Kovid-19 pandemisi nedeniyle uygulanan "tam kapanma"larda, sokağa çıkma yasaklarında dahi kalabalık servislerle, otobüslerle ve metrobüslerle işe gönderilen, dip dibe çalıştırılan işçiler nihayet aşılanmaya başlandı. Salgının başından beri çarklar dönsün diye yeterli tedbir olmadan çalıştırılan çok sayıda işçi hastalandı, ciddi düzeyde can kayıpları yaşandı.
Sağlık Bakan Fahrettin Koca, dün "Organize sanayi bölgelerinde mobil ekiplerimizle yerinde aşı uygulamasına başlıyoruz" açıklaması yapmıştı. Bazı şehirlerde organize sanayi bölge (OSB) yönetimlerinin ve işletmelerin başvuruları sonucu işçiler aşılanmaya başlandı.
Ancak bakanlık açıklamasına göre sadece SGK kaydı olanlar aşıya başvurabiliyor. Oysa çalışanların yüzde 30’undan fazlası kayıtsız durumda. Özellikle 2 milyondan fazla göçmen işçinin yüzde 95’i kayıtsız, sigortasız çalıştırılıyor. Kayıtsız işçilerin de aşılama programına acilen alınması gerekiyor. Yine işsiz olan 10 milyona yakın insan da dönemsel olarak çalışıyorlar, bu işçiler de aşılama programına alınmalıdır.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 15-16 Haziran direnişinin 51. yıl dönümünde düzenlediği eylemlere Gebze’de devam etti. Emekçiler 15-16 Haziran’ın geçmişte kalan bir tarih değil işçilerin mücadelesi bakımından yol gösterici olduğunu vurguladı.
DİSK, grevdeki Baldur işçileriyle, sendikalaştıkları ve 8 aydır ücretsiz izinde oldukları için direnen Systemair HSK işçileriyle dayanışmak ve 15-16 Haziran direnişine vurgu yapmak için DİSK Yönetim Kurulu ve Başkanlar Kurulu üyelerinin, sendikaların ise genel merkez ve şube yöneticilerinin temsili sayıda yer aldıkları 51 kişilik kortejle Gebze Cumhuriyet Meydanı’na gitti. DİSK üyeleri buradan İstanbul Kadıköy Yoğurtçu Parkı’na hareket etti.
Yapılan açıklamada bu süreçte iktidarın politik tercihlerinin adaletsizliği büyüttüğü belirtilerek, "Üç beş şirketin payına ballı beton ihaleleri, işçilerin payına ise Kod 29 ile tazminatsız işten atılmak, ücretsiz izin, asgari ücretin altında kalan kısa çalışma ödeneği düşüyor. Yandaş şirketlerin payına devlet bankalarından geri ödemesiz krediler, işçinin, köylünün, öğrencinin, dar gelirlinin payına banka hacizleri düşüyor” denildi.
15-16 Haziran direnişi işçi sınıfının gücünü gösterdi
15-16 Haziran direnişinin, işçi sınıfının birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin sembolü haline geldiği, geçmişte kalan bir tarih değil yol gösterici olduğu vurgulanarak şu taleplere yer verildi:
- Kod 29 ve ücretsiz izin zulmüne son verilsin.
- Asgari ücret üzerindeki tüm vergi ve kesintiler sıfırlansın. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınsın.
- İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları patronlara değil işçilere ve işsizlere harcansın.
- İşsizliğe karşı kamu istihdamı artırılsın, çalışma süreleri azaltılsın.
- Doğa katili projelere, Kanal İstanbul’a, betona değil; pandemide işini ve gelirini kaybedenlere kaynak ayrılsın.
- Örgütlenme, özgür toplu sözleşme ve grev hakkı önündeki tüm engeller kaldırılsın.
Manisa’nın Soma ilçesinde 13 Mayıs 2014’te meydana gelen katliamda yaşamını yitiren 301 işçinin sorumlularının yargılandığı Soma Katliamı davasında karar açıklandı.
Yeniden görülen davada, "Bilinçli taksirle öldürme ve yaralamaya neden olma" suçlamasıyla yargılanan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan'a 20 yıl hapis cezası verildi. Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Evinç beraat ederken, mühendisler Efkan Kurt ile Adem Ormanoğlu ise 12 yıl 6 ay hapis cezalarına çarptırıldı.
Patron Can Gürkan sadece yaklaşık 6 ay cezaevinde kalacak. Madenci aileleri kararı yuhaladı, madenci yakınları hakim kürsüne ayakkabı fırlattı. Yaşananları "kepazelik" olarak niteleyen ailelerin avukatları "Bu kararla bundan sonra işçilerin katliamına ferman çıkarmışlardır” dedi.
Duruşma öncesi yaşamını yitiren madencilerin aileleri, avukatlar, çok sayıda sendika ve siyasi parti yöneticileri Akhisar İstasyon Meydanı’nda bir araya gelerek adliye önüne yürüyüş gerçekleştirdi. “Unutmadık, unutmayacağız” ve yaşamını yitiren 301 madencinin isminin yazıldığı pankart açıldı. Sık sık “Soma’nın kömürü katilleri yakacak”, “Katillerden hesabı emekçiler soracak” “Soma’yı unutma, unutturma”, “AKP halka hesap verecek” sloganları atıldı.
Bu karar madenci katliamlarının önünü açar
Duruşması sonrası aileler ve avukatları açıklama yaparak karara tepki gösterdi.
Avukat Nergis Tuba Aslan, “Bu davada, sermayeyi koruyan, kollayan, patronlara arka çıkan tüm kamu görevlileri, tüm sermayedarlar bir gün hesap verecek. Bizler vazgeçmeyiz. Türkiye'nin en büyük katliamından sonra başka işçiler, bu çürümüş düzende çarklar arasında ezilip hayatını kaybetmesin istiyoruz. Bu kararla bundan sonra işçilerin katliamına ferman çıkarmışlardır” dedi.
Bu davanın peşini bırakmayacaklarını vurgulayan Aslan, "Öfkemiz katlanarak artıyor. Asla vazgeçmeyeceğiz. Bozuk düzende sağlam çark olmaz evet ama biz el birliğiyle yeniden el ele, omuz omuza insanca bir yaşam için mücadele edeceğiz. Elbet biz kazanacağız" diye konuştu.
Avukatların ardından söz alan madenci ailelerinden Elmas Kaya, "19 yaşımda oğlumu kucağıma almıştım, beraber büyüdük. Ankara'ya bir dev oturttular, yedi başlı oldu. Tek kişiye çalışır oldular, bizi evlatsız bıraktılar. Biz bizden sonrakiler için savaşıyoruz. Adalet istiyoruz. Adaleti belki biz görmeyeceğiz ama Ankara'daki dev devrilmedikçe ne adalet ne hak olacak" diye konuştu.
Naciye Kaya ise "Biz adalet istedik. Şimdi bizi izleyenler Soma'dan AKP'ye oy çıktı, diyecekler. Biz 301'ler yaşanmasın diye uğraştık. Cumhurbaşkanı 'En yakınım bile olsa cezasını çekecek' demişti. İşin ucu kendine dokununca sustu. Bizi her gün öldürdüler. Bu adalet kokuştu, yerin altında kaldı. Biz bittik artık" dedi.
Gülten Çolak da adaletin duvarda asılı kaldığını söyleyerek, "Torunlarımız bizim mücadelemizle, bizimle gurur duyacaklar, biz bu davanım peşini bırakmadık diye. Ama çıkan karardan gurur duymayacaklar. Onların çocukları ne diyecek? Nasıl bir vicdan bu? Adalet kime göre işliyor? Ezilenlere bu ülkede adaletin olmadığını bir kez daha gösterdiler" diye tepki gösterdi.
Manisa Baro Başkanı Ali Arslan da "Bugün kazandığını sananlar aslında kaybedenlerdir. Bugün verilen bu cezalar hiçbir zaman tatmin etmeyecek, etmez de. Süreç işlemeye devam edecek. Bizler hak arayışına devam edeceğiz" diye konuştu.
Dava süreci
Dava sürecinde patronun ihmalleri ve katliamın göz göre göre geldiği mahkeme tutanaklarına, bilirkişi raporlarına yansıdı. Ama patrona ve diğer sorumlulara ödül gibi cezalar verildi. Yetmedi sorumluluğu mahkeme tarafından tescillenmiş olan patron Can Gürkan 5 yıl sonra serbest bırakıldı. Kamu görevlilerin yargılanması engellendi, madenci ailelerinin avukatı ise tutuklandı.
Soma Katliamı davasının 11 Temmuz 2018 günü görülen karar duruşmasında Mahkeme maden Patronu Sanık Can Gürkan’a, taksirle öldürme suçundan 15 yıl hapis ve 3 yıl maden işletme işinden men cezası verdi. Sanıklar Genel Müdür Ramazan Doğru, Akın Çelik, İsmail Adalı, Ertan Ersoy, Memet Ali Günay Çelik, Yasin Kurnaz, Hilmi Kazık, Hilmi Karakoç, Hüseyin Alkan, Mehmet Erez, Haluk Evinç, Fuat Ünal Aydın, Murat Bodur hakkında ise 7 yıl ile 22 yıl arası hapis cezaları verildi.
Yargıtay Eylül 2020’de sanıklara verilen cezaları yetersiz buldu, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bozdu. Tutuksuz yargılanan Can Gürkan ile tutuklu yargılanan Ramazan Doğru, Akın Çelik ve İsmail Adalı’ya “olası kast ile 301 kez öldürme ve 162 kez yaralama” suçundan ceza verilmesi gerektiğine hükmetti.
Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etti. Bu itiraz üzerine Yargıtay, Şubat 2021’de kendi kararını değiştirdi. Yeni kararda, Can Gürkan dahil bazı sanıkların daha düşük bir suç olan “bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma" suçundan cezalandırılmasını istedi, bazı sanıklar hakkında verilen cezaları ise onayladı.
Bu karar değişikliği, Yargıtay 12. Ceza Dairesi heyetinin 5 üyesinden 3’ünün değiştirilmesinin ardından yapıldı. 12. Ceza Dairesi’ne yeni atanan eski Adalet Bakanı ve Müsteşarı Kenan İpek, eski HSK Genel Sekreteri Fuzuli Aydoğdu ve eski Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Mustafa Yapıcı, kararın değiştirilmesi yönünde oy kullandı. Böylece yeni heyet, ikiye karşı üç oyla 3,5 ay önce kendi aldığı kararı bozdu ve katliam sanıklarının serbest kalmasını sağladı.
Bunun üzerine sanıklar, 2021 Nisan ayında Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden hakim karşısına çıktı. İlk celsede savcı; Can Gürkan, Efkan Kurt ve Adem Ormanoğlu’nun 'bilinçli taksirle çok sayıda kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma' suçundan cezalandırılmalarını, Haluk Evinç’in ise beraatini istedi.
Avukatların süre talebiyle ertelenen davanın 2'nci celsesi bugün görüldü.
KESK, DİSK, TMMOB, Ankara Tabip Odası ve Ankara Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın 15-16 Haziran direnişinin yıldönümü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, polis “Mafya-Sömürü Düzenine Karşı Mücadelemiz Sürüyor” pankartının açılmasını engelledi.
DİSK İç Anadolu Bölge Temsilciliği, KESK Ankara Şubeler Platformu, TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu, Ankara Tabip Odası ve Ankara Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın 15-16 Haziran direnişinin 51. yılında yapmak istediği basın açıklamasında mafya karşıtı pankarta izin verilmedi.
Ankara Ulus Meydanında yapılan basın açıklamasında açılan “Mafya-Sömürü Düzenine Karşı Mücadelemiz Sürüyor” pankartı polis tarafından engellendi. Emniyetin herhangi bir gerekçe öne sürmeden pankartı kaldırması tepkilere neden oldu.
Ardından “Özgür ve Eşit Bir Geleceği Emekçiler Kuracak” yazılı bir pankart açılarak basın açıklaması yapıldı.
Yapılan açıklamada, “Haklarımızı, yaşamlarımızı ve memleketimizi nasıl savunacağımızı tarihimizden biliyoruz. Bundan 51 yıl önce, 15-16 Haziran 1970’de ayağa kalkan işçi sınıfından, emekçi dayanışmasından dersler almamız gerekiyor. 15-16 Haziran; güdümlü sendikacılığa başkaldırıp, direnen işçi sınıfının gerçek sendikal haklarını savunduğu muazzam bir direniştir. Sınıf ve kitle sendikacılığını bastırmak isteyen dönemin hükümeti ve patronların isteğine, hilelerine diz çökmeyen, boyun eğmeyen mücadele ve dayanışmanın adıdır” denildi. 15-16 Haziran 1970’teki onurlu direnişin işçi sınıfının birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin sembolü haline geldiği belirtilen açıklamada, bugünün de işçi sınıfı ve tüm emekçiler için bir kez daha “artık yeter” deme günü olduğu ifade edildi.
Mafya liderlerinin gündemi belirlediği, çürümüşlüğün her yanı bir kanser hücresi gibi sardığı belirtilen açıklamada, “Mafya, siyasetçi, bürokrat, sözde gazetecilerin kurduğu çıkar ilişkileri halkın ekmeğini çalıyor, nefes almasını engelliyor. Toplumun canını, malını, haklarını tehdit ediyor. Mafya’ya, çıkar çetelerine teslim edilmiş yaşamları bize dayatmaya kimsenin hakkı da yok, gücü de yetmez. Emekçiler eşit, özgür, demokratik ve insanca yaşayabilecekleri bir dünyayı mutlaka kendi elleri ile kuracaktır. Sağlıklı, güvenceli, insanca bir yaşam için başta sağlık, eğitim, gelir haklarımız olmak üzere tüm sendikal-demokratik haklarımız için birlik olalım, güçlü olalım, mücadeleyi büyütelim!" denildi.
İzmir'de 15-16 Haziran işçi direnişinin 51. yılı nedeniyle DİSK Ege Bölge Temsilciği ve DİSK’e bağlı İzmir’deki Şubelerin öncülüğünde basın açıklaması yapıldı.
Konak’ta bulunan İZSU Genel Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasına KESK, TMMOB, İzmir Tabip Odası, İzmir Kent konseyi de katılım sağladı.
"Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz", "Faşizme karşı omuz omuza", "İşçilerin birliği sermayeyi yenecek", "Bildiğimiz yoldan yürüyoruz" sloganları atan işçi ve emekçiler adına açıklamayı DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı okudu.
Sarı, iktidarın politik tercihlerinin adaletsizliği büyüttüğünü söyleyerek, "Üç beş şirketin payına ballı beton ihaleleri, işçilerin payına ise Kod-29 ile tazminatsız işten atılmak, ücretsiz izin, asgari ücretin altında kalan 'Kısa Çalışma Ödeneği' düşüyor. Yandaş şirketlerin payına devlet bankalarından geri ödemesiz krediler, işçinin, köylünün, öğrencinin, dar gelirlinin payına banka hacizleri düşüyor" dedi.
15-16 Haziran direnişinin, işçi sınıfının birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin sembolü haline geldiğini söyleyen Sarı, "Bugün işçi sınıfı için bir kez daha artık yeter deme günüdür" diyerek işçilerin taleplerini sıraladı:
- Kod-29 ve ücretsiz izin zulmüne son verilsin.
- Asgari ücret üzerindeki tüm vergi ve kesintiler sıfırlansın. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınsın.
- İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları patronlara değil işçilere ve işsizlere harcansın. İşsizliğe karşı kamu istihdamı artırılsın, çalışma süreleri azaltılsın.
- Doğa katili projelere, Kanal İstanbul’a, betona değil; pandemide işini ve gelirini kaybedenlere kaynak ayrılsın.
- Örgütlenme, özgür toplu sözleşme ve grev hakkı önündeki tüm engeller kaldırılsın.
1960'larda, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de bir yandan öğrenci hareketi yükselirken işçi sınıfı da tarih sahnesine çıkıyordu. Bunun en net göstergesi ise işçilerin 15-16 Haziran 1970'te gerçekleştirdiği direniştir. 1968'deki radikalizm, işçi sınıfı saflarında da karşılığını bulmuştu.
10 Haziran 1968'de DTCF'de başlayan, Ankara'da ve İstanbul'da hızla okul işgallerine dönüşen boykot, dönemin Adalet Partisi hükümetinin saldırısına uğrarken, DİSK'e bağlı Lastik-İş'in tanınmaması üzerine Derby fabrikasındaki işçiler fabrikalarını işgal ettiler ve direniş kazandı. Bunun ardından fabrika işgalleri hız kazanmaya başladı. 1970'e gelindiğinde yüze yakın fabrikada işgal vardı. 1967-1971 arasında 390 fabrika ve işyerinde 70 bin işçi grev yapmış, 172 fabrika ve iş yerinde grevler yaşanmış, 372 iş yeri ve fabrikada işçiler polis ya da askerle çatışmaya girmiştir.
1960'ların başında kurulan DİSK dönemin radikalleşen işçi hareketi içinde etkili olmuştur. 1963'te yasalaşan grev, toplu sözleşme ve sendika yasasında yapılması öngörülen değişiklikler 15-16 Haziran 1970'te işçilerin İstanbul'u iki günlüğüne işgal etmesine yol açmıştır. Yasanın 5.maddesinde yapılan değişiklikte işçinin sendikaya üye olabilmesi için işçinin bireysel başvurusu yeterli görülmeyip, üyeliğin gerçekleşmesi, sendikanın yetkili organının onayına bırakılıyordu. Bununla birlikte üyelikten ayrılma işlemlerinin de noter kanalından geçmesi öngörülüyordu. Yasa tasarısında işçilerin sendikalara üyeliğinin yanında sendikaların, federasyonların ve konfederasyonların kurulmasına ilişkin değişiklikler de önerilmiştir. Sendikaların kurulması aşamasında aynı işkolundaki sigortalı işçilerin 1/3'ünün üyeliği, federasyonların kurulmasında aynı işkolunda kurulmuş en az iki sendikanın kararı ve o işkolundaki sigortali işçilerin en az 1/3'ünün üyeliği, konfederasyonların kurulması için de sendikaların en az 1/3'ünün kararı ve Türkiye'deki sendikalı işçilerin 1/3'ünün üyeliği öngörülüyordu. Yasada ayrıca, sendika kuracak işçilerin o işkolunda fiilen en az üç yıl çalışmış olması koşulu da yer alıyordu.
Bunun üzerine fabrikalarından çıkan işçiler "Anayasa Çiğnenemez!", "DiSK Kapatılamaz!" sloganları ile İstanbul'un dört bir yanında sokaklara dökülmüş, Kadıköy'de polis işçilere ateş açarak üç kişiyi öldürmüştür.
16 Haziran'da sıkıyönetim ilan edilip, sendika liderleri tutuklansa da 15-16 Haziran direnişi, Türkiye'de işçi sınıfı hareketinin neler başarabileceğini gösteren ilk büyük hareket oldu.
15-16 Haziran 1970’te gerçekleşen eylemler; işçi sınıfının devrimci potansiyelinin, tek tek işçilerin bilinç ve siyasal eğilimlerinden farklı olarak hiç beklenmedik bir anda açığa çıkabileceğini göstermişti.
Şimdi de işçi sınıfının hakları ellerinden alınıyor, ekonomik ve demokratik haklarına karşı bir saldırı söz konusu. İşçiler açlıkla, yoksullukla, işsizlikle, pahalılıkla, baskılarla, yasaklarla boğuşuyorlar.
Bir yanda kazançları sürekli artan kapitalistler, mafya grupları, çeteler var, bir yanda her gün ekmeğini kazanmak için işe çaba gösteren milyonlarca işçi, emekçi var.
Her gün ekranlardan uyuşturucu, silah, petrol kaçakçılığı yapanların; kara para aklayanların hikayelerini dinliyoruz.
Hükümetin milyarlarca lira krediyi holdinglere, patronlara dağıttığını, bu holdinglerin ise kredi faizlerini bile ödemediklerini öğreniyoruz.
Buna karşılık Ziraat Bankasına kredi borcu olan köylülerin traktörlerine nasıl icra yoluyla el konulduğunu, kredi borcunu ödemeyen öğrencilere nasıl icra davaları açıldığını görüyoruz.
Pek çok işçi, emekçi, ekonomik nedenlerle intihar ediyor, ama mafya mensupları, kapitalistler çok lüks yaşamlar sürdürüyorlar. Otomobil koleksiyonu yapanlar var, gecelik bedeli yüz bin lira olan lüks otellerde kalanlar var, üç dört ayrı yerden yüz bin liraları bulan maaşlar alanlar var.
Bütün bunlar günümüz Türkiye’sinde yaşanıyor.
AKP, 3Y ile mücadele edeceğini ilan ederek iktidara gelmişti. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar. Şimdi her üç konuda da çok kötü günler yaşıyoruz.
Kamusal destekleri de olan bazı kişilerin; otellere, marinalara el koyduklarını, işledikleri cinayetleri örtbas ettirdiklerini vb. her türlü hukuksuzluğu, yolsuzluğu yaptıklarını duyuyoruz.
Buna karşın milyonlarca insan asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Milyonlarca insan işsiz, asgari ücret kadar bile geliri yok. Hükümetin yolsuzluklar ve yoksullukla mücadele edilmesini isteyenlere verdiği cevap ise daha fazla baskı. Geçen 10 yılda elde edilen pek çok demokratik hak elimizden alındı.
Bütün bu olumsuzluklardan çıkış, işçi sınıfının demokratik kitlesel hareketi ile mümkündür. 15-16 Haziran 1970’te işçi sınıfı sendikal haklarına sahip çıkmak için gösteriler düzenlemiş ve çıkarılan yasanın iptal edilmesini sağlamıştı.
Şimdi de işçi sınıfı yolsuzluklara, yoksulluğa ve baskılara karşı ayağa kalkmalı, haklarının elinden alınmasına karşı çıkmalıdır. Bugünün ihtiyacı yeni 15-16 Haziranlardır.
Faruk Sevim
15-16 Haziran direnişi kapitalizme karşı mücadelede işçi sınıfının merkezi rolünü göstermesi açısından bir dönüm noktasıydı. Sermayenin sendikal örgütlenmeye yönelik saldırıları karşısında bugüne kadar yükselttiği en kitlesel mücadeleydi. Sendikal bürokrasinin aşılmasına yönelik de en etkili hamlesiydi.
1970’de 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik öngören iki kanun tasarısı parlamentoya sunuldu. Sendikal hakları kısıtlayan bu yasa önerilerinin hedefi DİSK’in tasfiyesi ve işçi hareketinin geriletilmesiydi.
İşçilerin yanıtı
İşçi sınıfı bu saldırıya karşı net bir yanıt verdi. DİSK’e bağlı işyeri temsilciler kurulu toplantısında mücadele kararı alındı. 15 Haziran’da işçiler dört koldan harekete geçtiler. Gebze, Bakırköy, Alibeyköy ve Levent yönlerinden başlayan yürüyüşler yol boyu büyüdü. 16 Haziran’da DİSK’li işçilere , Türk-İş’e üye işçiler de katıldı. İlk gün eyleme katılan işçilerin sayısı 75 bindi. 16 Haziran’da sayı 150 bine ulaştı. Eylemde Türk-İş’li işçiler çoğunluğu oluşturuyordu. Direnişe katılan 168 işyerinin 121’i Türk-İş’e bağlı sendikalardan oluşuyordu. Fabrika, fabrika, biriktire, biriktire büyüyen yürüyüş hareketi her türlü engeli aşarak ilerliyordu. Her yönde işçilerin önüne askeri birlikler çıkıyor; işçiler asker ve polis barikatlarını pek çok yerde aşarak yürümeye devam ediyorlardı.
16 Haziran akşamında hükümet İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan etti. DİSK ve Maden İş Genel Başkanı Kemal radyodan işçilere çağrı yaparak, işçilere evlere dönmelerini, eylemlere son vermelerini söyledi. Demirdöküm ve bazı fabrikalarda işgaller devam etti. İki gün sonra bu direnişler de bitti. Sonra patronlar büyük bir kara liste oluşturdular. 5 binin üzerinde işçi önderi işten atıldı. 9 ay sonra da 12 Mart darbesi gerçekleşti.
Birleşen işçilerin gücü
15-16 Haziran günlerinde birleşen işçiler, sermayenin dayattığı yasal sınırları aştılar. İşçi kitlelerden aldıkları meşruiyet duygusu ve özgüvenle siyasal alanı alt üst ettiler. İstanbul ve çevresindeki hemen hemen tüm sanayi kesimlerinde çalışan işçilerin katıldığı iki gün süren eylemler, işçi sınıfının toplumsal değişimin öznesi olduğunu gösterdi. Ne yazık ki, hareketin zirveye çıkışına değil de zirveden düşüşüne bakan solun büyük bir kesimi işçi sınıfının kapitalizmi yıkmaktaki merkezi önemini görmezden gelmeye devam etti. Onlar fark etmediler ama sermaye, işçi hareketinin yarattığı basıncın varlıklarını tehdit ettiğini hareketin ilk anından itibaren fark etti. Nitekim 12 Mart darbesi 15-16 Haziran’ı gerçekleştirmiş işçi sınıfından alınan bir intikamdı aynı zamanda.
15-16 Haziran’ın dersleri
15-16 Haziran kendiliğinden bir hareketti. Ama kendiliğinden hareketlerde görüldüğü gibi pek çok örgütlenme ve mücadelenin birikmesinin ve patlamasının ürünüydü. Devlet güdümünde bir sendika olan Türk-İş’in “siyaset dışı” sendikal anlayışı ve uzlaşmacı çizgisine karşı mücadele eden öncü işçiler, yeni bir sendikal odak olan DİSK ‘in kurulmasında da merkezi rol oynadılar. Haziran günlerine yol açan, 1960’lardan itibaren grevler ve fabrika işgalleriyle ivme kazanan büyük bir işçi hareketiydi. 1961 Saraçhane Mitingi, 1963’te Kavel Grevi, 1965 Kozlu direnişi ve nihayetinde 1966 Paşa Bahçe grevi; Türk-İş’in sendikal çerçevesinin sınırlarını açığa çıkardı. Türk-İş içinde bulunan hareketin öncü kesiminin sendikadan ihracıyla da DİSK kuruldu. DİSK’in uzlaşmacı devlet güdümlü sendikacılık karşısında kitle çizgisini izlemesi, mücadeleci sendikal yaklaşımı sınıf hareketine ivme kazandırdı. Bir öncü işçi kuşağı grevler ve işgallerden oluşan mücadele okulunda hızla gelişerek şekillendi. Pek çok fabrikada işçiler öncü işçilerin inisiyatifiyle işyeri örgütlenme sürecine girdiler. Öncü işçiler iş yerlerinde taban örgütlerine dayanan aktivistler olarak DİSK’i mücadele örgütüne dönüştürdü.
İhtiyacımız öncü işçilerin birliği
15-16 Haziran deneyimi, sermayenin işçi sınıfını parçalamaya yönelik her türlü esnek çalışma yöntemlerine karşı işçi sınıfının ne yapması gerektiğine ilişkin tartışmaya ışık tutuyor aynı zamanda. İşçi sınıfının örgütlerinin parçalanmış olması ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğini aşmak zorundayız. Sermayenin dizginlenemeyen saldırıları karşısında ihtiyacımız olan şey iş yeri merkezli hareket eden, gücünü ve hareket kabiliyetini burjuva yasalcılığından değil, aşağıdaki işçilerin mücadelesinden alan öncü işçilerin birliği. Sermayenin ve sendikal bürokrasinin çizdiği sınırlar karşısında farklı sendikal çatı altında hareket etmek yerine, “birleşen işçiler yenilmezler” yaklaşımından hareketle sendikal birliği savunan ve taban inisiyatiflerine dayanan, işçi sınıfının en geniş birliğini savunan, kazanana kadar mücadele, kazanana kadar grev perspektifiyle mücadele eden öncü işçilerin oluşturduğu bir odağa ihtiyacımız var.
Çağla Oflas
Milyonlarca kişi, yoksulluk ve yoksunluk içinde. Ağır geçim sıkıntısı çekiyor. Fakat iktidarın bürokratları çift maaş alıyor, aylık gelirleri ile asgari ücret arasında tam bir uçurum var.
10 milyondan fazla işçi, ayda 2 bin 825 lira asgari ücretle ayakta kalmaya çalışıyor.
Milyonlarca işçi asgarin ücretin altında çalışıyor.
AKP'li bürokratlar ise utanmadan iki, üç, dört ayrı yerden maaş alıyor.
İktidar hızla seçmen ve güç kaybederken, AKP elitlerinin itirafları da bir bir geliyor.
Bunlardan biri TRT Genel Müdürü İbrahim Eren. Bir CHP'li milletvekilinin meclise verdiği soru önergesine yanıt veren Eren, çift maaş aldığını açıkladı:
“TRT’den 15 bin civarı, TÜRKSAT Yönetim Kurulu üyeliğinden de 14 bin 500 civarı."
İbrahim Eren'in aylık geliri 29 bin 500 lira. Asgari ücretin 10,5 katı!
Ardından bir başka skandal ortaya çıktı: Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcıları'na da çift maaş veriliyormuş.
Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcıları Ömer Fatih Sayan, Selim Dursun ve Enver İskurt'un, aynı zamanda Türk Telekom Yönetim Kurulu üyesi oldukları ve buradan 2. maaşlarını aldıkları ortaya çıktı.
Türk Telekom resmi kayıtlarına göre Selim Dursun, bakan yardımcılığından 27.917 TL, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliğinden 33.849 TL olmak üzere aylık toplam 61.766 TL maaş alıyormuş!
Asgari ücretli bir işçinin aylık gelirinin 22,5 katı!
Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy'un ayda 161 bin 928 TL maaş aldığı aylar önce öğrenilmişti. Birden fazla yüksek maaşlılık iktidar elitleri için o kadar önemli ki bu işleyiş belediyelere kadar indi.
AKP’li Pendik Belediyesi’nin yedi başkan danışmanına yılda toplam 1 milyon TL’nin üzerinde maaş ödediği açığa çıktı!
Onların yaptığını her işçi yapabilir. Fakat onlar iktidar elitinin bir parçası oldukları, "dava" dedikleri çıkar çarkının dişlileri oldukları için ihya ediliyor.
Sendikalar, üyelerinin ve üye olmayan işçilerin çıkarlarını savunmalı. Asgari ücret iki katına çıkarılmadan, devlet yöneticilerine birden fazla maaş veren bu tuhaf işleyiş emekçilerin kararıyla son bulmadan, gün yüzü görmeyeceğiz.