Geçen hafta İstanbul Valiliğinin kararıyla Ümraniye ve Bakırköy bölgesinde 100’e yakın atık kağıt deposu basıldı. 650 adet çek çek aracına el konuldu. Bazı depolarda iş makineleri yakıldı. 145’i Afgan olmak üzere, 286 geri dönüşüm işçisi hakkında işlem yapıldı. Gözaltına alınan Afgan göçmenler Tuzla’daki geri dönüşüm merkezine gönderildi. Baskınlar sonrasında basın açıklaması düzenleyen geri dönüşüm işçileri, kamu kurumlarının baskılarını protesto ettiler, mücadele edeceklerini belirttiler.
Türkiye kapitalizmi işçi sınıfının kanıyla, emeğiyle, etiyle gelişiyor, yaşıyor. Bir vampir gibi, işçi sınıfına dişlerini geçirmiş aralıksız kanını içiyor. İş cinayetleriyle ilgili her ay düzenli rapor hazırlayan İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Ağustos ayının iş cinayetleri sayısını açıkladı.
Buna göre Ağustos ayında 174 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Ölen işçilerin 167’si erkek, 7’si kadın. Ölenlerin 11’i çocuk, 16’sı ise göçmen veya mülteci işçi.
İşçilerin yüzde 24’ü trafik-servis kazalarında, yüzde 13’ü Covid-19 nedeniyle, yüzde 12’si ise ezilme ya da göçük altında kalma nedeniyle yaşamlarını yitirdiler.
Ölenlerden birisi 14 yaşının, 10’u ise 15-17 yaşının altındaydı.
Aynı kurumun çalışmalarına göre 2013’te 1235 işçi, 2014’te 1886 işçi, 2015’te 1730 işçi, 2016’da 1970 işçi, 2017’de 2006 işçi, 2018’de 1923 işçi, 2019’da 1736 işçi, 2020’de 2427 işçi yaşamını yitirdi. 2021’in ilk sekiz ayında ise 1494 işçi öldü. Bu, 2013’ten bugüne 16 bin 407 işçinin hayatını kaybettiğini gösteriyor.
İşte iç savaş bu
Türkiye’de sık sık iç savaş teorileri gündeme getiriliyor. Siyasal alanda olan bitene hapsolmuş bu tartışmalar işçi sınıfına karşı neredeyse açık bir savaş yürütüldüğünü görmezden geliyor. 16 bin 407 işçi (bu satırlar yazılırken Tekirdağ’da işçileri taşıyan servisle trenin çarpışması nedeniyle en az 7 işçi öldü) iç savaş yaşayan bir ülkede gerçekleşen bir katliam gibi.
Bu sayılar ve iş cinayetlerini durdurmak, engellemek için hemen hemen hiçbir adımın atılmıyor olması Türkiye kapitalizminin niteliğini gözler önüne seriyor. Azami kâr için işçilerin örgütlenmesini engelleyip, iş güvenliği için hiçbir tedbiri almayıp işçileri her gün ölüme gönderen, açıkça işçi öldüren bir ekonomik örgütlenme.
İş cinayetlerini durdurmanın tek bir yolu var: işçi sınıfının örgütlenmesi. Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin aşılıp milyonlarca işçinin bir araya gelmesi, sendikaların işyerlerinde hayatta kalmaya çalışan işçilerin örgütlenmeleri haline gelmesi.
İş güvenliğini sağlamanın tek yolu, işçilerin örgütlenmesidir. Sermayenin bir dediğini iki etmeyen iktidara basınç uygulamanın tek yolu bu örgütlülüktür.
Geri dönüşüm işçileri, İstanbul'da belediye ve valilik kararıyla gerçekleştirilen depo baskınları ve temizlik araçlarına el konularak çalışmalarının engellenmesi üzerine, basın açıklaması yaptı.
Geçen hafta, İstanbul Valiliğinin kararı ile emniyet ve belediye görevlileri, Ümraniye ve Bakırköy bölgesinde 100’e yakın atık toplama deposuna baskın düzenlemiş, yapılan baskınlarda 145’i Afgan göçmenler olmak üzere 286 kağıt toplayıcı hakkında idari işlem yapılmış, gözaltına alınan Afgan göçmenler sınır dışı edilmek üzere Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne sevk edilmişti.
650 adet çekçek aracına el konulduğu ve bazı atık depolarının iş makineleri ile yıkıldığı baskınlarla ilgili olarak geri dönüşüm işçileri basın açıklaması gerçekleştirdi. Belediyenin ve valiliğin çeşitli iddialarına cevap vermek ve gerçekleri kamuoyu ile paylaşmak üzere yaşadıkları depolarda düzenledikleri basın açıklamasında konuşan Mahmut Aytar, "Bizim hikâyemizi, bizim dışımızda anlatan insanlar ve kurumlar dışında bir de bizden dinleyin istedik" diye konuştu.
Çevrenin korunmasına destek oluyoruz
Halk arasında "çekçekçi" olarak tanınan emekçilerin, insanların artık kullanmadığı ve kendi gönül rızası ile çöplere attığı atıkları topladığını dile getiren Aytar, böylelikle hem geçimlerini sağladıklarını hem de topladıkları atıkları geri dönüşüme kazandırarak çevrenin korunmasına destek olduklarını söyledi.
İstanbul Valiliği basına yaptığı açıklamada geri dönüşüm işçilerinin çevre kirliliğine yol açtığını söylerken Mahmut Aytar ise tam tersine çevrenin korunmasına katkı sunduklarını dile getirdi. Aytar, "İstanbul’un lağım ve kanalizasyon sularının yeterli arıtma sağlanmadan Marmara denizine bırakılması, araçların egzoz gazları, çarpık kentleşme, endüstriyel atıklar gibi birçok faktör çevre kirliliğinin asıl nedenidir. Biz çekçekçilerin çalışmadığı dönemlerde çöplerin nasıl dolup taştığını hatırlamanızı istiyoruz. Çekçekçiler sayesinde belediye çöp araçları günde 2-3 sefer yapmak yerine tek seferde çöpleri kaldırabiliyor. Bu bizlerin sağladığı bir kamu yararı değil midir?" diye konuştu.
Valilik açıklamasında iddia edildiği gibi mahallelerde toplanan pet, plastik atık gibi malzemelerin çevreye olumsuz etkisi olmadığını, aksine bu malzemelerin toplanılıp işlenmesinin çevre kirliliğini azalttığını söyleyen Aytar, "Diyelim ki Valilik haklı olsun. Çevreye olumsuz bir etkimiz varsa bunu çözmenin yolu bizim çalışmamızı engellemek mi, diyalog yoluyla ve ortak akıl geliştirerek birlikte çözüm üretmek midir?
Alınterimizle kazanıyoruz
Göçmen işçiler bahane edilirken çöpte çalışanların çoğunun Türkiye vatandaşı olduğunu söyleyen Aytar, bu gerçeğin gözden kaçırıldığını aktararak "Biz bu ülkenin yoksullarıyız, ne doğduğumuz yerleri, ne milliyetimizi, ne de yoksul ailelerin çocukları olmayı biz seçmedik. Dünyaya böyle geldik. Yaşadığımız tüm çilelere ve zorluklara rağmen doğduğumuz topraklarla da, yoksul ama namuslu ailelerimizle de gurur duyuyoruz. Çalıp çırpmadan, kimseye avuç açmadan onurumuzla yaşamak için bulabildiğimiz tek iş olan bu işi yapıyoruz. Valiliğin iddia ettiği gibi bizim kazancımız haksız kazanç değil, alınteridir" dedi.
Valilik, uygulamanın nedenlerinden biri olarak huzur ve güvenliğin sağlanması olduğunu ifade ederken, Aytar bu açıklamalara da tepki gösterdi, "Huzur ve güvenliği bozduğumuza dair hangi delilleri öne sürüyorlar? Üstümüzün, başımızın, elimizin kirine bakarak mı böyle önyargılı bir önermede bulunuyorsunuz? Şunu bilesiniz ki, bizim kirli olan ellerimizdir, yüreğimiz ise herkesten daha temizdir.
Gönlümüz; göçmeni, Romanı, Kürdü, Türk’üyle bir ekmeği bölüşecek kadar zengindir" diye konuştu.
Bizim yoksulluğumuz cebimizdedir
Başta İstanbul Valiliği olmak üzere belediyelere, Çevre Bakanlığına ve tüm muhataplara seslenen Aytar, bu tür uygulamaların yaşanan sorunları çözmediğini aksine daha da derinleştirdiğini ifade etti.
Aytar, açıklamasını şu sözlerle noktaladı: "Bizleri daha fazla mağdur etmeden bir an önce bu uygulamalardan vazgeçin. Geri dönüşüm işçileri olarak, ama her şeyden önce insan ve yurttaş olarak sorunlarımızın çözümü için görüşmek üzere, İstanbul Valiliği ve belediyeler ile randevu talep ediyoruz. Bizim insan olduğumuzu kabul ediyorsanız sesimize kulak verin. Ancak bizi insan yerine koymaz ve bu çağrımıza kulak vermezseniz siz hakkımızda ne düşünürseniz düşünün biz insanız. İnsan olduğumuz için de ne ekmeğimizden ne de onurumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz."
Covid-19 salgını, işçileri vurdu. Kapalı işliklerde bir arada çalışmak zorunda kalan işçilerin durumu üzerine bir açıklama yapan Antikapitalist Çalışanlar, Covid-19'un meslek hastalığı olarak kabul edilmesini istiyor.
Covid-19 pandemisi işçi sınıfı için bir meslek hastalığına dönüştü. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu’nun verdiği bilgilere göre işçiler, özellikle de üretim ve hizmet sektöründe çalışanlar pandeminin etkilerine daha fazla maruz kalıyorlar.
Milyonlarca çalışan; bir buçuk yıllık süreç boyunca her gün işlerine gidip gelmek zorunda kalarak hayatlarında hiçbir şeyi değiştirmeden pandemi sürecini yaşadı. Covid-19 nedeniyle, bu süreçte iş cinayetleri yüzde 30 arttı, toplumun diğer kesimlerine göre çalışanlar üç kat daha fazla virüse yakalandı.
Covid-19’un meslek hastalığı sayılmaması, durumu daha da ağırlaştırdı. Hasta olan işçiler işe gelmeye devam ettiler, özellikle kayıtsız çalışan göçmen işçiler, işe devam edebilmek için hastalıklarını gizlemek zorunda kaldılar, patronlar işçilerin hastalığa yakalanması ile ilgili her türlü bilgiyi gizlediler.
Şimdi okulların açılması ile 20 milyon öğrenci ve 1,5 milyon eğitim emekçisi salgınla ilgili ciddi risk içerisine girecekler.
Antikapitalist Çalışanlar olarak taleplerimiz:
Ekonomik ve sosyal destekli acil kapanma ve ücretli izin hakkı sağlanmalıdır. Kısa Çalışma Ödeneği tekrar uzatılmalı, Kod 29 ile işten çıkarmalar yasaklanmalıdır.
Herkese parasız test, sistematik filyasyon yapılmalıdır. Testler, semptom gösterme şartı aranmadan ve toplumun genelini kapsayacak şekilde ücretsiz yapılmalıdır.
Aşılanma takviminde öncelik öğretmenler, belediye işçileri, sanayi işçileri başta olmak üzere salgın döneminde çalışmaya devam etmek zorunda kalanlara verilmelidir.
Herkese eşit ve parasız hizmet sunulabilmesi adına tüm kaynaklar salgınla mücadele için seferber edilmeli, sağlık sistemi kamulaştırılmalıdır.
Salgınla ilgili bütün veriler başta Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık dernekleri olmak üzere toplumla şeffaf olarak paylaşılmalı, salgın mücadelesinde tüm sağlık örgütleri, sendikalar ve odalarla işbirliği yapılmalıdır.
Kayıtlı/kayıtsız tüm göçmenler aşılanma takvimine dahil edilmeli, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanmaları sağlanmalıdır.
Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve ücretlerinde gerekli iyileştirmeler yapılmalı, KHK’lılar başta olmak üzere, atama bekleyen sağlık personeli sisteme dahil edilmeli ve Covid-19 bütün işçiler için meslek hastalığı sayılmalıdır.
Okulların eğitime hazır hale gelmesi için bakanlık kaynak göndermeli, seyreltilmiş, hijyen kurallarına uygun sınıflar sağlanmalıdır. Aşı yaptırmayan öğretmenlerle ilgili veliler bilgilendirilmeli, velilere aşısız öğretmen konusunda seçme şansı tanınmalıdır.
Antikapitalist Çalışanlar
Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN), İzmir Aile Sağlığı Çalışanları Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şube, İzmir Tabip Odası, Birlik Dayanışma Sendikası, Birlik Sağlık Sendikası ve Genel Sağlık İş Sendikası Temmuz’da yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ne karşı Konak Eski Sümerbank önünde basın açıklaması yaptı.
"Haksızlık varsa biz yokuz. Ceza sözleşmesi iptal edilsin" pankartı açan sağlık emekçileri, “Susma sustukça sıra sana gelecek”, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz”, “Güvenceli iş, güvenceli gelecek istiyoruz” sloganları attı. Ortak basın açıklamasını SES İzmir Şube Eş Başkanı Nursel Yücesoy okudu.
Sağlık emekçileri sözleşmeyi kabul etmiyor
1 Temmuz itibariyle yürürlüğe giren yönetmeliğin aile sağlığı merkezi hekim ve çalışanlarının iş güvencesini ortadan kaldıran uygulamaları sebebiyle ceza yönetmeliği olduğunu dile getiren Yücesoy, “Böyle bir düzenleme insan haklarına aykırıdır, kabul etmiyoruz” dedi.
Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının iş yükünü arttıran dayatmaları kabul etmeyeceklerini söyleyen Yücesoy, “Entegre aile hekimliği çalışanlarının en temel insani hakkı olan sağlık iznine göz dikilmiştir. Yani ‘çalışan hasta da olsa kanser de olsa, kaza da geçirse, raporlu da olsa 5 nöbet tutamazsa sözleşmesi feshedilir’ denilmektedir. Kabul etmiyoruz” diye ekledi.
Yönetmelik iptal edilene kadar mücadeleye devam
Yücesoy, “Son söz olarak toplum sağlığını hiçe sayan, Aile sağlığı merkezlerinde çalışanları susturan, gelir kaybına neden olan, iş güvencesini tehlikeye atan, iş gücünü ölçüsüz arttıran adı ceza yönetmeliğine çıkan bu yönetmelik iptal edilene kadar iş bırakma dahil her tür eylemle mücadeleye devam edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz” diye konuştu.
Açıklamada söz alan İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı Uzman Dr. Funda Müftüoğlu, “Sistemi tamamen içinden çıkılamaz ve çalışamaz hale getiren bu sözleşmeyi kabul etmiyoruz. İptal edilene kadar direneceğiz. Kabul etmiyoruz, kabul etmeyeceğiz. Bu ceza yönetmeliğinin iptaline kadar eylemlerimiz sürecek” dedi.
İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı ise, “Aile hekimlerinin ve aile sağlığı çalışanının bu cezalandırıcı ve susturucu yönetmeliği karşı verdiği mücadeleyi güçlü bir şekilde desteklemeye devam edeceğiz” diye konuştu.
Genel Sağlık-İş İzmir Şube Başkanı Tarık Doğan da aile hekimlerinin ve aile sağlığı çalışanlarının mücadelesine her türlü katkıyı sunacaklarını söyledi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), iktidar ile Memur-Sen arasında imzalanan, sefalet ücretlerin kabul edildiği toplu sözleşmeyi protesto etti. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana başta olmak üzere çok sayıda ilde açıklama yapan kamu emekçileri, “Sefalet sözleşmesini kabul etmiyoruz” dedi.
Kamuda 2 Ağustos’ta başlayan ve 3 hafta boyunca devam eden 6. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri sonrasında, AKP iktidarı ile Memur-Sen enflasyonun çok altında kalan ücret zammına imza attı.
2022 için yüzde 5+7, 2023 için yüzde 8+6 oranındaki zammı içeren sözleşmeyi protesto eden kamu emekçileri, gerçek enflasyon oranında (yüzde 45) zam istedi.
Mücadeleyi büyüteceğiz
Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şube Temsilciliği, İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde açıklama yaptı. Açıklamaya SES Şişli Şube ve Sağlık-İş işyeri temsilcileri de destek verdi.
Burada konuşan SES İşyeri Temsilcisi Aydın Erol, “Masaya ‘yetkili’ sıfatı ile oturanlar ve bu dönem ortak hareket ettikleri Kamu-Sen konfederasyonu, 2022 için yüzde 21 maaş artışı artı yüzde 3 refah payı artı 600 TL önceki dönem kaybı talep etmişti. Yani 2022 yılı için yüzde 39 maaş artışı talep etmişti. Buna karşın 2022 yılı için altışar aylık dilimler halinde yüzde 5+7 maaş artışına imza attılar. Yine 2023 için yüzde 17 maaş artışı + yüzde 3 refah payı teklifine karşılık altışar aylık dilimler halinde yüzde 8+6 oranına imza attılar” dedi.
Örgütlenme düzeyi yüzde 1’in altında kalan sendika üyeleri ile sendika üyesi olmayan kamu emekçisi ve emeklinin de sözleşme primi ikramiyesinden yararlanamayacağını hatırlatan Erol, “İnsanca çalışmak ve insanca yaşamak için işçi-memur ve sendika ayrımı yapmadan mücadeleyi büyüteceğiz” ifadelerini kullandı.
Cerrahpaşa’ya bağlı Haseki Kardiyoloji Enstitüsünde bildiri dağıtan SES üyeleri, işçi ve kamu emekçilerine “Sefalete teslim olmama” çağrısı yaptı.
Memur-Sen’e tepki
İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) önünde bir araya gelen kamu emekçileri ve sendika temsilcileri adına KESK Dönem Sözcüsü Özer Tuncer konuştu. Tuncer, “Hükümet ile yetkili sendika arasında imzalanan mutabakat, kamu emekçilerinin yaşadığı yoksulluk, sefalet ve kölelik koşullarıyla adeta alay eden bir şekilde kamuoyuna müjde olarak duyurulmuştur. Bu sözleşme milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisinin aklıyla alay etmektir. Bu sözleşme kamu emekçilerinin geçimini, geleceğini değil kendi kişisel ikbalini korumak, kurtarmak gayreti içinde olan yetkili sendika yöneticilerinin AKP’nin memuru olduklarının vesikasıdır. Kamu emekçileri açısından bu sözleşme kadar, Memur-Sen’in sendikacılığı da yok hükmündedir” dedi.
Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesinde yaptıkları yürüyüş ile imzalanan sözleşmeyi protesto eden emekçiler, “Sefalete mahkum olmayacağız” sloganları attı.
Ankara’da kamu emekçileri eylemdeydi
Ankara’da Büro Emekçileri Sendikası (BES) Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Haber Sen PTT Yenişehir Şubesi, SES Ankara Şubesi Hacettepe Hastanesi, Tüm Bel Sen Ankara Büyükşehir Belediyesi, eğitim emekçileri ise Eğitim Sen 5 No’lu Şube önünde eylem yaptı. SGK Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğünde yapılan basın açıklamasında konuşan BES Ankara 1 No’lu Şube Başkanı Ercan Erdoğan, “Durum ortada olmasına rağmen ‘çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz’ nutukları atılmıştır. Türkiye pandemi döneminde dünyada vatandaşlarına en az doğrudan yardım eden ülkelerin başında gelmesine rağmen, sefalet oranındaki artışlara gerekçe olarak pandemi harcamaları gösterilmesi manidardır. Tüm bunlardan sonra soruyoruz, bu mudur başarı? Bu ülkede çarşıda, pazarda, mutfakta yaşanan gerçek enflasyon yüzde 45’i aşmıştır” dedi.
BES Genel Sekreteri Aziz Özkan, “Kamu emekçilerini; maaşlarını bizden gizleyenlerden, 34 bin 757 lira çıplak maaş alanlardan, kamu emekçilerine 4 bin 500 lira maaşı reva görenlerden hesap sormaya davet ediyoruz” diye konuştu.
Sağlık Emekçileri Hacettepe’de eylem yaptı
Hacettepe Üniversitesi Hastane Yemekhanesi önünde bir araya gelen SES üyeleri sık sık “Hükümet zammını al başına çal” sloganları attı. Burada konuşan SES Ankara Şube Başkanı Kubilay Yalçınkaya, “Toplu iş sözleşmesi bir kez daha iktidarın sendikası tarafından satış sözleşmesi durumuna getirilmiştir” dedi.
SES Eş Genel Başkanı Hüsnü Yıldırım ise, “Ülke kaynakları yandaş şirketlere aktarılırken bulunan paranın sıra kamu emekçilerine geldiğinde bulunamadığını” dile getirerek iktidarı eleştirdi.
İzmir KESK: Hakkımızı alana kadar mücadele edeceğiz
KESK İzmir Şubeler Platformu, hükümet ve Memur-Sen arasında imzalanan 2022-2023 yıllarını kapsayan zam oranlarını protesto etti.
“Yoksulluk sözleşmesini kabul etmiyoruz, İnsanca yaşanacak ücret için ek zam istiyoruz” pankartı açan kamu emekçileri sık sık, “Sadaka değil toplu sözleşme”, “Hükümet zammını al başına çal”, “Sermayeye değil emekçiye bütçe”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganları attı.
Basın açıklamasını KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü BES İzmir Şube Başkanı Mustafa Güven okudu. Üçüncü oturumda hızla imzalanan sözleşmenin emekçilerden saklandığını söyleyen Güven, “Satış sözleşmesini onaylamıyoruz, asla onaylamayacağız” dedi.
“Memur Sen ve Kamu Sen; masayı emekçinin masası yapamadınız o masa hükümetin masası. Hükümetin masasında emekçinin çıkarına bir şey çıkmaz. Biz KESK olarak çağrı yaptık ancak onlar emekçinin masasına değil hükümetin masasına oturmayı tercih ettiler. Şiddetle bu yağma sözleşmesini imzalayanları kınıyoruz, çünkü iki yıllık yoksulluk anlaşması imzaladılar” diyen Güven tepkisini dile getirdi.
“Bu anlaşmayı ne kadar süsleseniz de satış sözleşmesi olduğunun üstünü örtemeyeceksiniz” diyen Güven sözlerine şöyle devam etti; “Ne yapacağız, işyerlerinden başlayarak gerçekten grevli, toplu sözleşmeli, tamamen emekçilerin denetiminde olan bir sendika yasasını meclise getireceğiz, alanlara çıkacağız, grevlerle, direnişlerle hakkımızı alana kadar mücadele edeceğiz ve mutlaka biz kazanacağız.”
Ayrıca BES İzmir Şubesi Çiğli, Gaziemir ve Kemeraltı vergi dairesinde basın açıklaması yaparak toplu sözleşmeyi ve yandaş konfederasyonları protesto etti.
Manisa KESK: Taleplerimize toplu sözleşmede yer verilmedi
SES Manisa Şubesi, Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi önünde “Sefalet ücretini devam ettiren satış sözleşmesini de Aile Sağlığı Merkezlerindeki (ASM) ceza yönetmeliğini de kabul etmiyoruz” diyerek basın açıklaması düzenledi.
Basın açıklamasını okuyan SES Manisa Şubesi Eş Başkanı Figen Pehlivan, 5,5 milyon kamu emekçisinin ve emeklisinin bir “oldu bitti” durumuyla yine sefalet haline ve kendi kaderine terk edildiğini belirtti.
Sendikaların taleplerinin hiçbirine toplu sözleşmede yer verilmediğini ifade eden Pehlivan, “Üretici ve tüketici enflasyonu arasındaki makasın tam 26 puan açıldığı, dolayısıyla hayat pahalılığının önümüzdeki dönemde daha da artacağının açık olduğu koşullara rağmen, hiç kimsenin inanmadığı hedeflenen enflasyon rakamlarını temel alan bu mutabakatın neresi başarılı?” sorusunu sordu.
ASM’lerdeki yeni yönetmeliğe de tepki gösteren Pehlivan, “Söz konusu yönetmeliğin geri çekilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için 16 Ağustos’ta iş bırakmıştık. O günden bu zamana ceza yönetmeliği geri çekilmemiştir” dedi.
KESK Soma Platformu da Soma Cengiz Topel Meydanı’nda basın açıklaması yaparak toplu sözleşmeyi ve yandaş konfederasyonları protesto etti.
Denizli KESK: Bu toplu sözleşme satış sözleşmesidir
KESK Denizli Şubeler Platformu Candoğan'da yaptığı basın açıklamasında Memur Sen'in 'Memur kazandı' diyerek duyurduğu satış sözleşmesine tepki gösterdi. Eyleme KESK'e bağlı sendika şubeleri katıldı.
Memur Sen'in imzaladığı sözleşmeyi satış sözleşmesi olarak niteleyen KESK Şubeler Platformu Sözcüsü Yusuf Yurdakul "Günlerdir bizden kaçırılan, kapalı kapılar ardında yapılan mutabakatın adı; ölümü gösterip sıtmaya razı etme mutabakatıdır" dedi.
5 buçuk milyon kamu emekçisi ve emeklisinin 'oldu bitti' durumuyla karşı karşıya bırakıldığını söyleyen Yurdakul taleplerini sıralayarak, grev hakkı olan gerçek bir toplu sözleşme için mücadelelerini sürdüreceklerini ifade etti.
İktidarı protesto, aşı karşıtlığından geçmez
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında kız çocukları, kırsalda yaşayan çocuklar, göçmen çocuklar, yoksul çocuklar açısından eğitimde yaşanan eşitsizliğin giderilmesi için okulların açık kalması, yüz yüze eğitime bir an önce geçilmesi için öğretmenlerin tümünün aşılanması gerektiğini savunuyorduk.
Okulların yüz yüze eğitim için hazırlıklara başladığı bu yeni dönemde ise öğretmenlerin büyük bir kısmının aşılandığını ancak bu oranın yüzde 70’lerde (iki doz aşı) kaldığını görüyoruz. Toplumun bir kesiminde var olan aşı karşıtlığı veya aşı kararsızlığı öğretmenler arasında da var. Bunun başlıca sebebi, güvensizlik. Milli eğitim ve sağlık bakanlarının açıklamaları, vaka sayılarının gerçekleri yansıtmaması, okullarda yeterli tedbirlerin alınmaması ve okulları sürekli açıp kapatma, online eğitimin sıkıntıları eğitim emekçilerini yıldırdı ve güvensizliğe sürükledi. Okulların açık kaldığı 40 günlük normalleşme sürecinde vaka sayılarının tekrar artması gündeme geldi. Sadece bu dönemde 26 eğitim emekçisi Covid-19’dan yaşamını yitirdi.
Aynı sağlık çalışanlarında olduğu gibi, eğitimcilerin de hızlı bir şekilde ve tek seferde aşılanması ve okulların açık kalması sağlanabilirdi. Ancak öğretmenlerin aşılanması parça parça yapıldı. Önce köy okulları, ardından ilkokullar ve daha sonra da diğer okullardaki öğretmenler aşılandı. Bu da okulların açılmasını geciktirdi. Oysaki aşı bulunur bulunmaz öğretmenlere yapılmaya başlanması, okulların açık kalma süresini uzatacak böylece eğitimde yaşanan kayıplar en aza indirilebilecekti.
Öğretmenlerin tamamının aşılanmasında yol alınamaması, bu eğitim öğretim yılının da aç-kapalarla geçmesine sebebiyet vermemelidir. Okullarda öğretmenleri hala bir dizi sorun bekliyor. Geçen yıl yapılan kayıt ertelemeler nedeniyle bu yılki öğrenci kayıtlarında artış var. Yeni dersliklere ve öğretmen atamalarına ihtiyaç var. Yardımcı personelin, temizlik ve hijyen hizmetlerinin güçlendirilmesi gerekiyor. Nitelikli, eşit ve parasız bir eğitim için mücadele etmenin yolu aşılı ve sağlıklı olmamızdan geçiyor. Aşıya karşı mesafeli olmak, iktidarı protesto etme biçimimiz olmamalı. Biz mücadeleyi işyerlerimizde, sendikalarımızda ve sokaklarda inşa etmeliyiz.
Ebru (Eğitim Sen, İstanbul)
---
Aşı şartı önemli bir adım
Hem daha agresif yeni varyantların yayıldığı hem de normalleşerek insanlar arasında temasın arttığı bu dönemde aşı ile ilgili açıklanan yeni kararların olumlu olduğunu düşünüyorum. İnsanlarda aşılarla ilgili çok fazla tereddüt var. Çok fazla kafa karıştıran sosyal medya paylaşımları oluyor ve bir kısım sağlık çalışanı da dahil olmak üzere insanlar bu paylaşımlardan etkileniyorlar. Üstelik sendikalar, meslek örgütleri aşı olunmasının önemini anlatmasına, hastanelerin yoğun bakımlarından gelen yatan hastaların aşısız veya eksik aşılı olduğuna dair duyumlara rağmen.
Bu koşullar altında normalleşeceksek bazı farklı önlemlerin alınması gerekliydi. İnsanlar aşı olunması için bir yandan ikna edilmeye çalışılırken diğer yandan aşısız kişilerin kalabalıkla temas etmesinin kurallarının belirlenmesi önemli. Her ne kadar aşılılar artık çok daha az etkileniyor olsa da hastalık aşısızlar arasında yayıldıkça virüsün yeni mutasyonlar geçirmesi için uygun koşullar devam etmiş oluyor. Bu arada hala aşı sırası gelmemiş olduğu için aşı olamayan gruplar da bu durumdan olumsuz etkileniyor. Aşılılar da daha hafif olsa bile, hastalığa yakalanabiliyorlar. Ve onlarda bu hafif hastalığın iyileştikten sonra ne tür olumsuzluklar yaratacağını bilmiyoruz.
Ölümler, henüz okullar açılmamış olduğu halde günde 200’lerin üzerine çıkmış durumda, okullar açıldığında vakaların daha da artacağı belli.
Kalabalık alanlara girerken aşı şartı aranması, aşısızların PCR (-) olma zorunluluğunun getirilmesi önemli bir adım, ancak yeterli değil. Aşı yaptırmayanların muhakkak endişelerinin giderilerek toplumsal bağışıklanmanın toplum için anlamlı olan oranlara yükseltilmesi gerekli.
İzmir’den bir sağlık çalışanı
3 milyon kamu emekçisini ve 2 milyondan fazla memur emeklisini ilgilendiren ‘toplu sözleşme’ görüşmeleri taraflar arasında varılan mutabakatla sona erdi. Antikapitalist Çalışanlar’ın konuyla ilgili basin açıklamasında şu vurgular yapıldı: “Buna göre; hükümetin 12 Ağustos’ta yaptığı ilk teklifin 2022 yılı için sadece 1 puan, 2023 yılı için ise 2 puan, yani toplamda 3 puan artırıldığı görüldü.”
Masaya “yetkili” sıfatı ile oturan konfederasyon 2022 için yüzde 21 maaş artışı artı yüzde 3 refah payı, artı 600 TL önceki dönem kaybı, yani 2022 yılı için toplam yüzde 39 maaş artışı talep etmişti. Buna karşı 2022 yılı için yüzde 5+7 maaş artışına imza attı.
Yine 2023 için yüzde 17 maaş artışı + yüzde 3 refah payı talep etmişti, yüzde 8 + 6 oranına imza attı.
Üç yıl önce bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen 3600 ek gösterge vaadi bu toplu sözleşmede de gerçekleşmedi. Yıllardır kadro bekleyen, bugün sayıları beş yüz bini aşan sözleşmeli personel konusu geçiştirildi.
Zam değil fiyasko!
Bu sadaka bile olmayan zammı kabul etmiyoruz.
Bu zam falan değil. Bu kamu çalışanlarıyla dalga geçmektir.
İktidar bloku tüm kaynakları tüketerek kendi karnını, yakın işbirliği içindeki sermaye gruplarının karnını ve genel olarak büyük sermayenin karnını şişiriyor.
Toplumun geri kalan kesimleri, yoksullar umurlarında değil.
Patronlara milyonlarca liralık vergi afları, vergi ertelemeler, teşvikler, Hazine alım garantileri, sıra işçilere gelince açlık sınırının altında yaşamaya mahkum eden ücret teklifleri. Grev yasakları, hakkını arayanlara baskı!
Memur-Sen nasıl bir sendika?
Memur-Sen milyonlarca işçiyi satmıştır. İki yıl için toplamda yüzde 67,2 maaş artışı teklif eden “yetkili” konfederasyon, iki yıl için toplamda yüzde 26 oranına imza attı. Çarşıda, pazarda, mutfakta yaşanan gerçek enflasyon ise yıllık yüzde 45’i aştı. Yetkili konfederasyon Memur-Sen‘in böyle bir teklife nasıl razı olduğu milyonlarca kamu emekçisinin temel sorusudur.
Basın açıklamaları yetmez!
Önemli olan toplu sözleşme görüşmeleri öncesinde ve sırasında eylemler yapmaktı. İktidarın açların sesini duymasını sağlamaktı. Kamu çalışanlarının en dinamik kesimleri, geri kalan kesimleri, özellikle görüşme masasında oturan sendikanın tabanındaki işçileri kazanmak, harekete geçirmek üzere önce kendi tabanını mobilize edecek sahici sınıfsal talepler etrafında mücadeleye başlamalıdır.
Bu enflasyon koşullarında iki günde eriyecek olan “zam” ancak genel bir mücadele dalgasıyla insanca yaşama uygun hale getirtilebilir. Bu iktidar, örgütlü işçi sınıfının toplumun geniş kesimlerini yanına çekeceği eylemlerinin ne anlama geldiğini henüz bilmiyor. Ama bu kabul edilemez “zam” teklifiyle yeni işçi mücadelelerinin mayalanmasına neden oldu. “İktidar zammını al başına çal!” sloganı, milyonlarca işçinin birleşik ve kazanana kadar kararlı bir şekilde sürdüreceği grevinin ve eylemlerinin ana slogan haline geldiğinde, bu miktarı kibirli nutuklarla yüksek zam diye yutturmaya çalışanlar yaptıkları hatayı görmüş olacaklar. O vakit geç kalmış olmaları kendi sorunları olacak.
Kamu emekçileri sendikalarının taleplerini hiçe sayan iktidar, memurları ve memur emeklilerini bir kez daha yoksulluğa mahkum etti. Antikapitalist Çalışanlar, KESK'in düzenleyeceği greve katılım ve destek çağrısı yaptı.