Chris Hedges: Üniversitelerde İsyan

İsrail'in eylemlerini protesto eden Yahudileriz, işte nedeni

Na'amod*'lu aktivistler, Hamas'ın İsrailli sivillere yönelik saldırısının sonrasında, acılarının daha fazla kan dökülmesini meşrulaştırmak için silah haline getirilmesini istemiyor. Birleşik Krallık'taki Yahudiler olarak dehşet, korku ve öfke içinde yazıyoruz. Hamas'ın korkunç katliamında hayatlarını kaybeden İsrail'in Yahudi, Filistinli, Bedevi vatandaşlarının yanı sıra, göçmen işçiler ve İsrail'in misilleme, refleksif şiddetiyle katledilen Gazzelilerin yasını tutmak için bir anma töreni düzenlememizin üzerinden yalnızca bir hafta geçti. Toplumumuzun tarihsel travmasının hayaletini gündeme getiren 7 Ekim olaylarının korkunç sembolizmine karşı kör değiliz. Ancak bu acının daha fazla kan dökülmesini meşrulaştırmak için silah haline getirilmesine izin vermeyi reddediyoruz. Gazze'de giderek kötüleşen durum bizim susmamızı engelliyor. Bu Perşembe gecesi, İsrail devletinin kitlesel imha, yıkım ve masum sivillerin ölümüyle sonuçlanan saldırısına ve hükümetimizin mutlak desteğine karşı Na'amod'un Yahudi liderliğindeki protestosuna katıldık. Okullar enkaz altında kaldığında ya da çaresizce temiz su kaynaklarına erişmeye çalışan çocuklar, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF)'nin hava saldırılarında öldürüldüğünde, uluslararası hukukun desteklenmesine yönelik muğlak çağrılar boşa çıkıyor. İsrail'in Gazze'ye yönelik 16 yıllık ablukasını yoğunlaştırarak "tam kuşatma"ya dönüştürmesi, sivillerin yaşamsal kaynaklara erişimini engellemesi toplu cezalandırma ve savaş suçu anlamına geliyor. Aktif bir savaş bölgesinde 1 milyondan fazla insanı zorla yerinden etme girişimi, “hasta ve yaralılar için ölüm cezasıdır”. Bu insanlığa karşı suçtur. Geri dönüş garantisi olmayan Filistinliler haklı olarak bunu, 1948'den bu yana maruz kaldıkları etnik temizlik felaketi olan Nakba'nın bir parçası olarak görüyorlar. Bugünkü şiddeti, İsrail'in apartheid rejimi ve yasadışı işgali altında yıllarca süren sistematik baskı bağlamının dışında görmüyoruz. Medyanın gözleri Gazze'deyken, silahlı yerleşimciler işgal altındaki Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik yok edici şiddetlerini cezasız bir şekilde artırmaya devam ediyor. Derin acılarına rağmen hükümetlerinin şiddeti acımasızca artırmasına karşı çıkma cesaretini ve empatisini bulan İsraillilerden ilham alıyoruz. Devlet, öncelikle İsrail'in Filistinli vatandaşlarını hedef alıyor ve kamu kurumlarında McCarthyci bir atmosfer yaratarak, savaşa yönelik her türlü eleştiriyi sert bir şekilde bastırıyor. İsrail'deki sağcı yasa koyucular, "İsrail askerlerinin ve sakinlerinin moralini zayıflatan" her türlü bilginin yayılmasına karşı baskıcı düzenlemeler hazırlamak için bu anı değerlendiriyor. Savaş karşıtı protestolar dağılırken, polis "kendisini Gazze ile özdeşleştiren" herkese, "Gazze otobüslerinde eşlik edilebileceği" tehdidinde bulundu. Muhalifler aynı zamanda, Yahudi üstünlüğü yanlısı siyasi liderlerin yükselişiyle cesaretlenen kanunsuz bir aşırı sağla da karşı karşıya. Bu hafta, sol görüşlü, ultra-ortodoks Yahudi gazeteci Israel Frey, sağcı eylemcilerin işaret fişeği atması, dairesine zorla girerek kendisinin ve ailesinin hayatını tehdit etmesi üzerine saklanmak zorunda kaldı. İsrail, baskıcı bir siyasi projeyi hızlandırmak için olağanüstü hali kullanan ilk ülke değil. Şu anda çarpıcı olan şey, Batılı hükümetlerin kendi vatandaşlarının dayanışma ifadelerini bastırmak için gösterdiği çabadır. Fransa'da mahkemelerde Filistin yanlısı gösterilere genel bir yasak getirilmesi için mücadele ediliyor; Almanya'da Filistin davasına verilen desteğin bastırılması mevcut krizin bile öncesine dayanıyor. Birleşik Krallık'ta, kamu kurumlarının İsrail'i, hatta İşgal Altındaki Toprakları boykot etmesinin yasaklanması, Filistinlilere yönelik muamelesi konusunda İsrail'e baskı uygulayacak demokratik süreçlerin alanını daha da daralttı. Bu yurttaşlar, savaşın belirsizliği ve uluslararası liderlerin kaçamak sözleri arasında, işgalci bir gücün başındaki aşırı sağcı bir hükümetin, işgal altındaki bir nüfusu "bir defada ve sonsuza dek" boyun eğdirme projesini hızlandırdığını açıkça görebiliyorlar. İsrailli siyasetçilerin acımasız, öldürücü söylemleri, belirsizliğe yer bırakmamalıdır. Bu durum dünya çapında 800 akademisyenin İsrailli tarihçi Raz Segal'in tanık olduğumuz şeyin "bir soykırım vakası" olduğu yönündeki uyarısını tekrarlamasına yol açtı. Bu, rahatça kullandığımız bir söylem değil. 7 Ekim dehşetinin bize hatırlattığı gibi, kör ve misillemeci güç, İsraillilerin ve Filistinlilerin kolektif güvenliğini sağlamak için çok az şey yaptı. Pek çok İsrailli, cezalandırıcı askeri harekât hezeyanında Hamas tarafından rehin tutulanların ailelerini neredeyse tamamen terk eden bir hükümete olan güvenini kaybetti. Bunlar, İsrail'in güneyindeki aileleri akıl almaz şiddete maruz bırakan utanç verici öncelikleri olan yozlaşmış bir politikacı tarafından yönetiliyor. Geçmişteki suçların talihsiz bir şekilde tekrarlanması yerine, derhal ateşkes, acil insani yardım ve Gazze ablukasının kaldırılmasına yönelik siyasi çözüm, Hamas tarafından rehin tutulan sivillerin serbest bırakılması için müzakereler ve yakalanan askerlerle, Filistinli mahkumlar için takas anlaşması yapılması yönünde çağrıda bulunuyoruz. Bu yalnızca ilk adım olabilir. Yalnızca İsrail-Filistin'deki herkes için tam hak ve eşitliğin sağlanması, bölge halkının şu anda yaşamakta olduğu yıkıcı yıkıma, korkuya ve acıya gerçek anlamda son verebilir. 20.10.2023 Lia Na’ama ten Brink, Jessica Clark / huckmag.com * Na’amod ”İsrail işgaline ve apartheid'a verilen desteği sona erdirmeyi; topluluğumuzu tüm Filistinliler ve İsrailliler için özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesinde harekete geçirmeyi amaçlayan, Birleşik Krallık'ta bir Yahudi hareketi”

Barışa ihtiyacımız var

Hamas saldırısında hayatta kalan, sevdiklerini kaybeden İsrailliler savaşa karşı konuşuyor. "Öldürülen bebekleri, daha fazla ölü bebekle iyileştiremezsiniz" - Gazze'de rehin tutulan bir barış aktivistinin oğlu. Hamas'ın 7 Ekim'de güney İsrail'e sürpriz bir saldırı başlatmasının ardından Başbakan B. Netanyahu, Gazze'ye misilleme bombaları atarak "benzeri görülmemiş bir bedel" ödeyeceklerine söz verdi. Ancak bunu takip eden yaklaşık iki hafta süren şiddet olaylarında, barışa yönelik en sesli çağrılardan bazıları ilk saldırıdan sağ kurtulanlardan, kurbanların ve rehinelerin aile üyelerinden geldi. İsrail'de Hamas saldırısında öldürülenlerin sayısı 1.400'ün üzerine çıktı. Bu arada İsrail'in hava saldırılarında Gazze'de en az 3 bin 785 kişi öldüğünü bölgenin sağlık bakanlığı Perşembe günü Reuters'e söyledi. Kayıp barış aktivisti Vivian Silver'ın oğlu Yonatan Zeigen, 13 Ekim'de Channel 4 News'e "Öldürülen bebekleri, daha fazla ölü bebekle iyileştiremezsiniz" dedi. "Barışa ihtiyacımız var." Time'ın haberine göre, İsrail-Filistinli Kadınlar Barış İstiyor grubunun kurucu üyelerinden biri olan Silver, Hamas savaşçıları topluluğa girdiğinde Kibbutz Be'eri'de evinde yalnızdı. Zeigen, dolapta saklanırken, mesajları durana kadar onunla mesajlaştı. Arkadaşları ve ailesi artık onun Gazze'de rehine olarak yaşadığına dair "korkunç bir umutla" yaşıyor. Zeigen, Channel 4'e Silver'ın İsrail'in saldırıya vereceği tepkiden "utanacağını" söyledi. Bazı İsraillileri misillemeyi desteklemeye iten acıyı anladığını söyledi, "ancak güvenliğe sahip olmanın ve iyi hayatlar yaşamanın tek yolu barıştır" dedi. "İntikam, bir strateji değildir." The Guardian'ın açıklamasına göre, birçok sol görüşlü İsrailli Gazze'ye yakın bölgelerde yaşadığı için Silver, 7 Ekim saldırısına yakalanan tek barış savunucusu değildi. Bunlardan biri, CNN'in haberine göre Kibbutz Holit'te bir dolaba sığınırken vurularak öldürülen barış aktivisti Hayim Katsman'dı. The Guardian'a göre Katsman, ‘Sessizliği Boz’ projesi kapsamında İsrail Savunma Kuvvetleri'ndeki (IDF) deneyimi hakkında ifade vermiş ve İsrail tarafından işgal edilen güney Hebron Tepeleri'nde Filistinli çiftçileri korumak için uğraşmıştı. Kardeşi Noy Katsman, kardeşinin ölüm şeklinin, hayatını nasıl yaşadığını gölgelememesi için açık sözlü davrandı. The Guardian'ın haberine göre Noy Katsman, kardeşinin cenazesinde "Ölümümüzü ve acımızı başka insanların, ailelerin ölümüne, acısına neden olmak için kullanmayın" dedi. "Kendisini katleden Hamaslıların karşısında bile masum insanların öldürülmesine ve şiddete karşı sesini yükselteceğinden hiç şüphem yok." İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline katılmayı reddeden insanlara destek sunan bir dayanışma ağı (The Refuser Solidarity Network), İsrailli insan hakları gruplarının rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze'de bombalamaya son verilmesi çağrısında bulunan bir kampanyasına sponsor oldu. Bunun bir parçası olarak grup, eski adı Twitter olan sosyal medya sitesinde, "Savaşa Karşı Sesler" başlığı altında Noy Katsman ve Zeigen'in tanıklıklarını paylaşan bir hesap açtı. Yayınlarında öne çıkan seslerden biri de ebeveynleri Hamas saldırısında öldürülen Maoz İnon. BBC News'e verdiği bir röportajda "Annem ve babam için ağlamıyorum" dedi. "Bu savaşta hayatını kaybedecek olanlar için ağlıyorum." İnon, izleyicileri, çatışmayı durdurmaları için iktidar konumundaki liderlere baskı yapmaya çağırdı. "İşte bu yüzden bu çok zor dönemde bu röportaja katılıp dünyaya 'Savaşı durdurun. Lütfen savaşı durdurun' diye bağırmak benim için çok önemliydi." Kibbutz Be'eri'ye yapılan saldırıdan sağ kurtulan akrabaları bulunan ve kızı 26 yıl önce Hamas'ın bombalı saldırısında öldürülen Rami Elhanan, bir videoda İsrail işgalinin "bu sonsuz şiddet döngüsünü yarattığını" söyledi. "Bu toprakları bir eyalet olarak, iki eyalet olarak ya da 10 bin eyalet olarak paylaşmanın bir yolunu bulmalıyız. Aksi takdirde burayı çocuklarımız ve gelecek nesiller için iki büyük mezarlık olarak paylaşmak zorunda kalacağız." Hamas saldırılarından sağ kurtulanlar da artan şiddete karşı seslerini yükseltiyor. Kibbutz Be'eri'den tahliye edilen 19 yaşındaki biri, Ölü Deniz kıyısındaki bir otelden bir video konuşması yaptı. "Gazze'de Kibbutz Be'eri'den 4,5 kilometre uzakta bu olayın devam ettiği insanların olduğunu bilerek sabah nasıl kalkacağım?" diye sordu. "Benim için 12 saat sonra bitti çünkü tahliye edilecek bir yer vardı." İntikam isteyenlerin utanması gerektiğini sözlerine ekledi. "Benim açımdan, yaşadığım onca şeyden sonra, 'intikam' kelimesini her duyduğumda çok fazla enerji kaybediyorum" dedi. "İnsanların benim yaşadıklarımı yaşaması ve bu sonuçları çıkaracak kimsenin olmaması mümkün değil." İsrail'in Demir Kubbe füze savunma sistemini veya IDF askerlerine yönelik artan korumayı "yara bandı" olarak nitelendirdi, siyasi bir çözüm çağrısında bulundu. "Gazze ile Be'eri arasında sadece 4,5 kilometre uzaklıktan fırlatılan her füze, her iki yerde de zeminin aynı şekilde sarsılmasına neden oluyor" dedi. Kudüs Postası’na (The Jerusalem Post) göre, ankete katılanların yüzde 86'sı Netanyahu'yu sorumlu tutarken, onun sözleri İsrail'de Hamas saldırısından nihai olarak sorumlu olanın Netanyahu olduğu yönünde yaygın olarak paylaşılan düşünceyi de yansıtıyordu. "Netanyahu’nun egosu ve kişisel çıkarları uğruna kaç kişinin ölmesi gerekiyor?" diye sordu. Ancak Netanyahu'nun "çok daha derin bir sorunun" parçası olduğunu da belirtti.  İzleyicilere, "Kendinize kime oy verdiğinizi sorun" dedi. "Onlardan ne talep ettiğinizi kendinize sorun. Ne talep ettiğimi biliyorum. Adil bir barış talep ediyorum." Olivia Rosane  19 Ekim 2023 (commondreams.org)

Chris Hedges: İsrail'in aldatma kültürü

Yaptığı zulümlerden her zaman Filistinlileri sorumlu tutmaya çalışan İsrail, Gazze'deki hastanenin bombalanması konusunda en az güvenilir kaynaktır. İsrail yalanlar üzerine kurulmuştur. Filistin topraklarının büyük ölçüde işgal edilmemiş olduğu yalanı. 1948'de Siyonist milisler tarafından gerçekleştirilen etnik temizlik sırasında 750,000 Filistinlinin evlerini ve köylerini Arap liderler tarafından kendilerine söylendiği için terk ettiği yalanı. İsrail'in tarihî Filistin topraklarının yüzde 78'ini ele geçirmesine neden olan 1948 savaşını başlatanların Arap orduları olduğu yalanı. İsrail'in 1967'de yok edilmekle karşı karşıya kaldığı ve Filistin'in geri kalan yüzde 22'sinin yanı sıra Mısır ve Suriye'ye ait toprakları da işgal etmek zorunda kaldığı yalanı.  İsrail yalanlarla ayakta durmaktadır. İsrail'in adil ve hakkaniyetli bir barış istediği ve bir Filistin devletini destekleyeceği yalanı. İsrail'in Orta Doğu'daki tek demokrasi olduğu yalanı. İsrail'in "barbarlık denizinde Batı medeniyetinin bir ileri karakolu" olduğu yalanı. İsrail'in hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygı duyduğu yalanı.  İsrail'in Filistinlilere karşı giriştiği zulüm hareketleri her zaman yalanlarla konuk edilir. Onları duydum. Onları kaydettim. Gazetenin Orta Doğu Büro Şefi olduğum dönemde New York Times için yazdığım haberlerde bunları yayınladım. Yedi yılı Orta Doğu'da olmak üzere yirmi yıl boyunca savaş haberleri yaptım. Patlayıcı cihazların boyutu ve ölümcüllüğü hakkında epeyce şey öğrendim. Hamas ya da Filistin İslami Cihad'ın (FİJ) cephaneliğinde, Gazze'deki El Ahli Arap Hıristiyan hastanesinde tahminen 500 sivili öldüren füzenin muazzam patlayıcı gücünü taklit edebilecek hiçbir şey yok. Hiçbir şey. Hamas’ın ya da Filistin İslami Cihad'ın elinde bu tür füzeler olsaydı, İsrail'deki devasa binalar, içlerinde yüzlerce ölü ile enkaza dönerdi. Ama yok.  Patlamadan birkaç saniye önce videoda duyulan ıslık sesi, füzenin yüksek hızından kaynaklanıyor gibi görünüyor. Bu ses onu ele veriyor. Hiçbir Filistin roketi bu sesi çıkarmaz. Bir de füzenin hızı meselesi var. Filistin roketleri yavaş ve hantaldır, gökyüzünde kavis çizerken ve sonrasında hedeflerine doğru serbest düşüşte yuvarlanırken açıkça görülebilirler. Bu roketler hassas bir şekilde vurmazlar ya da süpersonik hıza yakın bir hızla hareket etmezler. Yüzlerce insanı öldürme kapasitesine sahip değildirler. El Ahli hastanesi yetkililerine göre, İsrail ordusu 17 Ekim saldırısından önceki günlerde hastaneye savaş başlığı olmayan "çatı vuran" roketler attı ve bu İsrail tarafından binaların boşaltılması için verilen bilindik bir uyarıydı. Hastane yetkilileri ayrıca İsrail'den "tahliye etmeniz için sizi iki kez uyardık" şeklinde telefonlar aldıklarını söylediler. İsrail Gazze'nin kuzeyindeki tüm hastanelerin boşaltılmasını talep etti. Hastanenin vurulmasının ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun "dijital hizmetler yardımcılarından" Hananya Naftali, eski adı Twitter olan X'te şöyle bir paylaşımda bulundu: "İsrail Hava Kuvvetleri Gazze'de bir hastanenin içindeki Hamas terör üssünü vurdu." Paylaşım kısa sürede silindi. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, Filistinli direniş savaşçılarının 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği ve çoğu sivil 1.300 İsraillinin ölümüne, 200 kadarının da rehin alınarak Gazze'ye götürülmesine neden olan saldırıdan bu yana İsrail Gazze'deki sağlık tesislerine 51 saldırı düzenledi ve bu saldırılarda 15 sağlık çalışanı öldü, 27'si de yaralandı. Gazze'deki 35 hastaneden dördü ağır hasar alma ve doğrudan hedef alınma nedeniyle çalışmıyor. WHO, 22 UNRWA birinci seviye sağlık merkezinden sadece sekizinin "kısmen işlevsel" olduğunu söylüyor. İsrail'in yalanlarındaki pişkinlik Gazze'den haber yapan bizleri hayrete düşürürdü. Silahsız Filistinlilerin vurulması da dahil olmak üzere İsrail saldırısını görüp görmediğimiz önemli değildi. Kaç tanıkla görüştüğümüzün bir önemi yoktu. Elde ettiğimiz fotografik ve adli kanıtların hiçbir önemi yoktu. İsrail yalan söylerdi. Küçük yalanlar. Büyük yalanlar. Muazzam yalanlar. Bu yalanlar İsrail ordusundan, İsrailli siyasetçilerden ve İsrail medyasından refleks olarak ve ânında gelirlerdi. İsrail'in iyi yağlanmış propaganda makinesi tarafından pekiştirilirler ve sonra da uluslararası haber kanallarında iğrenç bir samimiyet gösterisiyle tekrarlanırlardı.  İsrail, despotik rejimlerin karakteristik özelliği olan dudak uçuklatıcı türden yalanlara başvuruyordu. O, gerçeği deforme etmiyor, tersyüz ediyordu. Hakikate taban tabana zıt düşen bir tablo çiziyordu. İşgal altındaki topraklarda haber yapan bizler, İsrail'in Alice Harikalar Diyarında geçen anlatılarıyla karşılaşırdık ve bunların doğru olmadığını pekala bilmemize rağmen - Amerikan gazetecilik kuralları gereği - anlatılarımıza özenle eklemeyi görev bilirdik. İsrail Orwellvari bir sözlük icat etti. Bu anlatıya göre, İsrailliler tarafından öldürülen çocuklar, çapraz ateş altında kalan çocuklar haline geliyor. Yerleşim bölgelerinde düzinelerce ölü ve yaralıya sebep olan bombardıman, bir bomba yapım fabrikasına yapılan cerrahi müdahaleye dönüşüyor. Filistinlilerin evlerinin yıkılması, teröristlerin evlerinin onların başına yıkılması haline geliyor. Büyük Yalan - Große Lüge - İsrail'in ortaya çıkmasını istediği iki tepkiyi, destekçileri arasında ırkçılığı ve kurbanları arasında da terörü besler. Büyük Yalan, medeniyetler çatışması efsanesini, yani bir tarafta demokrasi, ahlak ve onur, diğer tarafta ise İslami terörizm, barbarlık ve ortaçağcılık arasındaki savaşı besler.  George Orwell "1984" adlı romanında Büyük Yalan'ı "çiftdüşün" olarak adlandırmıştır. Çiftdüşün "mantığa karşı mantık" kullanır ve "bir yanda ahlaka sahip çıktığını iddia ederken, aynı anda onu reddeder." Büyük Yalan, vicdanı rahatsız edebilecek nüansları, belirsizlikleri ve çelişkileri ortadan kaldırır. Bilişsel uyumsuzluk yaratmak üzere tasarlanmıştır. Arada hiçbir gri bölgeye izin vermez. Dünya siyahla beyazdan, iyilerle kötülerden, haklılarla haksızlardan ibarettir. Büyük Yalan, inananların tüm ahlak kurallarını iptal etseler bile gene de kendi ahlaki üstünlüklerine iman ederek rahatlamalarını sağlar  -ve bu, onara umutsuzca aradıkları bir rahatlık sağlar. Büyük Yalan, Edward Bernays'in deyişiyle "dogmatik bağlılığın mantık geçirmez kompartımanını" besler. Bernays'a göre tüm etkili propagandalar bu irrasyonel "psikolojik alışkanlıkları" hedef alır ve bunlar üzerine inşa edilir. İsrail destekçileri bu yalanlara susamış durumdadırlar. Hakikati bilmek istemezler. Hakikat onları kendi ırkçılıklarını, kendi kendilerini kandırmalarını ve baskı, cinayet ve soykırımdaki suç ortaklıklarını gözden geçirmeye zorlayacaktır.  En önemlisi de şu: Büyük Yalan Filistinlilere uğursuz bir mesaj göndermektedir. Büyük Yalan, İsrail'in kitlesel bir terör ve soykırım kampanyası yürüteceğini ve işlediği suçların sorumluluğunu asla üstlenmeyeceğini ifade etmektedir. Büyük Yalan gerçekliği yok eder. İnsan düşüncesinin ve insan eyleminin haysiyetini yok eder. Gerçekleri yok eder. Tarihi yok eder. Anlayışı yok eder. Umudu yok eder. Tüm iletişimi şiddet diline indirger. Zalimler ezilenlerle yalnızca ayrım gözetmeyen şiddet yoluyla konuştuklarında, ezilenler de ayrım gözetmeyen şiddet yoluyla cevap verirler.  Karikatürist Joe Sacco ve ben, İsrail askerlerinin Gazze'deki Han Yunus mülteci kampında küçük çocuklarla alay etmesini ve onları vurmasını izledik. Daha sonra hastanede çocuklarla ve aileleriyle görüştük. Birkaç vakada cenazelerine katıldık. İsimleri elimizdeydi. Vurulma tarihleri ve yerleri elimizdeydi.  İsrail'in yanıtı ise bizim o sırada Gazze'de olmadığımızı söylemek oldu. Bunu biz uydurmuştuk yani. İsrail Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) sözcüsü, El Cezire muhabiri Shireen Abu Akleh'in 2022 yılında öldürülmesinden derhal Filistinli silahlı kişileri sorumlu tuttu. İsrail, üzerinde büyük harflerle "PRESS" yazan çelik yelek ve kask giyen gazeteciyi vurarak öldürdüğünü söylediği Filistinli bir savaşçının görüntülerini yayınladı. O dönemde Savunma Bakanı olan Benny Gantz, "[İsrail] tarafından gazeteciye ateş açılmadığını" ve İsrail ordusunun "Filistinli teröristler tarafından gelişigüzel ateş edildiğine dair görüntüler gördüğünü" belirtti. Bu yalan, İsrail'in İşgal Altındaki Topraklardaki İnsan Hakları Merkezi B'Tselem tarafından incelenen video görüntüleri, videoda gösterilen Filistinli silahlı kişinin yerini belirleyene kadar sürdürüldü. İnsan hakları örgütü, videonun Shireen'in öldürüldüğü yerden farklı bir yerde çekildiğini tespit etmişti. İsrail, Shireen cinayetinde olduğu gibi yalan söylerken yakalandığında, bir soruşturma yapacağı sözü veriyor. Ama, bu soruşturmalar sahte. Filistinlilerin askerler ve Yahudi yerleşimciler tarafından öldürüldüğü yüzlerce cinayetle ilgili tarafsız soruşturmalar nadiren yürütülüyor. Failler neredeyse hiçbir zaman mahkemeye çıkarılmıyor ya da sorumlu tutulmuyor. İsrail'in olguları örtbas etme biçimi öngörülebilir bir şey. ABD’de Cumhuriyetçi ve Demokrat politikacılarla birlikte neredeyse tüm kurumsal medyanın gizli anlaşması da öyle. ABD'li politikacılar Shireen'in öldürülmesini kınadılar ve suçu işleyen ordu tarafından "kapsamlı bir soruşturma" yapılması çağrısında bulunarak eski mantrayı itaatkâr bir şekilde tekrarladılar. Birkaç ay sonra İsrail, bir İsrail askerinin gazeteciyi kazara öldürmüş olma ihtimalinin "yüksek" olduğunu kabul etti; ancak, o zamana kadar, gazetecinin öldürülmesine ilişkin sokak protestoları ve öfke patlaması sona ermiş ve cinayet büyük ölçüde unutulmuştu.  El Ahli hastanesinin bombalanmasıyla ilgili kesin kanıtlar ortaya çıktığında, bu da uzak bir anı olacak. Eylül 2000'de Gazze Şeridi'ndeki Netzarim kavşağında - on dokuz yaşında bir çocuğun İsrailli bir keskin nişancı tarafından vurularak öldürüldüğünü gördüğüm yerde France 2 televizyonu tarafından çekilen, bir babanın travma geçiren 12 yaşındaki oğlu Muhammed al-Durrah'ı İsrail ateşinden korumaya çalıştığı ve İsrail askerlerinin sonunda onu öldürdüğünü ortaya koyan dramatik görüntüler var.  Çocuğun öldürülmesi İsrail'in tipik propaganda kampanyasıyla sonuçlandı. İsrailli yetkililer bu cinayetle ilgili yıllarca yalan söylediler; önce Filistinlileri suçladılar, sonra olay yerinin sahte olduğunu öne sürdüler ve son olarak da çocuğun hâlâ hayatta olduğu konusunda ısrar ettiler. 2003'te bir İsrail askeri, Filistinli bir doktorun evinin yasadışı yıkımını engellemeye çalışan 23 yaşındaki öğrenci ve Amerikalı aktivist Rachel Corrie'yi bir buldozerle ezerek öldürdüğünde, İsrail ordusu bunun bir kaza olduğunu, kazanın sorumlusunun da bizzat Corrie olduğu söyledi. New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) 2023 raporuna göre İsrail ordusu 2001'den bu yana "en az" 20 gazeteciyi herhangi bir hesap vermeksizin öldürdü. CPJ, "Bir gazetecinin güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinin hemen ardından İsrailli yetkililer genellikle medyanın verdiği haberlere bir karşı anlatı ile cevap veriyor" sonucuna vardı. Ölümlerin Filistinlilerin "gelişigüzel ateşi"ne yüklenmesi veya öldürülenlerin "terörist" olarak itibarsızlaştırılmaya çalışılması da bu karşı anlatıya dahil. İsrail, Gazze ve Batı Şeria'da işlediği zulüm ve savaş suçlarıyla ilgili olarak bağımsız insan hakları örgütlerinin araştırma yapma çalışmalarını da engelliyor. İşgal altındaki topraklarda işlenen olası savaş suçlarının araştırılması konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesi ile işbirliği yapmayı reddediyor. BM İnsan Hakları Konseyi ile işbirliği yapmıyor. 1967'den beri işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında insan haklarının durumuna ilişkin olarak BM Özel Raportörünün ülkeye girişini yasaklamakta. İsrail, 2018 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (İsrail ve Filistin) Direktörü Omar Şakir'in çalışma iznini iptal etti ve kendisini sınır dışı etti. Mayıs 2018'de İsrail Stratejik İşler ve Kamu Diplomasisi Bakanlığı, Avrupa Birliği ve Avrupa devletlerine "terörle bağlantısı olan ve İsrail'e karşı boykotları teşvik eden" Filistinli ve uluslararası insan hakları örgütlerine doğrudan ve dolaylı mali desteklerini ve fonlarını durdurma çağrısında bulunan bir rapor yayınladı. Al Ahli hastanesinin bombalanmasının hemen ardından İsrail ilk olarak Filistin İslami Cihad örgütünün hastaneyi vuran roketlerini gösterdiği iddia edilen bir video yayınladı. Gazeteciler, görüntülerin hastaneye yapılan saldırıdan 40 dakika sonra çekildiğini gösteren tarih ve zaman mühürlerini fark edince İsrailliler videoyu alelacele kaldırıverdi.  Filistin roketlerinin patlayıcı gücünün çok az olduğunun farkında olan İsrailli propagandacılar daha sonra Hamas'ın hastanenin altına mühimmat depoladığını iddia ettiler. Büyük patlamaya bunun neden olduğunu söylediler. Ancak bu doğru olsaydı, ikincil bir patlama olması gerekirdi. Ama öyle bir şey olmadı. Ve şimdi de İsrail, iki Hamas militanının hastaneye yapılan füze saldırısını tartıştığını iddia ettiği bir ses kaydı yayınladı. Militanlar birbirlerine, inanılmayacak kadar saçma ve kendilerini suçlayıcı nitelikte bir konuşmayla, saldırıyı Hamas'ın mı yoksa Filistin İslami Cihat  Örgütü’nün (PIJ) mü gerçekleştirdiğini soruyor. Ne olursunuz. İsrail 7 Ekim'de binlerce silahlı Filistinli militanın Gazze'den İsrail'e girdiğinden nasıl tamamen habersizdi ama iki sözde militanın bu kendilerini suçlayıcı konuşmasını nasıl yakalayabildi?   "Gazeteci Jonathan Cook şöyle yazıyor: "İsrail'in Filistinli gibi davranmak ve Filistinliler arasında gizlice faaliyet göstermek üzere eğitilmiş İsrailli Yahudi gizli ajanlardan oluşan bir 'mistaravim' birimi var. "İsrail, Gazze'deki bu tür insanlar hakkında Fauda adında hayli popüler bir TV dizisi üretti. İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri düzenli olarak kandırdığı gibi bizi de kandırmak için böyle bir telefon görüşmesi yapamayacağını ve yapmayacağını düşünmek için çok saf olmak gerekir." Orta Doğu uzmanı Norman Finkelstein'in belirttiği gibi İsrail uzun zamandır tıbbi tesisleri, ambulansları ve sağlık görevlilerini de hedef alıyor. Lübnan'daki 1982 savaşı sırasında Filistinli bir çocuk hastanesini bombalayarak 60 kişinin ölümüne neden oldu. Ayrıca 2006 yılında İsrail ve Lübnan arasındaki savaş sırasında kimlikleri açıkça işaretlenmiş Lübnan ambulanslarına füze saldırıları düzenledi. Dökme Kurşun Operasyonu olarak bilinen 2008-2009 Gazze saldırısı sırasında 29 ambulansa ve aralarında 15 hastane de dahil olmak üzere Gazze'deki sağlık tesislerinin neredeyse yarısına zarar verdi ya da bunları tahrip etti. Bu operasyon sırasında yaralı Filistinlilerin ambulanslara alınmasını rutin olarak yasakladı ve çoğu zaman onları ölüme terk etti. 2014'te Gazze'ye yönelik 51 gün süren Koruyucu Hat Operasyonu sırasında İsrail 17 hastane ve 56 birinci basamak sağlık merkezini tahrip etti ya da bunlara hasar verdi ve ayrıca 45 ambulansı ya tahrip etti ya da bunları imha etti.  İsrail'in 2014 yılında bu hastanelerden üçüne yönelik saldırılarını araştıran Uluslararası Af Örgütü, İsrail tarafından saldırıların sebebi olarak sunulan "kanıtları" sahte olarak nitelendirdi. Raporda, "İsrail ordusu tarafından tweetlenen görüntü, El Vefa hastanesinin uydu görüntüleriyle uyuşmuyor ve farklı bir yeri tasvir ediyor gibi görünüyor" denildi. İsrail'in yalanlarını ifşa ettiğinizde İsrail ve destekçileri tarafından anti-Semit (Yahudi düşmanı) ve teröristlerin savunucusu olarak saldırıya uğrarsınız. Ana akım medyadan sürgün edilirsiniz. Konu hakkında konuşmak için gideceğiniz forumlara alınmazsınız ve benim başıma geldiği gibi, konuşmak üzere çağrıldığınız üniversite etkinlikleri için size gönderilen davetiye iptal edilir. Bu eski bir oyun, bir muhabir olarak pek çok kez oynadığım bir oyun. İsrail ve onun lobisi tarafından üstüme kusulan yalanların yara izlerini üzerimde taşıyorum. Bu arada İsrail, bir Wagner operası korosu gibi İsrail'den gelen yalan seline eşlik eden Joe Biden da dahil olmak üzere Batılı siyasi liderler tarafından desteklenen ve hatta övülen kasaplığına devam ediyor.  

Parlamento yoluyla iyileşme vadeden reformist sol tam tersine yol açtı

Genel seçimler, yangınlar, seller ve göçmen karşıtı politikalar…Son aylarda Yunanistan ile Türkiye’nin eş zamanlı gündemi olan birçok mesele var. Göçmenlere karşı sert önlemleri ve işçi sınıfına karşı ekonomik saldırıları savunmasıyla tanınan muhafazakâr Yeni Demokrasi partisinin kazandığı genel seçimlerin ardından, ülkenin ana muhalefet partisi SYRIZA liderlik seçimine gitti. İktidara gelmeden önceki görece radikal olan programını rafa kaldıran SYRIZA’nın, yeni lideri Stefanos Kasselakis’le politik olarak rotasını sağa kırmaya devam etmesi bekleniyor. Yunanistan’da mücadele yürüten Sosyalist İşçi Partisi (SEK) üyesi ve İşçi Dayanışması (Ergatiki Allilegi) gazetesi editörü Panos Garganas’la, Yunanistan’ın iklim ve göçmen politikalarından hükümetin yeni ekonomik saldırılarına, yeni faşist örgütlenmelerden ana muhalefetin vaziyetine birçok konuyu ve ülkedeki işçi sınıfı mücadelesi ile partisinin çalışmalarını konuştuk.  Yangınlar ve seller son yıllarda özellikle yaz aylarında Yunanistan ve Türkiye’nin ortak gündemi haline geldi. Akdeniz bölgesinde iklim krizinden kaynaklı kuraklık, yangın riski ve ani sel baskınlarının olacağı bilimsel raporlarla sürekli olarak ortaya konuyor. Buna rağmen doğa ve tüm canlı yaşamı ciddi bir tahribata uğruyor. Bu afetlerin felakete dönüşmesi hakkında neler söylemek istersiniz? Yaşanan felaketler karşısında Yeni Demokrasi hükümeti nasıl bir politika izliyor? İktidarın bir iklim politikası var mı? Panos Garganas: Yunanistan’da yaşananlar, afetlerin ne kadar yıkıcı olabildiğini gösteren iyi örneklerden. Geçtiğimiz yaz devasa ormanlık alanları yok eden yangınların ardından seller bu faciayı tamamlamış durumda. Bu yüzden Yeni Demokrasi hükümeti iki kat suçlu. Yeni Demokrasi uyarılara rağmen, yangınlara ve sellere karşı önlem alabilecek tüm devlet kurumlarına kesinti politikası izledi. Orman koruma kuruluşları hem personelden hem de ellerindeki ekipmandan mahrum kaldı. Sokaklara dökülen binlerce mevsimlik orman itfaiyecisi boş pozisyonları doldurmak için kadrolu olarak işe alınmaları talebiyle protesto düzenledi, ancak hükümet taleplerini reddediyor. İtfaiye uçakları o kadar eskimiş ki yangını söndürmek amacıyla giden iki pilot uçakları düştüğü için hayatını kaybetti. ‘Taşkın kontrolü’ denilen önlemler ise devasa bir yolsuzluk hikâyesi. İnşaat şirketleri bir yandan devlet sübvansiyonlarını toplarken karşılığında etkili barajlar teslim etmiyorlar. Daha da kötüsü nehir yataklarını daraltan kriterlere göre proje tasarlayarak kıyıların yanındaki arazi üzerinden spekülasyon yapıyorlar. Bunların sonucunda şiddetli bir yağış yaşanınca her seferinde geniş araziler sular altında kalıyor. Hükümet, bu yetersizliklere iklim değişikliğini gerekçe olarak gösteriyor. Fakat iklim değişikliğiyle mücadele etmek için gereken tedbirleri almak yerine, krizi kötüleştiren politikalar izliyor. Doğalgaz teketen enerji şirketlerine sübvansiyon sağlıyor. Yunan armatörler sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) taşımacılığının baş aktörleri ve kârları Yunan hükümeti tarafından vergiden muaf tutuluyor. Daha da kötüsü hükümet fosil yakıt çıkarmak için Akdeniz bölgesinde yeni sondajlar yapmak için agresif bir politika izliyor. Yunan hava kuvvetleri ve donanması Kıbrıs ve İsrail’e kadar uzanarak devriye gezebilmeleri için savaş uçaklarının, fırkateynlerin satın alınmasına büyük meblağlar harcıyor ve MEB’in (Münhasır Ekonomik Bölge) genişletilmesinde hak iddiasında bulunuyor. İklim felaketlerinin bedelini işçiler ödüyor Yunanistan’ın tarım ve hayvancılık üretiminin yüzde 25’inin yer aldığı bölgede yaşanan sel felaketinin ardından yüzbinlerce hayvanın öldüğü ve tarım arazilerinin kullanılamayacak hale geldiği söyleniyor. Bununla beraber köylülerin bir kısmı evini kaybetmiş durumda. Bu durum çiftçiler için ne anlama geliyor ve iktidar bu konuya dair ne yapmayı planlıyor? Yunanistan tarihsel olarak, tarıma elverişli arazilerin küçük ölçekli çiftçinin eline geçtiği bir ülkedir. Ancak senelerdir bu küçük çiftçilerin sayısı azalıyor. Yoksulluk, bankaların, büyük tüccarların hatta gıda şirketlerinin baskısı, ekim maliyetin yükselmesi (traktör, gübre fiyatının yükselmesi vs.) ve üreticilerin tarım ürünlerinin ücretini düşürmesi, çiftçileri tarlalarını terk etmeye mecbur bırakıyor. Bu eğilim artık Teselya faciasının ardından daha da büyük boyut kazandı. Yoksul çiftçiler tarla onarımının giderlerine katlanamıyor. Büyük endüstriyel tarım şirketleri çıkarları hükümetten aldıkları destekle devasa karlar elde edebildiği için zil takıp oynuyor. Elbette gıda ürünlerinin pahalanmasının ve enflasyonun, ücretler ile emekli maaşlarını hatta yevmiyeleri kemiriyor olması bedeli işçi sınıfının ödediği anlamına geliyor. Son görüştüğümüzde Pilos açıklarında yaşanan gemi faciasından bahsetmiştiniz. Hayatta kalan 40 mülteci sorumluların yargılanması için birkaç gün önce Deniz Hukuku Mahkemesi’ne dava açtı. Diğer yandan AB çok gurur duyduğu Libya Anlaşması’nı imzaladı ancak Lampedusa bölgesine sığınmaya çalışan mültecilerin sayısı 8 bin kişiye ulaşmış durumda. Fransa bu insanların ülkeye girmesine izin vermezken, Miçotakis ve Meloni hükümetleri Avrupa’nın daha katı kolluk kuvveti önlemleri alması gerektiğini vurguluyorlar. Pilos’a gitmeye çalışan geminin batmasının ardından yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa Birliği’nin sınırlarını mültecilere ve göçmenlere kapatmaya yönelik bu ırkçı politikası tam anlamıyla bir cinayettir. Pilos cinayeti bu gerçeğin altını trajik bir şekilde çizdi. Muhafazakâr Yeni Demokrasi hükümeti AB’nin ‘kale politikası’ konusunda ısrar ediyor. Kısa bir süre önce Miçotakis Selanik’te, Meriç’te Türk-Yunan sınırındaki çitin uzatılacağını duyurdu. Hükümet o kadar ırkçı ki, Meriç’teki yangınların sorumluluğunu mültecilerin üzerine yıkmaya çalıştı. Neyse ki bu kampanya başarısız oldu ve bölgede mülteci avına çıkan bir grup aşırı sağcı haydut mahkemeye çıkarıldı ve hapse girme ihtimalleri var. KEERFA Aleksandroupoli’de [Dedeağaç], faşistleri pompalayan ırkçı politikaya karşı direnişi güçlendirmek amacıyla çok başarılı bir etkinlik düzenledi. Karşımızda çok sert mücadeleler var. Miçotakis ve Erdoğan, Vilnius’ta NATO zirvesi çerçevesinde başlattıkları Türk-Yunan diyaloğu sanki barışçıl bir inisiyatifmiş gibi reklamını yapıyor. Ancak BM Zirvesi için New York’ta tekrar biraraya geldikleri zaman üzerinde tek anlaştıkları somut nokta; mülteciler ve göçmenler için sınırların daha da sıkı kapatılması konusunda işbirliği yapacakları. Meloni- Miçotakis- Erdoğan üçlüsü Pilos gibi cinayetleri çoğaltacak tehdit edici bir eksen oluşturuyorlar. Güçlü gibi görünen Yeni Demokrasi aslında korkuyor Hükümetin özel sektörde mesailerin haftada 6 güne çıkarılması ve greve çıkanlara savcılık soruşturması açılması gibi işçi sınıfının haklarına saldıran yeni iş yasası girişiminden bahseder misiniz? Yasanın kapsamı nedir? Yunanistan işçi sınıfı bu yasaya karşı nasıl bir mücadele örüyor? Miçotakis hükümeti yaz başında yeniden seçilmesinin ardından, parlamenter muhalefetin parçalanmış vaziyette olması nedeniyle kendini çok güçlü takdim ediyor. Oysa işçi direnişinden korktuğunu söyleyebiliriz. Yaz aylarındaki gelişmeler, hükümetin endişelenmek için bir sürü nedeni olduğunu teyit ediyor. Yangınlar ve seller nedeniyle devasa bir halk öfkesi var. Bir de yetmezmiş gibi ekonomik durum kötüleşiyor. Yunanistan’ın devasa kamu borcunun sahibi olan ve geçtiğimiz yıllarda Troyka’nın (AB, AMB, IMF) acımasız kemer sıkma politikasını dayatan bankacılar, faizlerin ödenmesi için bütçe fazlası garanti eden kemer sıkma politikasına geri dönülmesini talep ediyor. Dolayısıyla hükümet, Troyka politikasına dönüşün Yunanistan’daki grev dalgasının da geri dönüşü anlamına gelmesinden korkuyor ve bunu önlemeye çalışıyor. İş yerlerine giden grev kırıcıların önünü kesmek için oluşturulan grev gözcülerinin cezalandırılması tehdidini içeren bir yasayı parlamentoya getirdi ve oyladı. İşçi hareketi ilk cevabı hemen verdi. Sendikal bürokrasinin tavizlerine rağmen ülke çapında binlerce kişi, 21 Eylül’de işçi karşıtı yasanın onaylandığı gün, greve katıldı.  Egemen sınıf Yunanistan’da 50 sene önce, Politeknik isyanından sonra elde edilen sendikal özgürlüklerin sürekli olarak sınırlamasına çalışıyor. Benzer çabalar 30 sene önce şu anki Miçotakis’in babası başbakanken vardı ama başarısız olmuştu. Şu anki hükümet iki sene önce yine denemişti, o da başarısız olmuştu. Kısa bir süre önce, deniz işçilerinin grevinde de gemi makinaları durdu çünkü grev kırıcı yoktu. Böylece grev gözcülerinin durduracağı herhangi bir işçi de yoktu. Bu geleneği işçilerin aşağıdan örgütlü gücünü, iş yerinden iş yerine, sendikadan sendikaya, sektörden sektöre inşa ederek sürdürüyoruz. SEK, tüm işçilerin katıldığı 21 Eylül grevinin başarısının ön saflarında yer alan İşçi Direnişi Koordinasyonu ve Hastane Koordinasyonu gibi inisiyatiflere öncülük ediyor. Irkçılığa ve faşizme karşı ikili mücadele Altın Şafak suç örgütü olarak ilan edildikten sonra binlerce insan sokaklara dökülüp faşistlerin yargılanmasını kutladı. Son seçimler sırasında Elliniki Lisi [Yunan Çözümü] dışında aşırı sağın parçası sayılan iki parti daha ortaya çıktı: Spartiates bir de Niki partileri. Bu oluşumların ideolojik çıkışları nedir ve işçi sınıfı açısından ne anlama geliyor? Üç partiyle ortaya çıkan aşırı sağın en büyük besleyicisi Yeni Demokrasi hükümetinin ırkçı politikasıdır. Spartiates, neonazi Altın Şafak’ın devamı niteliğinde. Partinin gerçek lideri neonazilerin saldırı taburlarında eğitmenlik görevi yapmış, Altın Şafaklı hükümlü Kasidiaris. Yeni Demokrasi hükümeti onun hapisten Spartalıları yönetmesine alan açıyor. Hükümet polis teşkilatı ile faşistler arasındaki bağlantılara dokunmadı. Kısa bir süre önce polis, nazi holiganların Hırvatistan'dan Atina’ya seyahat etmelerine engel olmayıp, bir kişinin ölümüne yol açan saldırıyı düzenlemerine izin verdi. Organize çeteler göçmenleri döverken polis sürekli olarak bu faşist suçları örtbas etmeye çalışıyor. Diğer iki aşırı sağcı parti Altın Şafak’la mesafeli duruyor. Birincisi Niki, kiliseyle olan bağlarına güveniyor. Öbürü Elliniki Lisi, Yeni Demokrasi’nin Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’ne karşı yürüttüğü savaş kışkırtıcısı kampanyasından yararlandı. Her ikisi de neonazi Altın Şafak’ın yeniden inşasını güçlendirebilecek depolardır. KEERFA’nın öncülüğündeki, ırkçılığa ve faşizme karşı hareket ikili bir mücadele veriyor. Temyiz mahkemesinde yeniden yargılanan Altın Şafak liderlerinin hapishanede kalmaları için bir kampanya sürdürüyoruz. 18 Eylül’de Pavlos Fissas’ın Altın Şafak’ın saldırı taburları tarafından öldürülmesinin 10. yıldönümü vesilesiyle binlerce kişilik protesto düzenlendi. Aynı zamanda mültecileri hedef alan ve sınırları kapatan ırkçı politikalara karşı mücadele etmeye devam ediyoruz. SYRIZA’nın ağır bir seçim yenilgisine uğraması bir takım gelişmeleri tetikledi. Çipras’ın istifasından sonra parti, yeni lider seçimine gitti. Bu gelişmelerin ne tür sonuçlara yol açacağını düşünüyorsunuz? Farklı bir politika izlenmesi mümkün mü? Sol ve parlamento içindeki siyasi güçler bu durumu nasıl karşılıyor? SYRIZA’nın seçimlerdeki çöküşü sistematik olarak sağa doğru kaymasından kaynaklanıyor. İktidardayken liderliği, ülkenin borcu yüzünden ve AB, AMB ve IMF baskısı nedeniyle politik tavizler vermeye mecbur olduğunu dile getiriyordu. Muhalefette olduğu 2019’dan sonra ise liderliği, yüzde 3-5’lik bir parti olduğu dönemdeki küçük kitlesine karşılık geldiği gerekçesiyle eski radikal programına geri dönemeyeceğini iddia etmeye başladı. Aleksis Çipras SYRIZA içindeki her sol sese karşı çıktı ve liderlik seçiminin partinin kongresinde değil, üyelerin ve hatta 2 avro ödeyen herkesin katılabileceği seçimler üzerinden gerçekleştirilmesini dayattı.  Böylece SYRIZA’da, Çipras’ın çok da gizli olmayan desteğine sahip olan Stefanos Kasselakis başkanlığında yeni bir liderlik oluştu. Bu durum SYRIZA’nın sağa doğru yönelmesinin devam edeceğini ve bu sebepten partiden kitlesel ayrılmaların yoğunlaşacağını gösteriyor. Fakat bu süreçten anlaşılması gereken temel unsur, mevzunun kişiler değil strateji meselesi olduğu. Parlamenter reformist yolun beklentileri yalanlanmış durumda. Kapitalizmin en büyük çoklu krizi esnasında, hükümetin yönetimi yoluyla işçi sınıfı için olumlu gelişmeler getireceğini vadeden reformist sol, tam tersi sonuçlara yol açtı. Rosa Luxemburg’un sol için büyük seçimin reform ya da devrim olduğunu söylerken ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördük. Özellikle cuntayı deviren Politeknik isyanının ellinci yıldönümü kutlamak üzere olduğumuz Yunanistan’da devrimci stratejinin güncelliği ön plana çıkıyor. İşçi sınıfının güçlü bir devrimci partisine ihtiyacımız var ve SEK bunun için mücadele ediyor.

Filistin nasıl kazanabilir?

Muhteşem Filistin direnişi şimdi Batı destekli İsrail’in intikamcı şiddetiyle karşı karşıya. Filistinliler, Gazze'deki sivil bölgeleri yok etmekle övünmekten ve şiddetin her çeşidini kullanmaktan çekinmeyen bir güce karşı nasıl kazanabilir? İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant gibi Filistinli direnişçileri "insan hayvanlar" olarak nitelendirenlerle nasıl başa çıkacak? Büyük güçlerden ya da Birleşmiş Milletler gibi kurumlardan hiçbir fayda beklemeye gerek yok. Bu kurumlar bugüne kadar Filistinlilere katliamlar ve mülksüzleştirme karşısında uzlaşmaları ve sakin olmaları talimatını verdiler. Sonuç İsrailliler tarafından hor görülmek oldu. "Ilımlı" Filistin Kurtuluş Örgütü ve Filistin Yönetimi İsrail devletini tanıdı. Fakat hiçbir şey kazanmadılar -İsrail 2014'ten bu yana onlarla müzakere bile etmedi. Kendi halklarını ezen ve sömüren Arap rejimleri, eşitsizlik, demokrasi ve özgürlük konularını bu kadar keskin bir şekilde gündeme getiren bir Filistin mücadelesine etkili bir şekilde yardım etmeyecektir. Örneğin, haklarını talep ettikleri için kadınları öldüren İran rejimi özgürleştirici değildir. 75 yıl boyunca Arap rejimleri Filistinlilerin yanında yer almaktan söz ettiler, ancak aslında Filistin’e ihanet ettiler. İsrail'in Filistinlileri izole etmek için ilişkileri "normalleştirme" stratejisine alet oldular. Çözüm İsrail içinden de gelmeyecek. Bir yılı aşkın bir süredir medya, hükümet içindeki bölünme ve gerginlik haberleriyle doluydu. Ancak Filistin direnişi Siyonizm'in krizini tetikler tetiklemez, tüm iktidar karşıtı eylemler unutuldu ve “muhalefet” ulusal birlik hükümeti ve baş kasap Binyamin Netanyahu'nun yanında yer aldı. Filistinlilerin her türlü yöntemle direnme hakkı vardır. Ancak F-16'lar ve İsrail’in en son ölüm teknolojisi karşısında kahramanlık yeterli değildir. Siyonizm ve emperyalizme karşı devrimci sosyalist bir meydan okumaya ihtiyacımız var. Bu, egemen sınıfların tüm tonlarından ayrı bir işçi ve yoksullar hareketine ihtiyacımız olduğu anlamına gelir. 1960'lar ve 1970'lerde Lübnan ve Ürdün mülteci kamplarından gelen kitlesel milliyetçi hareketten 1987'deki Birinci İntifada'ya ve 2021 genel grevine kadar Filistin mücadelesinin tüm büyük dalgaları sosyal adaletsizlik ve ulusal baskı arasındaki etkileşim tarafından yönlendirilmiştir. İsrail’in yenilmesi için isyanın Filistinlilerin isyanı olmaktan çıkıp Arap dünyasında ve daha geniş kitlelere ilham veren bir büyük isyana dönüşmesi gerekiyor. 2010 ve 2011'deki ayaklanmalar ve devrimler, Sudan halkının isyanı ve Cezayir'deki hareket kazanma potansiyeline dair bir fikir vermektedir. Bu, işçilerin ve tüm sömürülenlerin kendi sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmesini içeren bir direniş olacaktır. Böyle bir devrim emperyalizmi, Siyonizmi, tüm diktatörleri ve kralları sarsacaktır. Filistin'den tüm dünyaya gösterilen yeni bir direniş dersi olacaktır.

İstanbul'da protesto çağrısı: Nehirden Denize Özgür Filistin!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nden (DSİP) basın açıklamasına çağrı: "Filistin halkının haklı direnişinin yanında olduğumuzu haykırmak için 21 Ekim Cumartesi 15.00'da Kadıköy'de buluşuyoruz!"

Gazze'nin işgali ve Filistinlilerin zorla yerinden edilmesi meşrulaştırılmak isteniyor

İsrail bombardımanı Güney Gazze'de can kayıplarını artırırken, nüfusun sadece yüzde 14'üne su verilebilmesi nedeniyle hastalıkların yayılma riski var. Aşırı sağcı Netanyahu hükümeti, Kuzey Gazze'de yaşayan 1,1 milyon kişiyi güneye sürmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler'e göre şimdiye kadar 500 bin Filistin kuzeyden güneye zorla göç ettirildi. Fakat güneye gidenleri ise ölüm bekliyor. Güney Gazze'de bulunan üç şehir Han Yunus, Refah  ve İsrail'in sivillere sığınma talimatı verdiği Deir el-Balah ağır bombardıman altında.  Ambulanslar yaralıları zaten aşırı kalabalık olan hastanelere naklediyor ve çok sayıda kişi hâlâ enkaz altında mahsur kalıyor. Morglarda yer kalmadığı için cesetler hastane bahçelerinde toplanıyor. İsrail ordusu ve Filistin güçleri arasındaki çatışmalarda bir günde en fazla kayıp çatışmaların 10. gününde verildi. Bugün 11. gün, Gazze Şeridi'nin ne kuzeyi ne de güneyi güvenli değil. Sadece Gazze'de değil Batı Şeria'da da katliam var. İsrail polisi, siyonist yerleşimcilerin işlediği cinayetlere izin verirken, bazı protestocuları bizzat kendisi öldürüyor. Mısır'dan Gazze Şeridi'ne insani yardım taşıyan konvoy Refah sınır kapısına ulaştı. Ancak İsrail geçişine izin vermiyor. Batı emperyalizminin tutumu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Rusya'nın Gazze'de "insani duraksama" önerisini reddetti.  15 daimi üye ülkenin katıldığı oylamada Rusya'nın tasarısına 5 evet, 6 çekimser ve 4 hayır oyu verildi.  Hayır oyu veren devletler, ABD, İngiltere, Fransa ve Japonya. Konseyde bir kararın geçmesi için en az 9 üyenin 'evet' oyu gerekiyor. Rusya'nın önerisinde Hamas'a değinilmezken "tüm siviller" ifadesi yer alıyor. Ateşkes ibaresi yer almazken "insani duraksama" öneriliyor. Bu sırada Rusya, Ukrayna işgaline devam edip sivilleri öldürmeyi sürdürüyordu. Başlıca rakibi ABD ise İsrail rejimine destek gösterilerine devam ediyor. ABD Başkanı Joe Biden 18 Ekim Çarşamba günü İsrail'e gidecek. Ziyaret öncesi "İsrail'in kendini savunma hakkını" desteklediklerini duyurdu. Üst düzey bir Amerikalı generalin, İsrail'de bulunduğu ve Gazze'ye saldırı planında yer aldığı iddia edildi. Avrupa devletleri destekledikleri savaşın Hamas'a karşı verildiğini söylese de kendi ülkelerinde yaptıkları ile tüm Filistin halkını hedef aldıkları görülüyor. Fransa ve Almanya'da Filistin'e destek gösterileri birer birer yasaklandı. Çok sayıda eylemci gözaltına alındı. İngiltere'de ise 700'den fazla eylemciye para cezası kesildi. Almanya'da düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı'nda Filistinli yazar Adania Shibli için düzenlenen ödül töreni, "İsrail'deki savaş" gerekçesiyle iptal edildi. Shibli, ödüle layık görüldüğü "Küçük Detay" adlı romanında, 1949'da Filistinli bir Bedevi kızın İsrail askerleri tarafından tecavüz edilip öldürüldüğü gerçek bir hikâyeyi anlatıyor. Bu karar üzerine bazı ülkeler fuardan çekilerek, protestolarını yayınladı. Ana akım medya, Almanya'daki Filistinlileri potansiyel bir tehdit olarak gösteriyor. Gazze'deki bir hastanede Filistinlileri tedavi eden Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünden İngiliz-Filistinli cerrah Ghassan Abu Sitta, BBC canlı yayınında, terörle mücadele polis ekiplerinin İngiltere'deki evine gelerek ailesini taciz ettiğini söyledi. Sitta, spikerin sorduğu "Eğer israil’in kara operasyonu başlarsa ne yapacaksınız?" sorusunu "Hastalarımızla kalacağız. Hastalarımızın yaşam hakkını sonuna kadar savunacağız. Bu bir soykırım ve savaş suçu girişimi" diye cevapladı. İşgali meşrulaştırma girişimi İsrail ordusu, savaşın ardından Gazze'nin statüsünün "küresel bir sorun" olacağını duyurdu. Netanyahu hükümetinin amacının Kuzey Gazze'yi insansızlaştırmak ve Filistinlileri, Mısır'ın Sina Çölü'ne sürmek olduğu anlaşılmış durumda.

Suriye'de Devrimci Sol Akım 12 yaşında!

Suriyeli devrimci sosyalistler, ayaklanmanın içinden doğan partilerinin 12. kuruluş yıldönümünde bir mesaj yayınlayarak mücadelelerini anlattı. Duyuruları şöyle: "2011 yılında Suriye'deki halk devriminin ve sonrasında tüm bölgeyi derinden etkileyen olayların ortasında doğan partimiz Devrimci Sol Akım'ın kuruluşunun on ikinci yıldönümü. Partimiz en başından beri, onurları ve özgürlükleri için ayaklanan kitlelerin yanında yer almayı seçti. Radikal sosyalist bir parti olarak, Suriye halkının ayaklanmasının tüm biçimlerinde aktif olarak yer aldık. Devrimci an barışçıl mücadeleden silahlı direnişe geçişi gerektirdiğinde, yoldaşlarımız El Nusra, IŞİD ve rejim milisleri gibi karşı-devrimci güçlere karşı kendilerini savunmak için silahlandılar. Edebiyatımızda ve yayınlarımızda uzun süredir uyardığımız bir tehdit olan karşı-devrim güç kazanmadan önce bedelini şehitlerle ödedik. Suriye'nin uluslararası ve bölgesel güç mücadeleleri için bir savaş alanı haline gelmesinin tehlikeleri konusunda sürekli uyarılarda bulunduk. On iki yıl boyunca, kitlesel sosyalist partiyi inşa etmeye kararlılıkla devam ettik. Bu parti, Suriye halkının gerileme anlarında olduğu kadar, zalim rejime, işgallere ve bu işgallerle aynı safta yer alan güçlere karşı ayağa kalktığı ve ayaklandığı anlarda da tek yol ve tek rehberdir. Bu vesileyle partimiz, işçilerin ve tüm emekçilerin öncüsü olma taahhüdünü bir kez daha teyit eder."

Batı emperyalizminin desteklediği İsrail rejimi büyük bir katliamı hayata geçiriyor

Filistin direnişine karşı İsrail rejiminin saldırılarının 10. gününde Gazze Şeridi'nden "görülmemiş bir felaket" yaşanıyor. - En az 2750 Filistinli sivil hayatını kaybetti. - İsrail savaş uçaklarının bombardımanıyla yıkılan binaların enkazları altında 1000 Filistinli kayıp durumda. - Gazze nüfusu 2,3 milyon. 1 milyon Filistinli zorla yerinden edildi. Gazze'nin eninin 10 kilometre boyunun ise 41 kilometre olduğunu unutmamak gerekir. - İsrail ordusu 64 binden fazla binayı yerle bir etti. 90 eğitim kurumu, 18 cami hasar görürken 20 ambulans vuruldu. - Yaralanan insan sayısı artarken hastanelerde büyük bir kriz yaşanıyor. Elektrik, ilaç ve su yok. - Her türlü insani yardım durmuş durumda. - İsrail ordusu, hava koşulları nedeniyle kara harekatını geciktirdi. Fakat Kuzey Gazze ağır bombardıman altında. Buna karşılık Han Yunus başta olmak Güney Gazze'de vuruluyor. Ateşkes ve tahliye haberi boş çıktı Gazze'nin Mısır ile sınırdaki Refah Kapısı'nın yabancı vatandaşların geçişleri için birkaç saatliğine açılacağı haberi duyulunca yüzlerce kişi burada toplandı. Haber ajansları ABD, İsrail ve Mısır'ın anlaşmasıyla geçici ateşkes sağlandığını duyurdu. Fakat önce Hamas bundan haberleri olmadığını açıkladı. Ardından İsrail ateşkes iddiasını reddetti. Mısırlı yetkililer, geçişe İsrail'in izin vermediğini iddia etti. Darbeci Sisi yönetimindeki Mısır, Aksa Tufanı operasyonu başladığı andan itibaren sınırlarını tamamen kapatmıştı. Biden geri adım mı attı? Sert açıklamalarla aşırı sağcı Netanyahu hükümetine tam destek veren ve Doğu Akdeniz'e iki uçak gemisini konuşlandıran ABD'nin başkanı Joe Biden, İsrail'in Gazze'yi işgalinin büyük bir hata olacağını söyledi. Hamas'ın tamamen yok edilmesi gerektiğini de belirtti. Biden'ın son açıklaması, ABD'de devasa İsrail protestolarının üzerine geldi. Ülkedeki savaş ve işgal karşıtları sokaklara indi. Öte yandan bu savaşın Gazze ile sınırlı kalmayıp bölgesel bir çatışmaya döneceği ihtimali de ortaya çıktı. İran Dışişleri Bakanlığı, İsrail saldırıları durmadığı takdirde karşılık verebileceklerini söyledi. Lübnan Hizbullah'ı da İsrail ordusuna ait bir karakolu ele geçirdi. Geçen hafta Suriye'de bazı havaalanları İsrail füzeleri tarafından vurulmuştu. Gerekçe ise İran'ın yüksek teknolojili silahlarını buraya aktarması olarak gösterilmişti. Daha önce "itidal" çağrıları yapan ve Tel Aviv'le normalleşme durumuna geçmiş Mısır ve Suudi Arabistan bu tutumdan vazgeçebileceklerini söylemeye başladı. Fakat ABD ve Batı emperyalizminin insani gerekçelerle Gazze işgaline kökten karşı çıktığı söylenemez. Hamas ve Gazzelileri birbirinden ayırmak mümkün değil.  Ankara tavır mı değiştiriyor? İsrail rejimiyle normalleşme içinde olan bölgesel güçler arasında Türkiye'de yer alıyor. Erdoğan yönetimi, Filistinlilerin haklılığı üzerine genel geçer sözler söyleyip iki tarafı sanki eşit güçlermiş gibi itidale çağırıyordu. Türkiye'de Filistin'e destek sesleri ve eylemleri büyürken AKP iktidarını daha sert eleştirilere iten yegane gerekçe ABD'nin Doğu Akdeniz'deki askeri varlığı. Türkiye'nin doğal gaz arayan sondaj gemilerinin yakınına yanaşan ABD uçak gemileri Ankara'yı rahatsız etti. Bunun üzerine bölgede bir askeri tatbikat düzenleme kararı alındı.  Doğu Akdeniz'in paylaşımı için süren askeri rekabet ile Suriye'deki karşı karşıya geliş Erdoğan yönetimini ABD karşıtı sözler söylemeye itti. Buna karşılık İsrail ile kurulan siyasi ve ekonomik ilişkiler bozulmadı. Kürecik ve İncirlik'teki ABD üsleri ise savaş faaliyetlerine devam edebiliyor. Batı emperyalizmi kendi evlerinde de zayıflıyor Hafta sonu sadece ABD'de değil İsrail rejimini destekleyen sağcıların işbaşında olduğu İngiltere'de yüzbinlerce kişinin katıldığı Filistin'e destek gösterileri oldu. Fransa'da Macron hükümeti de Netanyahu hükümetinin dostlarından biri. Paris'te düzenlenen Filistin'le dayanışma yürüyüşüne polis müdahale etti. Ne yapmalı? Her yerde siyonist İsrail'e karşı gösterileri büyütmeliyiz. İsrail ile normalleşmeye karşı çıkıp, Türkiye'yi yönetenleri işbirliğinden vazgeçmeye çağırmalıyız. Filistinlilerin Ortadoğu emekçilerinden ve dünya işçi sınıfından başka gerçek dostu yok. Korsan devlet İsrail'in yıkılması, bağımsız-demokratik-laik Filistin devletinin kurulması emperyalizme ağır bir darbe indirecek ve dünyada savaş rüzgarlarını dindirecektir.

Geri 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 İleri

Bültene kayıt ol