Chris Hedges: Üniversitelerde İsyan

Karabağ’da Ermeni katliamı ilk değil

Milattan önce 180 yılında Ermeni Krallığı’na bağlı 15 eyaletten biri olarak ilan edilen Arstakh (Karabağ) yıllar içinde farklı siyasi oluşumların yönettiği bir bölge olageldi. Uzun yıllar Ermeni Krallığı tarafından yönetilen Arstakh, milattan önce 95-55 yılları arasında hüküm süren Kral Büyük Tigran’ın kurduğu Tigranakert isimli antik bir kente de ev sahipliği yapıyor. Dördüncü yüzyılda eyaletten prensliğe dönüşen Arstakh, yedinci yüzyıl ortalarında İslam fetihleriyle birlikte Hilafet tarafından onaylanmış yerli valilerce yönetilmeye başlandı. Ancak 821’de başarılı bir isyan gerçekleştiren Sehi Smbatyan bölgenin kontrolünü Ermeniler lehine ele geçirdi ve Arstakh’ı 19. yüzyıla kadar yönetecek olan Khachen (Haçen) isimli bir hanedan kurdu.  1840’ta Çarlık idaresi Karabağ’da bugünkü Şuşa’ya ismini de veren Shushenskiy Uzeyd’ini kurdu. O tarihte Uzeyd’in yüzölçümü 11.911 km² nüfusu ise 1.140 bin kişiydi. Bunun yüzde 58,2’i Ermeni, yüzde 41,5’i Azeri, yüzde 0,3 Rus’tu. Rus güçleri Kafkasya’nın güneyine doğru yayıldıkça Müslüman halk Osmanlı’ya yakın olmak için güneyde, Hıristiyan halk ise Ruslara sığınmak üzere kuzeyde toplanmaya başladı. Toplumlar arasındaki gerilimi 1905’te çatışmalar izledi, Azeriler ve Ermeniler arasında çatışmalar başladı. Katliam ve yağma olayları bir yıl sonra da devam etti. Olaylar şehirlerin yanısıra köylere de sıçradı. Bu dönemle tahminlere göre 128 Ermeni ve 158 Azeri köyü yağmalandı ya da tahrip edildi. 3 bin ila 10 bin insan bu süreçte yaşamını yitirdi.  Savaşlar ve milliyetçilikler arasında  Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Kafkasya’da sınırlar yeniden çizilmek isteniyordu. Bağımsızlık ilan eden Ermenistan ve Azerbaycan Cumhuriyetleri Sovyet yönetiminin bolşevikleştirme politikalarının bir sonucu olarak dağıtıldı. Yine aynı dönemde, 22 Temmuz 1918’de toplanan Karabağ Ermenileri bağımsız bir hükümet kurdu. 1920’ye kadar, Azerbaycan ordusu yerel Ermeni güçleriyle Karabağ’da savaş yürüttü ancak Azerbaycan 28 Nisan 1920’de Bolşevikler tarafından ele geçirildi. 10 Ağustos 1920’de ise Ermenistan, Bolşeviklerle bir ön anlaşma imzaladı ve bu bölgelerin geçici olarak Bolşeviklerce işgalini kabul etti.  Azeri lider Nerimanov Karabağ, Nahçıvan ve Zengezur’u bu tarihsel kavgaya sonra vermek adına Ermenilere bıraktığını ilan ettiğinde tarih 1 Aralık 1920 idi. Ermenistan ve Azerbaycan arasında imzalanan 12 Haziran 1921 tarihli deklarasyonla (Bakinskiy Rabochiy) Dağlık Karabağ, bu sefer de Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlanmıştı. Ancak bu karar uygulanmadı ve Nerimanov’un şantajları sonucunda Karabağ’ın bağımsızlığının oylanacağı referandum da 5 Temmuz 1921’de rafa kaldırıldı. 1923’ün başında Kirov liderliğindeki Ermeni üyeleri çoğunlukta olan bir komisyon Dağlık Karabağ’ı, “oblast” statüsünde olmak üzere, 7 Temmuz 1923’te Azerbaycan’a bağladı. Yine yakın tarihlerde Laçin, Zengilan, Kelbecer, Kubatlı gibi şehirleri içine alan Kızıl Kürdistan Uzeydi kuruldu ve Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti ile Dağlık Karabağ Otonom Oblastı coğrafi olarak da birbirinden ayrıldı. 1926’daki ilk resmi Sovyet nüfus sayımına göre Dağlık Karabağ Otonom Oblastı’nın nüfusu 111.694 olarak ilan edildi ve bunları %89’u Ermeni, %10’u Türk veya Azeri ve %0,5’i Rus’tu. 1927’de ilk kez olmak üzere Ermeni siyasetçiler birçok kez bu oblastın kendilerine bağlanmasını talep etseler de çabaları sonuçsuz kaldı. 1988’de Sumgayıt’ta, 1990’da Bakü’de Ermenilere karşı gerçekleştirilen katliamlar ise iki toplum arasındaki gerilimi iyice yükseltti. Bakü’deki katliamın ardından Kızıl Ordu olağanüstü hal ilan ederek Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne ve Bakü’ye harekât düzenleyerek Azerbaycan’ın başına Moskova yanlısı Ayaz Muttalibov’u geçirdi. Bu olaylar yaşanırken gerçekleşen sokak çatışmalarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bakü’deki Ruslar ve Ermeniler şehri terk etmeye başladılar. Ermeniler de kendi bölgelerindeki Azerileri ve Kürtleri göçe zorladı ve bu iki iki bölge etnik açıdan giderek ‘homojenleşti’. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından 25 Ağustos 1990’da bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan izledi ve Muttalibov, Dağlık Karabağ’ın Bakü’ye bağlandığını duyurdu. Karabağ Ermenileri de buna cevaben Eylül 1991’de bağımsızlıklarını ilan etti. Bölgede kurulan Dağlık Karabağ Savunma Ordusu siviller için koridorlar açarak bölgedeki Azeri nüfusunu tahliye etmeye başladı. 26 Şubat 1992’de ise, şehirdeki havalimanı nedeniyle stratejik bir öneme sahip olan Hocalı köyünde yaşayan 6-7 bin civarında Azeri’nin tahliyesi sırasında yaşanan Hocalı Katliamı yüzlerce insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Katliamda taraflar birbirlerini suçlasalar da 1990’dan beri bölgede faal olan Ebulfeyz Elçibey ve ona bağlı milislerin katliamdaki rolü hala tam olarak aydınlatılmış değil. Hocalı’ya 11, Ağdam’a ise 3.5 km uzaklıkta gerçekleşen katliamda, Helsinki Watch raporuna göre 130 erkek, 51 kadın, 13 çocuğun öldüğü,  300 kadar da rehin olduğu iddia ediliyordu.  Azerbaycan’ın 2020’deki saldırıları Eylül 2020’de Türkiye ve İsrail’in de askeri desteğini alan Azerbaycan ordusu Dağlık Karabağ’a askerî harekât başlattığını duyurdu. SİHA ve Heron tipi insansız hava uçaklarıyla Ermeni mevzilerini bombalayan Azeri güçleri 44 gün sonunda başta Şuşa olmak üzere birçok yerleşim yerini işgal ederek buraya Azeri nüfusun göç etmesini sağladı. İki tarafın da misket bombaları kullandığı çatışmalar sırasında yüzlerce asker ve sivil yaşamını yitirdi. Laçin koridoru dışındaki bölge Azerbaycan’ın kontrolüne geçti. 10 Kasım 2020’de Rusya’nın arabuluculuğuyla ateşkes yapılarak çatışmalı dönem sonlandırıldı.  Aralık 2022’den itibaren Azeri bir grup “eko-aktivist”in Laçin koridorunu bloke etmesi ve Arstakh’a olan ikmal yolunun kesilmesiyle bölge tamamen ablukaya alındı. Gıda, ilaç, yakıt vb. Bir dizi ürünün ulaşmadığı bölgede insani kriz giderek derinleşti ve 19 Eylül’de Azerbaycan bir kez daha Karabağ’a saldırıya geçtiğini duyurdu.  Bu kez çatışmalar uzun sürmedi ve 20 Eylül’de ateşkes ilan edildi. 25 Eylül’de bir araya gelen Ermeni yönetimi ise yıl sonunda Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin feshedileceğini duyurdu. Azerbaycan güvenlik güçleri ise sivil halkın yaşam alanlarına girerek insanları göçe zorlayan bir taktik izledi. Bölgedeki Ermeni nüfusunun 120 bin olduğu tahmin edilirken 1 Ekim’de bölgeye ulaşan Birleşmiş Milletler komisyonu ülkede 50 ila 1000 Ermeni’nin kaldığını duyurdu. Azerbaycan Başsavcılığı, 1 Ekim Pazar günü eski Dağlık Karabağ lideri Arayik Harutyunyan hakkında tutuklama emri çıkardı. Eski bakanlar Ruben Vardanyan ve David Babayan da tutuklanmış durumda. Ermenistan bölgeden göç etmekte olan Arstakhlıları kabul etmekte gönülsüz davransa da Paşinyan yönetimi krizi çözmenin yollarını arıyor. Protesto gösterilerinin polis şiddetiyle bastırıldığı Erivan’da, Rusya ile ilişkileri bozulan yönetim ABD ile yakınlaşmanın yollarını arıyor.  Türk Milliyetçiliği ve Zengezur Koridoru 2020’de başlayan Azerbaycan saldırganlığının bölgedeki dengeleri değiştirdiği şüphesiz ancak Azerbaycan bu politikalarında yalnız değil. Türkiye ve İsrail’in de içinde olduğu bir grup devletten silah alan Azerbaycan Nahçıvan üzerinden Ermenistan topraklarından da geçen bir koridor açarak Türk Dünyasının karayolu ile bağlanmasını hedeflediklerini bir çok kez dile getirdi. Erdoğan’ın da stratejik hedefimiz dediği Zengezur koridoru bölgedeki enerji ticaretini dramatik bir biçimde etkileme potansiyeli taşıyor. Öte yandan Türkiye’de faaliyet yürüten Cengiz, Limak, Kolin gibi holdingler Azerbaycan’da ve işgal edilen Arstakh’ta maden, yol yapımı, inşaat gibi sektörlerde ihaleler alarak servetini arttırıyor. Yaratılmak istenen milliyetçi ve Ermeni düşmanı puslu havanın bu gerçeklerin üstünü örtmek için köpürtüldüğü yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Hollywood’da yazarlar kazandı

Hollywood tarihinin en uzun ikinci grevi olan 146 günlük iş bırakma eyleminin ardından 24 Eylül Pazar günü geç saatlerde Hollywood yazarlarını temsil eden Amerikan Yazarlar Birliği (WGA) ve Hollywood'un en büyük stüdyolarıyla birlikte Amazon, Netflix ve Apple TV gibi video akış platformlarını temsil eden Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği (AMPTP) bir anlaşmaya vardı.  Sendikanın grevi sona erdirme kararının ardından yeni anlaşmanın ayrıntıları da yayınladı. Açıklamada, "Büyük bir gururla söyleyebiliriz ki, bu anlaşma olağanüstü bir kazanımdır, her sektördeki yazarlar için anlamlı kazanımlar ve tedbirler içermektedir" denildi. Yazarlar asgari ücret ve tazminatlarda artış, emeklilik ve sağlık fonu gibi hakların genişletilmesi, istihdam sürelerinin uzatılması ve ekiplerinin büyütülmesi (son yıllarda büyük ölçüde küçülme eğilimi sergilemişti) gibi iyileştirmelerin yanı sıra – yabancı yayın organlarını da kapsayacak şekilde– daha iyi telif ücretleri talep ettiler ve kazandılar.  Ayrıca yapay zekanın ücretlerini düşürmek amacıyla kullanılmasını da yasaklayan bir anlaşma yapılması yönünde bazı şartlar ortaya koymuş oldular. Yeni sendika sözleşmesi, yazarların diledikleri takdirde ChatGPT gibi yapay zeka (YZ) araçlarını kullanabileceklerini ama YZ teknolojisini kullanmaya zorlanamayacaklarını söylüyor ve şirketler yazarlara YZ tarafından üretilen materyalleri verdiğinde bunu açıklama zorunluluğu getiriyor. Diğer bir deyişle, yazarlar YZ’yi bir araştırma aracı olarak kullanabilecekler ki bu durumda sektörün YZ kullanımı yazarların kontrolü altında tutulmuş olacak. Bu sözleşme sayesinde, YZ ile karşı karşıya kalan diğer sektörlerdeki işçilerin emek sömürüsüne de son verebilecek faydalı bir model oluştu.  Oyuncular grevi sonlandırmıyor Amerikan Yazarlar Birliği başkanı Lisa Takeuchi Cullen birkaç gün önce New York'ta oyuncular sendikası SAG-AFTRA tarafından düzenlenen bir mitingde halen grevde olan oyunculara moral veren bir kazanım konuşması yaptı. SAG-AFTRA liderleri de Hollywood stüdyolarıyla görüşmelere başladılar, ancak henüz bir anlaşmaya varılabilmiş değil.  Oyuncuların öne çıkan talebi ise, sözgelimi bir dizinin yayından kazanılan gelirin yaklaşık %2'sine denk gelen bir pay hakkının korunması. Yani, performansları çeşitli yayın platformlarında sergilendiğinde elde edilecek olan geliri stüdyolarıyla paylaşmak gibi son derece haklı bir talepleri var ve bu talep pastayı onlarla paylaşmak istemeyen TV ve sinema milyarderlerinin hiç hoşuna gitmiyor. İş durduran kazanır Yazarlar, Los Angeles'tan New York'a, aralarında Amazon, Netflix, Paramount ve Warner Bros'un da bulunduğu büyük stüdyolar ve platformların önünde aylarca grev yaptı. Onların greve başlamasından birkaç ay sonra, Hollywood oyuncuları sendikası SAG-AFTRA da benzer bir eyleme girişti ve tarihi bir "çifte grev" yaşandı. Los Angeles stüdyolarında muazzam şok dalgaları yaratarak prodüksiyonları durma noktasına getiren çifte grev Hollywood'un tarihine damgasını vurdu. Grevden ilk etkilenen, talk şovlar oldu. Örneğin, NBC’nin ünlü Saturday Night Live programında işe devam etmek isteyen yazar kalmadı. Yaz aylarında bu programların önemli bir kısmı tatile giriyor fakat bir sonraki yayın döneminin içeriği tam da bu tatil günlerinde yazılıyor. Dolayısıyla, grev sona ermiş olsa da bu arada yeni yayın dönemine de girilmiş olduğu için, geri döndüklerinde eski iddialarına sahip olamayacakları ortada. Deadpool, Mission Impossible ve Dune gibi birçok gişe rekortmeni yapımın önceden planlanmış devam filmleri de yine grev nedeniyle ertelenmek zorunda kaldı. Özetle Hollywood milyarderleri öyle büyük zarara uğradı ki neticede yazarlarla anlaşmaya varmak zorunda kaldılar.  Oyuncular aynı durumun er ya da geç kendileri için de geçerli olacağını biliyor ve grevi sonlandırmıyor. Dahası, kendi grevleri resmen sona ermiş olsa da yazarların büyük bir kısmı da oyuncularla dayanışmak adına grev hattında kalmaya devam edeceklerini açıkladı. 

Karabağ’ın kendi kaderini tayin hakkını tanıyın! Yeni bir soykırıma hayır!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP), Karabağ'da yeniden alevlendirilen savaşa dair değerlendirmesi: Yüzyıllardır Ermeni halkının yaşadığı Karabağ’da (Arshak) Azerbaycan’ın başlattığı askeri harekat insani bir kriz yaratmış durumda. Azerbaycan yönetimi, son saldırıdan önce 120 bin Ermeni’nin yaşadığı bölgeye yönelik dokuz aydır abluka uyguluyordu. Ermeni halkının gıdaya ve ilaca ulaşımını hatta uluslararası yardım kuruluşlarının TIR’larını dahi engelliyordu. Azerbaycan kış mevsiminde bölgenin elektriğini de keserek bölgede sivilleri hedef alan hak ihlalleri gerçekleştirmekten çekinmiyordu. Şimdi de abluka altındaki bölgeye saldırı başlatmış durumda. Ulus devletlerin etnik sınırları sorunun kökeni Karabağ bölgesi resmi olarak, SSCB döneminden beri son derece tartışmalı olan bir kararla Azerbaycan’a ait olarak bilinse de bölge özerk bir yönetime sahipti ve karşılıklı milliyetçiliğin yükseldiği ve pogromların yaşandığı SSCB’nin dağılma sürecinde Ermeni halkı Azerbaycan’a bağlı olarak yaşamak istememişti. Azerbaycan, saldırganlığına gerekçe olarak bölgenin kendi toprağı olması şeklinde açıklıyor ve savaşı aynı Rusya’nın Ukrayna’da yaptığı gibi teröre karşı bir operasyon olarak açıklıyor.   Azerbaycan lideri Aliyev, Ermenistan’ı dahi Batı Azerbaycan olarak tanımlayan konuşmalar yapıyor. En son 61. doğum günü sırasında Karabağ’dan sonra sıranın “tarihi Batı Azerbaycan’a geleceğini” söylemiş olması Ermenistan’a yönelik saldırgan çizgisini de açıkça ortaya koyuyor. Azerbaycan ve İsrail, Türkiye’den aldığı silah desteği, Rusya’dan aldığı politik destek ve Avrupa Birliği gibi Azerbaycan’dan fosil yakıt alan ülkelerin sessizliği sayesinde bu ırkçı ve yayılmacı çizgiyi sürdürerek tüm dünyanın gözleri önünde ağır bir insani krize yol açmış durumda. Emperyalist rekabetin tetiklediği son kriz Karabağ’da yaşananlar, bölge devletlerinin izlediği politikaların yanısıra küresel emperyalist rekabetin de bir sonucu olarak savaş politikalarının kurbanı olmuş durumda. “İktidar bölgesinde” kendisinden bağımsız bir güce izin vermemekte kararlı olan Rusya, 2008 yılında Gürcistan’a müdahale etmiş, Orta Asya ülkelerindeki rejim karşıtı gösterilerin bastırılmasına destek vermiş ve en son Ukrayna’yı işgal etmişti. Ermenistan bugün iki nedenle Rus emperyalizmi tarafından cezalandırılıyor. İlki, bölgede Rusya’ya bağlı yoz ve yolsuz bir rejime dönüşmüş olan geleneksel Ermenistan siyasetine karşı bir halk hareketiyle iktidara gelen Paşinyan’ın ve bölgede görece demokratik bir rejimin var olmasının oluşturduğu “kötü örnek”. İkincisi ise Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Putin için yakalama kararı veren Uluslararası Ceza Mahkemesine üyelik başvurusu yapması, Paşinyan’ın eşinin Ukrayna’ya destek ziyaretinde bulunması ve en son ABD ile Ermenistan askerlerinin Erivan’da küçük çaplı bir askeri tatbikat yapmış olması.    Yeni bir soykırıma hayır! Karabağ’da yaşayan binlerce Ermeni canını kurtarmak için kaçıyor. Hafızalarında 1915 soykırımını taşıyan ve en son 2020 yılındaki ikinci Karabağ savaşında yaşanan katliamların yaraları taze olan Ermeni halkı Azerbaycan yönetiminin kendilerine eşit ve adil davranmayacağının farkında. Daha şimdiden bölgeden sivillere yönelik katliam haberleri geliyor. Ermeni halkının neredeyse tamamı Azerbaycan vatandaşı olmaktansa Ermenistan’a göç etmeyi düşünüyor. Katliam politikaları da zorla göç ettirme uygulamaları da uluslararası hukuk açısından soykırım suçu demektir. Bu muhtemel suçun işlenmesine acilen engel olunmalıdır.  Filistin’de, Karabağ’da ya da başka bir yerde, çatışmalara ve karşılıklı milliyetçiliğe son verecek tek çözüm halkların kendi kaderini tayin hakkıdır. Her halk nasıl yaşamak istediğine kendisi karar verebilmelidir.  Liderlerin masa başında çizdiği suni sınırlar, yayılmacı politikalar, tarihsel toprak hakkı iddiaları ve emperyalist rekabet Karabağ’daki insani krizin ana nedenleridir. Azerbaycan silahlı birlikleri Karabağ’dan derhal çekilmelidir. Karabağ’da bağımsızlık, özerklik veya başka bir devlete bağlı olup olmamak konusunda hiçbir tarafın müdahalesinin olmadığı özgür bir referandum yapılmalı ve herkes karara saygılı duymalıdır. Türkiye, bu krizde oynadığı kışkırtıcı rolden vazgeçmeli Ermenistan ve Karabağ ile ilişkilerini iyileştirmeli ve Ermenistan sınırını açmalıdır. 26.09.2023

Fransa: Sendikalar ve sol partiler ırkçılığa karşı sokakta

100'den fazla kurumun çağrısı ile farklı kentlerde yürüyüşler yapan on binlerce işçi ve antifaşist, Fransız polisinin şiddetini ve ırkçılığı protesto etti. 23 Eylül günü düzenlenen eylemlerde sendikalar, sol partiler ve Sarı Yelekliler ile polis şiddetinin mağduru aileler yer aldı. En büyük protesto başkent Paris'te gerçekleşti. Gösterilerde ırkçılık ve faşizm karşıtı sloganlar atıldı.

Yunanistan'daki genel grev sendika karşıtı yasaları hedef alıyor

Sağcı hükümet işçi sınıfı direnişini bastırmak istiyor. Fakat işçiler ve halk öfkeli. Yunanistan'da Yorgos Pittas yazdı. Atina, Selanik, Patras, Volos ve Yunanistan'ın diğer bazı şehirlerinde on binlerce kişi 21 Eylül Perşembe günü genel grev yaptı.  İşçiler, Kiriakos Miçotakis'in sağcı hükümetinin sendika ve işçi karşıtı yeni yasasıyla karşı karşıya. Yasa, grev sürecindeki işçilerin grev kırıcılara karşı "fiziksel ya da psikolojik şiddet uyguladıkları" gerekçesiyle cezalandırılmalarını ve tutuklanmalarını öngörüyor.  Ayrıca iki farklı patron için günde 13 saat çalışmayı, altı günlük çalışma haftasını, daha az ücret karşılığında hafta sonları çalışmayı ve diğer saldırıları yasallaştırıyor.  24 saatlik grev kamu sektörü sendika konfederasyonu Adedy, çeşitli özel sektör sendika konfederasyonları, Atina İşçi Merkezi ve diğer şehirlerdeki işçi merkezlerinin çağrısıyla yapıldı. Türk-İş'in Yunanistan'daki muadili olan GSEE, özel sektör için bir grev çağrısında bulunmadı. Yeni yasa için "değişiklikler ve iyileştirmeler" önererek hükümetle "diyalog" başlattı. Dolayısıyla çoğu şehirde, yerel İşçi Merkezleri ve sendikalar genel greve öncülük etti. Atina'da hem kamu hem de özel sektörden binlerce işçi mitinglere katıldı. İtfaiyeciler, öğretmenler, sağlık çalışanları, belediye çalışanları, ulaşım işçileri, aktörler ve daha birçokları... Ülke genelindeki tüm feribotlar limanda kaldı, birçok banka kapandı. Atina ve Selanik'teki ulaşım araçlarının çoğu çalışmadı. Grevden bir gün önce Miçotakis hükümeti tarafından desteklenen hakimler, hava kontrol işçileri, Atina metrosu işçileri ve otobüs işçileri tarafından çağrısı yapılan grevlerin "yasadışı" olduğuna karar verdi. Atina Metrosu yönetimi, grev kararını kamuoyuna açıklamadan önce sendikaya karşı yasal işlem başlattı. Ancak bu durum, metro sendikasının başlangıçta planlanandan daha uzun süren ve Atina'yı felç eden 24 saatlik bir grev yapmasına neden oldu. Otobüs işçileri sendikasının liderleri grevlerini askıya aldı, ancak üyelerine isterlerse grev yapabileceklerini söylediler. Bu da otobüs taşımacılığının kısmen durması anlamına geliyordu. Sağcı Yeni Demokrasi hükümeti sadece üç ay önce ikinci kez seçilmiş olmasına rağmen bir krizle karşı karşıya. Toplumda giderek artan öfkeyi dindirmek amacıyla üç bakan şimdiden "istifa" etti.  Bu üç ay boyunca Yunanistan büyük felaketlerle karşı karşıya kaldı. Orman yangınları yaklaşık 1,5 milyon dönüm araziyi kül etti ve 30'dan fazla insanın ölümüne yol açtı; bunların üçte ikisi Türkiye sınırını geçmeye çalışan göçmenlerdi. Yangınları yıkıcı seller takip etti.  Orta Yunanistan'daki başlıca tarım bölgesi olan Teselya, bir hafta boyunca iki kez büyük bir göle dönüştü. En az 17 kişi boğuldu ve onlarca köy 3 metre suyun altında kaldı. Atina'yı Selanik'e bağlayan demiryolu hattının tekrar hizmete girmesi aylar sürecek. Binlerce insan evsiz kaldı ve devletten gerçek bir yardım alamadan hastalıklarla karşı karşıyalar.  İnsanlar, kendilerini iklim krizine karşı korumasız bırakan kesintilere, özelleştirmelere ve şirket yanlısı politikalara karşı öfke dolu. Ayrıca ücretler yerinde sayarken fiyatlardaki muazzam artışa da kızgınlar.  Atina'da itfaiyeci olan George, "Beş yıldır mevsimlik itfaiyeci olarak çalışıyorum," dedi ve ekledi: "31 Ekim'de bir kez daha işsizlik bürosuna gidip yaz için yeniden işe alınmayı beklemek zorunda kalacağım. Bu çok saçma" Geçtiğimiz haftalarda bu öfke eyleme dönüştü. Sendikalar ve sol, 17 gün süren orman yangınları nedeniyle bölgenin üçte birinin yandığı Dedeağaç şehrinde protesto çağrısında bulundu.  Bunu Teselya'daki sel felaketinden etkilenen şehirlerdeki gösteriler izledi. Polis göstericilere acımasızca saldırdı. Hastanelerde grevler ve hükümetin sağlık tesislerini kapatmayı planladığı kasabalarda büyük yerel mitingler devam ediyor. Hükümet er ya da geç işçi hareketiyle yüzleşmek zorunda kalacağını biliyor. Bu nedenle grevlere saldırmak için bu yeni emek karşıtı yasayı çıkarıyor.  Ve aynı zamanda ırkçılık kartını oynuyor, örneğin mültecileri "orman yangınlarını başlattıkları" için günah keçisi ilan etti. Bu da son seçimlerde yeni parlamentoya milletvekili sokmayı başaran üç aşırı sağcı ve faşist partiye alan açıyor ve onlarla köprüler kuruyor.  Ancak 18 Eylül'de on binlerce kişi, rapçi ve aktivist Pavlos Fissas'ın 10 yıl önce Nazi Altın Şafak destekçileri tarafından öldürüldüğü Pire'de yürüdü. Tüm ülke çapında gerçekleştirilen büyük anti-faşist gösteriler, sokakları kontrol edenin anti-faşist hareket olduğu mesajını verdi. Bu mücadele devam edecek. 8 Ekim'de Yunanistan'da yerel seçimler var. Atina'da halen hapiste olan eski Altın Şafak lideri Ilias Kasidiaris seçimlere katılacak. Bu, onun işini kolaylaştıran yargıçların ve hükümetin cömert kararı sayesinde oldu.  Radikal, anti-kapitalist bir koalisyon, Atina meclisinde sandalye elde etmek için yeni yüzde 3 barajını aşmaya çalışacak. Altın Şafak davasının anti-faşist avukatlarından Costas Papadakis de adaylardan biri,  Bu seçimler ve anti-kapitalist solun inşası çok önemli. Ancak her şeyden önce sokaklarda ve işyerlerinde mücadeleye ihtiyacımız var.

Hak savunucularından Karabağ için çağrı

Azerbaycan'ın Karabağ'a yönelik geniş çaplı saldırısı sonrasında Türkiye'den hak savunucuları uluslararası örgütlere çağrıda bulundu.

ABD'li otomobil işçilerinin grevleri patronlara ağır darbe vurabilir

Birleşik Otomobil İşçileri sendikası üyeleri "Üç Büyük" otomobil şirketinde greve hazırlanıyor- General Motors, Ford ve Stellantis. Yaklaşık 150 bin ABD otomotiv işçisi greve hazırlanıyor. Bu, 2008 mali çöküşü ve pandemi sırasında verilen tavizleri geri almak,  ücret konusunda mücadele etmek için yeni bir hazırlığı tanımlayacak bir savaş. Ancak sendika liderleri son dakikaya kadar bir uzlaşma arayışındaydı. Tehlikelerden biri, yakın zamanda UPS'de olduğu gibi bir anlaşma. Sendika liderleri, küçük kazanımlar ve büyük geri adımlar karşılığında işçi sınıfını heyecanlandıracak potansiyel büyük bir  grevi durdurdu. Bir diğer tehlike ise sendikaların sadece küçük bir işçi azınlığını kapsayan "hedefli" eylemler yapması.  Grevler "Üç Büyük" otomobil şirketinde -General Motors, Ford ve Stellantis (daha önce Fiat, Chrysler ve PSA) - yapılacak. Birleşik Otomobil İşçileri (UAW) sendikasının kısa bir süre önce seçilen "reformcu" başkanı Shawn Fain, sendika ile sözleşmesi bitene kadar bir anlaşmaya varamayan üç firmadan herhangi birinde grevin başlayabileceğini söyledi. Grevler ağır sonuçlar doğurabilir. Bir danışmanlık firmasının tahminlerine göre sadece Stellantis'te yapılacak on günlük bir grev, ABD ekonomisine 1 milyar doların üzerinde bir maliyet getirebilir. Aynı zamanda popüler de olacaktır. Bu hafta yapılan bir anket, ankete katılanların UAW grevini ikiye bir oranında destekleyeceğini gösterdi. Bunun nedeni, kendilerine fedakârlık yapmaları söylenirken kârların artmasından ve sigorta kapsamları çok zayıf olduğu için sakatlanmalar sonucu ortaya sağlık masraflarına katlanmaktan bıkmış olan milyonlarca ABD işçisiyle uyuşmasıdır. Sendika, Üç Büyükler'de dört yıl içinde yüzde 40'lık bir ücret artışı ve ücretlerde kesinti olmaksızın 32 saatlik bir çalışma haftası talep etti. Ayrıca bankacılık krizi sırasında patronlar tarafından dayatılan ve Başkan Barack Obama tarafından da desteklenen çok kademeli işgücü uygulamasının da kaldırılmasını istiyorlar. Şu anda, 2007'den sonra işe alınan UAW işçileri garantili emeklilik maaşı almıyor. Sağlık sigortaları da daha önce işe alınan işçilerden daha kötü. Üst düzey montaj işçileri saatte 32,32 dolar kazanırken, bu düzeyde uzun süre çalışmış olabilecek geçici işçiler 16,78 dolardan başlıyor.  UAW, geçici işçilerin 90 gün sonra tam sosyal haklar ve kâr paylaşımı ile daimi işçi olmalarını istediğini söylüyor. Süresi dolmak üzere olan 2019 sözleşmelerine göre, geçici bir çalışanın kalıcı hale gelmesi iki yıl sürüyor.  Daha fazla ücret için bol miktarda para var. Son on yılda otomobil firmaları neredeyse 248 milyar dolardan fazla kâr elde etti; bunun 20 milyar doları son altı ayda gerçekleşti. Patronlar, fabrikaların kapatılması, üretimin Meksika'ya kaydırılması ve elektrikli araç üretimi arttıkça toplu işten çıkarmalarla tehdit ederek grev hareketini zayıflatmaya çalıştı. UAW buna karşılık olarak sert konuştu. Fain, "Sendikamız," dedi, "petrol baronlarının yerine batarya baronlarının geçmesine seyirci kalmayacaktır." Ancak aynı zamanda sendika liderleri de anlaşmalar yapıyor. Sektör medyasından Automotive News'in haberine göre, "Detroit 3'ü grevle tehdit etmesine günler kala UAW, teklife aşina olan kişilere göre, önümüzdeki dört yıl için ücret artışı talebini yüzde 30 aralığına indirdi." Haberde bunun "sendikanın en önemli taleplerinden birinden ödün verme isteğine işaret ettiği" belirtildi. Çarşamba günü yayınlanan bir videoda ise sendika, 1936-7 yıllarındaki isyancı oturma grevlerinin tarihini utanç verici bir şekilde kullanarak, bugünkü yeni mücadele yönteminin sadece az sayıda fabrikada hedefli grevleri içerdiğini söyledi. UAW'nin "ayağa kalkma grevi" olarak adlandırdığı şey, gerçekte çoğu işçi için bir "geri çekilme" grevidir. Facebook canlı yayınında Fain işçilere şöyle seslendi: "Sadece ulusal liderlik tarafından greve çağrılırsanız grev yapacaksınız. Eğer yerel yönetiminiz tarafından çağrılmazsanız, çalışmaya devam edeceksiniz. Bu son derece önemli" dedi. Ancak Stellantis'in Sterling Heights, Michigan'daki damgalama fabrikasından bir işçinin söylediği gibi, "Gece yarısı gelip geçerse ve hepimiz hala işteysek, çoğu kişi hayal kırıklığına uğramış hissedebilir. Toplu eyleme olan ilgisini veya yeni yönetime olan güvenini kaybedebilir." Grev devam etmeli ve süresiz olmalı. Dünyanın dört bir yanındaki General Motors, Ford ve Stellantis işçileri dayanışmayı sağlamak için şimdiden hazırlanmalıdır.

Yöneticiler müdahaleyi geciktirdi: Fas depreminden en çok yoksullar etkilendi

Fas'taki depremden kaynaklanan korkunç ölü sayısı, Kral VI. Muhammed rejiminin yozlaşmışlığını ve başbakan Aziz Akhannouch'un başarısızlıklarını gösterdi. Deprem olduğunda Muhammed her zamanki gibi Fransa'daki bir malikanedeydi. Pazartesi günü ölü sayısı yaklaşık 2.600'e ulaşmıştı. Ancak enkaz altında çok daha fazla cesedin olduğu düşünülüyor. Washington Post gazetesi'nin bildirdiğine göre, “Pazar günü, Fas'taki güçlü depremin merkez üssü yakınındaki halk bir yıkım ve öfke tablosu sergiliyordu. Bölge sakinleri,  sevdiklerini enkazdan çıkarmak için çıplak ellerini kullandıklarını anlatıyor”. "Çoğu yerde hükümetin vaat ettiği kurtarma ekiplerinden hiçbir iz yoktu ve dağların yükseklerindeki birçok köyden henüz bir haber gelmemişti." Yıkıcı depremin ardından VI. Muhammed'in lüks sarayından nihayet bir açıklama yapması yaklaşık 20 saat sürdü. O'nun rızası, devletin önemli kararlarının uygulanması için çok önemli olduğundan tepkisinin gecikmesi pek çok cana mal oldu . Moulay Brahim köyünde grafik tasarımcı olan Mostafa Ichide, insanlara ulaşan tek gıda yardımının sivil gruplardan geldiğini söyledi. “Hepsi Fas vatandaşları tarafından kardeşlerine gönderildi” dedi. "Ambulansları da gördük ama çoğunda yabancı plaka var." Salgından en çok etkilenen iller Fas'ın en yoksul bölgeleri arasında yer alıyor ve bazı evlerde elektrik ya da su bulunmuyor. Kırsal Faslılar son yıllarda salgının ekonomik şokunu atlatmak için, daha yakın zamanlardaysa,  enflasyonla başa çıkmak için mücadele ediyordu. Mayıs ayında, VI. Muhammed'in hükümeti Uluslararası Para Fonu ile sıradan insanlar için ezici kemer sıkma politikaları talep eden bir anlaşma imzaladı. Stanford Üniversitesi'nden Fas tarihi ve yönetimi uzmanı Samia Errazzouki, "Gerçek şu ki, Marakeş'ten dışarı adım attığınız anda insanlar devletin yokluğu nedeniyle sanki Orta Çağ'a dönmüş gibi yaşıyorlar" diyor. "Böyle bir felaket, sınırlarda yaşayan insanların günlük gerçeklerini de ortaya çıkarır." “Bu bölgeler tarihsel olarak depremlerle sarsıldı ama aynı zamanda marjinalleştirildiler. 2016'daki Hirak hareketinde olduğu gibi insanların yardım, altyapı ve kalkınma talep ettiği anlarda bunu yapanlar hapse atılıyor" diye konuştu. “İyi bir günde bile bu bölgeye erişim zordur ve temel altyapıdan yoksundur. Oradaki hastane sistemiyse berbattır.” Her zaman olduğu gibi bu “doğal” felaket, eşitsizliği ve kapitalist öncelikleri açığa çıkarıyor. Fas depremi büyüklük ölçeğine göre 6,8 olarak kaydedildi. Tam bir yıkıma neden oldu. 2022'de Japonya'nın Fukushima kentinde meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki daha büyük depremdeyse, oradaki evler daha iyi inşa edildiği için, deprem hasarından yalnızca dört kişi ölmüştü . Fas'ta turizme ayrılan alanlar çok daha az zarar gördü. Marakeş'teki konukevleri derneğinin başkanı Samuel Roure, Le Monde gazetesine şunları söyledi: “Deprem görüntülerini görünce ve medyada Marakeş ile ilgili haberleri okuyunca, kendimi aynı ülkede yaşıyormuş gibi hissetmiyorum”. "Sabah 7.30'dan beri Medine'yi geziyorum ve şehirdeki 10.000 ev ve misafir odasından ancak 50'si çöktü." Marakeş'te, ağır darbe alan çevre köylerin aksine, “altyapı sağlam, havaalanı çalışır durumda,  telekomünikasyon, su ve elektrik ağları da çalışıyor” diye ekledi. --- İnsanlar acı çekerken Kral Muhammed Fransa'da lüks içinde Çevresi tarafından "yoksulların kralı" olarak anılmasından hoşlanan VI. Muhammed'in geniş ticari varlıkları var. Net servetinin 6,5 milyar £ olduğu tahmin ediliyor. Üç yıl önce Fransa'nın Paris kentinde Eyfel Kulesi'nin yanında Suudi kraliyet ailesinden 75 milyon sterline bir malikane satın aldı. Muhammed, Champ de Mars'ın 12 yatak odalı konağının satışı için doğrudan Halid bin Sultan ile pazarlık yaptı. Kendisi eski bir Suudi savunma bakanı ve iktidardaki Suud hanedanının üyesi. 2022'de VI. Muhammed, Fas topraklarındaki Melilla bölgesinin sınırında 100'e kadar göçmenin katledilmesinde İspanyol devletiyle işbirliği yaptı. Geçtiğimiz yıl Fas'ta binlerce insan artan yakıt ve diğer temel mal fiyatlarını protesto etti. Sıradan insanları, pek çok kişiyi derin yoksulluğa sürükleyen sarmal fiyat artışlarından korumayı başaramadığı için hükümet aleyhine sloganlar attılar. Fas, 2011'de Arap ülkelerinin başka yerlerinde yaşanan ayaklanmaların yankılarını gördü. Ancak yetkililer küçük tavizler ve baskılarla onları geri püskürttü .

Mafya, suç ve İtalyan devleti

İtalya'nın faşist başbakanı Giorgia Meloni 31 Ağustos'ta Napoli yakınlarındaki Caivano kasabasına gitti. Yerel medya, kasabada Camorra organize suç örgütü tarafından kullanılan terk edilmiş bir spor kompleksinde iki kız çocuğunun bir grup tarafından tecavüze uğradığını bildirmişti. İstismarcıların çoğu 14 yaşın altındaydı, biri ise 19 yaşındaydı.  Caivano'da Meloni, İtalyan devletinin kontrolünde olmayan hiçbir yer kalmayacağı sözünü verdi.  Etrafında düzinelerce polis arabası konuşlanmıştı. O konuşurken tepesinde bir polis helikopteri vızıldadı.  Bunun nedeni kısmen, İtalya genelinde 169 bin aileye verilen yardımların kesileceğini mesajla bildirilmesi üzerine yapılacak protestoyu önlemekti. Bu kesinti Caivano'nun 37 bin sakininin çoğunu etkiledi.  Caivano, 1980 yılındaki depremde evleri yıkılan Napolilileri barındırmak üzere inşa edilmişti.  Hiçbir tesisi bulunmayan Caivano'nun inşasından yararlanan gangsterler buradan kazanç elde etmeye devam ediyor. Tren ya da metro bağlantısı yok ve insanlar bir otobüs durağına gitmek için bir milden fazla yürümek zorunda. Parco Verde'nin ortasına asbest dolu beyaz çuvallar atılmış halde.  Geçtiğimiz Salı günü Meloni'nin ziyareti sırasında 400'den fazla polis bölgeye şafak baskınları düzenledi. Hükümet de 14-18 yaş arasındakilerin sınır dışı edilmesi ve diğer önlemlerle çocuk suçlarına baskı uygulayacağını duyurdu.  Caivano, Camorra'nın ticari zehirli atıkları yasadışı olarak döktüğü ve yaktığı bir bölge olan "La Terra dei Fuochi "nin -Ateşler Ülkesi- kalbinde yer almaktadır. Organize suç, İtalyan devleti için bir düşmandan ziyade bir silah olmuştur.   1980'de Bologna istasyonundaki bomba da dahil olmak üzere sola karşı sözde "gerilim stratejisini" yöneten devletti.  Bu olaydan haklı olarak faşistler ve mafya sorumlu tutuldu ama bu olay yetkililerle işbirliği içinde gerçekleştirildi.  Organize suç ve faşistler, Hıristiyan Demokrasi, mason locaları ve hatta Vatikan'daki hizipler de dahil olmak üzere diğer çıkar gruplarının suç kanatları olarak defalarca faaliyet göstermiştir. Napoli'deki Camorra çetelerinin kökeni, para sızdırmak ve ardından seçimlerde adaylara sponsorluk yapmaktı. Sicilya'da toprak sahipleri mülklerini işletmekle ilgilenmedikleri için Mafya'ya dönüşen infazcılara para ödüyorlardı.  Mafya ve Camorra, İtalyan yönetici sınıfı için bir yastık görevi görüyordu. 1920'lerde faşist Benito Mussolini iktidarı ele geçirdiğinde, baskı mekanizmalarının kontrolüne ihtiyacı vardı, bu yüzden bazı organize suçları üstlendi.  Bu aynı zamanda bölgesel siyasi ağları zayıflatmanın da bir yoluydu.  Mafya bağlantısı suçlamaları genellikle köylülere ve kiracı çiftçilere yöneltilir, ancak genellikle toprak sahiplerine yöneltilmezdi.1925 ve 1928 yılları arasında Sicilya'da 11 bin'den fazla şüpheli tutuklandı. Yetkili kişi mafya ve faşistler arasındaki bağlantıları incelemeye başladığında, çok fazla evrak ürettiği gerekçesiyle görevden alındı.  İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ordusu organize suçu faşistlere karşı kitlesel direnişe karşı bir siper olarak kullandı.  Eski New York valisi Charles Poletti'nin tercümanı Vito Genovese, Mussolini'nin faşistlerine büyük bağışlar yapan ve Nazi liderlerini şatosunda ağırlayan bir mafyaydı. Genovese, ABD'nin İtalya'nın güneyindeki nüfusu beslemek için gönderdiği yakıt ve gıdayı alıp karaborsada satmıştır. Bu bağlantılar, modern İtalyan devletinin kurulmasında gangsterlere büyük bir koz verdi.  Şimdi faşistler işbaşında ve beyaz yakalı suçluları serbest bırakan bir dizi önlemi onayladılar.  Yolsuzluk ve zimmete para geçirme gibi suçlar için hükümet cezaları yumuşattı. Nakit ödeme sınırını 2,000 Euro'dan 5,000 Euro'ya yükseltti.  Meloni'nin kısıtlaması sıradan insanları korumakla ilgili değil. Güney'in yoksul mahallelerinde baskıya yol açabilir ve şiddeti teşvik edebilir, ancak tepedekiler her zaman güvende olacaktır. Simon Basketter (Socialist Worker)

Geri 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 İleri

Bültene kayıt ol