Avusturya’da ÖVP ile faşist FPÖ arasında süren koalisyon görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı

İsrail ABD emperyalizminin sadık bekçi köpeği mi?

ABD'nin mali-askeri desteği olmadan İsrail devleti ayakta kalamaz. İncirlik'te ABD Üssü'nün varlığını belirtelim. Dáire Cumiskey'nin yazısında ABD-İsrail arasındaki ilişkileri ve çelişkiler anlatılıyor. srail her zaman ABD emperyalizmi için bölgedeki tüm düşmanlarını disipline edebilen ve onlara saldırabilen bir bekçi köpeği olmuştur. Bazen başkaları bu gerçeği dile getirmezken, aykırı politikacılar dile getirir. Bağımsızların 2024 başkanlık seçimleri adayı Robert F Kennedy Jr, geçtiğimiz günlerde "İsrail bizim için bir siper... Neredeyse Ortadoğu'da bir uçak gemisine sahip olmak gibi bir şey. Bizim en eski müttefikimiz." ABD Başkanı Joe Biden, "Eğer bir İsrail olmasaydı, çıkarlarımızın korunduğundan emin olmak için bir tane icat etmek zorunda kalırdık" derken bu ilişkiyi ima ediyordu. İsrail'in ABD emperyalizminin bekçi köpeği olma rolü yirminci yüzyılın ortalarında tesis edilmiştir. Bu ortaklık 1951 yılında İsrail gazetesi Haaretz tarafından not edilmiştir. Gazete şöyle yazıyordu: "İsrail'in güçlendirilmesi Batılı güçlerin Orta Doğu'da istikrarı korumasına yardımcı olur. İsrail bekçi köpeği haline gelecektir." "Eğer Batılı güçler bazen gözlerini kapatmayı tercih ederlerse, Batı'ya karşı nezaketsizliği izin verilen sınırların ötesine geçen birkaç komşu devleti cezalandırmak için İsrail'e güvenilebilir." İsrail 1967'de Ürdün, Mısır ve Suriye ile Altı Gün Savaşı'nı kışkırttığında ABD'ye kendini kanıtlayabildi.  O tarihten itibaren ABD'nin İsrail'e sağladığı fonlar dramatik bir şekilde arttı. ABD, 1946 ile 2016 yılları arasında terör devletine neredeyse 123 milyar dolar ödedi. Security Assistance Monitor (CIP) tarafından yapılan bir araştırma, 2000 yılından bu yana geçen 22 yılda İsrail'in 9,2 milyar doların üzerinde ABD silahı satın aldığını ortaya koymuştur. ABD silah endüstrisi İsrail ölüm makinesinin donatılmasına yardımcı olmaktadır.  Biden son elli yıldır Kongre'de İsrail'in sadık bir destekçisi olmuştur.  Bunun karşılığında Washington'daki İsrail yanlısı lobiden kampanya bağışları ve konuşma ücretleri alarak ödüllendirildi. Ancak ABD'nin İsrail'i sadece para ve lobiler nedeniyle desteklediğini söyleme tuzağına düşmemek önemlidir.  Bunun yerine, ABD devleti İsrail'in emperyalist bir müttefik olarak ne kadar değerli olduğunu biliyor. İsrail'e destek son elli yıldır her ABD başkanı için bir ön koşul olsa da, bu kolay bir ilişki değildir. ABD yönetimleri bazen bekçi köpeklerini dizginlemeye çalışsa da İsrail çoğu zaman kendi başına hareket ediyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 2017 yılında İsrail'in uluslararası hukuka göre yasadışı olan yerleşim yeri inşa programını eleştirmek zorunda kalmıştı. İsrail'in 2021'de Gazze'ye saldırmasının ardından, İsrail devletini itidalli olmaya çağıran yine ABD oldu. ABD'li yetkililerin ikna çabaları sonucunda İsrail geçen hafta Gazze'deki çatışmalara dört saatlik aralar vermek zorunda kaldı. Blinken geçen hafta Salı günü G7 dışişleri bakanları toplantısında yaptığı konuşmada ABD'nin Gazze'nin uzun süreli işgaline karşı olduğunu da belirtti. ABD ve İsrail sıkı müttefikler olmaya devam etse de her iki devletin farklı hedefleri var. ABD İsrail'in Orta Doğu'daki emperyal çıkarlarını korumasını isterken, İsrail Filistin'deki Siyonist projesini tamamlamak istiyor.  Bu iki hedef her zaman örtüşmüyor. Biden'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Filistinlilere yönelik baskıyı destekleyen ilişkisini öne çıkaran protestolar, gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimleri öncesinde ABD siyasetini şekillendirecek. Geçtiğimiz Cumartesi günü (11 Kasım) benzeri görülmemiş bir 800.000 kişi Filistin ile dayanışma amacıyla yürüdü. Filistin hareketini büyütmek için daha fazla kitlesel protestoya ihtiyaç var ve bu, ABD'nin İsrail ile ilişkisini sonlandırmak için hayati önem taşıyor.

Chris Hedges yazdı: Dehşet, dehşet

İsrail'in,  her gün yüzlerce Filistinliyi (aralarında çocuklar da var) katleden soykırım saldırıları, Gazze'de geri kalan hastaneleri de bombalamaya kadar genişledi. Doha, Katar: El Cezire'nin Arapça servisine ait stüdyodayım, Gazze Şehrini canlı yayında izliyorum. Gazze'nin kuzeyindeki El Cezire muhabiri, İsrail'in yoğun bombardımanı nedeniyle güney Gazze'ye tahliye edilmek zorunda kaldı. Kamerasını da geride bıraktı. Kamera Gazze'nin en büyük sağlık kompleksi olan El Şifa hastanesine doğrultulmuş durumda. Şimdi gece. İsrail tankları doğrudan hastane yerleşkesine ateş açıyor. Uzun yatay kızıl parlamalar. Bir hastaneye kasıtlı saldırı. Kasıtlı bir savaş suçu. Ağır hastalar ve bebekler de dahil olmak üzere en çaresiz sivillere yönelik kasıtlı bir katliam. Sonra yayın kesiliyor. Monitörlerin önünde öylece oturuyoruz. Sessiz sedasız. Bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Elektrik yok. Su yok. İnternet yok. Tıbbi malzeme yok. Kuvözdeki her bebek ölecek. Her diyaliz hastası ölecek. Yoğun bakımdaki herkes ölecek. Oksijene ihtiyacı olan herkes ölecek. Acil ameliyata ihtiyacı olan herkes ölecek. Peki aralıksız bombalamalar nedeniyle evlerini terk ederek hastane arazisine sığınan 50.000 kişiye ne olacak? Bunun cevabını da biliyoruz. Onların da pek çoğu ölecek. Şahit olduklarımızı anlatmaya kelimeler yetmez. Beş haftalık dehşet içinde bu, dehşetin doruklarından biri. Avrupa'nın kayıtsızlığı yeterince kötü zaten. ABD'nin aktif suç ortaklığına ise akıl sır erdirmek mümkün değil. Hiçbir şey bunu haklı çıkaramaz. Hiçbir şey. Ve Joe Biden tarihe soykırımın suç ortağı olarak geçecek. Dilerim, katledilmelerine ortak olduğu binlerce çocuğun hayaleti hayatının sonuna kadar onun peşini bırakmasın. İsrail ve ABD dünyanın geri kalanına tüyler ürpertici bir mesaj gönderiyor. Cenevre Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası hukuk ve insani hukuk metinleri, anlamsız birer kâğıt parçalarından ibarettir. Bunlar Irak'ta geçerli olmadılar. Gazze'de de geçerlikleri yok. Mahallelerinizi, şehirlerinizi bombalarla, füzelerle yerle bir edeceğiz. Kadınlarınızı, çocuklarınızı, yaşlılarınızı, hastalarınızı hayasızca katledeceğiz. Açlık yaratmak ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasını sağlamak için ablukalar koyacağız. Ey, dünyanın "ikincil soyları", sizin hiçbir öneminiz yok. Bizler için siz, yok edilmesi gereken haşaratsınız. Biz her şeye sahibiz. Eğer bunlardan herhangi birini bizden almaya kalkarsanız sizi öldürürüz. Ve bunun hesabını asla vermeyiz. Bizden nefret etmeleri, sahip olduğumuz değerlerden dolayı değil. Bizden nefret etmeleri, değerlerimiz olmadığı için. Bizden nefret ediyorlar çünkü kurallar yalnızca başkaları için geçerli. Bizim için değil. Bizden nefret ediyorlar çünkü biz, ayrım gözetmeksizin katliam yapma hakkını kendimizde görüyoruz. Bizden nefret ediyorlar, çünkü kalpsiz ve zalimiz. Bizden nefret ediyorlar çünkü ikiyüzlüyüz: bir yandan sivilleri korumaktan, hukukun üstünlüğünden ve insancıllıktan söz ederken, Gazze'de her gün 160'ı çocuk, yüzlerce insanın hayatını söndürüyoruz.  İsrail, yüzlerce kişinin ölümüne yol açan Gazze'deki El Ahli Arap Hıristiyan hastanesini bombalamakla suçlandığında haksızlığa karşı duyulan kızgınlıktan kaynaklanan bir ahlaki öfkeyle tepki gösterdi. Bombalamanın Filistin İslami Cihad örgütü tarafından atılan hedefi sapmış bir roketten geldiğini iddia etti. Oysa, Hamas'ın ya da İslami Cihad'ın cephaneliğinde, hastaneyi vuran füzenin devasa patlayıcı gücünü uzaktan yakından taklit edebilecek hiçbir şey yok. Gazze konusunda yıllar yılı birçok haber yapmış olanlar bu İsrail klişesini o kadar çok duyduklar ki, artık gülünç kaçıyor. İsrail yönetimleri işledikleri savaş suçlarından dolayı daima Hamas'ı ve Filistinlileri suçlarlardı zaten, şimdi de hastanelerin Hamas'ın komuta merkezleri ve dolayısıyla meşru hedefler olduğunu iddia etmeye çalışıyorlar. Asla bir kanıt sunmuyorlar. İsrail ordusu ve hükümeti nefes alıp verircesine yalan söylüyor. El Şifa'da çalışan personeli de bulunan Medecins Sans Frontieres (Sınır Tanımayan Doktorlar) kuruluşu hastaların, doktorların ve hemşirelerin "hastanelerde ateş altında mahsur kaldıklarını" belirten bir bildiri yayınladı. "İsrail hükümetine Gazze'nin sağlık sistemine yönelik bu amansız saldırıyı durdurması" çağrısında bulundu. “Son 24 saat boyunca Gazze'deki hastaneler amansız bir bombardıman altındaydı. MSF personelinin halen çalışmakta olduğu en büyük sağlık tesisi olan El Şifa hastane kompleksi, doğumhane ve ayakta tedavi bölümleri de dahil olmak üzere birçok kez vuruldu ve bu da çok sayıda ölüm ve yaralanmaya yol açtı" deniyordu çağrıda. Ve şöyle devam ediliyordu: “Hastane etrafındaki çatışmalar durmadı. MSF ekipleri ve yüzlerce hasta hâlâ El Şifa hastanesinde. MSF, hastanelere yönelik saldırıların durdurulması, ateşkesin derhal sağlanması ve tıbbi tesislerin, sağlık personelinin ve hastaların korunması yönündeki çağrılarını acilen yineliyor.” Bir doktorun El Cezire'ye "hastanelere karşı savaş açıldığı gün" diye nitelediği günde, kuzey Gazze ve Gazze Şehri'ndeki diğer üç hastane İsrail güçleri ve tankları tarafından kuşatıldı. Endonezya Hastanesinde de elektrik olmadığı bildirildi. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), Gazze'deki 36 hastaneden 20'sinin artık hizmet veremediğini bildirdi. İsrail ve Washington'un sinizmi ve alaycılığı nefes kesici. Niyetleri açısından ikisinin arasında hiçbir fark yok. Washington bunun bir an önce yapılmasını istiyor sadece, hepsi o kadar. İnsani koridorlar açılması mı? Bombardımana ara verilmesi mi? Bunlar kuzey Gazze'nin nüfusundan toptan arındırılmasını kolaylaştıracak araçlardır. Bir avuç yardım kamyonunun Refah'tan Mısır sınırına geçmesine izin verilmesi mi? Bu bir halkla ilişkiler hilesidir. Burada tek bir amaç var: öldür, öldür, öldür. Ne kadar hızlı olursa o kadar iyi. Biden yetkililerinin tek konuştuğu şey, İsrail’in Gazze'deki katliamı tamamladıktan sonra ne olacağı. Gazzeliler şeridin güney kesiminde açıkta barınaksız yaşayıp yiyecek, su ve tıbbi bakım eksikliği nedeniyle ölene kadar İsrail'in katliamının sona ermeyeceğini biliyorlar. İsrail'in kara harekâtından önce Gazze, gezegendeki en yoğun nüfuslu yerlerden biriydi. Kuzeyden gelen 1,1 milyon Gazzelinin güneydeki 1 milyonun üzerine yığılmasıyla neler olacağını bir düşünün artık. Kolera gibi bulaşıcı hastalıklar salgın haline geldiğinde neler olacağını bir düşünün. Açlığın yarattığı tahribatı düşünün. Bir şey yapılması yönünde baskılar artacaktır. Ve İsrail'in umduğu da o bir şey işte; yani Filistinlileri topluca sınırdan öteye, Mısır'da Sina'ya itmek. Filistinliler bir kez oraya vardıklarında asla geri dönmeyecekler. İsrail'in Gazze'deki etnik temizliği tamamlanmış olacak. Ondan sonra da İsrail’in Batı Şeria'daki etnik temizliği başlayacak. Bu, İsrail'in manyak hayalidir. Bunu başarmak için Gazze'yi yaşanmaz hale getirecekler. Şimdi kendinize şunu sorun: Gazze'de bir Filistinli olsaydınız ve silaha erişiminiz olsaydı ne yapardınız? İsrail ailenizi öldürseydi nasıl tepki verirdiniz? Zalimler için değil, yalnızca mazlumlar için geçerli olduğunu bildiğiniz halde, uluslararası veya insani hukuku neden önemsiyesiniz ki? İsrail'in iletişim kurmak için kullandığı tek dil terörse, görünüşe göre anladığı tek dilse bu, terörle karşılık vermez misiniz? İsrail'in ölüm şenliği Hamas'ı ezemeyecek. Hamas bir fikirdir. Bu fikir, şehitlerin kanıyla besleniyor. İsrail de Hamas'a bol miktarda kan nakli depolaması yapıyor. Chris Hedges  11 Kasım, 2023 Türkçe’ye çeviren: Nil Kayarlar Sarrafoğlu Çeviri editörü: Ömer Madra

Netanyahu muhalifi esir aileleri: Ateşi kes, hemen şimdi!

İsrail'de Hamas'ın elindeki esirlerle dayanışma için büyük gösteriler yapıldı. Bunlardan biri de aşırı sağcılara karşı muhalif olan İsrailli ailelerin düzenlediği mitingdi. Mitingte Yahudiler ve Arapların bir arada yaşaması için barış çağrıları yapıldı. Batı Kudüs'te yapılan hükümet karşıtı miting öncesi yazılı açıklama yapan Kaçırılan ve Kayıp Aileleri İnisiyatifi, "İsrail hükümetinden ihlal edilen toplumsal anlaşmayı yeniden tesis etmesini bekliyoruz. Bizler 7 Ekim'de bedeli ödedik, şimdi sıra sizde" dedi. Dedesi Chaim Peri, 7 Ekim'de Nir Oz beldesinde esir alınarak Gazze'ye götürülen 27 yaşındaki Mai Albini, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İsrail ve Filistinlilerin bir arada yaşaması gerektiğine inandığını, "savaş ve barış arasında bir seçenek yapmak zorunda kalsa her zaman barışı seçeceğini" söyledi. Hükümetin Gazze'deki esirler için kurduğu birimle babası ve amcasının görüştüğünü aktaran Albini, "Bana göre, hükümet ya yeterince çalışmıyor ya da hiç çalışmıyor. Bu konuda deneyimi, bilgisi, esir takası tecrübesi olmayan kişileri göreve getirdiler. Görevleri profesyonel isimlere vermek yerine, eşlerini, dostlarını bu pozisyonlara getiriyorlar." diye konuştu. Albini, İsrail ve Filistin tarafının ellerindeki tüm esir ve tutukluları bırakması teklifini desteklediğini belirterek, şunları söyledi: "Barışa ihtiyacımız var. Barış tek çare. Bunun askeri bir çözümü yok. Gazze'yi yeryüzünden silmek diye bir durum olamaz. Batı Şeria'yı ele geçirmek diye bir şey olamaz. Sadece barış içinde yaşamak olabilir. Bazıları barış istemediğini söyleyebilir, bizden bazıları barış istemeyebilir. Ama barış isteyen Yahudiler ve Araplar el ele buna doğru gidecektir. Barış için çalışmaya devam edeceğiz. Bundan 100 sene sonra ölecek olsam o gün barış için her şeyi yaptığımdan emin olacağım. Böyle yaşamak istiyorum." Muhaliflerin yaptığı mitingin hükümet yanlısı aşırı sağcılar tarafından kuşatıldığını belirtelim. Netanyahu'nun yargıya yaptığı müdahale sonra İsrail devletinin suçlarını eleştiren İsrailler "vatan haini" ilan edilip, hapse gönderilme ya da sınırdışı edilme tehdidi ile karşı karşıya. Bombardıman altındaki Gazze'de 200'den fazla İsrail vatandaşının esir alındığı biliniyor. Aileleri İsrail devletinin imha politikalarına karşı çıkıyor.

İsrail Gazze Şeridi'ndeki hastaneleri hedef aldı

İsrail, Gazze'ye yönelik saldırılarının son aşamasında hastaneleri bombalıyor. Askerleri Cumartesi günü (11 Kasım) Gazze'nin en büyük hastane kompleksi olan El Şifa'nın ön kapılarına ulaşmıştı. Burası binlerce yaralı ve yerinden edilmiş insanın şiddetli bombardıman altında mahsur kaldığı yer. El Şifa Hastanesi'nin müdürü Muhammed Ebu Selmiya, kuşatma altındaki tesisin içinden El Cezire'ye'ye yaptığı açıklamada "Ölümden dakikalarla uzaktayız" dedi. Güç ve yakıtın tükenmesinin ardından sağlık operasyonları askıya alınmak zorunda kaldı. Ebu Salmiya, İsrail güçlerinin El Şifa'nın binalarını hedef aldığını ve hastane yerleşkesi içinde hareket eden herkesin İsrailli keskin nişancılar tarafından saldırıya uğradığını söyledi. "İçeride doğan bebeklere yardım eli uzatmak için kuvöze ulaşmaya çalışan sağlık ekibinin bir üyesi vurularak öldürüldü" dedi. "Kuvözde bir bebeğimizi kaybettik, yoğun bakım ünitesinde de genç bir adamı kaybettik." Şu anda El Şifa'da bulunan Gazze Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Yusuf Ebu El Reş, hastanedeki tüm jeneratörlerin kapalı olduğunu ve tüm güç kaynaklarının kesildiğini söyledi. "Kuvözlerde 39 yeni doğmuş bebeğimiz var, bu bebekler ölüme karşı savaşıyor" dedi.  "Hastane çevresinde şiddetli silah sesleri duyuluyor, yoğun bakım ünitesine birkaç dakika önce bir havan topu mermisi düştü. Her yerde kan var, temizleyemiyoruz bile."  İsrail, El Şifa'nın Hamas'a ait bir komuta merkezini koruduğunu iddia ederken, hastane müdürü bu suçlamayı "tamamen yalan" diyerek reddetti. Hamas da iddiaları reddediyor. Başka bir yerde İsrail tankları Gazze'nin en büyük sağlık tesisini kuşattı. Gazze'nin kuzeyindeki Al Nasr hastanesi ve Al Rantisi Çocuk hastanesinin başında bulunan Mustafa al-Kahlout CNN'e yaptığı açıklamada, "Tamamen kuşatılmış durumdayız ve ayrılamıyoruz. Elektriğimiz yok, hastalar için oksijenimiz yok, ilacımız ve suyumuz yok. Akıbetimizi bilmiyoruz" dedi. Batı Şeria'da İsrail ile işbirliği yapan Filistin Yönetimi Sağlık Bakanı Mai al-Kaila bile İsrail güçlerini Gazze'nin en büyük hastanesini beyaz fosforla bombalamakla suçladı: "Bu uluslararası alanda yasaklanmış bir silah. İsrail'in El Şifa Hastanesi'ni beyaz fosforla bombalamasının hesabını kimden soracağımızı merak ediyoruz."  İsrail güçlerinin Gazze'de bir "soykırım" gerçekleştirdiğini de sözlerine ekledi: "Kaçınılmaz ölüm Gazze hastanelerindeki hastaların kaderi haline geldi. Biz bundan İsrail'i, Birleşmiş Milletleri ve uluslararası toplumu sorumlu tutuyoruz."

Bir daha asla! 9-10 Kasım: Almanya’da 'Kırık Camlar Gecesi' yaşandı

9–10 Kasım 1938 gecesi Nazi rejimi Almanya'sında bir dizi Yahudi karşıtı şiddet olayı düzenlendi. Bu olay, Kristallnacht ya da “Kırık Camlar Gecesi” olarak bilinir. Bu ad, yaşanan şiddetin ardından sokaklarda kalan kırık vitrin camlarından gelmektedir. Yaşanan şiddet olaylarının Yahudilere karşı planlı olmayan bir öfke patlaması olarak görünmesi planlanmıştı. Ancak aslında Nazi liderleri, bu eylemleri Adolf Hitler’in desteğiyle koordine etti. 9 Kasım gecesi Nazi Partisi’nin paramiliter birimlerine (SS, SA ve Hitler Gençliği) Yahudi topluluklarına saldırmaları emredildi. Takip eden saat ve günlerde organize olmuş Nazi grupları, Nazi Almanya'sındaki Yahudilerin yaşantısını altüst etti. Yüzlerce sinagog ateşe verildi. Yahudilerin sahibi olduğu binlerce işletme yakılıp yıkıldı ve mağaza vitrinlerinin camları kırıldı. Yahudi mezarlıklarına ve konutlarına zarar verildi. Nazi liderleri, polise ve itfaiye ekiplerine saldırıları göz ardı etmelerini emretti. Polis ekipleri, Yahudileri ve Yahudilerin mülklerini korumadı. İtfaiye ekipleri, sinagoglardaki yangınları söndürmedi. Kristallnacht sırasında ve takip eden süreçte yüzlerce Yahudi hayatını kaybetti. Ertesi sabah Nazi rejimi, polise yaklaşık 30.000 Alman Yahudi'si erkeği tutuklamasını emretti. Bu kişiler, hiçbir suç işlememişti. Polis tarafından sadece Yahudi oldukları için tutuklanmışlardı. Tutuklananlar Dachau ve Buchenwald gibi toplama kamplarına gönderildiler. Tutuklamalar, Yahudi ailelerini ve topluluklarını şok edip dehşete düşürdü. Nazi yetkilileri, ailesi Almanya’yı terk etme yönünde planları olduğunu kanıtlayan kişileri serbest bıraktı. Tutuklanan diğer kişiler ise bu kamplarda hayatını kaybetti. Kırık Camlar Gecesi, Almanya’daki Yahudiler için önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olayın ardından çok sayıda Yahudi, Nazi Almanya'sında kendileri için bir gelecek olmadığı sonucuna vardı. Kaynak: https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/the-night-of-broken-glass

İsrail'e silah sevkiyatına durdurmak için doğrudan eylemler ve mücadeleye katılan sendikalar artıyor

Belçika'nın ardından İspanya'da liman işçileri sendikası, Gazze halkıyla dayanışma için İsrail'e silah götüren gemileri yüklememe kararı aldı. ABD'de protestocuların bir gemiye silah yüklenmesini engellemesi sendikalı işçilerden destek buldu. Bazı sendikalar örnek tutumlar alarak diğer sendikaları mücadeleye teşvik etmek istiyor. Amerika'da ve İngiltere'de aktivistlerin İsrail'e silah taşınmasını engellemek için yaptığı doğrudan eylemler, sevkiyatları geciktirdiği gibi sendikalı işçileri de etkileyerek mücadeleye çekiyor. Japonya ve Avustralya'da da işçiler ayakta. İspanya Barselona liman işçilerini temsil eden sendika,  İsrail'e ya da sivillere karşı kullanılabilecekleri başka bir savaş bölgesine giden hiçbir gemiye askeri malzeme yüklememe ya da boşaltmama sözü verdi. Barselona Liman Stevedorları Sendikası (Katalanca adıyla OEPB) yaptığı duyuruda İsrail, Filistin, Ukrayna ve diğer tüm küresel çatışmalarda ateşkes çağrısında bulundu. Sendika, "Limanımızda askeri teçhizat içeren ve tek amacı herhangi bir bölgedeki sivil nüfusu korumak olan nakliye faaliyetlerine izin vermemeye karar verdik," diye yazdı: "Hiçbir gerekçe sivillerin feda edilmesini haklı çıkarmaz." OEPB, bir işçi örgütü olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne "saygı duymanın ve onu şiddetle savunmanın" kendi görevi olduğunu söyledi: "Beyannameyi imzalayan ülkeler tarafından unutulmuş gibi görünen ve şu anda Ukrayna'da, İsrail'de, Filistin topraklarında ve gezegenin diğer bölgelerinde ihlal edilen insan haklarıdır." OEPB, tüm küresel düşmanlıklarda ateşkes çağrısında bulunmanın yanı sıra, Birleşmiş Milletler'i özellikle "eylemsizlik yoluyla suç ortaklığı duruşuna son vermeye" ve uluslararası barış ile güvenliği koruma, insan haklarını koruma, insani yardım dağıtma, sürdürülebilir kalkınma ve iklim eylemlerini destekleme, uluslararası hakları koruma misyonuna geri dönmeye çağırdı. İspanya 2022 yılının ilk yarısında 1,3 milyar avroluk askeri teçhizat ihraç etti ve bunun 9 milyonu İsrail'e gönderildi.  Bu hareket aynı zamanda İsrail'e giden silahları hedef alan ve sayıları giderek artan doğrudan eylemlerin de temelini oluşturuyor. İspanya'daki sendikanın kararı, Belçikalı üç taşımacılık sendikasının üyelerini İsrail'e giden askeri teçhizatı taşımamaya çağıran bir bildiri yayınlamasından bir hafta sonra geldi. Belçika Taşımacılık ve yer hizmetlerinde örgütlü üç sendika, Filistin'de yaşanan soykırım girişimine karşı harekete geçti. ABVV-BTB, ACV/CSC ve BBTK - Setca isimli üç sendika, Gazze'de ateşkes talep ederek, üyelerini İsrail'e giden silahların yükleme ve boşaltma işlemlerini yapmamaya çağırdı.  Sendikaların yaptığı ortak açıklama şöyle: "Filistin'de soykırım yapılırken, Belçika'nın çeşitli havalimanlarındaki işçiler silahların savaş bölgelerine gönderildiğini görüyor. Bu silahların yükleme ve boşaltımını yapmak kurumların masum insanları öldürmesine yardım ediyor. Biz yer hizmetleri sektöründe etkin sendikalar olarak üyelerimizi, Rusya ve Ukrayna arasındaki çatışmanın başında olduğu gibi net anlaşma ve kurallarla Filistin/İsrail'e askeri ekipman gönderen uçuşlarla ilgilenmemeye çağırıyoruz." Acil ateşkes çağrısı yapan sendikalar Belçika hükümetini de sevkiyatlarına hoşgörü göstermemeye davet etti. ABD Protestocular MV Cape Orlando gemisinin Oakland ve Tacoma limanlarından ayrılmasını, geminin İsrail'e gidecek silahlarla yüklü olduğu haberini aldıktan sonra engellemeye çalıştı. Cuma günü Oakland'da dokuz saat, Pazartesi günü ise Tacoma'da sekiz saatten fazla geminin ilerlemesini geciktirdi. Yüzlerce protestocu 6 Kasım sabahı Washington Eyaleti'ndeki Tacoma Limanı'nı bloke ederek Uluslararası Nakliyat ve Depo Sendikası'na (ILWU) bağlı işçilerin İsrail'e gittiğine inanılan bir gemiye silah yüklemesini engelledi. MV Cape Orlando'ya silahların yerel saatle sabah 7 ila 8 arasında yüklenmesi planlanmıştı. Ancak ILWU çalışanları protesto başladığında yüklemenin terminalde bulunan askeri personel tarafından yapılacağını söyledi. ILWU işçilerinin gösteri gibi "sağlık ve güvenlik" endişesi taşıyan gemilerde çalışmama hakları bulunuyor. Bir işçi direniş hattını geçmeyeceklerini söyledi. Bir işçi  protestodan etkilenerek gemiden indi ve 1.000'den fazla protestocu için bir mesaj bıraktı: "Mücadeleye devam edin, sendikalaşın, dünyanın büyük güçlerine birlik olarak anlamsız katliamların üstesinden gelebileceğimizi ve birbirimizin insanlığı için küresel bir bilinç geliştirebileceğimizi gösterin" dedi ve ekledi: "Ben hiçbir şekilde özel değilim. Hepiniz ve ben biriz." 75'ten fazla aktivist, İsrail'in Gazze'de kullandığı bombaları üreten Missouri'deki bir Boeing fabrikasının girişini engelledi. Fabrika İsrail'e küçük çaplı mombalar ve doğrudan saldırı mühimmatları da dahil olmak üzere yaklaşık 1.000 bomba göndermişti. Protestocular, 6 Kasım sabahı Boeing işçilerinin birkaç saat boyunca fabrikaya girmesini engelledi. İngiltere İngiltere'de Filistin ile dayanışma kampanyası yürüten aktivistler başta İsrail'in en büyük silah üreticisi olan Elbit Systems olmak üzere silah üreticilerini hedef alan çeşitli doğrudan eylemler gerçekleştirdi. 6 Kasım'da bir Elbit fabrikasını abluka altına aldı ve ardından üç protestocu tutuklandı. Salı günü ise Bristol'deki Elbit genel merkezinin girişini kapattılar. Grup, Bristol'de polisin dört protestocuyu tutukladığını ve olay yerine vardıklarında ablukayı kaldırmalarının üç saatten fazla sürdüğünü söyledi. Japonyalı ve Avustralyalı işçilerden de destek Japonya'da ise Chiba Ulusal Demiryolu Gücü Birliği (Doro-Chiba) yaptığı açıklamada, "Filistinli sendikaların çağrısına yanıt vereceğiz ve İsrail'e silah, mali yardım veya başka herhangi bir destek sağlamayı amaçlayan Kishida yönetimine karşı mücadele edeceğiz" dedi. İşçi sendikacıları ve aktivistler, Avustralya'da da bir silah kargosunun Melbourne limanına yanaşmasını ve yüklenmesini engelledi.

Chris Hedges: İsrail'in Filistinliler için nihai çözümü

​İsrail'de Yahudi faşizminin doğuşunu haberleştirenlerden biriyim. Kişisel adaylığı yasaklanan, kendi kurduğu Kach Partisi 1994 yılında İsrail tarafından yasadışı ilan edilen, ayrıca İsrail ve ABD tarafından terör örgütü olarak da ilan edilen aşırılık yanlısı Meir Kahane hakkında haberler yaptım. Sağcı Amerikalılardan yüklü miktarda fon alan Binyamin Netanyahu'nun Filistinlilerle barış anlaşması müzakereleri yürüten Yitzhak Rabin'e karşı aday olduğu dönemde düzenlediği siyasi mitinglere katıldım. Netanyahu'nun destekçileri "Rabin'e Ölüm" sloganları atıyorlardı. Bu destekçiler, Rabin'in Nazi üniforması giydirilmiş temsili bir kuklasını da yaktılar. Netanyahu, Rabin için düzenlenen sahte cenaze töreninin de başını çekti. Başbakan Rabin 4 Kasım 1995'te bir fanatik Yahudi tarafından öldürüldü. Rabin'in dul eşi Lehea, kocasının öldürülmesinden Netanyahu ve destekçilerini sorumlu tuttu. İlk kez 1996 yılında başbakan olan Netanyahu, siyasi kariyerini Avigdor Lieberman, Gideon Sa'ar, Naftali Bennett ve Ayelet Shaked gibi Yahudi radikalleri besleyerek geçirdi. Benito Mussolini'nin "iyi bir faşist" olarak nitelendirdiği Siyonist öncü Vladimir Jabotinsky'nin asistanı olarak çalışan babası Benzion, Yahudi devletini tarihi Filistin topraklarının tamamını ele geçirmeye çağıran Herut Partisi'nin liderlerindendi. Herut Partisi'ni kuranların birçoğu İsrail devletinin kurulmasını sağlayan 1948 savaşı sırasında terörist saldırılar gerçekleştirmiştir. Albert Einstein, Hannah Arendt, Sidney Hook ve diğer bazı Yahudi entelektüeller, New York Times'ta yayınladıkları bir bildiride Herut Partisi'ni "örgütlenmesi, yöntemleri, siyasi felsefesi ve toplumsal çekiciliği bakımından Nazi ve Faşist partilerine çok benzeyen bir siyasi parti" olarak tanımlamışlardır. Siyonist proje içinde Yahudi faşizminin bir türü her zaman var olmuştur. İşte şimdi o tür İsrail devletinin kontrolünü ele geçirmiş bulunuyor. Holokost'tan sağ çıkanlardan ve İsrail'in faşizm konusunda en önde gelen otoritelerinden biri olan Zeev Sternhell 2018'de şöyle bir uyarıda bulunmuş,"Sol artık burada gelişen zehirli aşırı milliyetçiliğin üstesinden gelebilecek durumda değil," demişti. "Avrupa'daki türü neredeyse Yahudi halkının çoğunluğunu yok eden cinsten aşırı milliyetçiliğin." Sternhell ardından şunu da eklemişti: "Burada sadece büyüyen bir İsrail faşizmini değil, Nazizm'in ilk aşamalarındakine benzer bir ırkçılığı da görmekteyiz."  Gazze'yi imha etme kararı, Kahane hareketinin mirasçıları olan İsrail kripto-faşistlerinin uzun zamandır hayaliydi. İktidardaki koalisyon hükümetini oluşturan bu Yahudi aşırılıkçılar, her gün yüzlerce Filistinlinin öldüğü Gazze'deki soykırımı düzenlemekteler. Kendi bahçelerinin özel üretimi olan bu faşizmin ikonografisinin ve dilinin şampiyonluğunu yapıyorlar. Yahudi kimliği ve Yahudi milliyetçiliği, nasyonal sosyalizmin kan ve toprak sloganının Siyonist versiyonlarıdır. Yahudi üstünlüğü Tanrı tarafından kutsanmıştır, tıpkı Netanyahu'nun Ahd-i Atik’teki Amaleklere (Ammonit’lere ) benzettiği Filistinlilerin  katledilmesi gibi. İmhası planlanmış düşmanlar – ki bunlar genellikle Müslümanlardır –  kötülüğün cismanileşmiş hali olan insanlık dışı varlıklardır. Şiddet ve şiddet tehdidi, Yahudi milliyetçiliğinin büyülü çemberinin dışında kalanların anladığı tek iletişim biçimidir. İsrail vatandaşlığına sahip olanlar da dahil olmak üzere milyonlarca Müslüman ve Hristiyan temizlenecektir.  İsrail İstihbarat Bakanlığı'ndan sızdırılan 13 Ekim 2023 tarihli 10 sayfalık bir belge, Gazze Şeridi'nde yaşayan 2,3 milyon Filistin’linin Mısır'ın Sina Yarımadası'na zorla ve kalıcı olarak nakledilmesini öneriyor.  Filistinlilerin toptan yok edilmesi ve etnik temizliğe tabi tutulması yönündeki kan dondurucu çağrıları ciddiye almamak büyük bir hata olur. Bu retorik abartılı değildir. Gerçek bir reçetedir. Netanyahu, daha sonra silinen bir tweet mesajında Hamas'la savaşı "ışığın çocukları ile karanlığın çocukları arasında, insanlık ile orman kanunu arasında bir mücadele" olarak tanımladı.  Bu Yahudi fanatikler Filistin sorununa kendi nihai çözüm versiyonlarını uygulamaya başladılar. BM'nin insani yardım ofisine göre, saldırının ilk iki haftasında Gazze'ye 12.000 ton patlayıcı atarak Gazze'deki konutların en az yüzde 45'ini yok ettiler. Yollarından döndürülmeye hiç niyetleri yok. Washington tarafından bile. New York Times'ın haberine göre "ABD'li yetkililer, İsrailli liderlerin askerî harekâtta kitlesel sivil kayıpların kabul edilebilir bir bedel olduğuna inandıklarını açıkça gördüler." Hedef, Filistinli bulaşıklarından arındırılmış "saf" bir İsrail'dir. Gazze çorak bir arazi, bir çöl olacak. Gazze'deki Filistinliler öldürülecek ya da Mısır sınırındaki mülteci kamplarına zorla gönderilecek. Mesihvarî kurtuluş, asıl Filistinliler kovulduktan sonra gerçekleşecektir. Yahudi aşırılık yanlıları, MS 70 yılında Roma ordusu tarafından yerle bir edilen Yahudi İkinci Tapınağı'nın kalıntıları üzerine inşa edilen ve Müslümanlar için en kutsal üçüncü mabet olan El Aksa Camii'nin yıkılması çağrısında bulunuyorlar. Caminin yerine "Üçüncü" bir Yahudi tapınağı inşa edilecek ve bu hamle Müslüman dünyasını kasıp kavuracak. Bağnazların "Yahudiye ve Samiriye" olarak adlandırdıkları Batı Şeria resmen İsrail tarafından ilhak edilecek. Ultra-ortodoks Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği partileri tarafından zorla dayatılan dini yasalarla yönetilen İsrail, İran'ın Yahudi versiyonu olacaktır. Filistin toprakları üzerinde mutlak ve tam bir İsrail kontrolü kurulmasına bir adım kaldı. İsrail'in yasadışı Yahudi yerleşimleri, kısıtlı askeri bölgeler, kapalı otoyollar ve ordu yerleşkeleri Batı Şeria'nın yüzde 60'ından fazlasını ele geçirmiş, Filistin kasaba ve köylerini çember içine alınmış gettolara dönüştürmüş durumda. İsrail'in Filistinli vatandaşlarına ve işgal altındaki topraklarda yaşayanlara karşı doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılık uygulayan 65'ten fazla yasa bulunmaktadır. Batı Şeria'da çoğu haydut Yahudi milisler tarafından ayrım gözetmeksizin Filistinlilerin öldürülmesi, bunların yanı sıra ev ve okulların yıkılması, sonra da kalan Filistin topraklarına el konulması kampanyası volkan gibi patlayacaktır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısından bu yana Batı Şeria'da 133'ten fazla Filistinli, İsrail ordusu ve Yahudi yerleşimciler tarafından öldürüldü ve binlerce Filistinli İsrail ordusu tarafından toplandı, dövüldü, aşağılandı ve hapsedildi. İsrail aynı zamanda, iktidardaki Yahudi faşistlerin manyak bakışını benimsemeyi reddeden ve devletin feci şiddetini kınayan "Yahudi hainlere" de saldırıyor. Faşizmin bilinen düşmanları – gazeteciler, insan hakları savunucuları, entelektüeller, sanatçılar, feministler, liberaller, solcular, eşcinseller ve pasifistler – şimdiden hedef alınmaya başladı. Netanyahu tarafından ortaya atılan planlara göre yargı iğdiş edilip kısırlaştırılacak. Kamusal alanda tartışma yok olup gidecek. Sivil toplum ve hukukun üstünlüğü ortadan kalkacak. "Sadakatsiz" olarak damgalananlar sınırdışı edilecek. Faşistler yaşamın kutsallığına saygı duymazlar. İnsanlar, kendi kabilelerinden bile olsalar, onların kafayı üşütmüş ütopyalarını inşa etme yolunda harcanabilir. İsrail'de iktidardaki bağnazlar Hamas'ın elindeki rehineleri İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinli rehineyle takas edebilirlerdi, İsrailli rehineler bu amaçla ele geçirildi zaten. Ve Hamas militanları İsrail'e girdikten sonra yaşanan kaotik çatışmalarda İsrail ordusunun sadece Hamas savaşçılarını değil, onlarla birlikte İsrailli esirleri de hedef almaya karar verdiğine dair kanıtlar var ortada. Max Blumenthal The Grayzone haber sitesinde, "7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıya tanıklık eden İsrailli tanıkların ortaya yeni çıkan ifadeleri, İsrail ordusunun Filistinli silahlı kişileri etkisiz hale getirmek için mücadele ederken kendi vatandaşlarını da öldürdüğüne dair yeni kanıtları ortaya çıkarmakta" diye yazıor. Blumenthal, Be'eri Kibbutz güvenlik ekibinin bir üyesi olan Tuval Escapa'nın, kibbutz sakinleri ile İsrail ordusu arasında koordinasyon sağlamak için bir telefon hattı kurduğunu belirtiyor.  Escapa, İsrail gazetesi Ha’aretz'e verdiği demeçte, çaresizlik başgöstermeye başladığında, "sahadaki komutanların, rehinelerle birlikte teröristleri de ortadan kaldırmak için evleri sakinlerinin başına yıkmak üzerine bombalamak da dahil olmak üzere birtakım zor kararlar aldığını" söyledi. Gazete, İsrailli komutanların, kontrolü ele geçiren "teröristleri püskürtmek için" Gazze'ye açılan Erez Kapısı'ndaki kendi tesislerine karşı ordudan "hava saldırısı talep etmek zorunda kaldıklarını" bildirdi. Bu üste İsrail Sivil İdare memurları ve askerleri bulunuyordu. İsrail, 1986 yılında, iki İsrail askerinin Hizbullah tarafından esir alınmasının ardından, Romalılar tarafından esir alınmaktansa kendini zehirleyerek öldüren Kartacalı generalin adının verildiği anlaşılan Anibal Talimatı adlı bir askeri politika başlattı. Talimat, esir alınan askerlerin ve sivillerin öldürülmesi pahasına da olsa, azami güç kullanımı yoluyla İsrail birliklerinin düşman eline geçmesini önlemek üzere tasarlanmıştı. Talimat, İsrail'in 2014 yılında Gazze'ye düzenlediği ve Koruyucu Hat Operasyonu olarak bilinen saldırı sırasında uygulandı. Hamas savaşçıları 1 Ağustos 2014 tarihinde İsrailli bir subay olan Teğmen Hadar Goldin'i esir almıştı. İsrail buna karşılık olarak Goldin'in tutulduğu bölgeye 2,000'den fazla bomba, füze ve top mermisi attı. Goldin 100'den fazla Filistinli sivil ile birlikte öldürüldü. Anibal direktifinin 2016 yılında iptal edildiği söyleniyor. Gazze başlangıç. Sırada Batı Şeria var.   Filistinlilerin kâbusuna alkış tutan İsrailliler yakında kendi kâbuslarını yaşayacaklar. Chris Hedges Türkçe’ye DeepL yardımıyla çeviren Ömer Madra

Demokratik, laik, birleşik Filistin neden tek çözümdür?

Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir çözüme kavuşması nasıl mümkün olabilir? Bugün Türkiye’de AKP’den CHP’ye, bütün düzen partileri, hatta kendini daha solda gören kimi partiler “iki devletli çözümü” savunuyor. Aynı şekilde Avrupa’da da yeşil, sosyalist ve komünist partilerin sağ partilerle birlikte iki devleti savunduğunu görüyoruz. Devletlerden ve uluslararası kuruluşlardan da benzer açıklamalar duyuyoruz. İki devletli çözüm konusunda adeta bir konsensus var. Öte yandan Filistinli ve Yahudi enternasyonalist solun, adil ve kalıcı barış için başka bir çözüm önerisi var: Demokratik Laik Birleşik Filistin!  İki devletli çözümü savunanlar Arap ve Yahudi halklarının birarada yaşayamayacağı gerici varsayımından hareket ediyorlar.  Halklar arasında kalıcı düşmanlık olmaz! Birleşik Filistin Devleti’ni savunan enternasyonalist sol ise, Arap, Yahudi, Müslüman, Hristiyan bütün halkların ve inançların, eşit yurttaşlık temelinde, gönüllü olarak ve barış içinde birarada yaşamasının mümkün olduğu düşüncesinden hareket ediyor. Halklar arasında kalıcı düşmanlıklar yoktur, açılmış yaralar sarılabilir, demokratik bir birlik temelinde gönüllü ve kardeşçe bir ortak gelecek daima kurulabilir.  Kökleri Fransız devrimine ve hatta ondan da çok öncesine dayanan bu düşüncenin “tekeli” aslında enternasyonalist sola ait değildir. Fakat ne yazık ki Filistin sorununa “evrensel insanlık değerlerinden” hareket ederek çözüm geliştirme görevi şimdilik sadece enternasyonalist sosyalistlerin omuzlarına yüklenmiş görünüyor. Öte yandan “Demokratik Laik Birleşik Filistin” çözümünün giderek daha fazla insana “en iyi çözüm” olarak görünmeye başladığına da memnuniyetle şahit oluyoruz. Bu öneri çok bilmiş burjuva yorumcular tarafından “iyi niyetli fakat hayatın gerçeklerine uymayacak derecede naif” olarak değerlendirilebiliyor. Oysa hayatın ve tarihin gerçekleri bize bambaşka bir şey söylüyor. Filistin tarihi bize ne anlatıyor? Filistin, tarihi boyunca çok kimlikli ve çok kültürlü bir coğrafya oldu. Araplar, Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar her toplumda görülebilecek küçük gerilimlere rağmen daima barış içinde birarada yaşadılar. Filistin’in ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu ve Kudüs’ün üç semavi din için de kutsal şehir olması çoğulculuğa dayanan bir ortak yaşamı zorunlu kılıyordu. Halkların ve inançların barışı, Siyonizmin Filistin’i herkesi kovarak fethedilecek bir hedef olarak önüne koymasıyla ve bölgede işbirlikçi bir devlet isteyen emperyalizmlerin de desteğini alarak saldırıya geçmesiyle birlikte bozuldu. Tam da bu yüzden “Demokratik Laik Birleşik Filistin”,  “bebekleri katillere dönüştüren” bir karanlık çağdan çıkış, tarihin, halkların ve inançların doğal ve normal hayatına dönüş anlamı taşıyor. Gerçek çözüm için… İki devletli çözüm ise, her şeyden önce en büyük kötülüğü Yahudi halkına reva görüyor, onları ırkçı ve teokratik İsrail’e mahkum ediyor. İki devletli çözüm, Araplar, Müslümanlar ve Hristiyanlar için de gerçek bir çözüm vaad etmiyor. Çözüm olarak birbirine hem benzeyen hem düşman iki teokratik devlete dayanan başka bir gerici statüko tesis etmekten öteye gidemiyor. Hristiyanların ve sürgündeki Filistinlilerin durumunu belirsizlik içinde bırakıyor. Demokratik ve birleşik Filistin için mücadele ederken ortak yaşamın mümkün olduğunu savunan enternasyonalistlerin önündeki en büyük engel her cepheden ırkçıların körüklediği Yahudi, Arap ve İslam düşmanlıkları. Siyonist ırkçılık Arapları ve Müslümanları köleden bile daha aşağı konumda, İsrailli savaş bakanının ifadesiyle “hayvan insanlar” olarak görüyor. Arap ve İslam düşmanlığını körüklüyor. Buna mukabil İsrail terörünün suçunu bütün bir Yahudi halkına yıkmaya çalışanlar da var. Çok yönlü nefret siyasetine karşı kesintisiz, kararlı ve birleşik mücadele bu yüzden önem kazanıyor. Arap, Yahudi, Müslüman, Hristiyan bütün halkların Ortadoğu’da var olma ve kendi kaderlerini tayin etme hakkı tartışılamaz. Diğer halkların varlığına ve haklarına saygı duymayan eğilimler mahkum edilmesi özellikle direniş saflarından tecrit edilmesi gereken unsurlardır. Bununla bağlantılı olarak, özgür demokratik bir Filistin’in tesisi için Siyonist devlet aygıtı bütünüyle tasfiye edilmek zorundadır. Bu devlet ve bütün kurumları ayrımcılığı kurumsallaştırmak amacıyla tesis edilmiştir. Meşruiyeti yoktur. Uluslararası Sosyalizm Akımı’nın açıklamasında yazdığı gibi: “Filistin ulusal hareketinin, İsrail topraklarında ve İşgal Altındaki Topraklarda Arapların, Yahudilerin, Müslümanların, Hıristiyanların ve hiçbir dine mensup olmayanların eşit haklara sahip olarak barış içinde bir arada yaşayabilecekleri laik demokratik bir devlete ilişkin özgün vizyonunu destekliyoruz. Filistin direnişi birleşik bir Filistin’in kurulması için vazgeçilmez bir koşuldur. Ancak Batılı emperyalist bekçi köpeği İsrail'i yenmek için tüm Arap dünyasının gücünün seferber edilmesi gerekmektedir. Yozlaşmış, baskıcı ve emperyalizme sıkı sıkıya bağlı mevcut Arap rejimleri bu mücadeleyi yürütmekten aciz olduklarını uzun zamandır kanıtlamışlardır. Arap Doğusunda işçilerin, kent yoksullarının ve köylülerin bu rejimleri devirdiği sosyalist devrim, İsrail'e karşı zaferin koşullarını tamamlayacaktır. 2011'deki ve daha yakın zamanda Cezayir ve Sudan'daki ayaklanmalar bize Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki devrim potansiyeline dair bir fikir verdi. İsrail'in Filistinlilere karşı yürüttüğü vahşi intikam savaşının Batı emperyalizmi için yarattığı tehlikelerin en küçüğü, Arap kitlelerini yeniden sokaklara dökmesi değildir. Eğilimimizin kurucusu Tony Cliff'in dediği gibi, Kudüs'e giden yol Kahire'den geçmektedir.” Tüm okurlarımızı Yahudi düşmanlığına, Arap ve İslam düşmanlığına karşı birlikte kesintsiz ve kararlı mücadeleye çağırıyoruz. Yahudi, Arap, Ermeni, Müslüman, Hristiyan, inançlı, inançsız bütün yurttaşlarının eşit haklılık ve gönüllü kardeşlik temelinde bir arada yaşadığı özgür bir Filisin için için hep birlikte mücadeleye!

ABD'de 20 yılın en büyük savaş karşıtı protestoları

İsrail'in Gazze'yi kuşatmaya başlamasından bu yana, dünya çapında Filistin'le dayanışma amacıyla kitlesel protestolar düzenlendi. Buna, ülkenin 2003'teki Irak Savaşı'ndan bu yana en büyük savaş karşıtı, anti-emperyalist protestolara tanık olduğu ABD de dahildir. Binlerce kişi New York, Los Angeles, Washington DC ve düzinelerce başka şehirde sokaklara çıktı. Yahudi aktivist grupların düzenlediği DC protestosuna binlerce kişi katıldı ve daha sonra aralarında iki düzine hahamın da bulunduğu yüzlerce kişi tutuklandı. Chicago'daki mitinge tahminen 25 bin kişi katıldı.  Yahudi protestocular, Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in Brentwood'daki evinin önünde eylemdeydi.  25 Ekim'de, yüzden fazla Kuzey Amerika kampüsünde on binlerce öğrenci, ‘’Derhal ateşkes, İsrail'e koşulsuz desteğin sona ermesi ve üniversitelerin Filistin işgalini finanse eden şirketlerden çekilmesi’’ talebiyle iş bırakma eyleminde birleşti. 27 Ekim gecesi Yahudi aktivistler Grand Central İstasyonu’nu kapattı ve bu da 300’den fazla kişinin tutuklanmasına yol açtı. ABD Filistin Hakları Kampanyası (USCPR) İcra Direktörü Ahmad Abuznaid, Mondoweiss'e "Bu şimdiye kadar gördüğümüzden daha büyük" dedi. "Bu, harekete verdiğimiz onlarca yıllık çalışmanın sonucudur ve bence bunun bir kısmı 2020'deki George Floyd protestoları ile bağlantılı. O zaman çok çeşitli, sosyal adalet yanlısı, ırkçılık ve savaş karşıtı yapı vardı.” Aktivistler İsrail'in saldırısının katıksız kötülüğünün ve siyaset kurumunun Filistin'e yardım etmeyi reddetmesinin, insanları protestoya sevk eden başlıca faktör olduğunu söylüyor. Data for Progress tarafından yapılan yeni bir anket, seçmenlerin yüzde 66'sının, bölgede ateşkes ve şiddetin azaltılması çağrısı yapması gerektiğine "kesinlikle katıldığını" veya "kısmen katıldığını" ortaya çıkardı. Buna Bağımsızların yüzde 57'si, Cumhuriyetçilerin yüzde 56'sı ve şaşırtıcı bir şekilde Demokratların yüzde 80'i dahildir. 23 Ekim: Protestolar dünya çapında devam ediyor. Londra'da Cumartesi günü 100 bin kişi Gazze'de ateşkes talebiyle yürüdü. New York'ta hafta sonu çok sayıda protesto gerçekleşti. Brooklyn'de polis cumartesi günü barışçıl protestoculara saldırdı. Protestoculardan birisi: "Buradayım. Çünkü Kudüs'te doğmuş bir Yahudiyim ve ABD'deki hükümetimin Filistinlileri durmaksızın katleden İsrail'e silah ve para göndermesi ve bitmek bilmeyen, koşulsuz diplomatik destek göndermesi beni dehşete düşürüyor ve öfkelendiriyor."  28 Ekim: “Bizim Adımıza Değil” New York Grand Central'da Gazze'de ateşkes talep eden Yahudi liderliğindeki oturma eylemi son 20 yılın en büyük sivil itaatsizlik eylemlerinden biri oldu.  Londra'da şimdiye kadarki üçüncü ve en büyük seferberlik Yarım milyon kişi Filistin için cumartesi günü Londra sokaklarındaydı. Dayanışmalarını göstermeye kararlı bir şekilde, metro çıkışlarından dışarı akın eden, istasyonlar arasında dolaşırken Filistin için slogan atan bir insan denizi vardı. Büyük insan blokları halinde yürüdüler ve Muhafazakarların yasaklayabileceklerini düşündükleri sloganları haykırdılar: "Nehirden denize, Filistin özgür olacak." Ve günün ilerleyen saatlerinde yüzlerce aktivist, Filistin için doğrudan eylemde bulunmak üzere Waterloo İstasyonu’nu işgal etti. Yürüyüşteki herkes İsrail'in cuma gecesi ve cumartesi sabahı Gazze'ye yönelik saldırısına öfkeliydi.  Yüzlerce kişi 31 Ekim Salı gecesi Filistin'le dayanışma amacıyla Londra, Liverpool Street İstasyonu'nu durma noktasına getirdi. Sisters Uncut liderliğindeki eylem, İsrail'in Gazze, Jabalia mülteci kampına düzenlediği hava saldırılarında en az 400 kişinin öldürülmesi üzerine gerçekleşti.  Derleyen Ahmet A.

Geri 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 İleri

Bültene kayıt ol