Almanya'da çiftçiler hükümetin yakıt desteği kesinti, vergi artışı gibi planlarına karşı otoyol ve şehir merkezlerinde eylemlere başladı. Revolutionäre Linke grubu devam etmekte olan çiftçi eylemlerine dair bir ilk açıklama yayınladı. Açıklamanın Türkçe çevirisini paylaşıyoruz.
Çiftçilerin protestolarının nedeni borç freni ve bunun sonucunda oluşan çıkan bütçe açığıdır. Mevcut durumda borç freni, krizin maliyetlerini işçilerin ve yoksulların üzerine yüklemenenin bir aracıdır, çiftçiler de bundan etkilenmektedir.
Corona-krizi sırasında büyük şirketleri desteklemek için 400 milyar Euro'luk borç almak sorunsuzca mümkün olmuştu. Bu para neden hayati önemdeki diğer alanlar için kalmıyor? Zenginler ve büyük şirketler için daima yeterli para var, ancak ısınma maliyetleri, işçiler için enflasyon dengelemesi ve çiftçiler için tarımsal yakıtı destekleyecek para yok mu? Bu inanılmaz bir argümandır. Eğer istenseydi, hem işçiler hem de çiftçiler için para olurdu. Para temini için pek çok mümkün yol var. Enflasyon ve fiyat artışları döneminde halkın temel ihtiyaçları ve kamu destekleri için yeni borçlar elbette gerekli olacaktır. Ayrıca yıllardır askıya alınan servet vergisi yeniden devreye sokulabilir ya da ordunun savaş araçlarına ayrılan 100 milyar Euro'luk özel bütçe azaltılabilir.
CDU'nun muhafazakarlarının ve Afd'nin sağ radikallerinin protestoları sahiplenme girişimleri gülünçtür ve böyle adlandırılmalıdır. Hem CDU hem de Afd sorunun kaynağı olan borç frenini destekliyor ve gerçek bir iyileştirmeyi sağlayacak hiçbir politik öneriye sahip değildir. Hatta Afd, programında çiftçilere yönelik tüm kamu desteklerinin kaldırılması talebinde bile bulunuyor. CDU ve Afd gibi, hükümet ortağı partiler de, 100 milyar Euro'luk parayı işçileri ve çiftçileri rahatlatmak için değil, yeni cinayet araçlarına harcamayı tercih ettiler. Sahte sol, liberal bir hükümetin, muhafazakar ya da sağcı bir hükümetin yerine getirilmesinin bir faydası yok. İhtiyaç duyulan şey aşağıdan yükselen protestolar için açık bir sol programdır.
Tarıma yönelik kamu desteklerinin, yenileri konulmadan kaldırılması, öncelikli olarak işçileri etkileyen, gıda maddeleri fiyatlarında artışlara neden olmaktadır. Gerçekten çevre dostu bir tarım için bir şeyler yapmak isteyen herkes, tarımsal dizel fiyatlarının artırılmasını savunmamalı, aksine bunun yerine tam olarak bunu teşvik eden ek kamu mali finansmanını savunmalıdır. Hükümet ortakları her halükarda bu önlemle çevrenin korunmasına katkıda bulunmuyor, bizzat çevreye zarar veriyor.
Maliyet fiyatlarının patlamasına karşı mücadele, hükümet ortaklarına ve sağcıların eylemleri sahiplenme girişimlerine karşı mücadele anlamına gelmektedir. Gerçekten bir değişim oluşturmak için, yaklaşan GDL/tren makinistleri grevi gibi işçi grevleri ile çiftçilerin bu yoksullaştırma hükümetine karşı protestolarıyla bir araya getirilmesi gerekiyor!
Deneyimli gazeteci Jonathan Cook yazdı.
Uluslararası Adalet Divanı bu hafta Güney Afrika'nın İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına dair açtığı davayı görüşmeye hazırlanırken, İsrail Batılı devletleri kendi yanında yer almaya çağırıyor.
Güney Afrika mahkemeden, daha fazla can kaybını önlemek için İsrail'in küçük yerleşim bölgesine yönelik askeri saldırısını durdurmasını emreden acil tedbir kararı çıkarmasını talep ediyor.
İsrail'in şu ana kadar çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 23 bin Filistinliyi öldürdüğü biliniyor ve binlercesinin de enkaz altında kaldığına inanılıyor. On binlerce kişi de ağır yaralı. Nüfusun büyük çoğunluğu üç aydır devam eden bombalama kampanyası nedeniyle evlerini kaybetti.
İsrail ordusu, Filistinli sivillere kaçmalarını emrettiği sözde "güvenli bölgeleri" yoğun bir şekilde ve defalarca hedef aldı.
Gazze'nin altyapısının neredeyse tamamını yok etti ve yardımların çoğunun bölgeye ulaşmasını engelliyor. Kıtlık ve hastalıkların ölü sayısını hızla arttırması muhtemel.
Güney Afrika'nın 84 sayfalık özeti, İsrail'in bombalama kampanyası ve kuşatmasının, soykırımı "ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen fiiller" olarak tanımlayan 1948 Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini savunuyor.
İsrail Batılı başkentlerden destek bekliyor. Çünkü İsrail aleyhine çıkacak bir karardan en az İsrail kadar onlar da korkuyor. Özellikle ABD ve İngiltere, Gazze halkına karşı kullanılan silahları göndererek, kendilerini de potansiyel olarak suç ortağı haline getirerek, ölüm çılgınlığını kararlı bir şekilde destekledi.
İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan Axios internet sitesine sızdırılan bir telgrafa göre İsrail, eylemlerini savunmak için yasal bir dava açmanın zorlukları göz önüne alındığında, bunun yerine mahkemenin yargıçları üzerindeki diplomatik ve siyasi baskının günü kurtaracağını umuyor.
Biden yönetimi geçen hafta Güney Afrika'nın ayrıntılı hukuki özetini "liyakatsiz, ters tepen ve hiçbir gerçek temeli olmayan" şeklinde reddederek buna öncülük etti.
Batılı izleyicilere Gazze'yle ilgili ciddi bir haber sunulsaydı bu açıkça gülünç olurdu. Ancak İsrail bir yandan Gazze'ye erişimi büyük ölçüde kısıtlarken bir yandan da haber yapmalarını engellemek için Filistinli gazetecileri görülmemiş bir hızla öldürüyor.
Buna ek olarak, batılı medya İsrail'in zahmetli sansür rejimine isteyerek -ve gizlice- boyun eğiyor.
Soykırıma teşvik
Sızdırılan telgrafa göre İsrail'in mahkemedeki "stratejik hedefi" yargıçları soykırım yaptığına dair bir karar vermekten caydırmak. Ancak daha da önemlisi Lahey mahkemesinin saldırıyı geçici olarak durdurma kararı almasını engelleme ihtiyacı.
Axios'un haberine göre İsrailli yetkililer, Gazze'ye yönelik sürekli saldırılarının, "yok etme niyetiyle birlikte nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratmayı" gerektiren soykırım eşiğine ulaşmadığını savunacak.
İsrail yargıçları, Gazze'ye insani yardımı arttırmaya ve sivillere verilen zararı en aza indirmeye çalıştığına ikna etmeye çalışacak.
İsrail'in bu iddiası Güney Afrika'nın topladığı kanıtlarla çelişiyor.
Dava özeti, Başbakan Benjamin Netanyahu, kabinedeki üst düzey isimler, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, birçoğu görevdeki ve eski İsrailli askeri komutanın açıklamaları da dahil olmak üzere İsrailli liderlerin açık soykırım niyetini gösteren dokuz sayfalık beyanlarını içeriyor.
Savaş Konseyi Bakanı Benny Gantz'ın danışmanı Giora Eiland, İsrail'in hedefini "Gazze'de yaşamın sürdürülemez hale geldiği koşullar" yaratmak olarak tanımladı. İsrailli bir askeri sözcü en başından beri amacın Gazze'ye "azami zarar" vermek olduğunu belirtti.
Herzog tüm sivil nüfusun meşru bir askeri hedef olduğunu öne sürerken, Netanyahu Filistinlilerden İncil'de geçen bir düşman olan "Amalek" olarak bahsediyor. Eski Ahit'te Tanrı İsraillilere Amaleklileri yok etmelerini, "erkekleri, kadınları, çocukları ve bebekleri öldürmelerini" emretmektedir.
Soykırım Sözleşmesi'nin hükümlerinden biri de soykırıma teşvikin mutlak bir şekilde yasaklanmasıdır. İsrail'in en üst düzey siyasetçileri ve askeri komutanları tartışmasız bir şekilde sözleşmenin bu bölümünü ihlal etti.
Geçtiğimiz hafta bir grup İsrailli akademisyen, avukat, insan hakları aktivisti ve gazetecinin İsrail başsavcısına gönderdiği mektup bu noktanın altını çizdi. Mektupta soykırım kışkırtıcılığının "İsrail'de gündelik bir mesele" haline geldiği uyarısında bulunuldu.
Mektupta şu ifadeler yer alıyordu: "Yok etme, silme, yıkım ve benzeri çağrılarda bulunan normalleştirilmiş söylem, [Gazze'deki] askerlerin davranış biçimlerini etkileyebilir."
Eldivenleri çıkarmak
Ancak tek sorun soykırımın habercisi olan insanlıktan çıkarma değil.
İsrail'in "Hamas'ın kökünü kazımak için savaş" olarak adlandırdığı süreç, kendi soykırım tanımına tamamen uymaktadır. "Nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar", İsrail'in Hamas'ın 7 Ekim'de Gazze'den çıkmasının hemen ardından başlattığı saldırıdan çok önce yaratılmıştı. Bunu takip eden katliamda yaklaşık 1,140 İsrailli ve diğer ülke vatandaşları öldürüldü.
Bölgede yaşananlarla ilgili ileri geri konuşmalarda çoğunlukla unutulan şey bu bağlamdır: Birleşmiş Milletler yetkilileri yaklaşık on yıl önce İsrail'in 17 yıldır sürdürdüğü Gazze kuşatmasının bölgeyi "yaşanmaz" hale getirmek üzere tasarlandığı uyarısında bulunmuştu.
Başka bir deyişle, İsrail tam olarak "nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratıyordu."
İsrail, şu anki uzun süreli saldırısından önce bile, enklavın 2,3 milyonluk nüfusunun suya erişimine ciddi kısıtlamalar getirmişti. Bunun doğrudan bir sonucu olarak, Gazze'nin altındaki aşırı gerilmiş yeraltı su kaynakları deniz suyunun içeri girmesine izin veriyor ve bu da bölgenin içme suyunu insan tüketimi için uygunsuz hale getiriyordu.
Gıda da benzer şekilde yetersizdi. 2012'de İsrailli insan hakları grupları, ordunun 2008 yılından itibaren Gazze'ye giren gıdayı sıkı bir şekilde kontrol ettiğini gösteren gizli belgeyi kamuoyuna açıklamayı başardı. Sonuç olarak nüfusun üçte ikisi gıda güvencesinden yoksundu ve her 10 çocuktan biri yetersiz beslenme nedeniyle bodur kalıyordu. Amaç uzun vadeli gıda yoksulluğu yaratarak halkı açlık diyetine sokmaktı.
İsrail'in son 15 yılda Gazze'ye yönelik tekrarlanan saldırıları - İsrail'in "çimleri biçmek" olarak adlandırdığı - evlerin çoğunu ve altyapının çoğunu tahrip etti. Giderek daha fazla aşırı kalabalık ve sağlıksız koşullar yarattı.
İsrail'in Gazze'nin tek elektrik santralini defalarca bombalaması ve ek enerji tedarikini engellemesi, elektriği günde birkaç saatle sınırladı.
İsrail kuşatması ilaç ve tıbbi malzemelerin bölgeye girişini engelleyerek ciddi sağlık sorunlarının tedavisini zorlaştırdı ya da imkansız hale getirdi. Ve İsrail'in Gazze'ye giren ve çıkan mallara getirdiği kısıtlamalar göz önüne alındığında, nüfusun neredeyse yarısının işsiz olduğu ekonomi zaten harap durumdaydı.
Uzun zaman önce, 2016'da, İsrail askeri istihbarat başkanı Herzi Halevi, İsrail'in Gazze'de tasarladığı felaketin yüzüne patlayabileceği konusunda uyarıda bulundu - gerçekten de 7 Ekim'de olduğu gibi.
İsrail'in üç aylık saldırısı, uzun süredir yerleşik olan tüm soykırım politikalarını basitçe hızlandırdı ve yoğunlaştırdı. Hamas'ın atağı, İsrail'e eldivenlerini çıkarma ruhsatı verdi.
Gazze 'yaşanmaz' hale geldi
Bu nedenle BM'nin insani işlerden sorumlu başkanı Martin Griffiths, geçen hafta Gazze'nin gerçekten de "yaşanamaz" bir noktaya geldiğini ilan etti.
Griffiths sözlerine şunları da ekledi: "İnsanlar şimdiye kadar kaydedilen en yüksek gıda güvensizliği seviyesiyle karşı karşıya. Kıtlık kapıda."
Nüfusun büyük çoğunluğunun evsiz olması ve çoğu hastanenin artık çalışmaması nedeniyle bulaşıcı hastalıklar yayılıyor.
İsrail'in "tam kuşatma" politikası yardımın içeri giremeyeceği anlamına geliyordu. Griffiths'e göre İsrail yolları tahrip etmiş, iletişim sistemlerini bloke etmiş, BM kamyonlarına ateş açmış ve yardım görevlilerini öldürmüştü.
Hafta sonunda Mısır sınır kapısına yaptıkları ziyaretten dönen iki ABD'li senatör, İsrail'in makul olmayan koşullar dayatarak yardımların Gazze halkına ulaşmasını engelleyen sonu gelmez gecikmelere yol açtığını gözlemledi.
Başka bir deyişle, İsrail şu anda başarılı bir şekilde "nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratmıştır."
İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Holokostu'nun hemen ardından hazırlanan 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin amacı sadece soykırımları gerçekleştirenleri cezalandırmak değildi.
Sözleşme, bir soykırımın erken aşamalarında tespit edilmesine yardımcı olmak ve Uluslararası Adalet Divanı'nın kararları aracılığıyla durdurulabileceği bir mekanizma oluşturmak üzere tasarlanmıştır.
Başka bir deyişle, Güney Afrika'nın davasının amacı, çok sayıda gözlemcinin hayal ettiği gibi, İsrail Gazze'deki Filistinlileri yok ettikten sonra ne olacağı konusunda hakemlik yapmak değildir. Çok geç olmadan İsrail'in Gazze halkını yok etmesini engellemektir.
İsrail'in destekçileri garip bir mantıkla soykırım suçlamasının yersiz olduğunu, çünkü asıl amacın Gazze'deki Filistinlileri yok etmek değil, onları kaçmaya teşvik etmek olduğunu ima ediyor.
İsrailli liderler de bu varsayımı destekliyor. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 7 Aralık'ta verdiği bir mülakatta Gazze'deki nüfus için - bombalandıktan, evsiz bırakıldıktan, aç bırakıldıktan ve hastalıklara karşı savunmasız bırakıldıktan sonra - "yüz binlercesi şimdi gidecek" dedi. İkiyüzlü bir şekilde bunu "gönüllü" bir kitlesel göç olarak nitelendirdi.
Ancak böyle bir sonuç -ki bu insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur- tamamen Mısır'ın Filistinlilerin ölüm tarlalarından kaçmasına izin vermek için sınırlarını açmasına bağlıdır. Eğer Kahire İsrail'in şiddetli şantajına boyun eğmeyi reddederse, Gazze nüfusunu yok eden İsrail'in bombaları, yol açtığı kıtlık ve saldığı ölümcül hastalıklar olacaktır.
Uluslararası Adalet Divanı, İsrail'in bombardıman kampanyası ve kuşatmasının imhaya mı yoksa "sadece" etnik temizliğe mi yol açtığını düşünerek bekle ve gör yaklaşımını benimsememelidir. Bu, uluslararası insancıl hukukun tüm geçerliliğini ortadan kaldıracaktır.
Kumdaki çizgi
İsrail ve Batılı müttefikleri mahkemeye boyun eğdirmeyi başaramaz ve Güney Afrika'nın davası kabul edilirse, yasal zorluklarla karşılaşan sadece İsrail olmayacaktır.
Mahkemeden çıkacak bir soykırım kararı diğer devletlere de yükümlülükler getirecektir: Hem silah ve diplomatik koruma sağlamak gibi yollarla İsrail'in soykırımına yardım etmeyi reddetmek hem de buna uymaması halinde İsrail'e yaptırım uygulamak.
İsrail'in saldırısını durduran bir ara karar, kumda bir çizgi görevi görecektir. Bu karar alındıktan sonra, tedbir kararına uymayan her devlet soykırıma ortak olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Bu da Batı'yı ciddi bir hukuki çıkmaza sokacaktır. Ne de olsa Batı, Gazze'deki soykırımı görmezden gelmekle kalmıyor, aktif olarak destekliyor ve bu soykırıma ortak oluyor.
İngiltere'de Başbakan Rishi Sunak ve muhalefet lideri Keir Starmer gibi liderler ateşkese kararlı bir şekilde karşı çıkmış ve İsrail'in soykırım politikasının temel direklerinden biri olan, halkı açlık ve ölümcül salgın hastalıklarla karşı karşıya bırakan Gazze'ye yönelik "tam kuşatma "nın arkasında durmuşlardır.
İngiliz ve ABD hükümetleri silah akışının durdurulmasına yönelik tüm çağrıları reddetti. Biden yönetimi, sivil bölgeleri yerle bir eden ayrım gözetmeyen "aptal" bombalar da dahil olmak üzere İsrail'e silah tedarikini hızlandırmak için Kongre'yi bile atladı.
İsrail'in İngiltere Büyükelçisi Tzipi Hotovely, İngiliz medyasında düzenli olarak soykırıma varan açıklamalarıyla yer alıyor. Daha geçen hafta bir röportajcı Hotovely'nin Gazze'nin tamamının - tüm okulların, camilerin ve evlerin - yok edilmesi çağrısında bulunuyor gibi göründüğünü belirttiğinde Hotovely şöyle cevap verdi: "Başka bir çözümünüz var mı?"
İngiliz ve ABD medyası soykırımı açıkça kışkırtan İsrailli yetkililere yer veriyor.
Kararın ardından tüm bunların derhal durdurulması gerekecektir. Batılı ülkelerdeki polisin soykırımı teşvik eden ya da teşvik için platform sağlayanları soruşturması ve mahkemelerin kovuşturması beklenecektir.
Devletlerin İsrail'e silah vermemeleri ve İsrail'e ekonomik yaptırımlar uygulamaları beklenecektir - aynı zamanda soykırıma ortak olan tüm devletlere de.
İsrailli yetkililer, batı ülkelerine seyahat ettikleri için tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Çifte standart
Elbette pratikte bunların hiçbirinin gerçekleşmesi mümkün değil. İsrail, Batı için - gücünün petrol zengini Orta Doğu'daki izdüşümü olarak - feda edilemeyecek kadar önemli.
BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla bir soykırım kararının uygulanmasına yönelik her türlü çaba Biden yönetimi tarafından engellenecektir.
Bu arada İngiltere, Kanada, Almanya, Danimarka, Fransa ve Hollanda ile birlikte kendi çifte standartları konusunda ne kadar utanmaz olduklarını çoktan gösterdi.
Haftalar önce Uluslararası Adalet Divanı'na Myanmar'ın Rohingya etnik grubuna karşı soykırım yaptığına dair resmi argümanlarını sundular. Temel argümanları Rohingyaların "geçimlik bir diyete, sistematik olarak evlerinden sürülmeye ve temel sağlık hizmetlerinin asgari gerekliliğin altında verilmesine" maruz bırakıldıklarıydı.
Ancak bu Batılı devletlerin hiçbiri Güney Afrika'nın aynı mahkemeye yaptığı soykırım başvurusunu desteklemiyor - İsrail tarafından tasarlanan Gazze'deki koşullar daha da kötü olmasına rağmen.
Gerçek şu ki, mahkemenin vereceği soykırım kararı Batı'nın başına bir bela açacak ve uluslararası hukuk hükümlerinin kendisi için de geçerli olduğunu kabul etmeye hazırlayacaktır.
İsrail on yılı aşkın bir süredir Gazze'de uluslararası hukuku ortadan kaldırma çabalarının ön saflarında yer alıyor. Şimdi de soykırım suçunu işlediğini, sanki dünyanın bunu durdurmasına meydan okurcasına gösterişli bir şekilde sergiliyor.
Tersine, Nazi Holokost'unun tekrarlanmasını önlemek için uygulamaya konulan uluslararası güvenceleri tersine çeviriyor.
Batı İsrail'e mi yoksa mahkemeye mi meydan okuyacak? Batı'nın Irak ve Afganistan'da işlediği savaş suçlarının üzerine gidilmemesi nedeniyle zaten sarsılmış olan uluslararası hukukun temelini oluşturan savaş sonrası konsensüs, tamamen çökmenin eşiğinde.
Ve hiç kimse bu sonuçtan İsrail devletinden daha mutlu olmayacaktır.
1. İsrail'in Filistin'e karşı savaşı sadece Hamas'la ilgili değil
Gazze'nin üç aydır acımasızca bombalanmasından ve yıkımından sonra bir şey çok açık.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı sadece Filistinli direniş grubu Hamas'ı yenilgiye uğratmak değil, cinayet ve yerinden etme yoluyla etnik temizlik yapmaktır.
İsrail devleti şu ana kadar en az yüzde 70'i kadın ve çocuk olmak üzere 23 binden fazla Filistinliyi öldürdü.
Filistin medyası, 65 bin evin yıkıldığını ve 290 bin evin hasar gördüğünü bildiriyor.
Uydulardan alınan görüntüleri inceleyen uzmanlar, Gazze'nin kuzeyindeki yapıların yaklaşık üçte ikisinin yıkıldığını tahmin ediyor.
İsrail temel tıbbi malzemelerin, su arıtma cihazlarının ve hatta çadır direklerinin bile yardım kamyonlarıyla Gazze'ye girişini engelledi. Birleşmiş Milletler Filistin yardım kuruluşu bu hafta Gazze'de 1,9 milyon insanın - nüfusun yüzde 85'i - ülke içinde yerinden edildiğini tahmin etti.
Gazze'nin merkezindeki Deir el-Balah'ta yaşayan Ibtisam, çatışmalar ve hava saldırıları nedeniyle evini terk etmek zorunda kaldığını söyledi:
"Gidiyoruz, kötü bir şey olmaması için dua ediyorum. Çocuğumun hayatını kurtarmak için sorumlu düşünmeliyim."
İsrail'in Gazze'de Filistinlileri maruz bıraktığı vahşet tasarım gereğidir. İsrailli politikacılar Filistinlilere acı çektirme planlarını açıkça dile getiriyor.
İsrail Miras Bakanı Amichay Eliyahu 5 Ocak'ta , İsrail'in Filistinlilerin "ulusal rüyasını" kırması gerektiğini söyledi.
Eliyahu, Filistinlilerin "7 Ekim'de bizi katlettiklerini, bu yüzden orada (Gazze'de) olmamaları gerektiğini" de sözlerine ekledi.
Eliyahu konuşmasını İsrail'in "Gazzelilerle ölümden daha acı verici bir şekilde başa çıkmanın yollarını bulması" gerektiğini söyleyerek bitirdi.
2. Batı medyası yalan söyler ve her zaman İsrail'i destekler
Ana akım medya sürekli olarak İsrail'i savunuyor ve Gazze'deki vahşeti küçümsüyor.
Filistinlilerin hayatlarının İsraillilerinki kadar değerli olmadığı fikrini kabul ettiği için de elleri kanlı.
Medya analistleri Greg Philo ve Mike Berry tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre, BBC bu konuda en suçlu kuruluşlardan biri.
Geçen yıl 7 Ekim ve 4 Kasım tarihleri arasında yapılan haber araştırması, BBC'nin İsraillilerin ve Filistinlilerin ölümleri hakkında radikal biçimde farklı kelimeler kullandığını gösterdi.
BBC, İsraillilerin öldürülmesini tanımlamak için rutin olarak "cinayet", "barbarca öldürüldü", "vahşet" gibi kelime ve ifadeler kullanıyor.
Ancak bu kelimeler İsrail devletinin Filistinlileri nasıl öldürdüğünü tanımlamak için asla kullanılmamakta. Bu tür ifadeler BBC tarafından İsrail'deki ölümlerle ilgili olarak toplam 52 kez kullanılmış, ancak Filistinliler için asla kullanılmadı.
Kanada'nın önde gelen haber kuruluşu CBC geçtiğimiz günlerde İsrail teröründen "canice", "gaddarca", "katliam" ya da "kıyım" gibi terimlerle bahsedemeyeceğini çünkü Filistinlilerin öldürülmesinin "uzaktan" gerçekleştiğini söyledi.
Ana akım medya, Filistinlilerin İsrail'e karşı direnişinin hangi bağlamda gerçekleştiğini de kasıtlı olarak gizledi.
Rapora göre, Siyonistlerin 75 yılı aşkın bir süredir Filistinlilere karşı savaş yürüttüğü ve onları topraklarından sürmek için her türlü yöntemi kullandığı belirtilmiyor.
Şaşırtıcı bir şekilde, medya İsrail'in Filistinli gazetecilere yönelik saldırılarını kınama zahmetine bile girmedi.
İsrail geçen hafta El Cezire Gazze büro şefi Wael Al-Dahdouh'un oğlu Hamza al-Dahdouh'u hedef gözeten bir saldırıda öldürdü.
Diğer ana akım haber kaynaklarının bildirdiği gibi "öldürülmedi" ve "ölmedi". İsrail güçleri arabasına bir füze fırlatarak onu katletti.
Hamza el-Dahdouh'un infazı, 7 Ekim'den bu yana İsrail tarafından öldürülen 100'den fazla medya çalışanına eklendi.
3. Filistin direnişi mücadeleye devam ediyor
Üç aydan fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail, Filistin direnişini ezmeyi başaramadı. Gazze'de Hamas ve diğer gruplar İsrail güçleriyle savaşmaya devam ediyor.
Hamas'ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları, geçtiğimiz hafta sonu Al-Maghazi mülteci kampını işgal eden bir İsrail askeri taşıyıcısını imha etti.
Direniş güçleri ayrıca Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'un Al-Mahatta bölgesine giren birlikleri de hedef aldı.
Yoğun baskıya rağmen Batı Şeria'da da hem sokaklarda hem de silahlı direniş yoluyla mücadele büyüyor.
Kudüs yakınlarında yaşayan bir Filistinli, "İşgali reddetmek en önemli şey" dedi.
"Burada insanlar ordunun büyük baskısı altında. İnsanlar WhatsApp'taki bir paylaşım ya da mesaj nedeniyle tutuklanıyor.
Batı Şeria'dan İsrail tarafından hapsedilenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Ama yine de insanlar seslerini yükseltiyor.
Kuzeydeki mülteci kamplarında İsraillilere karşı savaşan El Fetih'ten insanlar var. Farklı renklerden gruplar ellerindeki basit silahlarla karşılık veriyor.
Biz de boykotlar yapıyoruz. Ne satın alacağımızı İsrailliler kontrol ediyor, bu yüzden onların mallarını boykot ediyoruz.
Hamas lideri Saleh al-Aruri'nin Lübnan'da İsrail tarafından öldürülmesinden sonra genel grev yapıldı. Yakınımda hiçbir dükkan ya da fırın açık değildi."
Batı Şeria sakini İsrail baskısının arttığını da sözlerine ekledi:
"Benim bölgemde İsrail protesto gösterisi yapan 17 yaşındaki bir genci öldürdü. Batı Şeria'nın B ve C bölgelerinde İsrail askerleri ve yerleşimciler yüzünden protesto yapmak çok daha zor. A bölgesindeki büyük şehirlerde ise daha kolay.
Ancak her bölgede her gün gösteriler oluyor. İnsanlar hala sosyal medyayı kullanıyor ve toplantılar yapıyor. Nasıl hissettiklerini söylemek için bir araya geliyorlar.
Bana göre Filistin ulusal hareketi büyüyor ve Filistin halkına yönelik saldırıları durdurmak için bir araya gelmeye çalışıyor."
4. İsrail Batı Şeria'daki işgalini derinleştiriyor
Batı Şeria'da yaşayan Filistinliler için hayat 7 Ekim'den bu yana tamamen değişti. Mayar Derbashi, hayatının nasıl değiştiğini anlattı:
"Kudüs'te çalıştığım için tüm Filistinlilerin giriş izinlerinin iptal edilmesi nedeniyle işimi kaybettim. Düğünümü iptal etmek zorunda kaldım.
Filistin Yönetimi için çalışanlar da dahil olmak üzere Batı Şeria'da yaşayanların çoğu gelir kaybıyla boğuşuyor.
Bir mülteci kampında yaşıyorum. Güvenlik ve polisiye önlemler her geçen gün daha da yoğunlaşıyor. Kampın girişine yaklaşık 100 gündür erişilemiyor.
Bu durum hareket kabiliyetini ciddi şekilde kısıtladı. Yaşlı ve hastaları önemli ölçüde etkiledi.
Güvenlik önlemleri, işgaller ve kapatmalar yoğunlaşarak işe gidiş gelişleri ve günlük faaliyetleri sekteye uğrattı.
İsrail askerlerinin ve yerleşimcilerin otoyollarda artan saldırıları, Filistinliler için genel bir istikrarsızlık ve korku duygusuna katkıda bulundu.
Filistinliler ayrım gözetmeksizin hedef alınmakta, bu da rutin faaliyetlerini tehlikeli hale getirmektedir.
İster yolda yürürken, ister arabanızı sürerken ya da sadece pencerenizden İsrail işgalini izlerken hedef alınıyorsunuz."
Mayar, Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerin İsrail'in kendileri için planladıklarından dehşete düştüklerini de söyledi:
"İsrail'in planının sıralı bir yaklaşım içerdiğine, önce Gazze'yi bitirip sonra Batı Şeria ile ilgileneceğine dair yaygın bir inanç var.
Buradaki olayların ani ve yoğun doğası nedeniyle tahminlerde bulunmayı zor buluyorum. 7 Ekim'den kısa bir süre sonra durumun doruk noktasına ulaştığına inanıyordum, ancak aksi kanıtlandı ve sürekli olarak daha korkunç gelişmeler ortaya çıktı.
Şimdi, daha ne kadar kötüleşebileceğini düşünmeden edemiyorum.
Bu savaşın daha kısa süreceğini düşünmüştüm. Ancak çatışmaların devam etmesi bir öngörülemezlik atmosferi yarattı ve yarının ne getireceğini tahmin etmeyi zorlaştırıyor."
Mayar, Batı Şeria'da "artan bir direniş arzusu" olduğunu da sözlerine ekliyor:
"Artan güvenlik önlemleri, 7 Ekim'den bu yana artan polisiye tedbirler ve çeşitli kapatmalar, işgaller ve tutuklamalar, direniş gruplarının veya bireylerin örgütlenme ve harekete geçme kabiliyetlerini önemli ölçüde kısıtladı ve sınırladı.
Ancak direnişin pek çok farklı biçimi vardır ve Filistinliler her türlü yöntemle direnmektedir."
5. Emperyalist liderler katliamı durdurmak için hiçbir şey yapmayacak
Aralarında İngiltere ve ABD'nin de bulunduğu Batılı liderler İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını alkışlıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçen hafta Orta Doğu turuna başladı. Turda sivillerin korunmasının "zorunlu" olduğunu söyledi.
Ancak ABD Başkanı Joe Biden'ın Kongre'yi bypass ederek İsrail'e daha fazla Filistinliyi öldürmesi için 116 milyon Sterlin vermesinin üzerinden henüz iki hafta geçmedi.
Savaş çığırtkanları İsrail'in savaşını, daha önce karşı çıktıkları rejimlere silah satışını meşrulaştırmak için de kullanıyor.
Almanya'nın Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Suudi Arabistan'a Eurofighter jetlerinin satışına getirilen yasağın kaldırılmasını istiyor.
Çünkü ona göre bu acımasız diktatörlük şu anda İsrail'in Yemen'e saldırmasına yardım etmekte iyi bir rol oynuyor.
Almanya, 2018 yılında gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinin ardından Suudi Arabistan'a silah satışını durdurmuştu.
İngiltere de Suudi Krallığı'nın Yemen'deki katliamlarına devam etmesini istiyor. Çünkü Husi savaşçıları Kızıldeniz'de Batılı gemileri hedef alıyor.
ABD Husilere karşı askeri harekata girişmek istiyor.
Blinken, saldırıların "dünyanın dört bir yanındaki insanlara zarar verdiğini" söyledi ve "bir düzineden fazla ülke Husilerin gelecekteki saldırılardan sorumlu tutulacağını açıkça belirtti" diye ekledi.
Batılı liderler sadece Gazze'deki katliamı teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda İsrail'in saldırısını kendi emperyalist hedeflerini genişletmek için kullanıyor.
Sophie Squire
(Socialist Worker)
İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının daha geniş çaplı bir çatışmayı ateşleme riski artmaya devam ediyor.
İsrail, Lübnan'ın kuzey sınırında yer alan kasaba ve köyleri düzenli olarak bombalıyor. Ve her patlama Hizbullah savaşçılarını İsrail'in savaşına çekme riski taşıyor. Batı, İslami militanlıktan beslendiğini ve roketlerle silahlandığını söylediği Hizbullah direniş grubunu "terörist" olarak nitelendiriyor.
Ancak Hizbullah onların klişelerine uymuyor. Yüz binlerce destekçisi olan ve geçmişte Lübnan hükümetini kurmuş olan kitlesel bir siyasi parti.
Ayrıca 2006'da İsrail'in Lübnan'ı işgalini bozguna uğratabilmiş deneyimli ve iyi silahlanmış bir milis grubu. Ardından bir halk ayaklanmasını iyi çalışılmış askeri taktiklerle birleştirerek dünyayı şaşırttı. Hizbullah, Batı yapımı silahlarının kendilerine üstünlük sağladığını düşünen İsraillileri küçük düşürdü.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, geçtiğimiz hafta İsrail'e karşı "sınırsız bir savaş" yürütmeye hazır oldukları uyarısında bulundu.
Hizbullah, kuruluşundan bu yana, emperyalist saldırganlığa karşı ülkenin savunucusu olarak Lübnan halkının geniş desteğini kazanmıştır. Bunun en büyük nedeni, son derece parçalanmış ve mezhepçi Lübnan "devletinin" İsrail'le yüzleşmek için bir araya gelmemesidir.
Lübnan'da devlet iktidarı dini mezhep partileri arasında paylaşılmaktadır. Böl ve yönet anlayışını yaymak için uydurulan bu sistem, 1943 yılında Lübnan'a resmen bağımsızlığını veren Fransız emperyalistleri tarafından kuruldu.
Her mezhep grubundan siyasetçiler, kendi çıkarları için rekabet ederek, ülkenin kaynaklarını tüketiyor ve sıradan insanları krize sürüklüyor. Lübnan devleti ve ekonomisi uzun yıllar boyunca çöküşün eşiğinde gezindi.
Hizbullah 1982'de kurulduğunda, savaşan diğer mezhepçi partilerden farklı olduğunu göstermeye çalıştı. Aşağıdan gelen direnişle doğan örgüt, özellikle siyasi olarak yeterince temsil edilmeyen ve en yoksul halklardan olan Şii Müslümanlar arasında kök saldı.
İsrail'in 1982'deki işgali Hizbullah'ın düşmanla uzlaşmayacağını göstermesini sağladı ve daha fazla destek toplamasına yol açtı. Bu destek İsrail'in 2006'daki talihsiz işgalinden sonra daha da arttı.
Ancak Hizbullah her zaman bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Lübnan'ın mezhepçi sistemine meydan mı okumalı yoksa onun bir parçası mı olmalı? Grup, parlamenter sistemin yozlaşmış olduğunu söylese de 1992'de parlamentoya girdi. Ve 2006'daki savaştan sonra kitlesel desteğe sahip olmasına rağmen değişim için radikal, özgürleştirici bir güç olmak yerine mezhepçi sistemdeki diğer partilere benzer bir parti olmayı tercih etti.
Lübnan halkı 2019'da, kendilerini daha da yoksulluğa sürükleyen kemer sıkma politikalarına öfkelenerek ayaklandı. Lübnanlı sosyalist Simon Assaf'a göre "Hizbullah kendisini bu ayaklanmanın dışında buldu."
Assaf "Hatta ayaklanmayı bastırmak için diğer partilere askerlerini teklif ettiler" diyor:
"Geçen yıl Hizbullah, Siyonistlerin Doğu Akdeniz'den gaz çıkarabilmesi için İsrail ile bir anlaşma yaptı. Ve bir süredir aşırı sağ partilerle birlikte hareket ediyorlar."
"Hizbullah güneydeki Şiiler dışında eskiden sahip olduğu desteğe sahip değil."
"Ama tabii ki 7 Ekim'den bu yana her şey altüst oldu. Çelişkilere rağmen Lübnan halkı, İsrail'in sınır ötesi saldırılarını durdurma girişimlerinde Hizbullah'ın yanında. Hizbullah'ı diğer mezhepçi partilerden farklı kılan da her zaman bu olmuştur."
Simon Assaf, İsrail'i durdurmak için daha güçlü bir kuvvete ihtiyaç olduğunu söylüyor.
"Hizbullah'ın yapabilecekleri sınırlı. Bu savaş onlar için zaten pahalıya mal oldu. Askerlerini ve bazı üst düzey kadrolarını kaybettiler. Ve ABD tarafından silahlandırılan İsrail ordusuna karşı kazanmaları gerçekten mümkün değil. Bu kez kazanmak için sadece füzelere değil kitlelere ve 2011'de bölgede görülen Arap Baharı devrimlerinin yeniden canlanmasına ihtiyacımız var."
---
Filistinliler ve Lübnan
Filistinliler 1948 Nakba'sının ardından Lübnan'daki mülteci kamplarına yerleşti. Burada, devlet baskısıyla birleşen bir yoksullukla karşı karşıya kaldılar. Lübnan devleti, İsraillilerle anlaşma yapmaya çalıştı ama 1967'de her şey değişti. İsrail Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs ve Golan Tepelerini işgal etti. Birçok Arap ordusu, İsrail'e karşı çıktı ama İsrail onları yendi.
Filistinliler o zaman Arap liderlerin kendilerini kurtarmaya gelmeyeceğini biliyordu. Lübnan'da Filistinli mülteciler İsrail'e karşı saldırılar düzenlemek üzere eğitildiler. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1960'lardan 1980'lere kadar Lübnan'da üslendi.
FKÖ bu dönemde o kadar güçlendi ki Lübnan'ın yöneticilerini tehdit eder hale geldi. İsrail 1982'de FKÖ'yü ezmek için Lübnan'ı işgal ettiğinde, Lübnanlı müttefiklerinin Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki Filistinlileri öldürmesine izin verdi. FKÖ Lübnan'dan sürüldü.
Binlerce Filistinli halen Lübnan'da yaşıyor. Fakat Lübnanlılarla aynı haklara sahip değiler.
---
Yemen
Dünyanın en güçlü ülkelerinden birçoğu, en zayıf ülkelerden biri olan Yemen'e karşı savaşa hazırlanıyor. Aralarında ABD, Avustralya, Bahreyn, Belçika, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda ve İngiltere'nin de bulunduğu bir çete geçen hafta kuruldu. Yemen'deki Husi savaşçılarına Kızıldeniz'deki Batı gemilerine saldırmayı bırakmaları ya da bombardımanla karşı karşıya kalacakları yönünde son bir uyarıda bulundu.
Husi savaşçıları, Filistinlilerle dayanışmak ve ülkelerini harabeye çeviren Batı emperyalizmine karşı çıkmak için hayati önem taşıyan nakliye bölgesindeki kargo gemilerini ve petrol tankerlerini hedef alıyor.
İngiltere ve ABD kontrolü yeniden ele geçirmek amacıyla Kızıldeniz'e savaş gemileri gönderdi. Wall Steet Times gazetesi, yeni bombardımanların "gemi savar füzeleri ve insansız hava araçları için fırlatma rampaları, kıyı radar tesisleri gibi altyapıyı ve mühimmat depolama tesislerini hedef alabileceğini" bildirdi.
Gerçekte ise Batı, birçok Husi savaşçısının üslendiği kıyı köylerine saldıracaktır. Böyle bir savaş, özgür bir Yemen'i destekleme kisvesi altında başlatılaca. Ancak bunun yerine ABD emperyalizmine itaat eden bir hükümetin kurulmasına yardımcı olacaktır.
Husiler, 2011 devriminin ardından patlak veren iç savaşın sonunda Yemen'in büyük bölümünde devlet iktidarını ele geçirdi. Halk ayaklanması Ali Abdullah Salih'in diktatörlüğünü hedef almış fakat Körfez Ülkeleri ve Batılı güçlerin müdahalesiyle raydan çıkarılmıştı.
İç savaş, Husiler de dahil olmak üzere Yemen'in kuzeyindeki güçlerle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Güney Yemen'deki silahlı hareketleri karşı karşıya getirdi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İngiliz ve ABD silahlarıyla Yemen'e karşı yıkıcı ve kanlı bir savaş başlattı.
Silah Ticaretine Karşı Kampanya (CAAT), savaşın başladığı 2015 yılından bu yana Suudi Arabistan'a 26,8 milyar Sterlin değerinde İngiliz yapımı silah satıldığını tahmin ediyor. Savaş, Husilerin yakıt fiyatlarında indirim ve yeni bir hükümet talebiyle başkent Sanaa'nın kontrolünü ele geçirmesinin ardından başladı.
Saldırılara, yaygın kıtlığa ve ülkenin yıkımına rağmen Husiler, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri güçlerine karşı zafer kazandı.
Birleşmiş Milletler 2021 yılı sonuna kadar 377.000'den fazla insanın öldürüldüğünü ve dört milyondan fazla insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığını tahmin ediyor.
Batı, savaş güdüsünde şüphesiz insani amaçlardan bahsedecektir. Gerçek amaçları ise ekonomik ve stratejiktir. Tüm küresel ticaretin yaklaşık yüzde 10'u Kızıldeniz'den geçmektedir. Yemen'in kuzey bölgesinin petrol açısından zengin olması da emperyalist çıkarların bir başka nedenidir.
Sophie Squire - Dáire Cumiskey
(Socialist Worker)
Gazze'ye saldırı etrafından kurulan ulusal birlik dağılıyor. İsrail'de dört şehirde sokağa çıkan binlerce protestocu esirlerin serbest bırakılmasını, hükümetin istifasını ve Gazze savaşının bitirilmesini istedi.
Gösterilerin en büyüğü Tel Aviv'deki Rehine Meydanı'nda oldu. İsrailli esirlerin aileleri ve binlerce destekçisi Netanyahu hükümetine meydan okudu ve savaşın bitirilmesini istedi.
El Cezire muhabirleri miting izlenimlerini şöyle aktardı:
"Bu daha önce görülmemiş bir şey çünkü savaşın başlangıcı boyunca, hükümet karşıtı protestocular da dahil olmak üzere herkes savaşın olduğu, Gazze'de esirlerin tutulduğu bir dönemde birlik olmaları gerektiği konusunda hemfikirdi.”
Önceki haftalarda yapılan eylemlere çok az sayıda kişi katılıyordu.
Protestocular hükümete atıfta bulunarak "utanç, utanç, utanç" anlamına gelen "Bushah bushah, bushah" diye bağırdı ve kızgındılar.
Kudüs'te İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog'un evinin önünde gösteri yapan insanlar, Gazze'de hâlâ tutulan 100'den fazla esirin geri verilmesini talep etti.
Bir diğer protesto da Kayserya şehrinde Binyamin Netanyahu'nun konutunun önünde gerçekleşti.
Hayfa şehrinde de kalabalık bir hükümet karşıtı gösteri yapıldı.
Aşırı sağcı Netanyahu liderliğindeki savaş ittifakın bozan, 7 Ekim'de Hamas'ın saldırısı sırasında esir alınanların ailelerinin inatçı mücadelesi oldu. Hükümete kalsa Gazze'de tutulan esirler, savaş doktrinleri gereği umursanmayacaktı.
Kasım 2023'ün son haftasında gerçekleşen ilk ateşkes ve rehine takasını sağlayan asıl etken de ailelerin mücadelesiydi. Fakat İsrail ordusu, ateşkes sonrası en ağır bombardımanlarına başladı ve Filistinli sivilleri katlederken rehinelerin hayatını hiçe saydı.
Savaşın ilk haftalarında yapılan kamuoyu araştırmaları, her beş İsrail vatandaşından dördünün Gazze'ye saldırıları desteklediğini gösteriyordu. Şimdi rüzgar tersine döndü. Savaş mutabakatı sokakta bozuluyor. Binlerce kişi boğazına kadar yolsuzluklara batmış, bir yargı darbesiyle aşırı sağcı iktidarını yerleştirmek isteyenlerden hesap sormaya başladı.
İsrail devletinin 2 Ocak'ta Lübnan'da Hamas lideri Salih el-Aruri'yi öldürmesi, Gazze'ye yönelik saldırıdan çok daha geniş çaplı bir savaşı tetikleyebilir. Bu suikast, aynı zamanda siyonist liderlerin Filistin direnişini yok edemedikleri için yaşadıkları hayal kırıklığını da gösteriyor.
Terör devleti, Hamas'ı ezemediği için hedefli ve kanlı bir cinayetle "başarıya" ulaştı.
Lübnanlı direniş grubu Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah, 3 Ocak'ta yaptığı önemli bir konuşmada, İsraillilerin "Şeyh Salih'in haince öldürülmesiyle bir zafer görüntüsü sunmaya çalıştıklarını" söyledi ve "Peki Gazze nerede?" dedi.
İsrail'in "insani, ahlaki ve yasal olarak" tamamen çöktüğünü belirten Nasrallah, tüm dünyada çocukları ve sivilleri öldüren, aç bırakan bir ülke olarak görüldüğünü de ekledi.
ABD'de gençlerin Filistinlileri desteklediğini gösteren son kamuoyu yoklamalarına dikkat çekti:"Bunun bölgemizdeki çatışma ve hesaplar üzerinde büyük bir etkisi olacaktır."
Hizbullah lideri, "direniş gruplarının" İsrail işgaline karşı bölgenin geleceğine ilişkin bir vizyonu paylaştığını ancak her grubun kendi stratejik vizyonu ve yerel gündemine göre hareket ettiğini söyledi.
"Direniş ekseni" olarak adlandırılan grubun merkezi bir komutayı takip etmediğini vurguladı.
Nasrallah, örneğin Husilerin Yemen'deki "Kızıldeniz savaşını" İran'ın talepleri doğrultusunda yürütmediğini söylüyor: "Bu direniş grupları birer araç değil." 5 Ocak'ta bir konuşma daha yapacak ve Hizbullah'ın İsrail ile olan mücadelesini derinlemesine anlatacağını duyurdu.
İsrail'in insansız hava aracıyla düzenlediği saldırıda Aruri, Beyrut'un güney banliyösündeki Hamas ofislerinde öldürüldü.
Hamas'tan yapılan açıklamada İsrail'in suikastının "korkakça" olduğu belirtilerek "halkımızın iradesini ve kararlılığını kırmayı ya da yiğit direnişinin devamını baltalamayı başaramayacaktır" denildi:
"Bu, düşmanın Gazze Şeridi'ndeki saldırgan hedeflerinden herhangi birine ulaşmadaki acınası başarısızlığını bir kez daha kanıtlamaktadır."
Aruri, Hamas'ın siyasi kanadının lider yardımcısı ve El Kassam Tugayları'nın kurucu üyelerinden biriydi.
Son zamanlarda işgal altındaki Batı Şeria'da direniş güçlerinin desteklenmesinde rol oynadı. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın liderliğinde, İsrail'le işbirliği yapan iktidar partisi El Fetih'in Ramallah şubesi, Aruri'nin öldürülmesinin yasını tutmak için genel grev çağrısı yaptı.
İsrail'in insansız hava aracı saldırısında ayrıca Hamas yetkilileri Samir Fandi ve Azzam Al-Aqra da öldürüldü.
Ahmad Hammoud, Mahmoud Shahin, Mohammed al-Rayyes ve Mohammed Bshasha, hepsi Filistin direnişinin bir parçasıydı.
Yakın zamanda verdiği bir röportajda Aruri, İsrail devletinin kendisini hedef alabileceğinin farkında olduğunu söylemişti:
"Halkımız nasıl karşılık verip bedel ödüyor ve ölüyorsa, biz de bu bedeli ödeyebiliriz. Bu beni etkilemiyor ya da kararlılığımı sarsmıyor."
Aruri Batı Şeria'da doğdu ve 1987'de Hamas'a katıldı.
Hayatının yarısından fazlasını İsrail hapishanelerinde geçirdi. 1985-1992 ve 1992-2007 yılları arasında uzun süre hapis yattı.
2010 yılında, kaçırılan tek bir İsrail askeri karşılığında binden fazla Filistinli mahkumun İsrail tarafından serbest bırakılması müzakerelerine yardımcı oldu.
Amerika Birleşik Devletleri, Aruri'nin başına 5 milyon dolar ödül koydu ve 2015 yılında onu "Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist" olarak işaretledi.
Daha geçen yıl İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu onu öldürtmekle tehdit etti.
Suikastın ardından İsrail'in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, İncil'deki Hakimler Kitabı'na atıfta bulunarak "Öyleyse tüm düşmanların yok olsun" diyerek kutlama tweet'i attı.
Suikasta misilleme olarak Hizbullah, İsrail'e yönelik saldırılarını arttırabilir ve Hayfa ve Tel Aviv gibi büyük şehirlere füzeler fırlatabilir. Böyle bir karşılık İsrail'in çok daha güçlü bir tepki vermesine yol açabilir ve bu da hızla bölgesel bir savaşa dönüşebilir.
ABD ve İngiltere şu anda bunu istemeyebilir ama İsrailli müttefiklerinden kopmayacaklardır.
Sophie Squire
(Socialist Worker)
İsrail hükümetini Gazze'deki Filistin halkına soykırım yapmakla suçlayan Güney Afrika, Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na dava açtı. İlk duruşma haftaya gerçekleşecek.
Dava dilekçesinde İsrail'in, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği belirtilerek "Gazze'deki Filistinlileri daha geniş bir ulusal, ırksal ve etnik grubun parçası olarak yok etmeye yönelik özel bir niyete" sahip olduğu vurgulanmıştı.
Uluslararası Adalet Divanı'nın vereceği kararlar bağlayıcı ve soykırım suçlarında zaman aşımı yok. Güney Afrika'nın İsrail'in soykırım yaptığına dair ikna edici kanıtlar sunması gerekiyor.
Soykırım sözleşmesi nedir?
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951'de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, avukat Raphael Lemkin tarafından Simele Katliamı, Holokost ve Ermeni Kırımına atfedilen soykırım terimini yasal olarak tanımlamaktadır. Sözleşmeye taraf ülkeler, soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi şu ana dek onayan ülke sayısı 140'tır. (Vikipedia)
İsrail'in günlük bombalamalarının sonu gelmiyor, BM yine başarısız oluyor.
Filistin'de yılın sonuna devam eden dehşet damgasını vurdu. İsrail 2023'ün son günlerinde mümkün olduğunca çok sayıda Filistinliyi katletme ve yerlerinden etme planını hızlandırdı.
Terör devleti, Gazze'deki tüm mahalleleri bombalarıyla dümdüz etmeye devam etti. Ve evsiz kalanları kanlı bir kara saldırısıyla hedef aldı. Kızıl Haç, geçen hafta İsrail'in savaşının 1.9 milyon insanı evlerinden ettiğini yazdı.
Çoğu Gazze içinde yerinden edilmiş durumda. Yağmurdan ya da soğuktan korunmak için çok az işe yarayan derme çatma çadırlarda barınmak zorunda kaldılar. Gazze'nin merkezindeki Deir el-Balah'ta yaşayan Ibitsam, şunları söyledi: “İnsanların sokaklardan başka yeri yok. Gazze'de insanların evleri ve barınakları dolu olduğundan yüzlerce, belki binlerce kişi evsiz durumda. Gazzeliler sadece roketlerden değil, soğuktan, pislikten, hastalıklardan ve açlıktan da ölüyorlar."
Batı Şeria'nın Nablus kenti yakınlarında yaşayan Zahrat, yaşananları yakından izlemenin "dehşet verici ve yürek parçalayıcı" olduğunu anlattı:
"Ölü sayısını arttırmak için bombalamalar yoğunlaşıyor ve evler uyarı yapılmadan sahiplerinin başlarına yıkılıyor. Ve İsrailliler gerçeklerin dünyaya ulaşmasını engellemek için gazetecileri öldürüyor. Bu, sivillerin kasıtlı olarak öldürüldüğü ve yok edildiği bir savaştır.
"Geriye kalan nüfus korku içinde, yiyeceksiz, barınaksız, elektriksiz ve bu soğuk havada açıkta yaşıyor. Dünyanın Noel ve Yeni Yılı nasıl kutlayabildiğini anlamıyorum. Dünya çocukları hediyeler alırken, Filistin'in çocukları bombardıman altındaydı."
"Dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerinize bu savaşı durdurmaları için baskı yaparak Gazze'den geriye kalanları kurtarın."
---
İsrail Maghazi'deki katliamını artık kabul ediyor
İsrail'in Noel arifesinde Gazze'nin merkezindeki Maghazi mülteci kampını bombalamasının ardından Filistinliler hala ölüleri saymaya çalışıyor. Saldırı sonrası İsrail, askerlerinin "yanlışlıkla" yanlış türde bomba kullanması nedeniyle çok sayıda sivilin öldürülmesinden "üzüntü duyduğunu" duyurdu.
İsrail Savunma Kuvvetleri sözcüsü, "mühimmatın türünün saldırının doğasına uymadığını ve önlenebilecek geniş çaplı ikincil hasara neden olduğunu" söyledi.
Maghazi kampı, İsrail'in Filistinlilere tahliye talimatı verdiği ve "güvenli" olarak nitelendirdiği bölgelerden biriydi. Saldırının ardından resmi ölü sayısı şu anda 100'ün biraz altında, ancak kamp sakinleri bu rakamın artabileceğini söylüyor.
Maghazi sakinlerinden Ahmed Maghari, "O kadar çok ceset parçası çıkardık ki toplam ölü sayısını henüz tahmin bile edemiyoruz. Her evde en az 50 kişi var.
"Bunların çoğu Gazze'nin diğer bölgelerinden evlerini terk etmek zorunda kalan Filistinliler. Hepsi paramparça olmuş durumda ve onları çıplak ellerimizle çekip çıkarıyoruz" diye ekledi.
"Şu anda en az iki yığın ceset parçası topladık."
Eğer Maghazi'deki ölümlerin boyutu İsrail'in iddia ettiği gibi kasıtlı değilse, bu, gerçekleştirdiği diğer tüm katliamlardan sonraki ölü sayısının kasıtlı olduğu anlamına gelmelidir.
---
BM Gazze'de ateşkesi sağlamakta yine başarısız oldu
Birleşmiş Milletler (BM) delegeleri, nihayet geçen ay Gazze'deki savaşla ilgili bir karar tasarısını kabul etti. Ancak dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insanın talep ettiği gibi derhal ateşkes çağrısı yapmak yerine, sadece daha fazla yardım sözü verildi.
Batılı güçler, İsrail'in bombardımanına ara verilmesi çağrılarını defalarca engelledi. Nihai önergede yalnızca İsrail'in kabul edebileceği bir dilin yer almasını sağladılar.
Karar, BM'nin "insani yardımın derhal, güvenli ve engelsiz bir şekilde ulaştırılmasını kolaylaştıracağını ve mümkün kılacağını" söylüyor. Batı, BM'nin İsrail'in Gazze'deki kendi kurumlarını hedef almasına son vermesi çağrısında bulunmasını engelledi.
BM Filistinli Mülteciler Ajansı geçen hafta İsrail askerleri tarafından vuruldu. Ajansın Gazze Şeridi'ndeki direktörü Thomas White yaptığı açıklamada, "İsrail askerleri, Gazze'nin kuzeyinden İsrail ordusu tarafından belirlenen bir güzergahtan dönen bir yardım konvoyuna ateş açtı" dedi. White, "Uluslararası konvoy liderimiz ve ekibi yaralanmadı ancak bir araç hasar gördü" diye devam etti.
Okullar ve tıbbi tesisler de dâhil olmak üzere toplam 180 BM tesisi, İsrail tarafından hedef alındı. BM daha sert bir tavır alsa bile İsrail muhtemelen bunu görmezden gelecektir. İsrail 1968'den bu yana 30'dan fazla BM kararını çiğnemiş durumda.
Sophie Squire
(Socialist Worker)
Selim Deringil, Gazze'den soykırıma canlı olarak şahitlik eden Ghassan Abu Sittah ile görüştü.