İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının daha geniş çaplı bir çatışmayı ateşleme riski artmaya devam ediyor.
İsrail, Lübnan'ın kuzey sınırında yer alan kasaba ve köyleri düzenli olarak bombalıyor. Ve her patlama Hizbullah savaşçılarını İsrail'in savaşına çekme riski taşıyor. Batı, İslami militanlıktan beslendiğini ve roketlerle silahlandığını söylediği Hizbullah direniş grubunu "terörist" olarak nitelendiriyor.
Ancak Hizbullah onların klişelerine uymuyor. Yüz binlerce destekçisi olan ve geçmişte Lübnan hükümetini kurmuş olan kitlesel bir siyasi parti.
Ayrıca 2006'da İsrail'in Lübnan'ı işgalini bozguna uğratabilmiş deneyimli ve iyi silahlanmış bir milis grubu. Ardından bir halk ayaklanmasını iyi çalışılmış askeri taktiklerle birleştirerek dünyayı şaşırttı. Hizbullah, Batı yapımı silahlarının kendilerine üstünlük sağladığını düşünen İsraillileri küçük düşürdü.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, geçtiğimiz hafta İsrail'e karşı "sınırsız bir savaş" yürütmeye hazır oldukları uyarısında bulundu.
Hizbullah, kuruluşundan bu yana, emperyalist saldırganlığa karşı ülkenin savunucusu olarak Lübnan halkının geniş desteğini kazanmıştır. Bunun en büyük nedeni, son derece parçalanmış ve mezhepçi Lübnan "devletinin" İsrail'le yüzleşmek için bir araya gelmemesidir.
Lübnan'da devlet iktidarı dini mezhep partileri arasında paylaşılmaktadır. Böl ve yönet anlayışını yaymak için uydurulan bu sistem, 1943 yılında Lübnan'a resmen bağımsızlığını veren Fransız emperyalistleri tarafından kuruldu.
Her mezhep grubundan siyasetçiler, kendi çıkarları için rekabet ederek, ülkenin kaynaklarını tüketiyor ve sıradan insanları krize sürüklüyor. Lübnan devleti ve ekonomisi uzun yıllar boyunca çöküşün eşiğinde gezindi.
Hizbullah 1982'de kurulduğunda, savaşan diğer mezhepçi partilerden farklı olduğunu göstermeye çalıştı. Aşağıdan gelen direnişle doğan örgüt, özellikle siyasi olarak yeterince temsil edilmeyen ve en yoksul halklardan olan Şii Müslümanlar arasında kök saldı.
İsrail'in 1982'deki işgali Hizbullah'ın düşmanla uzlaşmayacağını göstermesini sağladı ve daha fazla destek toplamasına yol açtı. Bu destek İsrail'in 2006'daki talihsiz işgalinden sonra daha da arttı.
Ancak Hizbullah her zaman bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Lübnan'ın mezhepçi sistemine meydan mı okumalı yoksa onun bir parçası mı olmalı? Grup, parlamenter sistemin yozlaşmış olduğunu söylese de 1992'de parlamentoya girdi. Ve 2006'daki savaştan sonra kitlesel desteğe sahip olmasına rağmen değişim için radikal, özgürleştirici bir güç olmak yerine mezhepçi sistemdeki diğer partilere benzer bir parti olmayı tercih etti.
Lübnan halkı 2019'da, kendilerini daha da yoksulluğa sürükleyen kemer sıkma politikalarına öfkelenerek ayaklandı. Lübnanlı sosyalist Simon Assaf'a göre "Hizbullah kendisini bu ayaklanmanın dışında buldu."
Assaf "Hatta ayaklanmayı bastırmak için diğer partilere askerlerini teklif ettiler" diyor:
"Geçen yıl Hizbullah, Siyonistlerin Doğu Akdeniz'den gaz çıkarabilmesi için İsrail ile bir anlaşma yaptı. Ve bir süredir aşırı sağ partilerle birlikte hareket ediyorlar."
"Hizbullah güneydeki Şiiler dışında eskiden sahip olduğu desteğe sahip değil."
"Ama tabii ki 7 Ekim'den bu yana her şey altüst oldu. Çelişkilere rağmen Lübnan halkı, İsrail'in sınır ötesi saldırılarını durdurma girişimlerinde Hizbullah'ın yanında. Hizbullah'ı diğer mezhepçi partilerden farklı kılan da her zaman bu olmuştur."
Simon Assaf, İsrail'i durdurmak için daha güçlü bir kuvvete ihtiyaç olduğunu söylüyor.
"Hizbullah'ın yapabilecekleri sınırlı. Bu savaş onlar için zaten pahalıya mal oldu. Askerlerini ve bazı üst düzey kadrolarını kaybettiler. Ve ABD tarafından silahlandırılan İsrail ordusuna karşı kazanmaları gerçekten mümkün değil. Bu kez kazanmak için sadece füzelere değil kitlelere ve 2011'de bölgede görülen Arap Baharı devrimlerinin yeniden canlanmasına ihtiyacımız var."
---
Filistinliler ve Lübnan
Filistinliler 1948 Nakba'sının ardından Lübnan'daki mülteci kamplarına yerleşti. Burada, devlet baskısıyla birleşen bir yoksullukla karşı karşıya kaldılar. Lübnan devleti, İsraillilerle anlaşma yapmaya çalıştı ama 1967'de her şey değişti. İsrail Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs ve Golan Tepelerini işgal etti. Birçok Arap ordusu, İsrail'e karşı çıktı ama İsrail onları yendi.
Filistinliler o zaman Arap liderlerin kendilerini kurtarmaya gelmeyeceğini biliyordu. Lübnan'da Filistinli mülteciler İsrail'e karşı saldırılar düzenlemek üzere eğitildiler. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1960'lardan 1980'lere kadar Lübnan'da üslendi.
FKÖ bu dönemde o kadar güçlendi ki Lübnan'ın yöneticilerini tehdit eder hale geldi. İsrail 1982'de FKÖ'yü ezmek için Lübnan'ı işgal ettiğinde, Lübnanlı müttefiklerinin Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki Filistinlileri öldürmesine izin verdi. FKÖ Lübnan'dan sürüldü.
Binlerce Filistinli halen Lübnan'da yaşıyor. Fakat Lübnanlılarla aynı haklara sahip değiler.
---
Yemen
Dünyanın en güçlü ülkelerinden birçoğu, en zayıf ülkelerden biri olan Yemen'e karşı savaşa hazırlanıyor. Aralarında ABD, Avustralya, Bahreyn, Belçika, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda ve İngiltere'nin de bulunduğu bir çete geçen hafta kuruldu. Yemen'deki Husi savaşçılarına Kızıldeniz'deki Batı gemilerine saldırmayı bırakmaları ya da bombardımanla karşı karşıya kalacakları yönünde son bir uyarıda bulundu.
Husi savaşçıları, Filistinlilerle dayanışmak ve ülkelerini harabeye çeviren Batı emperyalizmine karşı çıkmak için hayati önem taşıyan nakliye bölgesindeki kargo gemilerini ve petrol tankerlerini hedef alıyor.
İngiltere ve ABD kontrolü yeniden ele geçirmek amacıyla Kızıldeniz'e savaş gemileri gönderdi. Wall Steet Times gazetesi, yeni bombardımanların "gemi savar füzeleri ve insansız hava araçları için fırlatma rampaları, kıyı radar tesisleri gibi altyapıyı ve mühimmat depolama tesislerini hedef alabileceğini" bildirdi.
Gerçekte ise Batı, birçok Husi savaşçısının üslendiği kıyı köylerine saldıracaktır. Böyle bir savaş, özgür bir Yemen'i destekleme kisvesi altında başlatılaca. Ancak bunun yerine ABD emperyalizmine itaat eden bir hükümetin kurulmasına yardımcı olacaktır.
Husiler, 2011 devriminin ardından patlak veren iç savaşın sonunda Yemen'in büyük bölümünde devlet iktidarını ele geçirdi. Halk ayaklanması Ali Abdullah Salih'in diktatörlüğünü hedef almış fakat Körfez Ülkeleri ve Batılı güçlerin müdahalesiyle raydan çıkarılmıştı.
İç savaş, Husiler de dahil olmak üzere Yemen'in kuzeyindeki güçlerle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Güney Yemen'deki silahlı hareketleri karşı karşıya getirdi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İngiliz ve ABD silahlarıyla Yemen'e karşı yıkıcı ve kanlı bir savaş başlattı.
Silah Ticaretine Karşı Kampanya (CAAT), savaşın başladığı 2015 yılından bu yana Suudi Arabistan'a 26,8 milyar Sterlin değerinde İngiliz yapımı silah satıldığını tahmin ediyor. Savaş, Husilerin yakıt fiyatlarında indirim ve yeni bir hükümet talebiyle başkent Sanaa'nın kontrolünü ele geçirmesinin ardından başladı.
Saldırılara, yaygın kıtlığa ve ülkenin yıkımına rağmen Husiler, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri güçlerine karşı zafer kazandı.
Birleşmiş Milletler 2021 yılı sonuna kadar 377.000'den fazla insanın öldürüldüğünü ve dört milyondan fazla insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığını tahmin ediyor.
Batı, savaş güdüsünde şüphesiz insani amaçlardan bahsedecektir. Gerçek amaçları ise ekonomik ve stratejiktir. Tüm küresel ticaretin yaklaşık yüzde 10'u Kızıldeniz'den geçmektedir. Yemen'in kuzey bölgesinin petrol açısından zengin olması da emperyalist çıkarların bir başka nedenidir.
Sophie Squire - Dáire Cumiskey
(Socialist Worker)
Gazze'ye saldırı etrafından kurulan ulusal birlik dağılıyor. İsrail'de dört şehirde sokağa çıkan binlerce protestocu esirlerin serbest bırakılmasını, hükümetin istifasını ve Gazze savaşının bitirilmesini istedi.
Gösterilerin en büyüğü Tel Aviv'deki Rehine Meydanı'nda oldu. İsrailli esirlerin aileleri ve binlerce destekçisi Netanyahu hükümetine meydan okudu ve savaşın bitirilmesini istedi.
El Cezire muhabirleri miting izlenimlerini şöyle aktardı:
"Bu daha önce görülmemiş bir şey çünkü savaşın başlangıcı boyunca, hükümet karşıtı protestocular da dahil olmak üzere herkes savaşın olduğu, Gazze'de esirlerin tutulduğu bir dönemde birlik olmaları gerektiği konusunda hemfikirdi.”
Önceki haftalarda yapılan eylemlere çok az sayıda kişi katılıyordu.
Protestocular hükümete atıfta bulunarak "utanç, utanç, utanç" anlamına gelen "Bushah bushah, bushah" diye bağırdı ve kızgındılar.
Kudüs'te İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog'un evinin önünde gösteri yapan insanlar, Gazze'de hâlâ tutulan 100'den fazla esirin geri verilmesini talep etti.
Bir diğer protesto da Kayserya şehrinde Binyamin Netanyahu'nun konutunun önünde gerçekleşti.
Hayfa şehrinde de kalabalık bir hükümet karşıtı gösteri yapıldı.
Aşırı sağcı Netanyahu liderliğindeki savaş ittifakın bozan, 7 Ekim'de Hamas'ın saldırısı sırasında esir alınanların ailelerinin inatçı mücadelesi oldu. Hükümete kalsa Gazze'de tutulan esirler, savaş doktrinleri gereği umursanmayacaktı.
Kasım 2023'ün son haftasında gerçekleşen ilk ateşkes ve rehine takasını sağlayan asıl etken de ailelerin mücadelesiydi. Fakat İsrail ordusu, ateşkes sonrası en ağır bombardımanlarına başladı ve Filistinli sivilleri katlederken rehinelerin hayatını hiçe saydı.
Savaşın ilk haftalarında yapılan kamuoyu araştırmaları, her beş İsrail vatandaşından dördünün Gazze'ye saldırıları desteklediğini gösteriyordu. Şimdi rüzgar tersine döndü. Savaş mutabakatı sokakta bozuluyor. Binlerce kişi boğazına kadar yolsuzluklara batmış, bir yargı darbesiyle aşırı sağcı iktidarını yerleştirmek isteyenlerden hesap sormaya başladı.
İsrail devletinin 2 Ocak'ta Lübnan'da Hamas lideri Salih el-Aruri'yi öldürmesi, Gazze'ye yönelik saldırıdan çok daha geniş çaplı bir savaşı tetikleyebilir. Bu suikast, aynı zamanda siyonist liderlerin Filistin direnişini yok edemedikleri için yaşadıkları hayal kırıklığını da gösteriyor.
Terör devleti, Hamas'ı ezemediği için hedefli ve kanlı bir cinayetle "başarıya" ulaştı.
Lübnanlı direniş grubu Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah, 3 Ocak'ta yaptığı önemli bir konuşmada, İsraillilerin "Şeyh Salih'in haince öldürülmesiyle bir zafer görüntüsü sunmaya çalıştıklarını" söyledi ve "Peki Gazze nerede?" dedi.
İsrail'in "insani, ahlaki ve yasal olarak" tamamen çöktüğünü belirten Nasrallah, tüm dünyada çocukları ve sivilleri öldüren, aç bırakan bir ülke olarak görüldüğünü de ekledi.
ABD'de gençlerin Filistinlileri desteklediğini gösteren son kamuoyu yoklamalarına dikkat çekti:"Bunun bölgemizdeki çatışma ve hesaplar üzerinde büyük bir etkisi olacaktır."
Hizbullah lideri, "direniş gruplarının" İsrail işgaline karşı bölgenin geleceğine ilişkin bir vizyonu paylaştığını ancak her grubun kendi stratejik vizyonu ve yerel gündemine göre hareket ettiğini söyledi.
"Direniş ekseni" olarak adlandırılan grubun merkezi bir komutayı takip etmediğini vurguladı.
Nasrallah, örneğin Husilerin Yemen'deki "Kızıldeniz savaşını" İran'ın talepleri doğrultusunda yürütmediğini söylüyor: "Bu direniş grupları birer araç değil." 5 Ocak'ta bir konuşma daha yapacak ve Hizbullah'ın İsrail ile olan mücadelesini derinlemesine anlatacağını duyurdu.
İsrail'in insansız hava aracıyla düzenlediği saldırıda Aruri, Beyrut'un güney banliyösündeki Hamas ofislerinde öldürüldü.
Hamas'tan yapılan açıklamada İsrail'in suikastının "korkakça" olduğu belirtilerek "halkımızın iradesini ve kararlılığını kırmayı ya da yiğit direnişinin devamını baltalamayı başaramayacaktır" denildi:
"Bu, düşmanın Gazze Şeridi'ndeki saldırgan hedeflerinden herhangi birine ulaşmadaki acınası başarısızlığını bir kez daha kanıtlamaktadır."
Aruri, Hamas'ın siyasi kanadının lider yardımcısı ve El Kassam Tugayları'nın kurucu üyelerinden biriydi.
Son zamanlarda işgal altındaki Batı Şeria'da direniş güçlerinin desteklenmesinde rol oynadı. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın liderliğinde, İsrail'le işbirliği yapan iktidar partisi El Fetih'in Ramallah şubesi, Aruri'nin öldürülmesinin yasını tutmak için genel grev çağrısı yaptı.
İsrail'in insansız hava aracı saldırısında ayrıca Hamas yetkilileri Samir Fandi ve Azzam Al-Aqra da öldürüldü.
Ahmad Hammoud, Mahmoud Shahin, Mohammed al-Rayyes ve Mohammed Bshasha, hepsi Filistin direnişinin bir parçasıydı.
Yakın zamanda verdiği bir röportajda Aruri, İsrail devletinin kendisini hedef alabileceğinin farkında olduğunu söylemişti:
"Halkımız nasıl karşılık verip bedel ödüyor ve ölüyorsa, biz de bu bedeli ödeyebiliriz. Bu beni etkilemiyor ya da kararlılığımı sarsmıyor."
Aruri Batı Şeria'da doğdu ve 1987'de Hamas'a katıldı.
Hayatının yarısından fazlasını İsrail hapishanelerinde geçirdi. 1985-1992 ve 1992-2007 yılları arasında uzun süre hapis yattı.
2010 yılında, kaçırılan tek bir İsrail askeri karşılığında binden fazla Filistinli mahkumun İsrail tarafından serbest bırakılması müzakerelerine yardımcı oldu.
Amerika Birleşik Devletleri, Aruri'nin başına 5 milyon dolar ödül koydu ve 2015 yılında onu "Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist" olarak işaretledi.
Daha geçen yıl İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu onu öldürtmekle tehdit etti.
Suikastın ardından İsrail'in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, İncil'deki Hakimler Kitabı'na atıfta bulunarak "Öyleyse tüm düşmanların yok olsun" diyerek kutlama tweet'i attı.
Suikasta misilleme olarak Hizbullah, İsrail'e yönelik saldırılarını arttırabilir ve Hayfa ve Tel Aviv gibi büyük şehirlere füzeler fırlatabilir. Böyle bir karşılık İsrail'in çok daha güçlü bir tepki vermesine yol açabilir ve bu da hızla bölgesel bir savaşa dönüşebilir.
ABD ve İngiltere şu anda bunu istemeyebilir ama İsrailli müttefiklerinden kopmayacaklardır.
Sophie Squire
(Socialist Worker)
İsrail hükümetini Gazze'deki Filistin halkına soykırım yapmakla suçlayan Güney Afrika, Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na dava açtı. İlk duruşma haftaya gerçekleşecek.
Dava dilekçesinde İsrail'in, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği belirtilerek "Gazze'deki Filistinlileri daha geniş bir ulusal, ırksal ve etnik grubun parçası olarak yok etmeye yönelik özel bir niyete" sahip olduğu vurgulanmıştı.
Uluslararası Adalet Divanı'nın vereceği kararlar bağlayıcı ve soykırım suçlarında zaman aşımı yok. Güney Afrika'nın İsrail'in soykırım yaptığına dair ikna edici kanıtlar sunması gerekiyor.
Soykırım sözleşmesi nedir?
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951'de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, avukat Raphael Lemkin tarafından Simele Katliamı, Holokost ve Ermeni Kırımına atfedilen soykırım terimini yasal olarak tanımlamaktadır. Sözleşmeye taraf ülkeler, soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi şu ana dek onayan ülke sayısı 140'tır. (Vikipedia)
İsrail'in günlük bombalamalarının sonu gelmiyor, BM yine başarısız oluyor.
Filistin'de yılın sonuna devam eden dehşet damgasını vurdu. İsrail 2023'ün son günlerinde mümkün olduğunca çok sayıda Filistinliyi katletme ve yerlerinden etme planını hızlandırdı.
Terör devleti, Gazze'deki tüm mahalleleri bombalarıyla dümdüz etmeye devam etti. Ve evsiz kalanları kanlı bir kara saldırısıyla hedef aldı. Kızıl Haç, geçen hafta İsrail'in savaşının 1.9 milyon insanı evlerinden ettiğini yazdı.
Çoğu Gazze içinde yerinden edilmiş durumda. Yağmurdan ya da soğuktan korunmak için çok az işe yarayan derme çatma çadırlarda barınmak zorunda kaldılar. Gazze'nin merkezindeki Deir el-Balah'ta yaşayan Ibitsam, şunları söyledi: “İnsanların sokaklardan başka yeri yok. Gazze'de insanların evleri ve barınakları dolu olduğundan yüzlerce, belki binlerce kişi evsiz durumda. Gazzeliler sadece roketlerden değil, soğuktan, pislikten, hastalıklardan ve açlıktan da ölüyorlar."
Batı Şeria'nın Nablus kenti yakınlarında yaşayan Zahrat, yaşananları yakından izlemenin "dehşet verici ve yürek parçalayıcı" olduğunu anlattı:
"Ölü sayısını arttırmak için bombalamalar yoğunlaşıyor ve evler uyarı yapılmadan sahiplerinin başlarına yıkılıyor. Ve İsrailliler gerçeklerin dünyaya ulaşmasını engellemek için gazetecileri öldürüyor. Bu, sivillerin kasıtlı olarak öldürüldüğü ve yok edildiği bir savaştır.
"Geriye kalan nüfus korku içinde, yiyeceksiz, barınaksız, elektriksiz ve bu soğuk havada açıkta yaşıyor. Dünyanın Noel ve Yeni Yılı nasıl kutlayabildiğini anlamıyorum. Dünya çocukları hediyeler alırken, Filistin'in çocukları bombardıman altındaydı."
"Dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerinize bu savaşı durdurmaları için baskı yaparak Gazze'den geriye kalanları kurtarın."
---
İsrail Maghazi'deki katliamını artık kabul ediyor
İsrail'in Noel arifesinde Gazze'nin merkezindeki Maghazi mülteci kampını bombalamasının ardından Filistinliler hala ölüleri saymaya çalışıyor. Saldırı sonrası İsrail, askerlerinin "yanlışlıkla" yanlış türde bomba kullanması nedeniyle çok sayıda sivilin öldürülmesinden "üzüntü duyduğunu" duyurdu.
İsrail Savunma Kuvvetleri sözcüsü, "mühimmatın türünün saldırının doğasına uymadığını ve önlenebilecek geniş çaplı ikincil hasara neden olduğunu" söyledi.
Maghazi kampı, İsrail'in Filistinlilere tahliye talimatı verdiği ve "güvenli" olarak nitelendirdiği bölgelerden biriydi. Saldırının ardından resmi ölü sayısı şu anda 100'ün biraz altında, ancak kamp sakinleri bu rakamın artabileceğini söylüyor.
Maghazi sakinlerinden Ahmed Maghari, "O kadar çok ceset parçası çıkardık ki toplam ölü sayısını henüz tahmin bile edemiyoruz. Her evde en az 50 kişi var.
"Bunların çoğu Gazze'nin diğer bölgelerinden evlerini terk etmek zorunda kalan Filistinliler. Hepsi paramparça olmuş durumda ve onları çıplak ellerimizle çekip çıkarıyoruz" diye ekledi.
"Şu anda en az iki yığın ceset parçası topladık."
Eğer Maghazi'deki ölümlerin boyutu İsrail'in iddia ettiği gibi kasıtlı değilse, bu, gerçekleştirdiği diğer tüm katliamlardan sonraki ölü sayısının kasıtlı olduğu anlamına gelmelidir.
---
BM Gazze'de ateşkesi sağlamakta yine başarısız oldu
Birleşmiş Milletler (BM) delegeleri, nihayet geçen ay Gazze'deki savaşla ilgili bir karar tasarısını kabul etti. Ancak dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insanın talep ettiği gibi derhal ateşkes çağrısı yapmak yerine, sadece daha fazla yardım sözü verildi.
Batılı güçler, İsrail'in bombardımanına ara verilmesi çağrılarını defalarca engelledi. Nihai önergede yalnızca İsrail'in kabul edebileceği bir dilin yer almasını sağladılar.
Karar, BM'nin "insani yardımın derhal, güvenli ve engelsiz bir şekilde ulaştırılmasını kolaylaştıracağını ve mümkün kılacağını" söylüyor. Batı, BM'nin İsrail'in Gazze'deki kendi kurumlarını hedef almasına son vermesi çağrısında bulunmasını engelledi.
BM Filistinli Mülteciler Ajansı geçen hafta İsrail askerleri tarafından vuruldu. Ajansın Gazze Şeridi'ndeki direktörü Thomas White yaptığı açıklamada, "İsrail askerleri, Gazze'nin kuzeyinden İsrail ordusu tarafından belirlenen bir güzergahtan dönen bir yardım konvoyuna ateş açtı" dedi. White, "Uluslararası konvoy liderimiz ve ekibi yaralanmadı ancak bir araç hasar gördü" diye devam etti.
Okullar ve tıbbi tesisler de dâhil olmak üzere toplam 180 BM tesisi, İsrail tarafından hedef alındı. BM daha sert bir tavır alsa bile İsrail muhtemelen bunu görmezden gelecektir. İsrail 1968'den bu yana 30'dan fazla BM kararını çiğnemiş durumda.
Sophie Squire
(Socialist Worker)
Selim Deringil, Gazze'den soykırıma canlı olarak şahitlik eden Ghassan Abu Sittah ile görüştü.
2023’ün ilk günlerinde İsrail'in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Filistin Yönetimi ve İsrail muhalefetinin uyarılarına rağmen, işgal altındaki Doğu Kudüs'te Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın yer aldığı Harem-üş Şerif'e gitti. Böylece gerilim ve çatışmalar, yılın daha ilk günlerinde başlamış oldu.
15 yaşındaki bir Filistinli çocuk da dahil olmak üzere, yeni yılın ilk üç gününde her gün bir Filistinli öldürüldü.
İsrail 2023’e aşırı sağ koalisyona karşı her hafta sonu yapılan ve hemen her defasında 100 binin üzerinde göstericinin katıldığı demokrasi mitingleriyle başlamıştı.
Ocak ayında İsrail güçleri Cenin kampında 9 kişiyi öldürdü, aşırı sağcılar Filistinlilerin evlerini yaktı. Ocak'ta öldürülen Filistinlilerin sayısı, 8’i çocuk 35 kişi oldu.
İsrail, terör suçlarından hüküm giymiş Arapları vatandaşlıktan çıkarmaya veya ikametinin iptaline ve Batı Şeria veya Gazze Şeridi'ne sürülmelerine izin veren bir yasa çıkardı.
Aşırı sağcı hükümete karşı gerçekleştirilen hafta sonu eylemleri Şubat ayı boyunca ve on binlerin katılımıyla devam etti.
Aşırı sağcı koalisyonun parlamentoya Yüksek Mahkeme kararlarını değiştirme yetkisi veren yasa tasarısına karşı süren eylemler, tasarının parlamentoya sunulduğu gün dev gösterileri de tetikledi. Yüz binin üzerinde eylemci parlamentoyu kuşattı, vekillerin parlamentoya ulaşmasını engellemek için yolları kapattı.
Bu arada İsrail ordusu Batı Şeria'nın Nablus kentine baskın düzenleyerek 11 Filistinliyi daha öldürdü, 102 kişiyi de yaraladı.
Mart ayında hükümet karşıtı gösterilerin 11'inci haftasına gelinmişti. On binlerce kişi meydanları bir kez daha doldururken, istihbarat kurumlarında görevli bir grup gönüllü de hükümete tepki olarak bazı emirlere uymayacaklarını açıkladı.
Haftalarca süren ve yüz binlerin eylemi durumuna gelen gösterilerin ordu ve bürokrasi içerisinde de bölünme yaratması, özellikle yedek askerlerin görev almamaya başlaması üzerine Savunma Bakanı Yoav Gallant "Düzenlemeyi durdurun" çıkışında bulundu.
13 haftayı bulan bu büyük mücadelenin sonunda Netanyahu düzenlemeyi İsrail Parlamentosu'na (Knesset) sunmayı ertelediğini açıkladı.
Nisan’da, Ramazan ayı yaşanırken, İsrail güvenlik güçleri son derece sert şekilde birkaç defa El Aksa camiinde ibadet edenlere saldırdı. İsrail operasyonlarında yine bir Filistinli çocuk öldürüldü.
Mayıs ayında İsrail, Gazze ve Batı Şeria’ya yeni saldırılar düzenledi. 24 saat içerisinde gerçekleştirdiği kanlı saldırılardan birinde üç İslami Cihad örgütü liderini öldürdüğünü açıklamıştı, ancak aynı saldırılarda dokuz sivilin öldürüldüğü ve çok sayıda kişinin yaralandığı ortaya çıktı.
İsrail’in saldırıları, Filistinli örgütlerin karşı saldırıları ve ölümler bütün bir ay boyunca devam etti.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) tarafından yayımlanan bir raporda, İsrail ordusunun gazeteci ölümleri konusunda sorumluluk almadığına dikkat çekildi. Komite, İsrail güçlerinin 2001'den bu yana en az 20 Filistinli ve yabancı gazeteciyi öldürdüğünü, bu ölümlerden kimsenin sorumlu tutulmadığını açıkladı.
Haziran’da İsrail, Cenin'e düzenlediği operasyonda yedi Filistinliyi daha öldürdü, 90'dan fazla kişiyi de yaraladı. Hemen ertesi gün silahlı Filistinliler dört İsrailliyi öldürdü. Aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler Batı Şeria'daki Tumasaya beldesinde Filistinlilere saldırdı, bir kişinin öldürüldüğü pogrom girişiminde onlarca ev ve araç yakıldı, 12 Filistinli yaralandı.
Yılın ilk altı ayında öldürülen Filistinli sayısı 175’e yükselmişti.
İsrail Temmuz’da da durmadı: İşgal altındaki Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı'nda Filistinlilere yönelik saldırılarına devam etti, 12 Filistinliyi öldürdü, 140’dan fazla kişi de yaralandı.
Yarım kilometrekarelik bir kampta bulunan 18 bin Filistinliden 3 bin kadarı Cenin kampını terk etmek zorunda bırakıldı.
Eylül ayından bu yana ise soykırım planlarını devreye sokan İsrail herkesin gözü önünde gerçekleştirdiği en kanlı saldırılarına başladı.
İngiltere’de hükümetin yavaş yürüyüşlere katılanları tutuklamaya çalışması, aktivistleri durduramadı. Tenis turnuvaları, etkinlikler, sergiler bu yıl da İngiltere’de eylemlerle geçti. Aktivistler "Söyleyeceğimiz en önemli şey, durmayacağımızdır" diyordu; “Durum çok vahim. İnsanlık tarihinde gerçekten kritik bir noktadayız ve bu sorunu çözemezsek mahvoluruz.’’
Avrupa genelinde okullar ve üniversitelerde “Fosili Bitir: İşgal Et!” başlığıyla Mayıs ayında başlayan eylemler kıta çapında 22 okul ve üniversitede gerçekleştirilen işgallerle devam etti. İklim değişikliği konusunda adım atılmasını isteyen gençler, Almanya’da Wolfenbüttel, Magdeburg, Münster, Bielefeld, Regensburg, Bremen ve Berlin üniversitelerini işgal etti. Barcelona’da Barcelona Özerk Üniversitesi’ni işgal eden öğrenciler, iklim değişikliğine dikkat çeken açık hava dersleri örgütledi.
Eylül ayında ise Küresel İklim Grevi ve “Fosil Yakıtlara Son Ver” eylemleri kapsamında bir araya gelen, Kanada, İngiltere, Almanya, Avusturya, ABD, İsveç, Japonya, Uganda, Nijerya, Filipinler, Bangladeş, Burkina Faso, Pakistan gibi dünyanın birçok ülkesinde yüz binleri oluşturan iklim aktivistleri, fosil yakıtlara son verilmesi, yeni petrol kuyularının açılmaması, yüzde 100 yenilenebilir enerjiye adil geçiş, fosil yakıtlara devlet desteğinin kalkması gibi bir dizi talepler için sokaklardaydı. Türkiye’de de Kadıköy İskele Meydanı’nda gerçekleştirilen eylemde iklim krizinden acil çıkış için fosil finansmanına son verilmesi, tüm eski ve yeni fosil yakıt projelerinin iptal edilmesi, yenilenebilir enerjiye Acil ve Adil Geçiş talep edildi.
Amerika’da yerli topluluklar, azınlık ve insan hakları aktivistleri, doktorlar, sağlık çalışanları, bilim insanları, müzisyenler gibi onlarca farklı grubun katılımıyla büyüyen iklim hareketi, fosil yakıtların aşamalı olarak sonlandırması ve artık herkesi etkileyen iklim kriziyle mücadele için cesur adımlar atılması gerektiğini vurguladılar. Birçok noktada kurulan kürsülerde Başkan Biden’ın ‘iklim acil durumu’ ilan etmesi gerektiği dile getirildi.
Hollanda Extinction Rebellion Grubu’nun (Yokoluş İsyanı) A-12 otobanında gerçekleştirdiği ve Eylül ayı boyunca her gün saat 12’de başlayan eylemleri, taleplerinin meclise taşınmasını sağladı. Eylemcileri Hollanda hükümetinin yıllık 37,5 milyar avroluk fosil yakıt sübvansiyonunu durdurmasını istiyor. Aileler, öğretmenler, müzisyenler, bilim insanlarının ve çeşitli iklim gruplarının katkılarıyla genişleyen bu hareket kapsamında park forumları da düzenlendi.
Avustralya Hükümetinin iklim değişikliği konusunda harekete geçmiyor oluşuna, Newcastle’da bulunan dünyanın en büyük kömür limanının – aralarında 97 yaşında bir protestocunun da bulunduğu– aktivistler tarafından, kanolarla abluka altına alınmasıyla yanıt verildi.
Kuzey Denizi'nde Norveç ve İngiltere’nin ortak yürüttüğü Rosebank projesinin onaylanması, Britanya’da Rishi Sunak hükümetine karşı örgütlenen acil eylemlere yol açtı. İklim grupları, Rosebank Kuzey Denizi petrol projesine karşı yasal işlemler de başlattı.
İklim adaleti için örgütlenen birçok grup, Filistinlilerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma içinde olduklarını ve Gazze'de devam eden soykırımı kınadıklarını açıkladı. Filistin ile dayanışma eylemlerine aktif olarak katılıyor, BP ve ENI gibi petrol şirketlerinin Gazze’de İsrail ile olan petrol ve gaz arama anlaşmalarını teşhir eden eylemler düzenliyorlar.
‘‘Gazze'nin acılarını dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz. İnsan hakları olmadan iklim adaleti de olmaz. Bu affedilemez şiddete son verilmesini talep etmek, temel bir insanlık meselesidir. Yapabilecek herkesi bunu gerçekleştirmeye çağırıyoruz. Sessizlik suç ortaklığıdır. Gelişmekte olan bir soykırımda tarafsız olamazsınız.’’ Fridays for Future, İsveç
2023 yılını, dünyanın, zenginliğin paylaşımı açısından ne kadar eşitsiz bir yer olduğu gerçeğini göz ardı ederek ele alamayız.
Dünyanın en zengin yüzde 1'i tüm küresel servetin neredeyse yarısına sahipken, dünyanın en fakir yüzde 50’lik bölümü yalnızca yüzde 0,75'ine sahip.
81 milyarder, küresel servetin yüzde 50'sinden fazlasını elinde bulunduruyor. Buna rağmen en az vergilendirilen grup da onlar: Küresel vergi gelirlerinin her dolarının yalnızca 4 senti servet vergilerinden geliyor.
10 milyarderin toplam serveti, sayıları 200 milyondan fazla olan Afrikalı kadınların sahip olduğu zenginlikten çok daha büyük.
Aşırı zenginlik ve aşırı yoksulluk, 25 yıldır ilk kez eş zamanlı keskin bir artış kaydetti. Dünya Bankası, salgında en yoksul yüzde 40'ın en zengin yüzde 20'nin kaybının iki katı gelir kaybına uğradığını tahmin ediyor.
En zengin yüzde 1’lik dilim, dünyadaki tüm yeni servetin neredeyse üçte ikisine sahip. 2020'den bu yana, en alttaki yüzde 90'ın içinde yer alan birinin kazandığı her bir dolarlık yeni küresel zenginliğe karşılık, dünya milyarderlerinden her biri 1,7 milyon dolar kazandı.
Ve dünyanın en zengin ülkesine dair son veriler, ABD hanelerinin en üst yüzde 0.01'inin tüm kişisel servetin yüzde 5,5'ine sahip olduğunu gösteriyor. ABD'de en tepedeki yüzde 1'lik kesim şu anda servetin yaklaşık yüzde 35'ine sahip.
2023 yılında 691 milyon kişinin (küresel nüfusun yüzde 8,6'sının) 'aşırı yoksulluk' içinde, yani günde 2,15 doların altında bir bütçe ile yaşayacağı öngörülmektedir.
2021 yılında yapılan bir araştırma, herhangi bir gelirleri olmayan 2,7 milyar insanın temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği sürenin sadece ve en fazla bir ay olduğunu gösterdi. Bu nüfusun 946 milyon kişilik dilimi ise en fazla bir hafta hayatta kalabilecek durumda.
Dünya genelinde 3,1 milyardan fazla insan – ya da yüzde 42'si – sağlıklı beslenemiyor. 2022 yılında 'gıda güvensizliği' ile karşı karşıya kalan toplam 2,4 milyar kişinin neredeyse yarısı (1,1 milyar) Asya'da; yüzde 37'si (868 milyon) Afrika'da; yüzde 10,5'i (248 milyon) Latin Amerika ve Karayipler'de; yaklaşık yüzde 4'ü (90 milyon) ise Kuzey Amerika ve Avrupa'da yaşamaktadır.
Aynı eşitsizlikler iklim krizi açısından da geçerli. Oxfam'ın araştırmasına göre, en zengin yüzde 1'lik kesim, en yoksul yüzde 66'lık kesim kadar karbon salıyor.
1990'lardan bu yana, en zengin yüzde 1'lik kesim, nüfusun en alttaki yarısına kıyasla iki kat daha fazla karbon yaktı. Ancak son 50 yılda iklimle ilgili felaketlerin neden olduğu ölümlerin yüzde 91'inden fazlası yoksul, gelişmekte olan ülkelerde meydana geldi.
Bu gerçekler karşısında, ister Davos’ta buluşsun ister Dubai’de olsun tüm iklim aktivistleri, 2023 yılı boyunca bazen küçük azınlıklar olarak bazen de on binlerce kişinin katıldığı dev eylemlerde bir araya geldi, bu yüzde 1’lik patronlar kulübünün ve onların hükümetlerinin peşini bırakmayacaklarını gösterdi.