Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Amerika: Onur etkinliğini taciz eden neonaziler gamalı haçlı bayrak açtı

Neonaziler Wisconsin'deki bir Onur Yürüyüşü etkinliğini başka sağcı gruplarla birlikte savaş sloganları, Nazi bayrakları ve Hitler selamıyla taciz etti. Yurttaşların şikâyetlerine rağmen polisler “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğu gerekçesiyle Neonazilerin nefret gösterisine izin verdiler. ABD'nin Wisconsin eyaletine bağlı 23,000 nüfuslu Watertown kentindeki bir parkta düzenlenen Onur Yürüyüşü etkinliğinde LGBTİ+ düşmanı, kısmen Hıristiyan köktendinci örgütlerin çağrılarının ardından, Neonazi grubu "Blood Tribe" üyeleri de Cumartesi günü etkinliği protesto adı altında taciz etmeye geldi. Ellerinde gamalı haçlı bayraklar taşıyan Neonaziler, "Pedofiller asılmalı" ya da "Kan, kan, kan, her yer kan olacak" gibi sloganlar atarak, Hitler selamı verdiler. Maskeli Neonazilerin ellerinde silah olduğu da görüldü.  ABD'de Nazi sembollerinin alenen sergilenmesi ya da soyut şiddet mesajları içeren sloganlar atılması, federal anayasada yer alan ifade özgürlüğü hakkı çerçevesinde değerlendiriliyor. Olayla ilgili olarak yayınlanan videolardan birinde bir kişinin polis memurundan Neonazilere karşı yasaklama emri çıkartılmasını istediği görülüyor. Polis memuru "Sizi anlıyorum ama bir şey yapamam" diye cevap veriyor. Ayrıca, dikkate alınmadıkları takdirde "muhtemelen" buradan gideceklerini söylüyor. Wisconsin’in Demokrat Valisi Tony Evers, Neonazilerin eylemini sadece LGBTİ+ toplumuna değil, aynı zamanda etnik azınlıklara ve Yahudilere yönelik bir saldırı olarak da kınadı. "Naziler, gamalı haçlar ve diğer LGBTİ+ karşıtı, ırkçı ya da anti-Semitik mesajlar, semboller ya da gruplar Wisconsin'de kabul görmez ve hoş karşılanmaz. Nokta!" Nazilerin çocukları ve aileleri de "taciz" etmiş olmasından dolayı özellikle şok olduğunu ifade etti. ABD'de son yıllarda Neonaziler LGBTİ+ etkinliklerini giderek daha sık bir şekilde rahatsız ediyor. Mart ayında Neonaziler başka sağcı gruplarla birlikte Ohio'da bir drag queen okuma oturumunu basmış ve "Weimar koşulları Weimar çözümleri gerektirir" diyerek, Almanya’daki Nazi dönemindeki LGBTİ+ katliamlarına gönderme yapmışlardı. Bu tür Neonazi tacizleri sadece ABD ile sınırlı değil; Viyana, Zürih ve Münih'te de okuma etkinlikleri aşırı sağcı grupların eylemlerine sahne oldu. Türkiye’de de Onur Ayı’nda bütün etkinlikler yapıldı ve piknik, panel gibi etkinlikler dahi sağcı grupların hedefi haline geldi.

Hollywood'un mücadelesi sizin mücadelenizdir

Hollywood'daki işçi grevleri konusunda en sık dile getirilen endişe, favori dizilerimizin yeni bölümlerini kaçırma riski gibi görünüyor. Ancak medya ve eğlence sektöründeki işçi hareketi, diğer pek çok sektörün de yakında karşı karşıya kalacağı teknoloji odaklı iş bozgununun ilk yansımalarından.  Oyuncular ve yazarlar birçok nedenden dolayı grev yapıyor – ücretleri, sosyal hakları, asli hakları ve yapay zekanın işleri üzerindeki etkileri. Ancak temelde bu mücadele, fikirleri ya da dijital görüntüler ve sesler gibi maddi olmayan varlıkların ve fikri mülkiyetin değeriyle ve bu değerin nasıl paylaşılacağı sorusuyla ilgili.  Çoğu sektörde kurumsal servetin büyük çoğunluğunu gayri maddi varlıklar oluşturur. Yazılım, patentler, dijital veriler, ticari markalar ve diğer fikri mülkiyetler gibi şeyler büyük şirket bilançolarındaki değerin yaklaşık yüzde 80'ini temsil etmektedir. Teknoloji yatırımları ve çevrimiçi ticaret arttıkça, eski sektörlere yeni teknolojiler girdikçe bu oran daha da yükselir. Gayri maddi varlıklara Hollywood kadar bağımlı çok az sektör vardır. Nitekim son yıllarda Silikon Vadisi, tıpkı müzik sektörü ve haber medyasında olduğu gibi film ve televizyon iş modelini de altüst etti. Algoritmik reklam piyasasının insanların haberleri tüketme ve üretme biçimlerini temelden değiştirmiş olması gibi, Netflix gibi dijital yayın hizmetleri de Hollywood'un sunduklarının üretim ve tüketim yöntemlerini değiştirdi. İnternetle birlikte Silikon Vadisi, filme alınmış eğlence için yeni bir dağıtım kanalı ve bu sonsuz dijital boru hattını doldurmak için üretilen yeni şovlara daha fazla prodüksiyon yatırımı sundu. Ancak bu sırada “Büyük Teknoloji” içerik üzerindeki kontrolünü de artırdı.  Örneğin bundan on yıl önce, yaratıcılarının bir dizi veya özel program gibi nihai ürün üzerinde kısmi sahiplik hakkı olması sıradan bir durumdu. Netflix ve Hulu gibi yayın hizmetleri geliştikçe, o kadar yüksek değerlere sahip oldular ki, örneğin yeni bir şovun bir bölümü veya yayınlanan bir dizi için daha büyük sabit ücret ödemeleri teklif edebildiler. Ancak nihai ürünün son aşamasındaki mülkiyetini sunmaya çok daha az meyilliydiler. Para bu kadar değerli değilken sorun yoktu. Ancak aşırı üretim ve yüksek faiz oranları büyük yayın platformlarının değerini düşürdüğünde, eğlence patronları yeni içerik için tek seferlik büyük anlaşmalar yapmaya pek istek duymadı. Bu arada, birçok oyuncu ve yazarın, eserlerinin gelecekte sağlayacağı gelirler üzerinde de payı yok. Sonuç olarak her iki taraf da kendini sıkışmış hissediyor.  Hollywood’un yaratıcı beyinleri geçmişte de pek çok kez teknolojik değişim dönemlerini yaşadı ve patronlarla mücadelesini sürdürdü. 1919'da modern film endüstrisindeki patlama konsolidasyona ve maaş sınırlaması çağrılarına yol açtığında Mary Pickford, Charlie Chaplin ve kimi yıldızlar kendi stüdyolarını, yani United Artists'i kurmaya karar verdiler. 1950'li ve 60'lı yıllardaki TV patlaması sırasında, o zamanlar liberal bir demokrat ve Sinema Oyuncuları Derneği başkanı olan geleceğin ABD başkanı Ronald Reagan, temel hakların güvence altına alınmasına yardımcı oldu. Şimdilerde ise, eğlence sektöründeki pek çok kişiyi kapsayan orta sınıf yaşam, geriye kalmış haklarının da kısıtlanmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyor, hiç olmamasındansa daha düşük artık haklar önererek gelen internet yayıncılığı tarafından baskılanıyor. Örneğin Netflix'in Stranger Things'i gibi popüler bir dizide yazarlık yapıyorsanız, TV programlarında yapılageldiği gibi işten elde edilen kârdan pay alamıyorsunuz. Ayrıca daha uzun saatler, daha düşük ücret ve daha az güvenceyle çalışmanız da bekleniyor.  İnternet sonsuz bir içerik akışına olanak tanıdığı için geçmişe kıyasla daha fazla iş yapılabileceği iddia edilebilir. Ancak içerik metalaştığından beri bu işin kalitesi genellikle daha düşük olmuştur. Amerika Yazarlar Birliği, ortalama bir yazar-yapımcı ücretinin son on yılda yüzde dört azaldığını belirtiyor.  Yapay zeka bu eğilimleri daha da güçlendirme potansiyeline sahip. Pek çok oyuncu sektöre sendika üyesi olarak (ve dolayısıyla sağlık ile diğer haklarını koruyarak) ve filmlerde figüran olarak başladı. Ancak dijitalleşme bu işlerin çoğunu ortadan kaldırıyor. Stüdyolar dijital görüntülerini yeni filmlerde tekrar tekrar kullanabilecek duruma geldiğinde ünlü oyuncuların bile gelirleri düşmeye başlayacak.  Onlar için geçerli olan, senaristler için de geçerli. Güney California Üniversitesi profesörü ve Silikon Vadisi'nin ekonomi ile toplum üzerindeki etkisini inceleyen (yakında çıkacak) "The End of Reality" kitabının yazarı eski yapımcı Jonathan Taplin, "Stüdyoların kendi ChatGPT versiyonlarını hayata geçirdiklerini düşünün” diyor; “örneğin sahip oldukları dijital görüntülerle yeni bir Marvel senaryosu ürettiklerini ve bu senaryoyu altı ay yerine üç hafta içinde çıkardıklarını, yazarlara 500 bin dolar yerine haftada 15 bin dolar ödediklerini görebiliriz."  Bu, örneğin bir Amazon çalışanının karşılaştığı sorunlarla kıyaslandığında aynı derecede ilgi duyulmayan bir mücadele gibi görünüyor olabilir. Ancak yapay zeka, fabrika veya çağrı merkezi işlerinden hukuk veya radyolojiye kadar her seviyedeki işi bozma potansiyeline sahip. Birçok profesyonel, algoritmalar tarafından daha iyi yapılabilecek yüksek ücretli ancak ezbere dayalı işleri yapmaya devam ediyor. Kaldı ki, maddi olmayan varlıkların giderek daha fazla yer bulduğu bu pastada gayri maddi varlık zengini şirketleri giderek daha az iş fırsatı sunmaya başladığında, bu fikri mülkiyet pastasının nasıl bölüşüleceği sorunu kaçınılmaz olarak büyüyüp her sektöre yayılacaktır. Uzun lafı kısası, Hollywood'un bu mücadelesi pek yakında çevrenizdeki bir işyerine de sıçrayacak olan uzun soluklu bir dizinin fragmanına benziyor.   Rana Foroohar, Financial Times

Putin Ukrayna'da kaçış değil, daha büyük bir savaş peşinde

Ukrayna işgalinde elde edilmeyen hedefler, Rus ordusu generallerinin bölünmesi ve Wagner isyanı... Putin rejiminin zayıflığı tartışılırken, Kremlin yeni hamleler peşinde: Daha fazla kişiyi asker olarak savaşa dahil etmek. Küresel finans sermayesinin yayın organı Financial Times'da yapılan aşağıdaki analize göre Rusya'daki rejim ve savaş makinası daha geniş ölçekli bir savaşa hazırlanıyor. Ve üstelik elindeki son barutunu tüketmiş değil. ABD, Rusya ve elbette Çin, yani emperyalist devletler arasındaki çelişkileri ele aldığı için bu çeviriyi yayınlıyoruz. Putin ve Rusya'yı hafife alan yaklaşımların ötesinde, emperyalistler arasındaki çekişme ve savaşlar büyüme potansiyeli taşıyor ki bu tüm dünya işçileri ve halkları için büyük bir tehdittir.  Ayrıca Rus ve Batı emperyalizlerinin içinden yükselecek savaşa karşıtı mücadeleler olmadan gidişat hiç de iyi değil. Duma'nın savunma komitesi başkanı Andrei Kartapolov, Rus parlamentosu yeni bir yasayı kabul etmek için acele ederken bu hafta yaptığı açıklamada, “bu büyük savaşın kokusunun şimdiden alınabileceğini” söyledi. Kremlin'in yüz binlerce askerini daha savaşa göndermesine olanak tanıyan yasa, üzücü bir gerçeği ortaya koyuyor: Vladimir Putin, Ukrayna'daki felaketle sonuçlanan savaşından bir çıkış yolu aramak bir yana, daha da büyük bir savaşa hazırlanıyor. Ukrayna'da ve Batı'da pek çok kişinin Rusya Devlet Başkanı'nın köşeye sıkıştığına inanmak istemesi anlaşılabilir bir durum. Ukrayna ordusu Ruslar tarafından işgal edilen toprakları yavaş yavaş yeniden ele geçiriyor ve düşman topraklarının derinliklerine, hatta Kremlin'in kendisine bile saldırabileceğini gösterdi. Rusya üzerindeki yaptırım baskısı giderek artıyor. Batı şimdilik Kiev'i desteklemekte birleşmiş durumda ve modern silah ve para akışı Ukrayna'nın savaş çabalarını sürdürüyor. Son olarak, Wagner'in paralı asker patronu Yevgeny Prigozhin tarafından sahnelenen isyan ve üst düzey Rus askeri komutanları arasındaki görünür çatışmalar Kremlin'in savaş makinesinin bozulacağına dair umutları arttırıyor.  Uzun bir savaşı göze alabileceğine inanan Kremlin için işler muhtemelen çok farklı görünüyor. Rus ekonomisinin bu yıl, çoğunlukla gece gündüz çalışan askeri fabrikalar sayesinde mütevazı bir büyüme kaydedeceği tahmin ediliyor. Savunma sanayii için gerekli mikroçipler gibi kritik bileşenler Çin'den ve diğer kaynaklardan geliyor. Yaptırımlara rağmen Kremlin'in savaş sandığı, geçen yıl baş döndürücü enerji karları ve ayrıca yeni müşteriler bulan ve ödemelerini çoğunlukla yuan üzerinden yapan Rus emtia ihracatçılarının uyum sağlama kabiliyeti sayesinde hala nakitle dolup taşıyor. Eğer bütçe üzerindeki baskılar daha da artarsa, Rusya Merkez Bankası rublenin değerini daha da düşürebilir ve böylece Rus elitlerini ve halkını baskı altında tutan ve büyük ölçüde Putin'in felaket rotasına uygun hareket eden askerlere, savunma sanayi çalışanlarına ve iç güvenlik güçlerine ödeme yapmak daha kolay hale gelebilir.   Savaşın kendisine gelince, Kremlin Ukrayna'nın karşı saldırısından hala rahatsız görünmüyor. Kiev daha fazla ilerleme kaydetse bile Kremlin bunları geçici olarak geçiştirebilir. Putin, potansiyel olarak harekete geçirilebilecek Rus insan gücünün Ukrayna'nınkinden üç ila dört kat daha fazla olduğu gerçeğine güveniyor ve tek acil görev, bu kaynaktan istediği zaman yararlanabilmek: çok daha fazla adamı harekete geçirmek, silahlandırmak, eğitmek ve savaşa göndermek. Kremlin'in bir başka resmi seferberlikten kaçınmasına yardımcı olması gereken yeni yasanın amacı da tam olarak budur. Şu andan itibaren hükümet gerekli gördüğü sayıda erkeğe sessizce askere alma tebligatı gönderebilir. Zorunlu hizmet için üst yaş sınırı 27'den 30'a çıkarılacak ve gelecekte tekrar yükseltilebilecek. Bir elektronik askere alma bildirimi yayınlandığında, Rusya'nın geçen sonbaharda tanık olduğu gibi askerlik çağındaki erkeklerin kitlesel bir göçünü önlemek için Rusya'nın sınırları derhal alıcıya kapatılacaktır. Askere gitmeyi reddedenlere verilen cezalar da arttırıldı. Bu hamleler, silah üretimini genişletmeye yönelik devasa devlet yatırımlarıyla birleştiğinde Putin'in daha büyük ve daha donanımlı bir ordu kurmasına yardımcı olacaktır.  Buna paralel bir taktik de Ukrayna ekonomisinin boğulmasıdır. Ukrayna bütçesinin Batılı müttefikleri tarafından sağlanan yaşam desteğine bağlı olduğunu bilen Kremlin, Kiev'i tüm gelir kaynaklarından mahrum bırakmak istiyor. Bu nedenle Moskova, Ukrayna'nın Karadeniz üzerinden tarım ihracatı yapmasını sağlayan tahıl anlaşmasından çekilmekle kalmadı, aynı zamanda anlaşmayı yeniden canlandırma olasılığını ortadan kaldırmak için Ukrayna limanlarına karşı büyük hava saldırıları başlattı. Rusya'nın sivil altyapıya yönelik hava saldırılarının temelinde de aynı mantık yatıyor: Bu saldırılar Ukrayna şehirlerini yaşanmaz hale getirmeyi ve yeniden inşa çabalarını engellemeyi amaçlıyor. Kremlin, Rus ordusunun hızla yeniden inşa edilmesinin ve Ukrayna ekonomisi ile silahlı kuvvetlerinin kademeli olarak çökertilmesinin, Batı'nın hayal kırıklığının artmasına ve Kiev'e verilen maddi desteğin azalmasına yol açacağını umuyor. Bu süreci hızlandırmak ve Batı'nın iradesini kırmak için Moskova, çatışmanın Belarus üzerinden NATO topraklarına doğru genişletilmesi de dahil olmak üzere, orada bulunan Wagner paralı askerlerinin yardımıyla tırmanma tehditlerini kullanıyor.  Putin pek çok ölümcül hata yaptı. Ancak yönetimde olduğu sürece, Moskova halen sahip olduğu muazzam kaynakları Ukrayna'yı yok etme ve kendisine tabi kılma saplantısını gerçekleştirmeye adayacaktır.

Uluslararası imza kampanyası: Boris Kagarlitski'ye özgürlük!

Rus antikapitalist entelektüel Boris Kagarlitski, Ukrayna'da savaşa karşı çıktığı için tutuklandı. Uluslararası sosyalistler, Kagarlitski'nin serbest bırakılması için imza kampanyası başlattı. Tutuklamanın Rusya'daki tüm savaş karşıtlarına dönük bir müdahalenin parçası olduğunu söyleyen Alex Callincos'un change.org'da açtığı imza kampanyasının metni: "Saygın Rus antikapitalist entelektüel ve savaş karşıtı aktivist Boris Kagarlitski'nin 'terörizmi meşrulaştırma' suçlamasıyla gözaltına alınmasını protesto ediyoruz. Kagarlitski'nin duruşması, etkili siyasi protestoları engellemek amacıyla kuzeydeki uzak bir kasaba olan Syktyvkar'da yapılacak. Dr. Kagarlitski Sovyet döneminin sonlarında sol görüşlü bir muhalifti ve 1982 yılında 'Sovyet karşıtı faaliyetler' nedeniyle tutuklandı. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra, üretken yazıları onu Rusya'nın en tanınmış eleştirel Marksisti haline getirdi. Çok sayıda Rus akademik kurumunda ders vermiş, Küreselleşme Çalışmaları ve Toplumsal Hareketler Enstitüsü'nü yönetmiş ve Ulusötesi Enstitüsü'nün ortaklarındandır. Dr. Kagarlitski'nin tutuklanması, savaş karşıtı sola karşı daha genel bir müdahalenin parçası olarak, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline karşı çıkmasına verilen bir yanıttır. Haziran ayında Rus hükümeti kendisini 'yabancı ajan' ilan etti. Bu çok saçma. Dr. Kagarlitski Batı'nın Afganistan ve Irak'taki emperyalist maceralarının açık bir eleştirmeni ve neoliberal küreselleşme karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden biriydi. Rusya Federasyonu yetkililerini vatandaşlarının ifade özgürlüğüne ve protesto hakkına saygı göstermeye ve Boris Kagarlitski ile diğer tüm savaş karşıtı tutukluları derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakmaya çağırıyoruz." Siz de imza verip, uluslararası dayanışmaya katılabilirsiniz. İmza vermek için tıklayın.

Nijer'de darbe Batı yanlısı cumhurbaşkanını devirdi

Batı Afrika'da Nijer'de gerçekleşen darbe, Batı emperyalizminee büyük bir darbedir. BBC'nin "güvenlik muhabiri" Frank Gardner -İngiliz devletinin düşünceleri konusunda her zaman güvenilir bir rehber olmuştur- "Batı'nın bölgedeki etkisi kurak mevsimde bir su havuzu gibi daralıyor" dedi. Devlet Başkanı Mohamed Bazoum, Çarşamba günü ordunun büyük bölümünün desteklediği bir darbeyle kendi başkanlık muhafızları tarafından gözaltına alındı. Ertesi gün Nijer'in başkenti Niamey'de toplanan yüzlerce kişi Rus bayrakları salladı. Abdourahmane Tchiani, Bazoum'un konutuna barikat kurarak ve istifasını talep ederek isyana öncülük etti. Tchiani Cuma günü televizyonda kısa bir süre görünerek ülkeyi ele geçirdiğini söyledi. Rusya'nın Wagner Grubu'nun başkanı Yevgeny Prigojin darbeyi memnuniyetle karşıladı ve yeni liderlere kendi paralı asker grubunun hizmetlerini teklif etti. Şimdi görevden alınan Bazum, tomar tomar para karşılığında Batılı askeri güçlerin ülke içinde faaliyet göstermesine büyük bir hevesle izin vermişti. Ayrıca Avrupa Birliği'ne (AB) mültecilerin Avrupa'ya ulaşma yolundaki geçişlerini zorlaştıracağına dair söz vermişti. Afrika ve dünyanın dört bir yanındaki diktatörlükleri destekleyen İngiliz hükümeti bu hafta yaptığı açıklamada "kabul edilemez olayların sona ermesini ve Nijer'in demokratik yollarla seçilmiş kurumlarının tam ve hızlı bir şekilde restore edilmesini" istediğini belirtti. Nijer geçen yıl Birleşmiş Milletler'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan bir karar tasarısını desteklerken pek çok Afrika ülkesi desteklememişti. Fransa'nın Niamey'de büyük bir üssü var ve Almanya da Nijer askerlerini eğitiyor. ABD'nin biri çöl kenti Agadez yakınlarında olmak üzere iki insansız hava aracı üssü ve ülkede 1.100 askeri bulunuyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Bazoum'a hala "kararlı desteğini" sunuyor ve onu tutuklayanları "yüz milyonlarca dolarlık yardımın" risk altında olduğu konusunda uyarıyor. Ancak bu boşa kürek çekmektir. Bazoum'un görevine iade edilmesi pek olası görünmüyor. Şubat ayında AB, darbeye destek veren aynı ordudan birliklerin eğitimini desteklemek üzere bir "askeri ortaklık misyonu" başlattı ve Mart ayında bu misyona 35 milyon Sterlin sağlamayı kabul etti. Batı, Nijer'i bölgedeki nüfuzunu arttırmak ve Rusya ile Çin'i dışarıda tutmak için kullanmak istiyordu. Nijer, nükleer enerjinin önemli bir bileşeni olan dünya uranyumunun yaklaşık %5'ini üretiyor ancak bunun tamamını, elektriğinin %70'ini nükleer kaynaklardan elde eden Fransa'ya ihraç ediyor. AB'nin baş diplomatı Josep Borrell, Bazoum'la -ve muhtemelen bazı isyancılarla- sadece 23 gün önce görüştü. Bu gezi sırasında Borrell Nijer'i "bir istikrar cenneti" olarak selamladı. Borrell, "Nijer hem siyasi hem de güvenlik açısından sağlam ve güvenilir bir ortak," dedi. "Başkan Bazoum'u tüm gücümüzle destekliyoruz." Financial Times gazetesinin haberine göre, "Ne yazık ki Borrell için ayaklanmacı özel kuvvetlerin başka planları vardı." Nijer'deki kargaşa, komşu Mali ve Burkina Faso'da 2021 ve 2022 yıllarında yaşanan ve Sahra Çölü çevresindeki bölgede Batı etkisini zayıflatan darbelerin ardından geldi. Mali'de 2021 darbesinin ardından yeni rejim Fransız askerlerini sınır dışı etti ve Wagner ajanlarıyla bir sözleşme imzaladı. Burkina Faso Cumhurbaşkanı İbrahim Traore, Cuma günü düzenlenen Rusya-Afrika Zirvesi'nin bir oturumunda yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Afrika ülkeleri on yıllar boyunca modern kölelik biçimi olarak adlandırılabilecek barbarca ve acımasız bir sömürgecilik ve emperyalizm biçiminden mustarip oldu. "Ancak özgürlüğü için savaşmayan bir köle hiçbir hoşgörüye layık değildir. Afrika devlet başkanları emperyalistlerin elindeki kuklalar gibi davranmamalıdır." Ancak Putin'in emperyalizmi ya da Wagner, Batı müdahalesine olumlu bir alternatif sunmuyor. Nijer dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Ve 14.8 yaş ortalamasıyla dünyanın en genç nüfusuna sahip. Emperyalizm ve kapitalizm Nijer halkına yoksulluk, baskı ve iklim kaosundan başka bir şey sunmuyor. Bu ay Nijer şiddetli bir sıcak hava dalgasının pençesindeydi. Bilim insanları Nijer'deki sıcaklıkların dünyanın geri kalanına göre bir buçuk kat daha hızlı arttığını söylüyor. Büyük güçlerin hiçbiri -ya da Nijer'deki kan davalı askeri gruplar- sıradan insanlarla ilgilenmiyor.

Putin'in zayıflığı: Prigojin Rusya'da, Wagner askerleri Polonya sınırında

Rus ordusu generallerine karşı kısa süreli ayaklanan paralı askerlerin lideri, St. Peterburg'da yapılan Rusya-Afrika zirvesinde boy gösterdi. Rusya devlet başkanı Putin'in "ihanetle" suçlaması sonrası, Belarus'a sığındığı söylenen Prigojin Orta Afrika Cumhuriyeti’nin (OAC) üst düzey yetkililerinden Büyükelçi Freddy Mapouka ile el sıkışırken görüldü. Geçen hafta Belarus'ta görüntülenen Wagner lideri, askerlerini selamlarmış ve Ukrayna cephesindeki “utanç” diye tanımlamıştı. Ardından Rusya'da boy gösteren Prigojin, Putin rejiminin zayıflığını bir kez daha tescillemiş oldu. Haziran ayında meydana gelen 24 saatlik ayaklanmada, Ukrayna sınırından Moskova yakınlarına 200 kilometrelik yolu engelsiz yürüyen Wagner birliklerinden başka bir haberde Polonya sınırından geldi. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, yüzlerce Wagner savaşçısının, Belarus'un Polonya sınırındaki Grodno şehri yakınlarına yerleştiği öne sürdü. Morawiecki, bu durumu "hibrid savaş" olarak niteleyerek Wagner birliklerini Avrupa birliği sınırlarına girmemeleri konusunda uyardı. Yaşanan bu iki gelişme, Ukrayna Savaşı'nda istediğini alamayan Putin'in Rusya'da zayıfladığını gösteriyor. Ayrıca daha büyük bir savaş tehdidinin arttığını da. Keza NATO Polonya ve Doğu Avrupa'da askeri gücünü artırırken, ABD Başkanı Biden ölümcül kitle silahı misket bombalarının Ukrayna ordusuna gönderilmesine izin vermişti. ABD ve Rusya arasındaki emperyalist çekişme Ukrayna'yı yıkarken, savaşın gölgesi Doğu Avrupa'yı kaplıyor.

Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları: Soykırım ve insanlık suçlarından vazgeçin

Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Üyesi, Dışişleri Bakanı Vang Yi Türkiye'de ağırlanıyor. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları ortak bildiri yayınlayarak Pekin rejimini teşhir etti ve taleplerini duyurdu. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatlarının ortak açıklamasının tam metni: "Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 26 Temmuz tarihinde Türkiye’yi ziyaret edeceği açıklanmıştır. Bu münasebet ile Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları olarak, devlet yetkilileri ve Türk kamuoyunu Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil eden politikalarına karşı bilgilendirmek ve taleplerimizi ortaya koymak amacıyla bu basın bildirisi hazırlanmıştır. Çin’in 2017’den itibaren milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman Türk halkına yönelik geniş çaplı tutuklama gerçekleştirerek Nazi tipi Çin toplama kampları ve hapishanelerde öldürme, işkence, zorla kaybetme, zorla çalıştırma, zorla kısırlaştırma, zorla Çinlilerle evlendirme, cinsel taciz, tecavüz, çocukları ailelerinden ayırarak asimilasyon kamplarına kapatma gibi gayri insani uygulamalarının yanı sıra bir milletin beyni sayılan düşünürler, bilim insanları, öğretmenler, doktorlar, yazarlar ve dini alimleri toplama kamplarına kapattığı ve onlarca yıllık hatta ömür boyu hapis cezalarına çarptırdığı bilinmektedir. Aynı zamanda tanınmış sevilen sanatçılar, sporcular, iş insanları, esnaf ve toplum önderleri gibi milliliği ayakta tutan, değer katan zümreye karşı da topyekûn imha politikasını planlı, sistematik bir biçimde uygulamakta olduğu bunun “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil edendavranışlar olduğu, Çin tarafından her ne kadar inkar ve manipüle edilmeye çalışılsa da, kamp mağdurları ve şahitlerin tanıklıkları, araştırmacılar ve uluslararası kuruluşların raporları, gazetecilerin elde ettiği belgeler ve Çin polis arşivlerinden sızdırılan çok gizli belgeler ile sabittir. Dünyadan gelen tepkiler üzerine kamplara kapatılanların bir kısmı serbest bırakılmış olsa da çoğu göstermelik sözde yargılama sonucu uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. BM İnsan Hakları Komiserliği raporunda Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesinde) “ciddi insan hakları ihlalleri” ve “insanlığa karşı suç" düzeyine varabilecek işkence vakaları için güvenilir kanıtlar bulunduğunu belirtmiştir. Şimdiye kadar Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere 10’dan fazla ülke Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde) Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu politikalarını soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanımıştır. Londra'da kurulmuş olan Bağımsız Uygur Mahkemesi 9 Aralık 2021 tarihinde Çin’in Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına karşı “soykırım ve insanlığa karşı suç” işlediğine hükmetmiştir. BM’de 50 ülkenin imzaladığı açıklamada, Çin’in “ağır ve sistematik” insan hakları ihlalleri kınanırken, Uygur Türkleri ve “keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılan herkesi” serbest bırakması gerektiği talep edilmiştir. BM’de Türkiye'nin de desteklediği Çin’in insan hakları ihlallerinin araştırılması önergesi, çoğu Müslüman ülkenin Çin tarafında yer alması sonucu reddedilmiştir. Müslüman ülkelerin Doğu Türkistan’da binlerce caminin tahrip edilmesi, kutsal kitabımız Kur'an-i kerimin toplatılarak yakılması ve ibadet özgürlüğünün yasaklarına karşı sessiz kalması da anlaşılır bir tutum değildir. Demokrasi, insan hakları, adalet, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne inanan ve bu istikamette ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Türkistan meselesi bakımından çok büyük önem arz etmektedir. Talepler Bu nedenle, Wang Yi’nin ziyareti sırasında Türk devlet yetkililerinden aşağıdaki konuların gündeme getirilmesini talep ediyoruz: 1. Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım politikalarından bir an önce vaz geçmesi, Uygurlar başta olmak üzere tüm Doğu Türkistan halkının insan haklarının, özellikle ana dil ve dini inanç özgürlüğünün korunması, 2. Doğu Türkistan’a Çinli göçmenleri yerleştirerek bölgenin demografik yapısını değiştirme ve Uygurları asimile etme çabalarının durdurulması, 3. Haksız yere keyfi olarak kamplarda ve hapishanelerde tutulanların derhal serbest bırakılması, 4. Türkiye’den bir heyetin Doğu Türkistan’da engelsiz ve takipsiz bir şekilde araştırma ve gözlem yapabilmesinin talep edilmesi, 5. Doğu Türkistan’da kamplarda ya da hapishanelerde tutulan Türk vatandaşlarının serbest bırakılıp, Türkiye’ye dönmesine izin verilmesi, 6. Türk vatandaşı veya Türkiye’de yaşayan binlerce Uygurun Doğu Türkistan’da kalan aile fertleri ile irtibata geçebilmesi, paramparça olan aileleri yeniden birbirine kavuşturarak, bu çeşit trajedilere derhal son verilmesi, 7. Uygurlara uygulanan Seyahat kısıtlamalarının kaldırılması. Kamuoyuna saygıyla duyurulur; Dünya Uygur Kurultayı Vakfı Uygur Akademisi Vakfı Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı Uygur Hareketi Teşkilatı Uygur Araştırmaları Merkezi"

Rusya’da cinsiyet uyum sürecini yasaklayan yasa kabul edildi

Yurtiçinden ve yurtdışından gelen eleştirilere rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Temmuz’da cinsiyet uyum ameliyatlarını ve cinsiyet uyum süreciyle ilgili ilaç ve hormonların kullanılmasını yasaklayan yasayı imzaladı. Yasa, akşam saatlerinde hükümete ait bir internet sitesinde yayınlanarak derhal yürürlüğe girmiş oldu. Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma, sağlık ve medeni durum alanlarında mevcut yasaları değiştiren tasarıyı 14 Haziran'da oybirliğiyle kabul etmişti. Mayıs ayı sonunda bir önerge olarak parlamentoya sunulan tasarı cinsiyet uyum süreçlerini yasaklıyor ve sadece "çocuklarda doğuştan gelen anomalilerle bağlantılı" istisnalar öngörüyor. Bundan böyle kimliklerdeki cinsiyet hanesinde sadece atanmış cinsiyet yer alacak ve bunda değişiklik yapılamayacak. Başka ülkelerde yapılan cinsiyet uyum geçişleri de kabul edilmeyecek.  Yeni yasa, resmi cinsiyet kaydını uyumlulaştırmış olan transların evlat edinmesini veya koruyucu ebeveynlik yapmasını da yasaklıyor.  Medyada yer alan çelişkili haberlere göre, bu kişilerin evliliklerinin geçersiz sayılması ya da boşanma gerekçesi olarak kabul edilmesi de söz konusu. Rusya’da LGBTİ+fobi devlet tarafından her gün tırmandırılıyor. 2013 yılında kabul edilen ve sonrasında kapsamı genişletilen "Eşcinsellik Propaganda Yasası" ise onur yürüyüşü gibi etkinliklerin durdurulması ve eşcinsel haklarını savunanların gözaltına alınmasında kullanılıyor. 2020'de yürürlüğe giren yeni anayasada, evlilik yalnızca kadın ve erkek arasında kurulan bir birlik olarak tanımlanıyor. Bu yasanın kabul edilmesiyle, evlilik sadece cis kadınlar ve cis erkekler arasında gerçekleştirilebilecek. Türkiye’de de benzer bir yasa teklifi verilmesi gündeme gelmiş, sonra teklif geri çekilmişti. Ancak geçtiğimiz günlerde Erdoğan bir kez daha aynı yasa teklifinin sinyallerini verdi. Yeniden Refah ve Hüda Par gibi sağcı LGBTİ+fobik partiler de değişikliğe destek veriyor. Rusya, Avrupa ve Orta Asya'daki 600'den fazla örgütle birlikte çalışan ILGA-Europe adlı sivil toplum kuruluşunun LGBTİ+ dostu ülkeleri sıraladığı Rainbow Europe (Gökkuşağı Avrupa) listesinde sondan üçüncü sırada yer aldı.

İspanya seçimleri: Aşırı sağın beklediği olmadı

İspanya'da mücadele eden devrimci sosyalist örgüt Marx21'den Rodrigo Lombo yazdı: İspanya'da Pazar günü gerçekleştirilen erken seçim, Muhafazakar Halk Partisi (PP) ve aşırı sağcı Vox'un salt çoğunluğu elde edeceği yönündeki tahminleri boşa çıkardı. Çoğunluk olma şansını yedi sandalye ile kaçırdılar, ancak hayal kırıklıklarının bedelini sol koalisyon ödedi. PP yaklaşık 8,2 milyon oyla birinci parti oldu ve 2019'a kıyasla 47 sandalye daha kazanarak meclisteki koltuk sayısını 136’ya çıkardı.  Koalisyon hükümetinin başını çeken Sosyalist İşçi Partisi PSOE de yaklaşık 7,8 milyon oyla muhafazakarların oyuna yetişti, meclisteki koltuk sayısını ikiye katlayarak 122'ye çıkardı. Aşırı sağcıların partisi Vox ise 600.000'den fazla oy kaybetti, önceden 52 olan koltuk sayısı 33’e düştü.  Bir zamanların radikal sol partisi olan Podemos, Komünist Parti liderliğindeki Birleşik Sol’un da dahil olduğu [ve Katalonya ve Bask bölgelerinin bağımsızlık taleplerini savunan] sol koalisyonun hemen üstünde yer aldı. Koalisyonun küçük ortağı Sumar, 2019 seçimlerine Unidas Podemos olarak girdiği döneme kıyasla yedi sandalye kaybetti, seçimi 31 sandalye ile bitirdi. Sonuçlar, 2019 sonunda kurulan sol koalisyonun da bir irtifa kaybı yaşadığını gösteriyor – üstelik bir önceki hükümet asgari ücretin artırılması, konut yasaları ve trans hakları gibi pek çok önemli reformu onaylamıştı. Bu güç kaybının nedeni ise, Unidas Podemos ile sol kanattaki Katalan ve Bask partilerinden (Katalonya Cumhuriyetçi Solu ve EH Bildu) gelen baskısıydı. Sol, büyük şirketleri ve bankaları da memnun etmeye çalışmıştı. Aynı hükümet geçen yıl Melilla ile Fas arasındaki sınırda, büyük çoğunluğunu Afrika’dan gelenlerin oluşturduğu onlarca göçmenin katledilmesini de meşrulaştırmıştı. Sağın salt çoğunluğu sağlayamamış olmasına rağmen, sol koalisyon hükümetinin devam edip edemeyeceği de henüz kesin değil. Kaderini, Katalan bağımsızlık mücadelesinin siyasi güçleri belirleyecek – bu güçler solda olduğu kadar sağda da mevcuttur. Seçim sonuçlarına dair en iyi haber ise şüphesiz Vox'un güç kaybetmiş olmasıydı. İspanya nüfusunun büyük çoğunluğu Franco diktatörlüğünü savunan, translara ve göçmenlere saldıran, kadına yönelik şiddetin varlığını inkar eden bu partiye sırtını döndü. Vox oylarının büyük bir kısmı, Donald Trump yönetimindeki Cumhuriyetçiler örneğinde olduğu gibi sağa doğru radikalleşme eğilimi gösteren Muhafazakar Halk Partisi’ne (PP) kaydı. Dolayısıyla aşırı sağdan gelen tehdit henüz ortadan kalkmış değil – sadece seçimlerde değil toplumsal alanda da etkili olmaya devam ediyorlar. Bu nedenle, hepimizin en acil görevi faşizme ve ırkçılığa karşı birleşik mücadeleyi inşa etmektir. Katalonya'da çok geniş bir yelpazeye yayılan çeşitli toplumsal hareketlerin yanı sıra solun kendisini de kapsayan büyük bir oluşum olan Faşizme ve Irkçılığa Karşı Birleşelim hareketi varlığını sürdürmeye devam ediyor. Faşistlerin partisi olan Katalunya Platformu’nu (PxC) yenmeyi başardıklarında ne kadar güçlü olduklarını herkese gösterdiler. PxC 2010-11 aralığında bölgedeki en tesirli faşist yapıydı ancak artık tarihe karıştı. Özetle, solun geri kalanının şimdi hiç vakit kaybetmeden birleşik cephe ihtiyacına yanıt verecek şekilde faşizme ve ırkçılığa karşı birleşmesi ve buradan gelen gücünü İspanya’nın tamamında büyütmesi gerekiyor. Fakat bunun da ötesinde, faaliyetlerini seçimlere endekslemeyip gelecek için gerçek bir umut sunan aşağıdan mücadeleleri büyütmeye adanacak daha güçlü ve daha tutarlı bir anti-kapitalist solu inşa etmemiz gerekiyor.  Rodrigo Lombo, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSiP) İspanya’daki kardeş örgütü Marx21'in üyesidir. Çeviri: Tuna Emren

Geri 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 İleri

Bültene kayıt ol