Almanya: Filistin Kongresi'ne baskı ve direniş

Almanya’da neonazilere karşı mücadele devam ediyor: Hafta sonu yüz binlerce insan yine sokaktaydı

Eylemlerin üçüncü hafta sonunda Almanya genelinde yüz binlerce kişi bir kez daha faşizme, ırkçılığa ve AfD'ye karşı sokağa çıktı. Geçtiğimiz iki hafta sonu da milyondan fazla insan Almanya’nın birçok şehrinde dev gösteriler düzenlemişti. Neonazi AfD partisinin sağcı işadamları ve kişilerle yaptığı ve vatandaşlık durumuna bakılmaksızın “yeterince Alman” olmayan kişilerin ülkeden gönderilmesi, bunun için de bu insanların yaşam koşullarını zorlaştıracak yasaların çıkartılması planlarının konuşulduğu toplantının ifşa olmasının ardından başlayan antifaşist gösteriler Almanya genelinde sürüyor. Cumartesi günü Düsseldorf'ta "AfD'ye karşı sessiz kalmayacağız. Başka tarafa bakmayacağız. Harekete geçiyoruz!" sloganlarıyla düzenlenen antifaşist mitinge yaklaşık 100.000 kişi katıldı. Katılımcıların arasında çocuklu aileler de dahil olmak üzere her yaştan insan vardı. Pankartlarda "Genel olarak Nazileri sevmiyorum" ve "Bir daha asla!" sloganları göze çarpıyordu.   Pazar günü Hamburg'da çağrısı “Gelecek için Cumalar” hareketi tarafından yapılan ve İklim aktivisti Luisa Neubauer’in de katıldığı mitingde, yaklaşık 100.000 kişi bir araya geldi.  Mitingde "Hamburg AfD'den nefret ediyor!" ve "Biz daha fazlasıyız!" sloganları atıldı. Sigmaringen, Aachen, Stuttgart, Wittenberg ve Osnabrück gibi şehirlerde düzenlenen antifaşist mitinglere de on binlerce insan katıldı. Osnabrück'te yaklaşık 30.000 kişinin katıldığı mitingde yapılan konuşmalarda Weimar Cumhuriyeti’nde yaşananlar hatırlatarak, “Tarihin tekerrür etmesine izin verilmemelidir" denildi.

Açığa çıkan gizli toplantı sonrası faşizme karşı milyonlar ayakta!

Almanya'da anti-nazi hareketinin içindeki Revolutionäre Linke'den Taner Kumpir  ve Z.Soner Dinç,  gelişen büyük mücadeleyi kapsamlıca yazdı.  Faşistler, Potsdam şehri yakınlarında Kasım 2023 tarihinde gizli bir buluşma gerçekleştirdildi. Aralarında baş konuşmacı olarak Avusturya’da faaliyet gösteren “Identitäre Bewegung” (Kimlik Hareketi) ırkçı hareketin kurucularından Martin Sellner’in bulunduğu grubun diğer katılımcıları, Almanya’da faşist hareketin odağı haline gelen Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi’nin çeşitli üyeleri -biri AfD’nin başkanının danışmanı-, harekete para sağlayabilecek sağcı işadamları, Hıristiyan Demokrat Parti'nin (CDU) hem üyeleri hem de onlara yakın görünen çevreler ve başka kişilerdi.   Yapılan bu gizli toplantı aktivist-araştırmacı gazeteci bir grubun (Correctiv) detaylı çalışması sonucunda Ocak 2024'te ayrıntılı olarak ifşa edildi. Toplantıda yapılan ‘büyük plan’da, Almanya'da yaşayan ve vatandaşlık durumuna bakılmaksızın, faşistler tarafından yeteri kadar (!) “Alman” olarak görülmeyen 20 milyon civarında insanın Kuzey Afrika'ya sürgün/tehcir edilmesi öngörülüyor. Avusturyalı faşist Sellner, bu insanların Kuzey Afrika’da "eğitim ve spor" olanaklarına kavuşturulacağını, bunun bir an önce gerçekleştirilmesi için gerekli olan yasal düzenlemelerin yapılmasını arsızca ifade etti. Ayrıca Saksonya-Anhalt eyalet meclisinin AfD grubunun başkanı, “Alman olarak görülmeyen” insanlar için, ülke genelinde hayat koşullarının zorlaştırılması gerektiğini belirtirken, bunun pekala "çok kolay gerçekleştirilebileceğini" vurguladı.  Faşistlerin sınırdışı etme fantezileri Faşistlerin Kasım 2023’te gizli toplandığı yerin sadece 8 kilometre uzağında, 1942 yılında Nazilerin organize ettiği "Wannsee Konferası" olarak adlandırılan toplantının yapıldığı ev bulunuyor. Bu konferansta Avrupa Yahudilerinin nasıl yok edileceğinin ‘somut’ adımları ve yolları kararlaştırılmıştı. Bu tarihten önce de 1940 yılında benzer planlar yapılmış ve 4 milyon Yahudi’nin Madagaskar Adası’na tehcir edilmesi bir öneri olarak tartışılmıştı.  İşte faşist Sellner'in sunduğu planın genel çerçevesi tam olarak Nazilerin Madagaskar Planı’nı andırıyor. Bu planın bir parçası olan "yasaların uygun hale getirilmesi" de Nazilerin ırkçı "Nürnberg Yasaları”nı elbette hemen akla getiriyor. Hayat koşullarının zorlaştırılması, hayatın yaşanamaz hale getirilmesi gibi ifadelerin de bu bağlamda, SA ve SS paramiliter faşist kuvvetlerin terörüyle gerçekleştirilen sürece benzetmek mümkün görünmektedir.   Bugün AfD içinde politikayı belirleyen kanat, Thüringen eyaleti meclis grubu başkanı olan Björn Höcke ve onun çevresindeki taraftarlarıdır. Höcke, parti içinde tek başına "Führer/Lider" olabilmek için sadece uygun zamanı kolluyor. AfD, kendi dışında kalan radikal faşist unsurları da bünyesine dahil edebilmek için 2022 ve 2023 yaptığı parti kongrelerinde kapılarını ardına kadar açtı ve gereken koşulları hazırladı. Bu radikal faşist unsurların arasında AfD milletvekillerinin, meclislerdeki gruplarında çeşitli pozisyonlarda çalışanlar da yer alıyor. AfD kurulduğu tarih olan 2013'ten bu yana ciddi bir yapısal değişim gösterdi. Sadece milliyetçilik ve muhafazakârlıkla yetinenler partiyi terk etti. Parlamenter sistemin içinde kalmayı isteyenler azınlığa düşmüş durumda. Parti artık faşist bir çekirdek tarafından yönetiliyor. Bu yönetici çekirdek, partinin dışında veya çeperinde bulunan irili ufaklı faşist grup ve örgütlenmelerle organik bağlar kurmasını sağlayarak, daha da radikalleşmenin önünü açıyor. Böylelikle ırkçı ve faşist teröre bir çeşit köprü olma işlevi de görüyor.   Parlamentolara gelince: AfD neredeyse bütün eyalet parlamentolarında ve federal parlamentoda muhalefet rolünü üstlenmiş durumda. Ayrıca birçok yerel yönetimde de boy gösteriyor. Şu an için az sayıda da olsa, bazı küçük şehirlerde son zamanlarda yapılan belediye başkanlıkları seçimlerini de kazanmayı başardılar. 2023’ün sonlarında yapılan kamuoyu araştırmalarına göre AfD Almanya genelinde %22, Doğu eyaletlerinin ise neredeyse tamamında %30’un üstünde oy oranlarına ulaşmış bulunuyor. Die LINKE'nin (Sol Parti) eyalet hükümet koalisyonunun büyük ortağı olduğu Thüringen’de, AfD şu anda %35’leri zorlayarak en kuvvetli durumdaki parti konumunda. 2024’ün Eylül ayında yapılacak bazı eyalet seçimlerinde bir veya birden fazla eyalette hükümet kurma görevini üstlenirse, bu sürpriz bir durum olmayacak gibi görünüyor! Ancak elbette sadece Doğu Almanya'da değil Batı’da da sınır tanımaz yükselişe geçen AfD, Hessen’de yapılan son eyalet seçimlerinde %18 gibi rekor bir oy oranına ulaştı. Bu, AfD’nin bir Batı eyaletinde elde ettiği en yüksek oy oranıydı. Aynı dönemde Bavyera’da da %14 oya ulaştılar. Antifaşist eylemlerin yükselişi 1945'ten bu yana Almanya'da ilk kez kitlesel anlamda güçlü bir faşist partinin varlığından söz etmenin zamanı geldi. Nazilerin mirasçısı olarak boy gösteren NPD’nin (Nationaldemokratische Partei Deutschlands-Almanya Milli Demokrat Partisi)  zaman zaman beş yüz binleri bile aşan oylarının da çoğunlukla AfD’ye aktığı da tespit edilebilir. Kasım 2023’te toplanan ve 2024 Ocak başlarında afişe olan gizli buluşmadan sonra ülkenin dört bir yanında, toplamda katılanların 1.5 milyona ulaştığı çok büyük protestolar organize edildi. Doğu’dan Batı’ya Kuzey’den Güney’e kadar milyonlarca insan bu tehlikeye karşı sokağa döküldü. Bu işin artık hafife alınabilecek bir şakasının kalmadığı, günlük hayatta faşistlerle edinilen vahim tecrübelerden, seçimlerde başarıdan başarıya koşmalarından, kamuoyu araştırmalarından zaten biliniyordu. Ancak kitlesel olarak tehcir planları yapılan gizli toplantılar, bütün bunların üzerine tuz biber ekti. Bu bardağın artık bir yerde taşması gerekiyordu, kesin taşacaktı ve öyle de oldu.  Parlamento faşistlere bir propaganda aracı, gelir kaynağı ve kendilerini meşrulaştırma alanı olarak hizmet ederken, polis, ordu, yargı ve okullar gibi devlet kurumlarına sızabilme imkânı da yaratıyor. Höcke ve arkadaşları, faşist hareketi esas olarak parlamentonun dışında, sokak gösterilerinde, yürüyüşlerde ve mitinglerde inşa etmeye çalışıyor. İktidarların uzun yıllardır artarak devam eden bir biçimde neoliberal programlarla sosyal haklara saldırılarından, ekonomik kesinti ve kısıntılardan kaynaklanan meşru hoşnutsuzluğu ve memnuniyetsizliği kendi çıkarları için çarpıtarak, öfkeyi sorunların kaynağı olmayan noktalara, örneğin mültecilere ve göçmenlere yönlendiriyorlar. Corona salgını dönemindeki korkuları istismar eden, enflasyon ve hayat pahalılığını dile getiren, Ukrayna savaşına karşı tutum sergiliyormuş gibi görünen, hükümetin iklim politikasını işçi sınıfına ödetme isteğini genel anlamda iklim hareketine karşı kullanan, çiftçilerin protestolarında ön saflarda yer almalarını amaçlayan ve her zaman mültecilerin barındığı yurtlara karşı kin ve nefret eylemleri düzenleyen faşistler, özellikle Doğu Almanya'da hemen her hafta sokağa çıkıyor. AfD, artık faşist terörün ve nefretin ana omurgasını oluşturuyor.  Bu ciddi alarmın zilleri çalarken faşizme karşı kitlelerin onlarca farklı şehirde sokaklara dökülmesi elbette sevindirici bir gelişme. Almanya'nın çeşitli kentlerinde ilk defa bu kadar büyük kalabalıklar AfD'ye karşı sokağa dökülüyor. Ancak hükümetin, biz bu işi bürokratik yollarla hallederiz tutumu alması, birçok politikacının ve İçişleri Bakanı Faeser'in (SPD) “Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı”nı AfD’yi kapatmak üzere soruşturma başlatılması için göreve çağırması, bu sorunu çözmeyecektir. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, esasında hükümet ortakları ve devletin bizatihi kendisi de, çözümün değil bilakis bu sorunun bir parçasıdır.   Devletin yapısal kurumları ile nasıl bir ilişkisi var bu sorunun? Örneğin Potsdam'daki gizli toplantıda, günümüzün Nazilerinden olan Sellner'in tehcir planının, uzman bürokrat eller (!) tarafından yönetilmesi tasarlandı. Önerdikleri isim, “Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı”nın eski başkanı, o görevinden ayrıldıktan sonra CDU’da politikaya giren ve CDU’dan çok yakın bir zaman önce ayrılarak yeni bir parti kurma sürecinde olan, Hans-Georg Maaßen'den başkası değildi! Devlet ve kurumları Nazilere karşı mücadele konusunda iyi bir adres değil. 1945 sonrasının ünlü kavramı “Nazilerden temizleme”nin başarılı yürütülmüş bir süreç olduğunu söylemek bu anlamda hiç kolay değildir! En yakın tarihli bir örnek olarak NSU faşist örgütünün cinayetlerinde katiller ve kamu görevlilerinin ilişkileri açığa çıkarılmadı. Belgelere ilişkin olarak 120 yıllık gizlilik kararları konuldu ve dosya gizlendi. Diğer yandan hükümet ve ana muhalefet partileri aynı gün içerisinde bir yanda AfD'yi tehcir planlarından ötürü federal parlamentoda kınarken, diğer yanda ise mültecileri sınır dışı etmeyi oldukça kolaylaştırarak hızlandıran ve mülteci haklarını yerle bir eden bir yasayı kabul ettiler. Çok açık ki bu iğrenç bir ikiyüzlülüktür! Ayrıca bugün güya özgürlük için haykıran parti liderleri, Filistin lehine gösteri yapılmasına yasak üzerine yasak getiriyorlar. Filistin dayanışmasının parçası olanlara otomatik olarak "Antisemit" damgası vurarak hem Filistinlilere yönelik ırkçılığı hem de Arap ve Müslüman karşıtı ırkçılığı körüklüyor, bu ırkçı ateşi harlıyorlar. Eşzamanlı olarak Filistin hareketini de bütün olarak kriminalleştiriyor. Genel olarak nefretle zehirlenen, sağcılaştırılan politik ortam, o alanın ‘gerçek’ sahiplerine destek olma işlevi görüyor. Örneğin hükümet ortaklarının mülteci-göçmen karşıtlığı, ana muhalefet olarak CDU’nun geleneksel sağcı argümanları, AfD’ye giden yolun taşlarını döşüyor. Sağcılaşma, sağcı argümanların ‘merkez’e gelmesi, en sağda duranlara yarıyor.  Unutulmaması gereken hayati derecede önemli diğer temel noktalar ise hayat pahalılığı, sosyal haklardaki kısıtlamalar, kötü çalışma koşulları, yetersiz maaşlar, emeklilik yaşının yüksekliği ve emekli maaşlarının düşüklüğüdür. Bu gibi problemli noktalar mevcut durumu giderek kötüleştiriyor. Çalışanlar giderek daha fazla gelecek kaygısına ve umutsuzluğu kapılıyor. Umutsuzluk, hoşnutsuzluk ve güvencesizlik ile şekillenen karamsar ve umutsuz ruh hali ortamı AfD’nin çarpıtmaları ile gelişip güçlenmesi için son derece uygun bir ortamı hazırlıyor. ‘Günah keçisi’ arama bu ortam yüzünden kaynaklanıyor. Bu başlıklarla ilgili olarak sendikalar emek mücadelelerinde aktif olarak harekete geçmeli ve tüm mücadele güçlerini grevler biçiminde kullanmalıdır. 2023 yılının başlarında postane, kamu, demiryolları ve havaalanları çalışanları, toplu sözleşme anlaşmazlıklarıyla bağlantılı olarak, uzun zamandır görülmemiş büyük grevlere gittiler. Tren makinistleri toplu sözleşme için mücadeleye şu anda devam ediyorlar ve bugünlerde ülke tarihinin en uzun süreli grevini örgütlüyorlar. Enflasyon oranının altında kalan anlaşmalar ve tek seferlik olan ödemeler, AfD'ye yarayan türden bir memnuniyetsizliklere yol açmaktadır. Bu yüzden sendika liderliklerine baskı uygulayan işyeri birimlerine ihtiyacımız vardır kuşkusuz. 2 Mayıs 1933'te sendikalar Naziler tarafından dağıtıldı. Çok açık ki faşistler işçi sınıfının ölümcül düşmanıdırlar. AfD üyeleri sendikalardan dışarı atılmalıdır! AfD'ye karşı mücadele ancak geniş çaplı kampanyalar ve örgütlenmelerle başarılı olabilir. Okulda, üniversitelerde, iş yerlerinde, mahallelerde, sokaklarda, her yerde yapılacak kitlesel eylemler, Nazilerin örgütlendiği alanlara yönelmelidir. Toplanmaya, bir araya gelmeye, geniş kitleler ile iletişim kurmaya, miting düzenlemeye, nefret dolu propagandalarını yapmaya çalıştıkları her yer, onlara dar edilmelidir. Faşistlerin her faaliyeti, mümkün olan her yerde kitlesel olarak bloke edilmelidir. Faşistlere söz hakkı kesinlikle verilmemeli, onlara hiçbir alan açılmamalıdır. Çünkü faşistler meşru bir hareketin üyeleri, faşizm ise bir düşünce değildir! Faşistler, yakın bir tarihte yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleriyle ilgili kampanyalarında yine boy göstermeye çalışacaklar, zehirli propagandalarını etrafa yayacaklar. Bizler, "Revolutionäre Linke" olarak AfD faşistlerine karşı bütün antifaşistleri eylem birliğine çağırıyoruz.  Irkçılığa ve faşizme karşı olan eylemler birleşmelidir. Ekim ayının başından bu yana, devletin korkunç baskısına rağmen geri adım atmadan dört bir yanda eylemlerine devam Filistin dayanışma ve özgürlük hareketinin, antifaşist yürüyüşlerden dışlanması, sözlü ya da fiziki tacizlere maruz bırakılmaları kabul edilemezdir. Filistin dayanışma hareketinin mücadelesi de açıkça antifaşist hareketin bir parçasıdır. Faşizme karşı mücadelemizi sürdürürken, faşizmi bağrında sürekli olarak besleyen, yukarıda içerisine girdiği krizlere genel olarak değinilen kapitalizme karşı da mücadeleyi unutmamalıyız. İkisine karşı da mücadele edebilmek için devrimci bir örgütlenmeye ihtiyacımız, her zamankinden daha acil olarak var.

UAD ara kararlarını açıkladı, Filistin'e özgürlük mücadelesini büyütme zamanı

Uluslararası Adalet Divanı (UAD),  İsrail'in soykırım suçu işlediğini beyan etti. Filistin siyasi güçleri ve davacı Güney Afrika, İsrail'i mahkeme kararlarını uygulamaya çağırdı Lahey'de yapılan duruşmadan şu ara kararlar çıktı. - Mahkeme, davada karar verme yetkisinin kendisinde olduğunu söyledi ve Güney Afrika'nın başvurusunu kabul etti. - Mahkeme, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki soykırım eylemlerini engellemek için önlem alması yönünde talimat verdi ve bunun bir ay içinde rapor edilmesini istedi.  - Mahkeme, İsrail'in Gazze Şeridi'nde soykırıma kışkırtmayı önlemesi ve cezalandırması gerektiğini söyledi.  - Mahkeme, İsrail'in insani yardımın Gazze'ye girmesine izin vermesini hükmetti.  -  Mahkeme, İsrail'i Filistinlileri korumak için daha fazla önlem almaya mecbur bırakıyor ancak Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonları sona erdirmesi emrini vermedi. Fakat operasyonlarını 'Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesine uygun hale getirmelisin' dedi. Özetle, UAD'e göre İsrail'in Gazze'ye saldırısı bir soykırım girişimi. Bunu durdurması için 1 ay süre verdi. Fakat dünya kamuoyunun beklediği şekilde bir ateşkes kararı çıkmadı. Filistin siyasi güçlerinin tepkisi Hamas yetkilisi Sami Ebu Zuhri, mahkemenin kararını İsrail'in izole edilmesine ve Gazze'deki suçlarının ifşa edilmesine katkıda bulunan önemli bir gelişme olarak nitelendirdi. Reuters'e verdiği demeçte, "Mahkemeyi  kararlarını İşgalcilere uygulaması için zorlamaya çağırıyoruz" dedi. Filistin Dışişleri Bakanlığı'UAD'nin emirlerini memnuniyetle karşıladığını belirterek, bu emirleri hiçbir devletin hukukun üstünde olmadığına dair "önemli bir hatırlatma" olarak nitelendirdi. İsrail ne dedi? İşgalci devlettten ilk açıklamayı İsrail Savunma Bakanlığı yaptı. Bakanlık, Lahey kararlarına antisemitik yaftasını yapıştırarak, mahkemenin İsrail varolma hakkını tehdit eden uygulamalardan uzak durmasını istedi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyhu bir video yayınlayarak, uluslararası hukuka uygun davrandıklarını ve vatandaşlarını savunmaya devam edeceklerini söyledi. Güney Afrika'dan yükselen ses Filistin'deki apartheid rejiminin soykırım girişimini durdurmak için dava açan ve dünyada ayağa kalkan milyonlarca insanın sesi olan Güney Afrika, mahkeme kararını "hukukun üstünlüğünün kesin zaferi" olarak nitelendirdi. İsrail'in UAD kararlarına uygulamaya davet etti.  Bir ilk adım Lahey'den çıkan ara kararlar bir başlangıç olarak görülmeli. Filistin direnişi ve destek olan dünya yurttaşlarının mücadelesi sonucu bu hükümler verilebildi. UAD kararları bağlayıcı. Avrupa Birliği üyeleri başta olmak üzere birçok devlet üzerinde basınç oluşturur nitelikte. Fakat henüz zafer kazanılmadı. Küresel mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor. Filistin'e Özgürlük Platformu'na katılmalı ve büyütmeliyiz.

Arjantin'de büyük grev: Aşırı sağcı Milei aşağıdan yükselen muhalefetle karşı karşıya

Okullar ve işletmeler kapandı. Yüzlerce uçuş iptal edildi. On binlerce protestocu, Buenos Aires ve diğer şehirlerde, işçi düşmanı Milei'ye karşı yürüdü.  20 Kasım 2023'te seçilerek yönetime gelen aşırı sağcı Javier Milei, koltuğa oturduktan iki ay sonra büyük bir toplantısı muhafeleti karşısında. 24 Ocak günü Arjantin'in en büyük sendikası Genel İş Konfederasyonu (CGT) ve bağlı sendikaların çağrısıyla gerçekleşene greve katılım büyük oldu. Nakliye sürücüleri, sağlıkçılar, öğretmenler, havaalanı işçileri aşıı sağcı hükümetin grevleri yasaklama, kamu bütçesinde ücretleri ve sosyal alanları radikal şekilde kısma, özelleştirme paketine hayır dedi. En büyük protesto gösterisi başkent Buenos Aires'te oldu. Kongre binası önünde toplananlar sadece işçiler değildi. Öğrenciler, emekliler, sanatçılar, kadın ve LGBTİ+ aktivistleri gibi pek çok sosyal hareketten insan mücadele birleşti. Arjantin kapitalizmi uzun süredir ekonomik bunalımdan çıkamıyor. Yüksek faizler, ülkenin para birimi pesonun değer kaybının önüne geçemediği gibi yüksek enflasyon bunaltıcı şekilde sürdü. Azılı bir sağcı olan Milei, bu durumdan Peronistleri sorumlu gösterdi ve tepki oylarıyla işbaşına geldi. Fakat yönetimiyle durum daha da kötüleşti. Yılık enflasyon Kasım ayında yüzde 12,8'den, Aralık'ta yüzde 25,5'e yükseldi . Yıllık enflasyon yüzde 211,4 ile son otuz yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Peso, dolar karşısında yüzde 50'den fazla değer kaybetti. Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda "neo-marksistlere" atıp tutan sert sağcı Milei'nin yarattığı korku iklimi kısa sürede bozulmuş durumda.

Gazze mahşerinin dört atlısı

Amerikalı deneyimli savaş ve işgal karşıtı gazeteci Chris Hedges, İsrail'in Gazze savaşına destek veren ABD'li yöneticilerin gerçekte kim olduklarını ve ne istediklerini ayrıntılı bir şekilde teşhir ediyor. Joe Biden, İsrail ve Orta Doğu'ya yönelik politikalarını formüle etmek için dünyayı Batı'nın yeryüzünün "aşağı ırklarını" medenileştirme misyonu prizmasından gören danışmanlarına güveniyor. Joe Biden'ın Orta Doğu stratejistlerinden oluşan yakın çevresi - Antony Blinken, Jake Sullivan ve Brett McGurk - Müslüman dünyası hakkında çok az bilgiye ve İslami direniş hareketlerine karşı derin bir düşmanlığa sahip. Avrupa, ABD ve İsrail'i aydınlanmış Batı ile barbar Ortadoğu arasında bir medeniyetler çatışması içinde görüyorlar. Şiddetin Filistinlileri ve diğer Arapları kendi isteklerine boyun eğdirebileceğine inanıyorlar. ABD ve İsrail ordusunun ezici ateş gücünü bölgesel istikrarın anahtarı olarak savunuyorlar ki bu da bölgesel savaşın alevlerini körükleyen ve Gazze'deki soykırımı devam ettiren bir yanılsamadır. Kısacası, bu dört adam fena halde beceriksiz. Birinci Dünya Savaşı'nın intiharvari katliamına ellerini kollarını sallayarak giren, Vietnam bataklığına saplanan ya da Irak, Libya, Suriye ve Ukrayna'daki son askeri fiyaskolar dizisini düzenleyenler gibi diğer bilgisiz yöneticiler kulübüne katılıyorlar. Kongre'yi bypass etme, İsrail'e silah sağlama, Yemen ve Irak'ta askeri saldırılar gerçekleştirme yetkisi Yürütme Organı'na verilmiştir. Gerçek inananlardan oluşan bu yakın çevre, Biden yönetiminin devam eden soykırımı durdurması için İsrail'e baskı yapmayı reddetmesini akılsızca ve tehlikeli olarak gören Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat topluluklarındaki daha incelikli ve bilgili danışmanları göz ardı etmektedir. Biden her zaman ateşli bir militarist oldu  - ABD'nin Irak'ı işgalinden beş yıl önce savaş çağrısı yapıyordu. Siyasi kariyerini, beyaz orta sınıfın, 1960 ve 1970'lerde ülkeyi sarsan savaş karşıtı ve sivil haklar hareketleri de dahil olmak üzere halk hareketlerinden duyduğu hoşnutsuzluğa hizmet ederek inşa etti. Kendisi Demokrat kılığına girmiş bir Cumhuriyetçidir. Siyah öğrencilerin sadece beyazların gittiği okullara alınmasına karşı çıkmak için Güneyli ayrımcılara katıldı. Kürtaj için federal finansmana karşı çıkmış ve eyaletlerin kürtajı kısıtlamasına izin veren bir anayasa değişikliğini desteklemiştir. 1989'da Başkan George H. W. Bush'a "uyuşturucuya karşı savaşta" çok yumuşak davrandığı için saldırdı. ABD hapishane nüfusunu iki katından fazla artıran, polisi militarize eden ve insanların şartlı tahliye olmaksızın ömür boyu hapsedildiği uyuşturucu yasalarını yürürlüğe koyan 1994 suç yasasının ve bir dizi diğer acımasız yasanın mimarlarından biriydi. İşçi sınıfına 1947 Taft-Hartley Yasası'ndan bu yana en büyük ihanet olan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nı destekledi. Her zaman İsrail'in kararlı bir savunucusu oldu ve Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) için diğer tüm Senatörlerden daha fazla bağış topladığını söyleyerek övündü.  "Birçoğunuzun daha önce söylediğimi duyduğu gibi, İsrail olmasaydı, Amerika bir tane icat etmek zorunda kalacaktı.  Bir tane icat etmek zorunda kalırdık çünkü... siz bizim çıkarlarımızı bizim sizinkileri koruduğumuz gibi koruyorsunuz" diyen Biden, 2015 yılında Washington D.C.'de düzenlenen 67. Yıllık İsrail Bağımsızlık Günü Kutlamalarında İsrail Büyükelçisi'nin de aralarında bulunduğu  dinleyici kitlesine yaptığı konuşmada "İşin gerçeği size ihtiyacımız var.  Dünyanın size ihtiyacı var. Eğer İsrail ayakta, canlı ve özgür olmasaydı, bunun insanlık ve 21. yüzyılın geleceği hakkında ne söyleyeceğini bir düşünün." Yedi dönem Delaware senatörlüğü yapan Biden, 1990'dan bu yana İsrail yanlısı bağışçılardan diğer tüm senatörlere göre daha fazla mali destek aldı. Biden, senatörlük kariyerinin Obama'nın başkan yardımcısı olduğu 2009 yılında sona ermesine rağmen bu rekoru elinde tutuyor. Biden, İsrail'e olan bağlılığını "kişisel" ve "siyasi" olarak açıklıyor.  Başı kesilen bebekler ve Hamas savaşçılarının İsrailli kadınlara yaygın tecavüzleri gibi uydurmalar da dahil olmak üzere İsrail propagandasını papağan gibi tekrarladı ve Kongre'den 7 Ekim saldırısından bu yana İsrail'e 14 milyar dolar ek yardım sağlamasını istedi. Gazze'deki yakıp yıkma harekatında kullanılan en az 100 adet 2 bin kiloluk bomba da dahil olmak üzere binlerce bomba ve mühimmatı İsrail'e tedarik etmek için Kongre'yi iki kez bypass etti.  İsrail, Gazze'de neredeyse her 20 kişiden biri olan 90 bine yakın Filistinliyi öldürdü veya ciddi şekilde yaraladı. Konutların yüzde 60'ından fazlasını yıktı ya da hasar verdi. Gazze'nin güneyinde yaklaşık 2 milyon Gazzelinin kaçması için talimat verilen "güvenli bölgeler" bombalandı ve binlerce kişi hayatını kaybetti. BM'ye göre Gazze'deki Filistinliler şu anda dünya genelinde kıtlık ya da felaket derecesinde açlıkla karşı karşıya olan insanların yüzde 80'ini oluşturuyor. Nüfusun dörtte biri açlık çekiyor, yiyecek ve içilebilir su bulmakta zorlanıyor. Kıtlık çok yakın. Beş yaşın altındaki 335 bin çocuk yüksek oranda yetersiz beslenme riski altında. Yaklaşık 50 bin hamile kadın, sağlık hizmetlerinden ve yeterli beslenmeden yoksundur. Ve ABD bu duruma müdahale etmeyi seçerse her şey sona erebilir. Emekli İsrailli Tümgeneral Yitzhak Brick, Jewish News Syndicate'e verdiği demeçte "Tüm füzelerimiz, mühimmatımız, hassas güdümlü bombalarımız, tüm uçaklarımız ve bombalarımız, hepsi ABD'den geliyor" dedi. "Musluğu kapattıkları anda savaşmaya devam edemezsiniz. Hiçbir kabiliyetiniz yok... Herkes ABD olmadan bu savaşta mücadele edemeyeceğimizi anlıyor. Nokta." Antony Blinken, Biden'ın Dış İlişkiler Komitesi'nde Demokratların en kıdemli üyesi olduğu dönemde Biden'ın baş dış politika danışmanıydı. Biden ile birlikte Irak'ın işgali için lobi faaliyetlerinde bulundu. Obama'nın ulusal güvenlik danışman yardımcısıyken 2011'de Libya'da Muammer Kaddafi'nin devrilmesini savundu. ABD güçlerinin Suriye'den çekilmesine karşı çıktı. Irak'ın etnik hatlara göre bölünmesini öngören felaket Biden Planı üzerinde çalıştı. NATO'nun gayri resmi düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'ne göre, "Obama Beyaz Saray'ında Blinken, 2014'te Kırım ve Doğu Ukrayna'nın işgali nedeniyle Rusya'ya yaptırım uygulanmasında etkili bir rol oynadı ve daha sonra ABD'nin Ukrayna'yı silahlandırması için yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan çağrılara öncülük etti."  Blinken, 7 Ekim'de Hamas ve diğer direniş gruplarının saldırılarının ardından İsrail'e indiğinde, Başbakan Benjamin Netanyahu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: "Karşınıza sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, aynı zamanda bir Yahudi olarak çıkıyorum." İsrail'in Gazze'den etnik temizlemeyi planladığı 2.3 milyon Filistinli mülteciyi kabul etmeleri için İsrail adına Arap liderlere lobi yapmaya çalıştı ve bu talebi öfke uyandırdı. Biden'ın ulusal güvenlik danışmanı Sullivan ve McGurk, İsrail lobisi de dahil olmak üzere egemen güç merkezlerine hizmet eden mükemmel fırsatçılar, Makyavelist bürokratlardır.   Sullivan, Hillary Clinton'ın Asya ekseninin baş mimarıydı. ABD'nin Çin'i kontrol altına almasına yardımcı olacağı şeklinde pazarlanan şirket ve yatırımcı imtiyazlarını içeren Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşmasını destekledi. Trump nihayetinde ABD halkının kitlesel muhalefeti karşısında ticaret anlaşmasını iptal etti. Trump'ın  da odak noktası, ABD ordusunun genişletilmesi de dahil olmak üzere yükselen Çin'i engellemektir.  Orta Doğu'ya odaklanmasa da Sullivan, dünyayı ABD'nin taleplerine göre şekillendirmek için güç kullanmayı benimseyen bir dış politika şahinidir. Askeri Keynesçiliği benimsiyor ve silah endüstrisine yapılan büyük devlet harcamalarının iç ekonomiye fayda sağladığını savunuyor. Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı ve yaklaşık 1.200 İsraillinin ölümüne neden olan 7 Ekim saldırılarından beş gün önce yayınlanan 7 bin kelimelik makalesinde Sullivan, Orta Doğu'nun dinamiklerini anlamadığını ortaya koymuştur. Makalenin orijinal versiyonunda "Orta Doğu'da süregelen zorluklar devam etse de bölge on yıllardır olmadığı kadar sakin" diye yazan Sullivan, "ciddi" sürtüşmeler karşısında "Gazze'deki krizleri yatıştırdık" diye de ekliyor. Sullivan, 7 Ekim saldırılarının ardından alelacele yeniden kaleme aldığı makalesinde Filistinlilerin isteklerini ve Washington'un iki devletli çözüme verdiği retorik desteği görmezden geliyor. Orijinal yazısında şöyle yazıyor: Başkan geçen yıl Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde düzenlenen bir toplantıda Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri Mısır, Irak ve Ürdün liderlerine hitaben yaptığı konuşmada Orta Doğu politikasını ortaya koydu. Başkan'ın yaklaşımı ABD politikasına disiplin getirmektedir. Saldırganlığı caydırmayı, çatışmaları azaltmayı ve ortak altyapı projeleriyle İsrail ile Arap komşuları arasında da dahil olmak üzere yeni ortaklıklar yoluyla bölgeyi bütünleştirmeyi vurguluyor. Başkan Biden'ın yardımcısı ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi'nde Orta Doğu ve Kuzey Afrika koordinatörü olan McGurk, Bush'un Irak'ta kan dökülmesini hızlandıran "dalgalanmanın" baş mimarıydı. Geçici Koalisyon Otoritesi'nin hukuk danışmanı ve Bağdat'taki ABD Büyükelçisi olarak çalıştı. Daha sonra Trump'ın IŞİD karşıtı çarı oldu. O Arapça bilmiyor - dört adamdan hiçbiri bilmiyor - ve Irak'a tarihi, halkları ya da kültürü hakkında hiçbir bilgisi olmadan geldi. Yine de Irak'ın geçici anayasasının hazırlanmasına yardımcı oldu ve Koalisyon Geçici Otoritesi'nden Başbakan Ayad Allawi liderliğindeki Geçici Irak Hükümeti'ne yasal geçişi denetledi. McGurk, 2006-2014 yılları arasında Irak'ın başbakanlığını yapan Nuri El Maliki'nin ilk destekçilerinden biriydi. El Maliki, Sünni Arapları ve Kürtleri derinden yabancılaştıran Şii kontrolünde mezhepçi bir devlet inşa etti. 2005 yılında Ulusal Güvenlik Konseyi'ne (NSC) transfer olan McGurk, burada Irak'tan sorumlu direktörü daha sonra Başkan'ın özel yardımcısı ve Irak ve Afganistan'dan sorumlu kıdemli direktör olarak görev yaptı. 2005-2009 yılları arasında NSC kadrosunda görev aldı. 2015 yılında Obama'nın IŞİD'le Mücadele Küresel Koalisyonu Özel Başkanlık Temsilcisi olarak atandı. Aralık 2018'deki istifasına kadar Trump tarafından görevde tutuldu.  Nisan 2021'de New Lines Magazine'de eski BBC dış haberler muhabiri Paul Wood tarafından kaleme alınan "Brett McGurk: Zamanımızın Bir Kahramanı" başlıklı makale McGurk'ün portresini sertçe çizdi. Wood şöyle yazıyor: Bağdat'ta görev yapmış üst düzey bir Batılı diplomat bana McGurk'ün Irak için tam bir felaket olduğunu söyledi: "Washington'da mükemmel bir uygulayıcı ama Iraklılarla ya da Irak'ın gerçek insanlarla dolu bir yer olmasıyla ilgilendiğine dair hiçbir işaret görmedim. Bu onun için sadece bürokratik ve siyasi bir meydan okumaydı." McGurk ile birlikte Bağdat'ta bulunan bir eleştirmen onu Makyavelli'nin reenkarne olmuş hali olarak tanımlıyor. "Zeka artı hırs artı ne pahasına olursa olsun yükselmek için mutlak acımasızlık." [....] McGurk geldiğinde elçilikte bulunan bir ABD'li diplomat onun istikrarlı ilerleyişini hayret verici buluyor: "Brett sadece İngilizce konuşan insanlarla görüşüyor. ... Hükümette İngilizce bilen dört kişi falan var. Ve bir şekilde şimdi Irak'ın kaderine karar vermesi gereken kişi o mu oldu? Bu nasıl olabildi?" McGurk'ten hoşlanmayanlar bile onun müthiş bir zekaya sahip olduğunu ve çok çalışkan olduğunu kabul etmek zorundaydı. Aynı zamanda yetenekli bir yazardı, Yüksek Mahkeme Başyargıcı William Rehnquist'in katipliğini yapmış olması şaşırtıcı değildi. Yükselişi, Nuri El Maliki adlı Iraklı bir politikacının yükselişini yansıtıyordu; bir kariyerist diğerine yardım ediyordu. Bu McGurk'ün ve Irak'ın trajedisi. [....] McGurk'ü eleştirenler, Arapça bilmediği için El Maliki'nin toplantılarda söylediklerinin mezhepçi tonlarını en başından beri ayırd edemediğini söylüyor. Çevirmenler sansürledi ya da yetişemedi. Irak'taki pek çok Amerikalı gibi McGurk de etrafında olup bitenlere karşı sağırdı. El Maliki, ABD'nin yaptığı iki hatanın sonucuydu. McGurk'ün bu hatalarla ne kadar ilgisi olduğu ise tartışmalı. İlk hata Irak'ı yönetmek için "Yüzde 80 Çözümü" idi. Sünni Araplar, kanlı bir isyan başlatmışlardı ama nüfusun sadece %20'sini oluşturuyorlardı. Teoriye göre Irak'ı Kürtler ve Şiilerle birlikte yönetebilirdiniz. İkinci hata ise Şiileri, İran'ın desteklediği sertlik yanlısı dini partilerle özdeşleştirmek oldu. Dinci Dava Partisi'nin bir üyesi olan El-Maliki bundan faydalandı. Mayıs 2022'de HuffPost'ta Akbar Shahid Ahmed tarafından kaleme alınan "Biden'ın Üst Düzey Orta Doğu Danışmanı 'Evi Yaktı ve Yangın Hortumuyla Ortaya Çıktı'" başlıklı yazıda McGurk, adının açıklanmasını istemeyen bir meslektaşı tarafından "şimdiye kadar gördükleri en yetenekli bürokrat, ancak şimdiye kadar gördükleri en kötü dış politika muhakemesine sahip" olarak tanımlanıyor. McGurk, Biden yönetimindeki diğerleri gibi, tuhaf bir şekilde İsrail'in soykırım kampanyasını durdurmaya çalışmak yerine ondan sonra geleceklere odaklanmış durumda. McGurk insani yardımın engellenmesini ve tüm İsrailli rehineler serbest bırakılana kadar Gazze'deki çatışmalara ara verilmesini önerdi. Biden ve en yakın üç politika danışmanı, İsrail'in Gazze'yi yerle bir etmeyi bitirmesinin ardından Filistin Yönetimi'nin - Filistinlilerin çoğu tarafından nefret edilen İsrail kuklası rejim - Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesi çağrısında bulundu. İsrail'e 7 Ekim'den bu yana iki devletli çözüm yönünde adımlar atması çağrısında bulundular ki bu plan Netanyahu tarafından Biden Beyaz Saray'ına yönelik aşağılayıcı bir azarlamayla reddedildi. Biden Beyaz Sarayı, İsrail ile ilişkileri normalleştirmek, Gazze'nin yeniden inşasına yardımcı olmak için lobi yapan İsrailliler ve Suudilerle konuşmaya, en iyi ihtimalle akla sonradan gelen Filistinlilerden daha fazla zaman harcıyor. HuffPost'un haberine göre McGurk'ün "Kudüs-Cidde Paktı" olarak adlandırdığı çok gizli bir belgede özetlenen, Filistin direnişini sona erdirmenin anahtarının Riyad'da bulunduğuna inanıyor. 20 Ocak'ta Suriye'nin başkenti Şam'da bir yerleşim bölgesine düzenlenen ve İran Devrim Muhafızları'ndan beş askeri danışmanın ölümüne neden olan füze saldırısı ile 21 Ocak'ta Güney Lübnan'da Hizbullah'ın iki üst düzey üyesinin ölümüne neden olan insansız hava aracı saldırısı da dahil olmak üzere İsrail'in kana susamışlığını engelleyemiyor ya da engellemek istemiyor. 21 Ocak'ta Irak'ın batısındaki militanlar tarafından fırlatılan, Esad Hava Üssü'nde görevli ABD personelini hedef alan balistik füze ve roketlerin de gösterdiği gibi İsrail'in bu provokasyonları cevapsız kalmayacaktır. Gazze'deki katliam sona erdiğinde İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik bir anlaşmanın bölgesel istikrarın anahtarı olacağı yönündeki Alice Harikalar Diyarında fikri şaşırtıcıdır. İsrail'in soykırımı ve Washington'un suç ortaklığı, özellikle Küresel Güney ile Müslüman dünyasında ABD'nin güvenilirliğini ve etkisini parçalıyor. Aileleri yok edilen ve evleri yıkılan öfkeli Filistinlilerin intikam peşinde koşacakları yeni bir nesli garanti altına alıyor. Biden yönetimi tarafından benimsenen politikalar sadece Arap dünyasındaki gerçekleri görmezden gelmekle kalmıyor. Aynı zamanda İsrail lobisi tarafından satın alınan ve parası ödenen Kongre ile Biden Beyaz Sarayı'nın ne hayal ettiğini daha az umursamayan aşırılık yanlısı bir İsrail devletinin gerçeklerini de görmezden geliyor. İsrail'in yaşayabilir bir Filistin devleti kurmak gibi bir niyeti yoktur. İsrail'in amacı 2.3 milyon Filistinlinin Gazze'den etnik olarak temizlenmesi ve Gazze'nin İsrail tarafından ilhak edilmesidir. İsrail'in Gazze'yle işi bittiğinde ise, İsrail'in neredeyse her gece baskınlar düzenlediği ve 7 Ekim'den bu yana binlerce kişinin suçsuz yere gözaltına alınıp tutuklandığı Batı Şeria'ya yönelecektir.  Biden Beyaz Saray'ında şovu yönetenler fantastik bir hayalin peşinden koşuyor. Bu dört kör farenin önderlik ettiği ahmaklık yürüyüşü, Filistinlilerin çektiği korkunç acıları devam ettirmekte, bölgesel bir savaşı körüklemekte, ABD'nin Orta Doğu'da yirmi yıldır süren askeri fiyaskolarının başka bir trajik ve kendi kendini yenilgiye uğratan bölümünün habercisi olmaktadır. Görsel: Kan Kardeşleri - Mr. Fish yaptı

Almanya’da yüz binlerce antifaşist sokakta

Almanya’nın birçok şehrinde Nazi partisi AfD’ye ve ırkçılığa karşı yapılan gösterilere yüz binlerce antifaşist katıldı. Almanya genelinde göstericilerin sayısı bir milyonu aştı. Protestoların nedeni, AfD politikacılarının çeşitli göçmen karşıtı / sağcı kişi ve gruplarla birlikte milyonlarca göçmeni ülkeden kovma planları yapmasıydı. Büyük mücadele dalgası Cuma günü başlayan gösterilerin en büyüklerinden biri Hamburg’da yapıldı. Yaklaşık 160.000 antifaşistin katıldığı gösteri, izdihamdan kaynaklı güvenlik gerekçesiyle vaktinden önce sona erdirildi. Cumartesi günü de Almanya genelinde düzenlenen ve en büyükleri Frankfurt am Main, Hannover, Dortmund ve Braunschweig şehirlerinde gerçekleştirilen ırkçılık karşıtı gösterilere yaklaşık 300.000 kişi katıldı. Pazar günü Münih'te düzenlenen gösteriye, 250.000 kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Bu gösteri de izdihamdan kaynaklanan güvenlik gerekçesiyle vaktinden önce sona erdirildi. Berlin'de de 100.000 kadar kişi sokağa çıktı; kalabalığın giderek artması nedeniyle göstericilere ayrılan alan giderek genişletildi.  Köln'deki gösteriye yaklaşık 70.000, Bremen'deki gösteriye ise 45.000 kişi katıldı. Saarbrücken, Görlitz, Cottbus ve çok sayıda başka şehirde de gösteriler düzenlendi. Eski Doğu Almanya eyaletlerinde de yüz binlerce insan AfD ve ırkçılığa karşı sokaklardaydı. Dresden'de yaklaşık 50.000, Leipzig'de 40.000'den fazla ve Chemnitz'de yaklaşık 12.000 olmak üzere sadece Saksonya'da toplam 110.000 kadar kişi gösterilere katıldı. Göstericiler “Her yerde insan düşmanlığına karşı”, "Tüm Berlin AfD’den nefret ediyor” ve "Hep birlikte faşizme karşı” sloganları atarak, “Sessiz kalan onaylar”, “Nazilere defolun!”, “Bir daha asla!”, “Aşırı sağı seçmek Alternatif değildir”, "AfD – Almanya’nın kâbusu" ve Nazi döneminde gönderme yapan "Kahverengi şişeler çöpe aittir, parlamentoya değil" yazılı pankartlar taşıdı. Ne olmuştu? Bir süre önce, Kasım 2023’de bazı AfD politikacılarının, bazı Hristiyan Demokrat Partisi üyelerinin ve sağcı işadamlarının, Almanya'nın Postdam şehrinde milyonlarca göçmen kökenli insanın Almanya'dan zorla sınır dışı edilmesini öngören plan üzerine gizlice görüştükleri ortaya çıkmıştı. Avusturya'daki aşırı sağcı "Kimlikçi Hareketi"nin eski lideri Martin Sellner'in de katıldığı toplantıda, Almanya vatandaşı olup olmadığına bakılmaksızın, sözde “Avrupa kültürünü” benimsemediği iddia edilen göçmenlerin sınır dışı edilmesi tartışılmıştı. Bu görüşmenin ortaya çıkması üzerine AfD'nin kapatılmasına ilişkin tartışmalar başlamış, milyonlarca antifaşist AfD'ye ve ırkçılığa karşı tepki için göstermek için sokaklara çıkmıştı. Kapitalizmin 2008 yılında girdiği ve giderek derinleşerek süren krizi, dünyanın birçok ülkesinde otoriter/sağ hükümetlerin iktidara gelmesine ya da sağcı/faşist partilerin giderek kuvvetlenmesine neden olmuştu. Almanya’da da gelecek kaygısına ve umutsuzluğa kapılan çok sayıda insan AfD tarafından örgütlenmiş, bu Nazi partisinin oyları ülke genelinde %20’lere, doğu eyaletlerinde ise %30’lara kadar yükselmişti.

İsrail, Gazze ve Batı Şeria'ya terör saçıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail'in “iki devletli çözüme” asla izin vermeyeceği gerçeğini ortaya koydu. Kendisi, "Gelecekteki herhangi bir düzenlemede İsrail'in, Ürdün Nehri'nin batısındaki tüm toprakların güvenlik kontrolüne ihtiyacı var" dedi. Sözleri, Beyaz Saray'ın İsrail'in iki devletli çözüme ulaşmak için çalışması gerektiğine dair güvencelerinin yalan olduğunu ortaya koyuyor. ABD'nin bunları yapmasının tek nedeni, Filistin'e verilen desteğin Ortadoğu'da kendi çıkarlarını tehdit eden daha geniş bir isyanı tetiklemesinden korkması. Netanyahu'nun sözleri, İsrail devletinin Gazze'deki Filistinlileri katlettiği ve Batı Şeria'ya terör yaydığı bir dönemde geldi. Birleşmiş Milletler'in yeni raporuna göre Gazze'deki Filistinliler şu anda dünya çapında kıtlık veya felaket düzeyinde açlık çeken insanların yüzde 80'ini oluşturuyor. Gazze'deki herkesin en azından aç olduğu, nüfusun dörtte birinin şu anda açlıktan öldüğü ya da yeterli yiyecek alamadığı söyleniyor. BM Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths, açlık riskiyle karşı karşıya olan 400 bin Filistinlinin "sadece kıtlık riski altında değil, aslında kıtlık içinde" olduğunu vurguladı. Gazze'de beş yaşın altındaki yaklaşık 335 bin çocuğun tamamı, büyümelerini engelleyebilecek ciddi yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya. Yardımın sınırı geçerek Gazze'ye geçişini engellemeye çalışan İsrail devleti bu durumu planladı. İsrail devleti planlanan teslimatların yalnızca yüzde 21'ine izin verdi. Gıda ve diğer malzemeleri içeren 24 teslimattan yalnızca beşi Gazze'nin kuzeyindeki varış noktalarına ulaşabildi. BM, yardım kamyonlarına yönelik yavaş inceleme sürecinin ve İsrail'in sınır geçişlerini açma konusundaki isteksizliğinin krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Bir milyondan fazla Filistinli, İsrail'in bombalarından kaçmayı deneyerek Refah şehrine kaçtı. Bu kadar çok insan bölgeye akın etmek zorunda kalırken, BM'nin insanlara vereceği çadırlar hızla tükendi. Artık çoğu kişi ellerine geçen her türlü malzemeden çadır yapmak zorunda kalıyor. Salam Al-Sinwar ailesiyle birlikte Refah'a kaçtı. Kendilerine çadır verilmeden önce üç gün boyunca sokakta uyumaya zorlandıklarını söyledi: "Refeh'e vardığımızda biri bize bu çadırı getirene kadar üç gün sokaklarda kaldık. “Burada kumun altından çıkan böcekler var ve hava dondurucu soğuk. Yetişkinler bu havayla, özellikle de geceleri baş edemiyor; peki çocuklar nasıl baş edebilir ki? “Çocuklarım hasta. Her zaman üşüyorlar ve açlar. Yiyecek almaya paramız yetmiyor, bu yüzden yardım kamyonlarıyla yiyecek getirmelerini bekliyoruz. Yemek yemek, su içmek istemiyorum. Tek istediğim çocuklarım için yiyecek ve temiz su.” Durum, İsrail'e ve onun Beyaz Saray ile Londra'daki emperyalist destekçilerine karşı harekete geçmenin gerekliliğini ortaya koyuyor. --- 'Asker ve yerleşimci korkusuyla yaşıyoruz' Yasmeen, kocası ve iki küçük çocuğuyla birlikte Batı Şeria'daki Ramallah yakınlarındaki küçük bir köyde yaşıyor. Geçen yıl İsrail askerlerinin evine habersizce baskın yapmasının ardından hâlâ travma yaşıyorlar. "İsrail askerleri gece yarısı evime girdi" dedi ve şöyle devam etti: “Askerleri köpekleri ve silahlarıyla görür görmez çpcuklar çığlık atmaya ve ağlamaya başladı. “Oğlum o geceden sonra hâlâ köpeklerden korkuyor ve artık bensiz uyumak istemiyor. Bebeklerimiz silah görmemeli. Oynuyor olmalılar. “Görme engelliyim ve askerlere neden evime geliyorsunuz diye sordum. Biz nasıl bir tehdidiz?” “Askerler baskınlarını, keskin nişancılı kişileri aradıklarını söyleyerek gerekçelendirdi. İsrail askerleri köyümüzde başkalarının da evlerine baskın yaptı, hatta insanların mobilyalarını bile yok ettiler.” “Yerleşimcilerden gerçekten korkuyoruz. Köye geldiklerinde seni öldürmek istediklerini biliyorsun. Akşam 20:00'den sonra herkes evlerinin kapısını kilitliyor ve yerleşimcilerin gelip çocuklarını öldürmemesini umuyor. Yasmeen, Batı Şeria'nın her yerinde Filistinlilerin yerleşimcilerden ve askerlerden gelecek saldırı korkusuyla yaşadığını da sözlerine ekledi:  "Çocuklarıma ilaç ve bebek bezi almak için Ramallah'a gittim. “Pazarda alışveriş yaparken İsrail askerleri üzerimize ateş açtı. Ölmekten korkmuyordum ama çocuklarımı bırakmaktan korkuyordum. Ben olmasaydım hayatlarının nasıl olacağını düşündüm. “Benim hissettiklerimi hissetmelerini istemedim. Bir yerleşimci, babamı öldürdü. Onu kalbinden vurdu ve orada öldü. Onu kaybetmenin acısı beni hiç terk etmedi. Sanırım yaşadığım sürece de orada olacak.” Ancak Yasmeen, İsrail saldırılarının direnişi artıracağını söylüyor: "İnsanları hayatları boyunca bir şişeye hapsederseniz, bir gün özgür olmaya çalışacaklardır."

Kıbrıs'taki protestoda Yemen'e karşı kullanılan İngiliz üssü kınandı

Kıbrıs'taki Akrotiri üssü, aynı zamanda İsrail'e silah ve bomba tedarik etmek için kullanılıyor. Güney Kıbrıs'ta mücadele sosyalistlerden Demetrios Hadjidemetriou yazdı. 15 Aralık günü binden fazla kişi Kıbrıs'taki Akrotiri İngiliz RAF üssü önünde gösteri yaptı. Bu üs birkaç gün önce Yemen'e yapılan İngilitere saldırılarında kullanılmıştı. Gençlerden ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan çok sayıda Filistinliden oluşan bir topluluk vardı. Akrotiri'deki üs, İsrail'e Gazze'deki Filistinlileri öldürmek ve yok etmek için kullanılan silahları bombaları tedarik etmek için kullanılıyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides, İngiliz yetkililerin Yemen bombardımanı için kendisini bilgilendirmediğini ya da kendisinden izin istemediğini söyledi. Ancak bu uçuşları kınamayı reddetti. Kıbrıs Barış Konseyi'nin çağrısıyla yapılan protesto, Akrotiri üssü önünde düzenlenen ilk gösteri oldu. Daha önceki gösteriler şehir merkezlerinde düzenlenmişti. Atılan sloganlarda İngiliz üslerinin Kıbrıs'tan tamamen kaldırılması, Gazze'de ateşkes sağlanması ve soykırıma son verilmesi talep edildi. Yürüyüşçüler İngiliz, ABD ve Kıbrıs hükümetlerini Filistin halkına karşı işlenen vahşetin ortağı olmakla suçladı. Konuşmacılar arasında, İsrail'in Gazze'nin güneyinde neredeyse tüm ailesini nasıl öldürdüğünü anlatan ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan Filistinli genç Şadi de vardı. Güvenli bir yer bulma umuduyla Gazze'nin kuzeyinden taşınmışlar ve toplam 72 kişinin yaşadığı bir evde ellerinden geldiğince yaşamaya çalışmışlar. Shadi, 19 Aralık'ta kardeşinden gelen bir telefonla İsrail'in evlerini bombaladığını ve anne babası da dahil olmak üzere neredeyse herkesin öldüğünü öğrendi. Sadece iki kardeşi hayatta kalmış. Miting için üssün dışında barışçıl bir şekilde dururken, üssün içinden bir insansız hava aracı bizi gözetliyordu - şüphesiz filme alıyor ve fotoğraf çekiyorlardı.

Apartheid hayaleti İsrail’e musallat olmak ve Filistinlilere umut vermek üzere geri döndü

Eski bir apartheid karşıtı aktivist olan Güney Afrikalı gazeteci Tony Karon, Güney Afrika’nın Filistin’e verdiği desteği yazdı.  Bir hayalet uzun zamandır İsrail’in üzerinde dolanıyor: Güney Afrika’nın hayaleti. Özel olarak İsrailli liderler dünyanın Filistinlilerin ezilmesini bir apartheid sistemi olarak tanımasının, Güney Afrika’daki beyaz azınlığı yönetimi sistemine son vermeye yardımcı olan uluslararası izolasyonun İsraile’e dönük olarak da dayatılabileceğini düşünmesinden korkarlardı. Ancak, çok az İsrailli lider bu uyarının Lahey’de soykırım iddiasıyla açılan bir Güney Afrika hukuk davası biçiminde ortaya çıkacağını düşünürdü. BM Genel Kurulu’ndaki son oylama, uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun İsrail’in Gazze’deki acımasızlığı karşısında dehşete kapıldığını ancak harekete geçmekten aciz olduğunu gösterdi. Sanki, İsrail ABD’nin konuşulmayan ama genel kabul gören ayrıcalığı tarafından korunuyor. Elbette, Güney Afrika’nın eylemini daha da dikkate değer hâle getiren İsrail’i soykırımla suçladığınızda, onun koruyucusu ve diplomatik destekçisi ABD’yi de bütün suçlara ortak olma suçuyla bilfiil suçladığınız gerçeği.  Peki, Güney Afrika bu cesur adımı niye attı?  Merhum başkan Nelson Mandela, 1997’de “Bizim özgürlüğümüz Filistinlilerin özgürlüğü olmadan tamamlanmamıştır” dediğinde halkı adına bir ahlaki sorumluluk üstlenmişti. Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) apartheid’ın aşağılama ve baskısından özgürleşme çabalarında aktif destek veren yakın bir müttefik olarak görüyordu. Güney Afrika, 1990’ların başında kendi mücadelesi ve uluslararası destek aracılığıyla özgürleşince, Mandela artık Filistinlilerin ve kendi kaderlerini tayin etmek için savaşan diğer güçlerin haklarının güvence altına alınmasının zamanı geldiğine inanmaya başladı.  Bu ilişki, 1960’larda ANC bağlantısızlar hareketinin ve kendini hâlâ bağımsızlık için savaşan kurtuluş hareketlerine yardım etmeye adayan daha radikal Tricontinental konferansının bir parçasıyken başladı.  ANC, gelişmekte olan ülkelerdeki, bazıları şu anda iktidarda olan, diğerleriyse hâlâ kurtuluş mücadelesi veren devrimci hareketlerden oluşan bir ağ içinde faaliyet gösteriyordu. Müttefikleri yeni özgürleşmiş Angola ve Mozambik’ten Küba’ya, Cezayir’e, Etiyopya’ya, Vietnam’a ve ötesine kadar uzanıyordu. Ancak Filistinliler, bu isyan gökkubbesinin vatansız aydınları, Güney Afrika’da özgürlük mücadelesi verenlerin kalplerinde hep özel bir yere sahip olmuştur. Bunun sebebi her iki mücadelenin de, birbirleriyle yakın ittifak içindeki şiddetli, yerleşimci-sömürgeci rejimlerle karşı karşıya gelmesiydi.  Güney Afrika solunda yer alan genç bir siyonistken bile -bu kimliğin yanılsamaları saçmalıklarının ağırlıkları altında çökmeden ve yolum ANC’ye katılmakta bulmadan önce- apartheid karşıtı eğilimlerim İsrail’in apartheid rejiminin en yakın müttefiki olması konusunda beni özellikle rahatsız ediyordu. İsrail 1976'da, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in askeri-istihbarat servisi Abwehr ile bağlantılı paramiliter bir sabotaj örgütünde çalıştığı için hapse atılmış açık bir Nazi olan Güney Afrika başbakanı John Vorster'i ağırladığında çoğumuz dehşete düşmüştük.  Daha sonra, İsrail’in BM silah ambargosunu ihlal eden Güney Afrika ile silah anlaşmaları yaptığı, hatta nükleer silah geliştirme konusunda işbirliği yaptığı ortaya çıkınca dehşetimiz daha da büyüdü.  İki yıl sonra bir tanıdığım bana Güney Afrika’daki askerlik görevi sırasında nasıl önemli bir görev elde ettiğini anlattığında endişem daha da derinleşti. Yahudi okulunda aldığı eğitim sayesinde İbranice ve Güney Afrika dilini akıcı bir şekilde konuşması Güney Afrika Savunma Kuvvetleri’nde sessizce görevlendirilen İsrailli yetkililere tercümanlık yaptığı bir göreve getirilmesini sağlamıştı.  1978 gibi erken bir tarihte, Güney Afrika’dan Habonim kibutzuna göç eden ateşli Siyonistler, Batı Şeria ve Gazze’nin kalıcı işgalinin, İsrail’in vatandaşlık hakkını reddettiği milyonlarca Filistinliyi yönettiği bir apartheid rejimi anlamına geldiğini anlatmıştı.  O hâlde, apartheid'a karşı paralel mücadeleler ile Aimé Césaire'in vaat ettiği gibi hem sömürgecinin hem de sömürgeleştirilenin insanlığını yeni bir aidiyet topluluğu içinde kurtaracak bir sömürgesizleştirme umudu arasındaki bağlantıyı görmek zor değildi. ANC, apartheid yerine, içinde yaşayan herkese güvenlik, haysiyet, özgürlük ve eşitlik sağlayan yeni bir devleti geçirmek için savaşıyordu. Biz de İsrail apartheid’ının yerine nehirden denize her yerde yaşayanlar için bunları garanti altına alacak yeni bir sistem geçirme mücadelesini destekledik.  Ancak içinde yetiştiğimiz bağlantısızların üçüncü dünya politikası, 1989'dan itibaren Berlin Duvarı'nın yıkılması ve neoliberal ABD tek kutupluluğunun başlamasıyla büyük ölçüde söndü. Bu dönem, ABD'nin uluslararası toplumun İsrail-Filistin meselesinin tartışmasız sahibi olduğunu iddia ettiği ve İsrail'in uluslararası hukuka uymasını sağlamaya yönelik her türlü girişimi, hayali bir "iki devletli çözüm" için "yararsız" olarak niteleyip savuşturduğu bir dönemdi. Böylece otuz yıldır devam eden apartheid işgalinin ve İsrail'in mevcut savaş suçları çılgınlığının temelini oluşturan fütursuz cezasızlığın kökenleri ortaya çıktı. İsrail, sistematik suçluluğu için ABD'nin koşulsuz desteğine güvenebilir. Ve "teröre karşı savaşında" ve Irak işgalinde uluslararası hukuku alenen çiğneyen akıl hocası ABD'nin izinden gitmekte kendini rahat hissedebilir. Belki de Güney Afrika'nın bu noktadaki dayanışması, ABD'nin itirazlarına rağmen, Washington'un tek kutuplu hegemonyasını uygulama kabiliyetindeki gerilemeyi de yansıtmaktadır. Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı açılan soykırım davası, dünyanın geri kalanına değerlere dayalı bir dayanışmanın yeniden bir seçenek olabileceğine dair bir çağrıdır ve farklı bir dünya düzeninin mümkün olduğunu göstermektedir. Tony Karon (The Guardian)

Geri 1 2 3 4 5 6 7 8 İleri

Bültene kayıt ol