Geçen hafta İstanbul Valiliğinin kararıyla Ümraniye ve Bakırköy bölgesinde 100’e yakın atık kağıt deposu basıldı. 650 adet çek çek aracına el konuldu. Bazı depolarda iş makineleri yakıldı. 145’i Afgan olmak üzere, 286 geri dönüşüm işçisi hakkında işlem yapıldı. Gözaltına alınan Afgan göçmenler Tuzla’daki geri dönüşüm merkezine gönderildi. Baskınlar sonrasında basın açıklaması düzenleyen geri dönüşüm işçileri, kamu kurumlarının baskılarını protesto ettiler, mücadele edeceklerini belirttiler.
Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu ile konuştuk. Ali Mendillioğlu geri dönüşüm işinin yüz binlerce insanın, yaşam alanını oluşturduğunun altını çiziyor. Ve tek taleplerinin geri dönüşüm işçiliğine engel olunmaması olduğunu söylüyor.
Geri dönüşüm işçiliği hakkında bilgi verir misiniz?
Geri dönüşüm işçiliğin; dışardan bakıldığında bir sektör, iş alanı gibi görünüyor. Bu bakış açısı meseleyi anlamada sorunlara yol açıyor. Ben şöyle tanımlamayı doğru buluyorum: Geri dönüşüm ve çöp bir yaşam alanıdır. İş alanı değildir. Yaşam alanı derken şunu kastediyorum: Çöple sosyal grupların, farklı ilişki kurma biçimleri var. Örneğin 1990’lı yıllarda köyleri boşaltılan Kürtler batıya geldiklerinde hiçbir sermayesi yokken, hemşerilik ve akrabalık ilişkileri ile hızlıca geri dönüşüm alanında tutunabildi. Başka bir alanda böyle bir tutunma şansınız yok. Cebinizde paranız yoksa, iş bulamıyorsanız başka bir şey yapamazsınız. Göçmenler meselesinde de bu bir kez daha ön plana çıktı. Özellikle Uzak Asyalı göçmenler, -bu arada belirtmeliyim ki, Suriyeliler sanıldığı kadar bu işte büyük yer kaplamıyorlar, hatta yok denilecek kadar azlar- Pakistanlılar, Myanmarlılar ve sonrasında gelen Afganlılar; artık Türkiye’den çıkamayacaklarını, Avrupa’ya gidemeyeceklerini anladıkları andan itibaren bu işte yoğun bir biçimde yer almaya başladılar.
Ancak, sanılmasın ki, bu sadece Kürtlerin, Afganlıların yaptıkları bir iş. Bu işi Kürt ve göçmen olmayanlar da yapıyor. Örneğin: Romanlar önemli bir yer tutuyor. Evsizler, madde bağımlıları bu işi farklı biçimlerde yapıyor. Afganlılar günde sekiz, on saat çalışıp evlerine para yolluyorlar. Kimisi sadece karnını doyuracak kadar, günde iki, üç saat çalışıyor. Kimisi sadece hediyelik eşya toplayıp, bit pazarında satıyor. Kimisi de ek iş olarak yapıyor. Bazıları mevsimlik tarım işçisi, tarım mevsimi kapandıktan sonra sezonluk çalışıyor. Herkesin çöple farklı ilişkilenme biçimleri var. Ama en nihayetinde kimsenin, milliyetinizi, kimliğinizi sormadığı, diploma, adli sicil kaydı istemediği tek iş geri dönüşüm işçiliği. Dolayısıyla hiçbir yerde bir iş yapamıyorsanız, bu işin içine bir şekilde dahil olabilirsiniz.
Peki bu iş nasıl ücretlendiriliyor?
Bu iş çoğunlukla yaya yapılan bir iş olduğundan öncelikle sormamız gereken şu: Nitelikli atık nereden çıkıyor? Bizim topladığımız şeyler asıl olarak ambalaj atığı. Ambalaj atığı, gelir düzeyi orta ve üst olan kesimlerden çıkıyor. Atıkları yaya olarak toplamak, toplananları bir yerde biriktirmek için orta ve üst düzeye yakın bölgelerde depoların olması gerekir. Örneğin: Cihangirde atık topluyorsanız, Tophane ve Tarlabaşı’na götürmeniz gerekir. Şişli’deyseniz Kuştepe’ye götürmeniz gerekir. Depoları da sadece atıkların toplandığı mekânlardan ibaret görmemek gerekir. Depocular aynı zamanda insanların bu işi devam ettirmesi için olanaklar yaratan insanlar. Depolar aynı zamanda yaşam alanları. Böyle tarif ettiğimizde, depocuların pozisyonu patron, işçi ilişkisi dışına çıkıyor.
Her malın bir fiyatı var. Depocular sizin topladığınız malları fiyatına göre satın alırlar. Depocular çoğunlukla toplayıcıların yattığı yerleri, aynı zamanda çek çek araçlarını karşılarlar. Bugün bir çek çek aracı 300-350 liraya mal oluyor. Önce katı atıklar depolarda toplanır, daha sonra buradan geri dönüşüme geçer. Toplanılan malları presleyen, geri dönüşüm makineleri sahibi olan insanlar var. Bunların da büyük bir kısmı çekirdekten yetişmiştir. Ümraniye’de 110 tane depo basıldı. İstanbul’da toplam depo sayısını bilmek mümkün değil ama küçük küçük mekruh binalarda öbekleşen on binlerce bina var. Ve insanlar bu mekruh yapılarda yaşıyorlar. Buralarda mallar ayrıştırılıp, fiyatlandırıldıktan sonra birkaç teknik aşama daha var. Nihayetinde toplanan atıklar fabrikaya yollanıp dönüştürüldükten sonra hammadde ortaya çıkıyor.
Yani bizim topladığımız şey hammadde. Hammadde üretim sürecindeki en önemli girdi. Örneğin bizim topladığımız pet şişe, petro kimya ürünüdür. Petro kimya ürünleri, tekstilden elyafa, otomobil sektörüne kadar hemen her alanda kullanılıyor. Aynı şekilde topladığımız krom, çinko, alüminyum gibi madenler pek çok sektörde kullanılmakta. Son yıllarda Türkiye’nin yıllık kâğıt tüketimi beş bin ton civarında, bunun yarısı ithal ediliyor. Geri kalanını kâğıt toplayıcılar karşılıyor. Son operasyonda bizim 650 adet çek çek aracımız gitti. Ayrıca depolarda birikmiş mallar vardı ki, bu mallar satıldıktan sonra toplayıcılara parası dağıtılıyor. Baskınlar çok büyük zararlara yol açıyor.
Anladığımız, geri dönüşüm işçilerinin yatacak bir yeri bile yok. Ve işçi sınıfının en güvencesiz kesimini oluşturuyor.
Geri dönüşüm işçilerinin nasıl güvence altına alınabileceği, böyle bir sistemin nasıl kurulabileceği hususu çok sık gündeme geliyor. Ama bu mümkün değil. En başta söylediğim gibi bu iş aynı zamanda bir yaşam alanı. Bu nedenle kimse güvence sağlayamaz. Toplayıcı sayıları sistematik olarak artmıyor, katlamalı olarak artıyor. Sayı on iken, yüz oluyor. Sosyal meseleler, ekonomik koşullar iç savaş, dış göç işte etkili faktörler. Örneğin: İstanbul’da 100 bin geri dönüşüm işçisi var. Yarın bu sayı 200 bin olacak. Zaten geri dönüşüm işçilerini sisteme entegre etmek gibi bir niyetleri yok. Bu haliyle çok kârlı. Ama yapmak isteseler bile geri dönüşüm işçi sayısının katlamalı olarak artması nedeniyle bu iş mümkün olmayan bir hale gelmiş durumda. Geri dönüşüm işçilerinin tek talebi var: Bu işi yapmamıza kimse engel olmasın. Tek talebimiz bu.
Pandemi süreci nasıl etkiledi geri dönüşüm işçilerini, toplayıcıların sayıları arttı mı?
Çok kârlı oldu. İnsanlar çok tükettiler, çok çöp attılar bu da iyi oldu. İstatistik tutmak mümkün olmadığından sezgisel olarak söyleyebilirim. Sektörde çok ciddi Afgan işçi sirkülasyonu var.
Son günlerde göçmenlere yönelik ırkçı bir kampanya var. Bu kampanyada en çok dile getirilen “göçmen işçilerin yerli işçilerin işlerini ellerinden aldıkları ve daha ucuza çalıştıkları”. Bu ırkçı kampanya göçmen işçilerin ağırlıklı çalıştığı geri dönüşüm işçilerini nasıl etkiledi?
Göçmen işçilerin özellikle Afganların gelmesi, geliri aşağıya çekti. Realite bu. Öte yandan göçmenler açısından şöyle bir olgu var. Göçmenlerle çoğu insan çok da karşılaşmıyor. Örneğin 5 milyon göçmen var. Kim kaç tane göçmen tanır? Yüzünü bile görmez. Çoğu insanın günlük hayatta göçmenlerle ilişkisi yok. Bu insanların göçmen düşmanlığının bir dayanağı da yok aslında. Ama geri dönüşüm işçileri içinde on yıldır çalışan Afgan göçmenler var. On yıldır aynı yerde çalıştığınızda, 24 saat birlikte zaman geçirdiğinizde çok da fazla bir problem olmuyor.
Sizin de işaret ettiğiniz gibi ırkçı söylemler, asıl olarak gelir düzeyi orta ve yüksek kesimlerde yayılıyor. Ama bir bütün olarak düşündüğümüzde göçmen düşmanlığının işçi sınıfını parçalayan bir etkisi var. Irkçılığın önüne geçmek gerekiyor. Bunun için ne yapmak gerekir?
Öncelikle göçmen meselesini kamuoyuyla doğru paylaşmak gerekir. Çok fazla yalan bilgi var. Bu yalanlar siyasal bir dizayn için yapılıyor. Örneğin: Son dönemde Türkiye sınırına gelen Afgan göçmen sayısı 5-10 binden fazla değil. Öte yandan “Bunlar Taliban’dan kaçtı” şeklinde bir yaygara kopartıldı. Bu yalan ve herkes yalan olduğunu biliyor. En azından biz biliyoruz. Asıl olarak gelenler bir buçuk, iki yıllık pandemi sürecinde Türkiye’ye gelmek için İran sınırında bekleyenlerdi. Bunu herkesin bilmesine rağmen bir Afgan mülteci heyulası yaratılarak bunun üzerinden siyasal bir dizayn yaratılıyor. Şu anda Afganistan’dan kitlesel bir çıkış mümkün değil. Sınırlar kapalı ve kontrol var.
Valilik de geri dönüşümde kayıt dışı işçi çalıştığını iddia ediyor. Oysa kayıt dışı çalışan tek nüfus Afganlar. Afgan göçmenler 2018 yılına kadar kayıt altına alınıyordu. Ancak sonrasında Afganlıların talebine rağmen kayıt altına alınmadı. Pek çok Afganlı aile çocuklarını kayıt altına aldıramadığı için okula gönderemiyor. Depolarımız basıldığında 145 Afgan var dendi. Oysa depo baskınları olmadan önce zabıta geldi ve sayım yaptı. Bir hafta sonra baskın yaptı ve kayıt dışı Afganları topladık dendi. Öncelikle bu yalan bilgi akışını nasıl durdurabiliriz, nasıl bir ağ oluşturabiliriz? Bunu tartışmalıyız. Basın bu konuda nasıl işlevli olabilir. Bu sorunun üzerinde durmak gerekir.
Afgan göçmenler günde 8 ile14 saat çalışıp ailelerine para yolluyorlar. Basın açıklaması yapmadan önce tek tek dolaşıp “yapmayın” dediler. Göçmen meselesini bir oy deposu olarak görmek hem iktidar hem de muhalefet açısından çok tehlikeli. Göçmen düşmanı politikaların hangi sonuçları doğuracağı konusunda rahat olunmamalı. Milyonlarca canından bezmiş insan var. Ayrıca göçmenler burada kalmak zorundalar. Burada örgütlenmek zorundalar. Sosyal ağlar oluşturmaları ve örgütlenmeleri gerekiyor. Bu konuda yardımcı olmamız gerekir. Göçmenler artık geldiler ve bir daha gitmeyecekler. Bu aşamada ne yapacağımıza ilişkin soruya doğru cevap vermeliyiz.
Bir kere hayatlarımızın kesişmesi gerekir. Hayatlar ya kaymakamlık ya da hastane önünde kesişiyor. Ve bu kesişmeler yoksulun yoksula düşmanlığını körüklüyor. Kaymakamlık önünde yardım alırken, belediyeden yardım alırken, yoksul yerli halk “benim ekmeğimi aldı” diyor. Göçmenler de kendilerine yönelik düşmanlığın farkındalar ve mümkün olduğunca göze batmamayı bir strateji olarak benimsemiş durumdalar.
Basın açıklaması sonrasında neler oldu, bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Basın açıklaması sonrasında görüşmelerimiz başladı. Baskınların Valilik kararıyla yapıldığını biliyoruz ama hiçbir siyasi merciinin de sorumluluk üstlenmediğini görüyoruz. AKP’li yetkililerle görüşüyoruz. “Bizim bu uygulamadan haberimiz yok. Bu uygulamayı doğru bulmuyoruz” diyorlar. AKP, HDP, CHP de aynı şekilde doğru bulmadığını söylüyor. Kim doğru bulmuyor da güvenlik problemi yaratıyor? Biz de bu kanalı zorlamayı çalışacağız. Ümraniye, Bakırköy ve Bahçelievler’de baskınlara başladılar, şimdi başka ilçelere de gidiyorlar. Valilik açıklamasında “sokaklarımızda görmemek için” dedi. Yüzbinlerce insanı gözden çıkarmak istiyorlar. Görüşmelerimiz devam ediyor. Anlaşma olmazsa mücadeleye devam edeceğiz. Destek bekliyoruz ama kazanmak için örgütlenmemizi de güçlendirmek gerektiğinin farkındayız. Basın açıklaması kararımızı basına bildirir bildirmez, her yerden baskı geldi. Bu başlangıçta korku psikolojisi yarattı ama yaptığımız basın açıklaması korku psikolojisini aşmamıza yardımcı oldu. Bundan sonra daha kitlesel eylemler yapacağımızı düşünüyorum.
Röportajı yapan: Çağla Oflas, Sadi Özbay