaya güveniyoruz.”
Macron'un umudu polislerin copları, hapishane hücresi ve sendika liderleridir.
Perşembe günkü seferberlik çağrısında bulundular.
Ancak gerçek güç olan süresiz grevleri ya da hükümeti yenecek açık uçlu genel grevi sürdürmek ve yaymak için baskı yapmayacaklar.
49.3'ün kullanımına cevap vermekte yavaş davrandılar ve hareketi Macron'un gitmesi gereken taleplere genişletmeyecekler – bu şimdi popüler bir talep.
Ve daha büyük hale getirebilecek ve henüz harekete geçirilmemiş katmanları içerebilecek ücret artışları ve sosyal hak talepleri gibi konuları ele almayacaklar.
Hareket radikalleşti, ancak ulusal birlik liderlerine yönelik sıradan alternatifler hala sınırlı.
Bu ağların büyümesi ile sendika liderlerinin direnişi boğabilecek uyuşukluğu, korkaklığı ve sınırlı vizyonu arasındaki bir yarış.
Ortak sendikaların geçen hafta yaptığı açıklamada, referandum ve devlet Anayasa Konseyi'nin müdahalesi için yalnızca ağlamaklı çağrılarda bulunuldu.
Ve direnişin sadece biraz hızlandı.
Sendikalar bu hafta salı günü bir grev ve gösteri günü daha planladılar.
Tek tek eylem günlerinin yeterli görülmesi, gerçek bir kazanım elde etmek için yeterli değildir.
Başbakan Benjamin Netanyahu'nun savunma bakanını harekete geçmeye karşı çıktığı için görevden almasının ardından kitlesel sokak protestoları patlak verdi. İsrail cumhurbaşkanı ise hükümeti sert bir şekilde tartışılan yargı revizyonunu durdurmaya çağırdı. Isaac Herzog Twitter'da " İsrail halkının birliği adına , sorumluluk adına yasama sürecini derhal durdurmaya çağırıyorum" dedi.
Pazar günü yapılan kısa bir açıklamada Netanyahu'nun sözcüleri savunma bakanı Gallant’ın planla ilgili ordudaki kargaşayı gerekçe göstererek yasanın önümüzdeki ayki Bağımsızlık Günü tatillerine kadar ertelenmesi çağrısında bulunmasının ardından başbakanın bakanı görevden aldığını söyledi.
Gallant, iktidardaki Likud partisinin plana karşı çıkan ilk kıdemli üyesiydi.
The Guardian’ın haberine göre siyaset üstü olması gereken ve büyük ölçüde simgesel bir görevi bulunan devlet başkanının uyarısı “yargı reformu” adı verilen önerilerin yarattığı infialin boyutlarını gösteriyor.
Netanyahu'nun ülkenin savunma bakanını görevden almasını Pazar gecesi on binlerce İsraillinin sokaklara döküldüğü dramatik bir protesto gecesi takip etti. Yoav Gallant, başbakanı ülkeyi bölen, kitlesel protestolara yol açan ve ordu içinde artan hoşnutsuzluğu ateşleyen önerileri geri çekmeye çağırmıştı.
Netanyahu’nun önerilerinin sermaye çevrelerini de kızdırdığı söyleniyor.
Göstericiler akşam geç saatlere kadar Tel Aviv'in ana arterini kapatarak Ayalon otoyolunu mavi-beyaz İsrail bayraklarından oluşan bir deniz haline getirdi ve yolun ortasında büyük bir şenlik ateşi yaktı.
Binlerce kişinin Netanyahu'nun özel konutunun önünde toplandığı Beersheba, Hayfa ve Kudüs'te protestolar düzenlendi. Polis göstericilerle çatıştı ve kalabalığa tazyikli su sıktı. Binlerce kişi daha sonra konuttan İsrail parlamentosu Knesset'e yürüdü.
Bu hafta, “yargı reformunun” en önemli noktası olan ve tüm yargı atamaları üzerinde son sözü iktidar koalisyonuna verecek olan bir yasa üzerinde bir parlamento oylaması yapılacak. Ayrıca, parlamentoya yüksek mahkeme kararlarını geçersiz kılma ve yasaların yargı denetimini sınırlama yetkisi verecek düzenlemeleri geçirmeyi de amaçlıyor.
Pazar günü, İsrail'in New York Başkonsolosu, Netanyahu'nun savunma bakanına yönelik muamelesini protesto etmek için istifa ettiğini söyledi ve "Artık bu hükümeti temsil etmeye devam edemeyeceğim" dedi.
Muhalefet lideri Yair Lapid ise “İsrail başbakanı, İsrail devletinin güvenliği için bir tehdittir.” açıklaması yaptı.
İngiltere Başbakanlığı, Kral Charles`in Fransa'ya resmi ziyaretinin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un talebi üzerine ertelendiğini söyledi.
Başkan, ziyaret sırasında sendikaların bir günlük emeklilik protestosu çağrısı yapmasının ardından ziyareti gerçekleştirmenin "mantıklı olmayacağı ve sağduyudan yoksun bir davranış olacağını" söyledi.
Paris ve Bordeaux gezisinin pazar günü yapılması planlanmıştı.
Ancak perşembe günü her iki şehirde de şiddet olayları yaşandı ve bu, ocak ayında gösterilerin başlamasından bu yana görülen en kötü olaylardan biri oldu.
Buckingham Sarayı, Kral Charles ve Kraliçe Camilla'nın üç günlük ziyaretini erteleme kararının "Fransa'daki durum" nedeniyle alındığını bildirdi.
Bildiriye, "Majesteleri, uygun tarih belirlenir belirlenmez Fransa'yı ziyaret etme fırsatını dört gözle bekliyorlar." mesajı eklenmişti.
Başkan Macron, perşembe gecesi sendikaların salı gününü 10. ulusal eylem gününü ilan ettikleri andan itibaren, Kral ve Camilla'nın 2 günlük ziyaretlerinin uygunsuz olacağını düşündüğünü söyledi.
"Majesteleri, Kraliçe ve İngiliz halkına karşı hatırı sayılır bir dostluğumuz ve saygımız olduğundan, bu sabah [Kralı] arayıp durumu açıklamak konusunda inisiyatif aldım... Sağduyu ve dostluk bizi erteleme önerisinde bulunmak durumunda bıraktı.”
İngiltere hükümeti, kararın "tüm tarafların rızasıyla alındığını" da sözlerine ekledi. Macron, Fransa'nın planlanan geziyi yaz başında, "işler yeniden sakinleştiğinde" gerçekleştirmeyi önerdiğini bildirdi.
Bu karar, Fransa ve Başkan Macron için önemli bir itibar kaybıdır. Bu gezinin, yeni hükümdarı Fransız yaşamının en iyileriyle tanıştıran ve yeni uyanmış bir dostluğu pekiştiren Fransa için bir vitrin olması gerekiyordu.
Başkanın sağ ve soldaki muhalifleri hızla tepki gösterdi.
Cumhuriyetçilerden Eric Ciotti, iptalin "ülkemiz için bir utanç" getirdiğini söylerken, en soldaki Jean-Luc Mélenchon "Versailles'daki krallar toplantısının" sona ermesinden memnun olduğunu ve "İngilizlerin" Fransa içişleri bakanının “güvenlik konusunda acınacak halde" olduğunu bildiklerini sözlerine ekledi.
Protestolar geziyi imkânsız hale getirmişti. Birçok şehirde, perşembe günü bir milyondan fazla insanı çeken büyük ölçüde barışçıl gösterilerin yani sıra, şiddet olaylarına da sahne oldu.
Bordeaux'daki belediye binasının girişi ateşe verildi. Paris'te göz yaşartıcı gaz atıldı ve İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, 6 Mart'tan bu yana çöplerin toplanmadığı bir şehirde 903 ateş yakıldığını söyledi.
Fransa genelinde yüzlerce polis memuru yaralandı, ancak protestocular da sersemletici bombalarla yaralandı ve Avrupa Konseyi, yetkililerin "aşırı güç" kullanmasının hiçbir gerekçesi olmadığını söyledi.
Cuma sabahının büyük bölümünde Fransız yetkililer, 26-29 Mart tarihleri arasındaki devlet ziyaretinin planlandığı gibi gerçekleştirileceğini ve güvenliğin yerinde olduğu konusunda halka güvence vermeye çalıştı. Bazı İngiliz gazeteciler, olayı takip etmek için çoktan Paris'e gitmişti.
Bu, Kral için son derece önemli bir geziydi: Birleşik Krallık'ın en yakın ve en eski müttefiklerinden birine yapılan ilk devlet ziyareti. Kral ve Camilla, Paris'in göbeğindeki Champs-Elysées'den geçecekler ve Başkan Macron ile Versailles'da bir davet vereceklerdi.
Camilla'nın Paris'in başlıca cazibe merkezlerinden biri olan Musée d'Orsay'da bir sanat sergisi açması bekleniyordu. Daha sonra Bordeaux'ya gitmeleri planlanıyordu.
Ancak ziyaretin her aşamasında protestoların hedefi olma riski vardı ve sonunda iptal edildi. Kırmızı halıları seren insanlar bile grev yapmayı planlıyorlardı.
İçişleri Bakanı Bay Darmanin cuma günü erken saatlerde Kral'a yönelik "bilinen bir tehdit" olmadığını söyledi. Bordeaux Belediye Başkanı Pierre Hurmic, kentine yapılan gezinin "Kral'ı en ufak bir zorluğa maruz bırakmamak için en iyi güvenlik altında devam edebileceği" şekilde planlandığını söyledi.
Bununla birlikte, Kral'a çöp ve grafitilerle dolu sokaklarda, her halkla temasın güvenlik çabalarıyla boğulduğu ve her hareketin grevlerle tehdit edildiği bir ortamda gösterme ihtimaliyle karşı karşıya kalan Fransız cumhurbaşkanı bariz bir seçim yaptı.
Birleşik Krallık hükümetiyle ortak bir karar almış olabilir ama baskı altında olan oydu.
Başlangıçta organik üzüm bağlarına odaklanmayı amaçlayan Bordeaux gezisi alevler içinde yok oldu. Ön kapısı perşembe günü ateşe verilen belediye binası da ziyaretin bir parçası olacaktı.
Yurtiçinde, başkanın imajı açısından kötü bir gelişme olacaktı. Versailles'da bir kralla yemek yemek sarsıcı bir şekilde uygunsuz olurdu ve belirgin bir şekilde aleyhtarlarına doğrudan hizmet ederdi.
Başkan Macron'un perşembe günkü ulusal eylemin arifesinde verdiği bir televizyon röportajı, hükümetin reformlarını ekonomik bir gereklilik olarak nitelendirerek, bunun sonucunda popülerliğini kaybetmeyi kabul etmeye hazır olduğunu söyleyerek protestocuları harekete geçirdi. Hükümeti pazartesi günü, emeklilik yaşını 62'den 64'e çıkaran ve işçilerin katkı paylarını 43 yıla çıkaran reformları zorlamaya karar verdi.
Cumhurbaşkanı ve başbakan, yasayı Ulusal Meclis'te geçirmek için mücadele etmeleri gerekeceğini anlayınca, oylamayı devre dışı bırakmak için anayasal bir yetkiye başvurdular.
Nanterre'de 19 yaşındaki hukuk öğrencisi Adèle, "Dün Macron'u dinledim ve sanki biri yüzümüze tükürüyor gibiydi" dedi. BBC'ye verdiği demeçte, "Bu emeklilik reformu için başka bir yol var ve bunu yapmazsa, bu halkı dinlemediği içindir. Açık bir demokrasi eksikliği var" dedi.
Erteleme Başkan Macron için son derece utanç verici olurken, Kral Charles için de hayal kırıklığı yaratacak.
Devlet ziyaretleri hükümetin tavsiyesi üzerine yapılır. Tüm arka plan brifingleri, bunun Avrupalı komşularla ilişkilerin yeniden inşasına ilişkin önemli bir diplomatik girişim olduğu yönündeydi.
Kral ve Camilla çarşamba günü Fransa'dan Almanya'ya seyahat edeceklerdi. Charles'ın ilk devlet ziyareti bunun yerine Berlin'de başlayacak.
BBC’den çeviren Fatma A.
Neoliberal Macron’un emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkartma girişimine karşı Ocak ayında başlayan protesto dalgası kitleselleşerek devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta Paris’in yanı sıra Nantes, Bordeaux gibi kentlerde on binlerce emekçi eylemlere katıldı. Polis birçok yerde gösterilere saldırırken, 500’den fazla kişi gözaltına alındı.
Fransa’da hükümet, halkın yalnızca yüzde 32’sinin desteklediği emeklilik “reformu” 16 Mart’ta senatoda kabul etti. Daha sonra oylama için parlamentonun alt kanadı ulusal meclise gitti. Ancak oylamaya dakikalar kala Başbakan Elisabeth Borne, anayasanın 49’uncu maddesinin 3’üncü fıkrasını devreye sokarak yasayı oylama yapmadan geçirme karar aldı. Ulusal Meclis Genel Kurulu’nda aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisinin hükümete karşı sunduğu gensoru önergesi oylamaya sunuldu. Önergenin reddedilmesiyle söz konusu yasa tasarısı Ulusal Meclis’ten oylanmadan geçmiş oldu. Tasarı, Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe girmiş olacak.
Ancak bununla birlikte halk günlerdir sokakta. Petrol rafinelerinde ve demiryollarında grevler sürüyor. Belediye temizlik işçilerinin grevi sonucu Paris’te çöp dağları oluşmaya başladı. Gösteriler, 2018’deki Sarı Yelekliler hareketinden beri iktidarın karşı karşıya kaldığı en büyük mücadele.
Sendikaların Perşembe günü çağırdıkları eylemler, Ocak ayından beri gerçekleşen 9. kitlesel direniş günüydü.
(Sosyalist İşçi)
BBC patronları Günün Maçı sunucusu Gary Lineker'i Muhafazakâr hükümetin Yasadışı Göç Yasasını eleştiren sosyal medya paylaşımları nedeniyle askıya aldı.
62 yaşındaki eski İngiliz golcü, İçişleri Bakanı Suella Braverman tarafından açıklanan yasa tasarısını "berbat ötesi" olarak nitelendirdi ve sonra “Büyük bir akın yok. Diğer büyük Avrupa ülkelerinden çok daha az mülteci alıyoruz. Bu, 30'larda Almanya'nın kullandığından farklı olmayan bir dille en savunmasız insanlara yönelik ölçülemeyecek kadar acımasız bir politika.” demişti.
Tasarı yasalaşırsa, küçük bir tekneyle gelen herkesin sığınma talebinin "kabul edilemez" sayılacağı anlamına gelecek. İçişleri Bakanlığı, örneğin Afganistan ya da Suriye gibi savaştan zarar görmüş bir ülkeden olsalar bile hiçbir talebi dikkate almayacak. Bunun yerine, bu kişiler ya kendi ülkelerine ya da bu mümkün değilse “güvenli bir üçüncü ülkeye” gönderilecek.
BBC yönetimi Lineker’in işini askıya aldığında, sunucunun arkadaşları arasında ve giderek çok daha geniş bir dayanışmayı tetikledi.
Tartışma, BBC'yi son yılların en ciddi kriziyle karşı karşıya bıraktı. Muhfazakarlar, "tarafsızlığını" savunuyor ve yeni BBC başkanı Richard Sharp'ı destekliyorlardı. Sharp, Muhafazakâr Parti'ye 400.000 Sterlin üzerinde bağışta bulunmuş ve Boris Johnson için başbakanlığı sırasında 800.000 Sterlin kredi garantisi ayarlamıştı. Hem İşçi Partisi hem de Liberal Demokratlar, Richard Sharp'ın pozisyonunun savunulamaz hale geldiğini söylediler. Eski şansölye George Osborne, Sharp'ın görevde kalma umudunun yalnızca BBC ile Lineker arasındaki açmazın sona ermesine aracılık etmesi durumunda var olduğunu söyledi ve "Şahsen, bazı Muhafazakârlar tarafından göç konusunda kullanılan dilin bir kısmının - tümü değil - kabul edilemez olduğunu düşünüyorum." dedi. Osborne, Sharp'ın "Boris Johnson'ın kişisel mali durumuna bulaşmaması gerektiğini" ve "Nihayetinde, BBC'nin başkanı, hükümete karşı iyi ya da kötü günlerde, BBC'yi savunmak için orada olmalı." dedi.
Linker’in oğlu George, tweet'i için özür dilemeyi reddettiği için babasının yayından "çekildiğini" söyledi. Twitter'da şunları yazdı: "İyi bir insan olduğun ve sözünün arkasında durduğun için özür dilemene gerek yok. Halkın tepkisi çok büyük oldu.”
62 yaşındaki oyuncunun yayıncı kuruluşa dönüşü, kaosla geçen bir hafta sonundan sonra pazartesi günü onaylandı. Lineker söylediklerinde haklıydı. Ve geri adım atmayı reddetmesinden sonra aldığı büyük destek de bunu gösteriyor.
İngiltere Sosyalist İşçi Partisi, “Bir kamuoyu yoklaması, insanların yüzde 53'ünün Lineker'i desteklediğini, bu sayının BBC'yi destekleyenlerin iki katı olduğunu, yüzde 20'sinin ise bir görüşe sahip olmadığını gösterdi. Medyada ve ana akım siyasette çoğu insanın ırkçı olduğu ve mültecileri reddettiği yönünde içgüdüsel bir kabul var. Lineker'ı destekleyen milyonlar bunun yanlış olduğunu gösteriyor.” yorumunda bulundu.
Ayrıca bazı temel iş yeri dayanışmasını görmek canlandırıcıydı. Diğer futbol uzmanları Ian Wright, Alan Shearer, Alex Scott, Mark Chapman, Micah Richards ve Jermaine Jenas dayanışma içinde Günün Maçı prorgamına katılmayı reddettiler.
“Lineker'e verilen desteği görmek moral verici. Sorun, mülteciler için daha geniş bir destek oluşturmak için kullanılmalı ve sadece ‘ifade özgürlüğü’ hakkında bir tartışma haline gelmemeli.” (İngiltere Sosyalist İşçi Partisi).
Avrupa genelinde maalesef mültecilere yönelik berbat düzenlemeler söz konusu. Türkiye’nin sicili de çok parlak değil. Son depremde de ortaya çıktı ki kamplarından çıkarıldılar, çadır verilmedi ve hatta yardım almaları bile engellendi. En çıplak ‘insanlık’ durumunda bile bu şekilde muamele gördüler. Alanda olup bunun tersi muamele görenler de vardır diye düşünmekle birlikte, gene de göçmenlerin en zayıf halka olmaları durumu devam ediyor. Depremin ilk günlerinde mültecilerin birdenbire ‘yağmacı’ olamkla suçlandığını unutmayalım. 2 Eylül 1923’de Japonya’nın Kanto bölgesinde de bener tartışmalar yaşanmış. Deprem, bölgedeki sayısız binayı yerle bir edip 100 bin kişinin ölümüne neden olmasının yanı sıra çok sayıda yangına da sebep olmuş. Depremin kendisi için kimse başkasının suçlamayı düşünmemiş ama yangınlar ırkçı fantezinin etkinleşmesi için bir fırsat sağlamış. Yangınlar bölgede yaşayan binlerce Korelinin katledilmesine yol açmış. Deprem bölgesinde yalnızca 20 bin Koreli yaşamasına rağmen (toplam nüfusun çok küçük bir kesimi) ırkçı şiddetin hedef tahtası olmuşlar.
Bunları akılda tutmakta fayda var, en ufak bir kıvılcım katliama yol açıyor ki Türkiye’de bu şekilde yakarak öldürülen Suriyeliler olduğunu da hatırlayalım.
ABD’de teknoloji sektörüne hizmet veren Silikon Vadisi Bankası (SVB) ve kripto paraya yoğunlaşan Signature Bank battı. Bankaların batması, 15 yıl önce ABD’de konut kredilerindeki (mortgage) krizle başlayan ve bütün dünyaya yayılan 2008 finans krizini hatırlattı.
Silikon Vadisi Bankası nasıl iflas etti
Büyük ölçüde teknoloji şirketlerine hizmet veren Kaliforniya’daki Silikon Vadisi Bankası (SVB), teknoloji şirketlerinin kâr oranlarındaki düşüşten etkilendi. Bu şirketler son bir yıldır yatırımlarını yavaşlatmış, kâr edemez hale gelmişlerdi. İşletme giderlerini karşılamak için bankadaki mevduatlarını kullanmaya başladılar.
SVB ise bir yıl önce topladığı mevduatın önemli bir bölümünü hazine tahvillerine yatırmıştı. Ancak bir yıl boyunca artan faizler, şirketin elindeki hazine tahvillerinin değerini düşürdü.
Mevduat sahibi şirketlerin para talebini karşılamak için elindeki tahvilleri satmaya başlaması krizi tetikledi. SVB, tahvil satışından, gerektiği kadar nakit sağlayamadı. Mevduat sahiplerinin nakit sıkışıklığını fark etmesi sonucu para çekme talebi hızla büyüdü. Kısa sürede bankadan milyarlarca dolar para çekildi.
SVB, nakit talebini karşılamak için çoğunluğu ABD Hazine tahvillerinden oluşan 21 milyar dolarlık tahvil portföyünün tamamını sattı. Ancak faiz artırımları nedeniyle son bir yılda tahvillerin değeri en az yüzde 5 düştüğü için zarar etti.
SVB fon açığını kapatmak için bu defa kendi hisse senetlerini satmaya başladı, en az 2 milyar dolardan fazla hisse senedi satacağını açıkladı. Hem tahvil satışından zarar etmesi, hem de büyük miktarda hisse senedi satmaya çalışması, bankanın hisse değerinin bir gün içinde yüzde 60 azalmasına yol açtı.
Sonuçta ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC), cuma günü Silikon Vadisi Bankasına (SVB) kayyum atandığını duyurdu. SVB'de yaşanan, toplam varlık açısından ABD'de kayıtlara geçen en büyük ikinci banka iflası oldu. Bütün bunlar toplam 48 saat içinde gerçekleşti.
Silikon Vadisi Bankası ne kadar büyük
ABD’deki en büyük 16. banka olan Silikon Vadisi Bankasının 8 bin 500 çalışanı, ödemesi gereken 175 milyar dolar mevduat hesabı var. Bankanın varlıkları kâğıt üstünde 200 milyar dolar civarında, ancak bu varlıkların ne kadarı gerçekten var, bilinmiyor.
ABD hükümeti 250 bin dolara kadar olan mevduatları sigorta fonundan karşılıyor, ancak Silikon Vadisi Bankasındaki mevduatların yüzde 90’ı 250 bin doların üzerinde, yani sigorta kapsamında değil.
ABD Hazine Bakanlığı batan bankaların kurtarılmayacağını açıkladı, ama tüm mevduatlar için devlet güvencesi verdi.
ABD Merkez Bankası FED, krizin başka bankalara yayılmasını önlemeye çalışıyor. Ancak sorun bankacılık sistemine yayılırsa gerekli paranın bulunması imkânsız.
Faizlerin yükselmesi sonucu ABD hazine tahvillerinde ortaya çıkan değer kaybının 600 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. SVB ve Signature Bank’ın batması, ABD finans sisteminin bu değer kaybını tüm kapitalist sisteme yansıtmaya başladığının göstergesi oldu.