DİSK-AR'ın TÜİK verilerine dayanarak hazırladığı İşsizlik ve İstihdamın Görünümü (Şubat 2024) raporu, geniş tanımlı işsizliğin bir yılda 1 milyon kişi arttığını ortaya koydu.
Raporun girişinde şu saptamalar yer alıyor:
"TÜİK’in Aralık 2023 Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) sonuçları 12 Şubat 2024’te yayımlandı. Mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 8,8, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) ise yüzde 24,7 seviyesinde gerçekleşti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2023 Aralık ayında 3 milyon 98 bin oldu.
DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Aralık 2023’te 9 milyon 656 bin kişi olarak gerçekleşti. Aralık 2023’te geniş tanımlı işsizlikte patlama yaşandı. Hem yıllık hem aylık olarak dar tanımlı işsiz sayısında azalış yaşansa da geniş tanımlı işsiz sayısı aylık 1 milyon, yıllık ise 1,5 milyon kişi arttı. Aralık 2022’de 8,1 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Kasım 2023’te 8,7 milyon ve Aralık 2023’te ise 9,7 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki bu artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsizleri, iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır.
Rapordan diğer bulgular şöyle:
Üçüncü en yüksek işsizlik kategorisi olan genç kadın işsizliği yüzde 22,8 oldu.
Resmi işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ı işsizlik ödeneği alamıyor.
Dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki fark 15,9 puan."
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi raporunun tamamını okumak için tıklayın.
Yuvam Bahçeşehir projesi inşaatında çalışan işçilerin Başakşehir Belediyesi önünde başlattığı eyleme 4. gününde polis müdahale etti. İşçilere ev hapsi cezası verildi. Özak Tektil işçilerinin holding karşısında kurduğu direniş çadırı yasaklandı.
Akar Grup, Reis Elektrik ve Başakşehir Belediyesi ortaklığıyla inşa edilen ‘Yuvam Bahçeşehir’ projesi inşaatında çalışan üyelerinin haklarının ödenmesesi nedeniyle İnşaat İşçileri Sendikası (İnşaat-İş) işçileri 4 gün boyunca Başakşehir Belediyesi önünde eylem yaptı.
4. günde polis, işçileri gözaltına aldı. İşçiler, mesai saati bitiminde, savcılık ifadeleri dahi alınmadan ev hapsi adli kontrolüyle mahkemeye sevk edildi. Mahkeme savcılığın ev hapsi talebini onayladı.
Urfa'da faaliyet gösteren Özak Tekstik işçileri, sendikalaştıkları için işten atıldı. Ardından grevi örgütledikleri için patron fabrikayı kapattı. Bunun üzerine Özak Holding'in İstanbul'da bulunan merkezi karşısında direniş çadırı kuran işçiler haklarını kazanmaya çalıştı. Günler sonra Zeytinburnu Kaymakamlığı, 7 gün boyunca gösterileri yasakladı ve direniş çadırını söktürdü.
İnşaat-İş sendikası ve Bir-Tek-Sen, hak arayışlarının devlet eliyle engellendiğini duyurdu.
Harb-İş İstanbul ve Eskişehir şubelerine üye işçilerin, Ankara'ya girişi önceden alınan Valilik iznine rağmen engelledi. Yasal basın açıklamasını hedef alan sendika başkanı, bu antidemokratik uygulamada pay sahibi.
Geçen sene Mayıs ayında imzalan kamu 2023-2024 toplu iş sözleşmesindeki ücret artışlarının, yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığı sebebiyle yenilenmesini isteyen işçiler ek zam istiyor.
Kamuda örgütlü Türk-İş'e bağlı çeşitli sendikaların üyesi işçiler ek zam talebini dile getirirken, en çetin mücadele Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı fabrikalar ve tersanelerde yaşanıyor.
Harb-İş üyesi savunma sanayi işçileriyle, birlikte Demiryol-İş üyesi işçiler de iki aydır ek zam talebiyle eylemler yapıyor. Bu eylemler, sendikanın örgütlü olduğu işyerlerinin yemekhanelerinde yapılıyordu ve bazılarında Türk-İş Başkanı Ergün atalay'ın istifası talep edilmişti.
Bu talep ve eylemleri başta görmezlikten gelen Türk-İş yönetimi, işyerlerinde tepki büyüyünce Çalışma Bakanı ile görüştü. Üyelerinin ek zam istediğini iletti.
Fakat aynı anda ek zam talebini kazanmak için yapılmak istenen merkezi demokratik eylemleri de engelledi.
Önce 27 Ocak'ta yapılması planlanan Harb-İş ek zam mitingi, "şehitler", "terör saldırıları" gibi bahanelerle iptal edildi.
Bunun üzerine Harb-İş sendikasının toplam 9 şubesinden, ikisi Ankara'da eylem kararı aldı. Genel merkez ise eylemi engellemek için hemen harekete geçti.
10 Şubat günü Ankara Ulus Meydanı'nda yapılması planlanan basın açıklamasından, bir gece önce mesaj yayınlayan Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Alaattin Soydan, eylemi düzenleyeleri işverenle görüşmeleri sabote etmekle suçladı. Bununla da kalmadı. Yerel seçimler öncesi sokakların karıştırılmak istendiğini, bu eylemde "terörist örgütlere" alan açıldığını söyleyebildi.
Bu tehditler işe yaramadı ve işçiler tersini kanıtladı. Eylemin yapılacağı meydana ulaşan bazı işçiler, barışçıl protestolarını gerçekleştirdi. Delegeler ve işyeri temsilcileri ne için mücadele ettiklerini basın aracılığıyla kamuoyuna duyurdu.
Fakat işçileri taşıyan birçok otobüs Ankara girişinde durduruldu. Aralarında eylem kararı alan sendikacıların da bulunduğu yüzlerce işçinin seslerini şehir merkezinde duyurmalarına izin verilmedi.
Hem Ulus Meydanı'nda, hem de Ankara girişinde toplanan Harb-İş üyesi işçiler "İşçiler burada, Harb-İş nerede", "Sarı sendika istemiyoruz" sloganlarını attı.
İşçiler için mücadele bitmedi. Yaşananları döndüklerinde işyerlerinde anlatma ve ek zam için devam etme kararı aldılar.
Barış Akademisyenleri hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararı yerel mahkemeler tarafından tanınmıyor. İşe geri dönüşler engelleniyor. Eğitim Sen'in açıklaması:
“Bu Suça Ortak Olmayacağız!” bildirisine imza attıkları için yıllardır türlü hukuksuzluklara ve eziyete maruz kalan barış akademisyenlerinin görevlerine iade süreci, mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımaması nedeniyle yılan hikâyesine dönmüş durumda.
Özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarının hukuka aykırı biçimde mahkemeler tarafından tanınmaması ve siyasi iktidarın bu hukuksuzluğu destekleyen tavrı, barış akademisyenlerinin görevlerine iade sürecini doğrudan etkilemiştir.
Hatırlanacak olursa Anayasa Mahkemesi’nin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini “düşünce ve ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendiren kararına ve imzacı akademisyenler hakkında açılan ceza davalarında verilen “beraat kararlarına” rağmen, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, “kurum kanaati” gibi hukuki hiçbir geçerliliği olmayan yapay gerekçelerle imzacı akademisyenlerin maruz kaldığı hukuksuzluğu ve eziyeti “meşru” gören red kararları vermiştir.
Bunun üzerine OHAL Komisyonu kararlarına karşı Ankara’da yetkili kılınan idare mahkemelerine açılan davalarda da mahkemelerin kurumlardan istediği bilgi ve belgelerden de yürütülen sürecin hukuki dayanaklardan yoksun olduğu her defasında gözler önüne serilmiş, buna rağmen mahkemeler farklı kararlar verebilmişti.
Buna rağmen belirtmek isteriz ki akademisyenlerin çoğu, haklarında mahkemeden olumsuz karar çıktığı için ya da henüz mahkeme kararı verilmediği için hala ihraç durumundadır.
Ayrıca görevlerine iade edilen akademisyenler hakkında da göreve başladıkları üniversitelerin mahkemeye yaptıkları itirazlar nedeniyle istinaf mahkemesinden yürütmenin durdurulması kararları çıkmış ve akademisyenlerin ikinci kez görevlerinden ihraç edilmelerine neden olunmuştur.
Söz konusu kararlara karşı yapılan itirazlara dair verilen yürütmeyi durdurma kararlarının gerekçelerinde, sosyal medya paylaşımları gibi hukuki hiçbir karşılığı olmayan dayanaklar ileri sürülmüş olsa da artık doğrudan Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan gerekçeler ileri sürülmeye başlanmıştır.
Ankara 13. Bölge İdare Mahkemesi olağan işleyişin tersine, görevlerine iade edilen akademisyenlerin dosyalarını hızla görüşmektedir. Verdiği yürütmeyi durdurma kararlarında ise “kopyala yapıştır” gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi’nin bildiriyi imzalama eylemini “düşünce ve ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendiren kararının altını boşaltmak istemektedir.
Şöyle ki Ankara 13. Bölge İdare Mahkemesi, kamu görevlilerinin siyasi iktidara sadakatle itaat etmelerini zorunlu görmektedir. Verdiği yürütmeyi durdurma kararlarının gerekçelerinde akademik özgürlüğü yok saymakta, kamu görevlilerinin düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran ve seyahat özgürlüğünden çalışma özgürlüğüne en temel hak ve özgürlükleri yok sayan ihraç uygulamasıyla disiplin cezası alarak kamu görevinden çıkarılmayı eşitleyen bir tavır içerisine girmektedir. Kısacası doğrudan bildiriyi imzalama eylemini yeniden suç olarak tarif etmektedir.
Böylelikle süreç en başa dönmüş ve akademisyenler bir kez daha mahkemelere yıllardır anlatmak zorunda kaldıkları en temel hukuk ilkelerini bir kez daha açıklamak zorunda bırakılmıştır. Ancak daha vahimi, haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen herkes gibi barış akademisyenlerine de yıllar içerisinde yaşatılan eziyetin yükü, ikinci kez ihraç uygulamasıyla ağırlaştırılmıştır.
Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki hiçbir üyemizi bu eziyetin karşısında yalnız bırakmayacağız. Bizlere yaşatılan bu hukuk garabetini, uluslararası platformlarda ısrarla anlatmaya devam edeceğiz. Haksız ve hukuksuz ihraç edilen tüm üyelerimiz görevlerine iade edilene kadar tüm gücümüzle mücadele edeceğiz."
MESEM’li çocuk işçiler, Akkuyu’da menenjit salgını, şantiyelerde yangınlar… İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) Ocak 2024 raporu yayınlandı.
Öne çıkanlar:
Türkiye'yi yönetenler ekonominin dünyada en gelişmişler arasında yer aldığını söylüyor. Peki en gelişmiş ekonomiler arasında işsizlik sorunu açısından neredeyiz?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye 38 ülke arasında Türkiye, en yüksek dördüncü işsizlik oranının görüldüğü ülke oldu.
OECD’de yer alan toplam 33.3 milyon işsizin, yüzde 9.3’ünün Türkiye’de bulunduğu belirlendi.
Kabaca söylersek, en gelişmişler içindeki her 10 iş işsizden biri Türkiye'de hayat mücadelesi veriyor.
OECD ülkeleri arasında Türkiye kapitalizmi, işsizlikte zirveyi zorlarken istihdam oranında ise sonuncu sırada yer aldı.
İki verinin gösterdiği:
- İşsizler basit bir istatistik verisi değil; milyonlarca insanı kapsar.
- Türkiye kapitalistleri yeterli istihdam yaratmıyor. Çünkü geçerli olan yaygın emek sömürüsü, az sayıda işçiye çok iş yaptırmaktan ibaret. İş güvenliğinin tanınmamasıyla birlikte işsizlik sorununun tercih edilmesi, ücretlerin düşük, çalışma saatlerininse uzun olmasına yol açıyor.
Belediye şirketlerinde ve kamuda çalışan taşeron işçiler, Ankara ve İstanbul'da sonra Adana'da de eylem yaptı.
Belediye Çalışanları ve Kamu Taşeron İşçileri Derneği, Belediye Mimar ve Mühendisleri Derneği, Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB), Aile Sağlık Merkezi Elemanları Derneği, Belediye İşten Çıkarılanlar Platformu, Kamu Taşeron İşçileri Sendikası, Karayolları Taşımacılık Emekçileri Sendikası, Enerjisen, Tüm Otel Ve Turizm İşçileri Sendikası bir araya gelerek Adana İşçi Kürsüsü'nü kurdu.
Abidin Dino Parkı'nda toplanan eylemciler, “Kamuda kölelik istemiyoruz”, “Devlet taşeron çalıştırmaz”, “Kadro hakkımız söke söke alırız” sloganlarını attı.
Eylemde konuşan TABİB gönüllüsü Yılmaz Şengül, şunları vurguladı:
“Ülkemizde 1393 belediye bulunmakta. Bugün belediyelerde norm kadrolu 39 bin 43 işçi bulunurken belediye şirket işçisi sayısı 607 bin 999’a ulaşmıştır. Norm kadrolu işçi sayısı her geçen gün azalırken şirket işçisi sayısı ciddi oranda artmaktadır. Nisan 2018’den beri belediye şirketlerinde modern kölelik devam ediyor. 607 bin 999 belediye şirket işçisi olarak taleplerimiz norm kadro, taban ücret, ilave tediye, iş güvencesi, vergi adaleti, eşit işe eşit ücret.
Belediyelerin ve belediye şirketleri yöneticilerinin holding patronu gibi kar elde etmeye çalışmaları, çalışanlarına maliyet kalemi olarak bakmaları hem azalan sayıda işçi çalıştırmaları hem de performans baskısında bulunmaları, iş kazalarının ve iş cinayetlerinin önünü açmaktadır. Tüm belediyelerde işçi sağlığı ve iş güvenliğine uygun çalışma koşulları sağlanmalıdır. İş kazası durumunda asıl işveren olan belediyenin sorumluluğu göz ardı edilmemeli, sorumluluğu taşeron şirkete ya da işçiye yıkma tavrından kaçınılmalıdır.
İş kanunu işçiler lehine yeniden düzenlenmeli, sendikal örgütlülüğün önündeki engeller kaldırılmalı, Anayasa’nın 128’inci maddesi gereğince belediyelerde güvenlik, mimarlık, mühendislik, zabıtalık gibi alanlarla memur işi yapan tüm işçiler memur kadrosunda istihdam edilmelidir. İşten çıkarmalarda kod mağduriyeti giderilmeli, keyfi işten çıkarmalara karşı caydırıcılık olmalıdır."
Aile Sağlık Merkezi (ASM) çalışanları adına yapılan açıklamada da şu ifadeler yer aldı:
“ASM grup elemanları olarak her kadro geldiğinde kapsam dışı bırakıldı. Oysa biz ne devlete ne de ASM’lere yük değiliz aksine yüzü omuzlayanlarız. ASM’lerde kurum içinde sizlerle ilgilenen tıbbi sekreter, ATT, ebe hemşire ve temizlik personelleri kadrosuz. Asgari ücret ve daha da altında maaşlarla iki dudak arasında çalışıyor. 18 bin kişiyle başladığımız yolda işten çıkarmalarla 13 bine düştük. Her geçen gün azalıyoruz. 2022 Kasım ayında yan odamızda 4-A’lı çalışan kamu dışı aile sağlığı elemanları nasıl KPSS şartı aranmadan kadro ile müjdelendirildiyse o kadro bizim de hakkımız. Aynı iş, aynı diploma, fazla iş yükü ama farklı muamele gördük. Aynı kurum arasında ayrıştırıldık. Asıl işi yapan bizlerin iş güvencesiyle çalışmaya hakkı yok mu? Askere giden personelin neden gönlü rahat değil, doğum yapan personel neden işsiz kalıyor, sağlık nedeniyle ameliyat olan personel neden raporu bitince işten çıkarılıyor? Sağlık emekçileri olarak kadromuz ve sağlıkçı sıfatımız verilmelidir.”
Karayolları taşeron işçileri adına yapılan açıklamada ise şöyle denildi:
“Bizler yol bakım-onarım, müşavir firma, tünel bakım, rutin bakım ve HGS işçileri olarak ağır ve tehlikeli işkolunda yıllardır kuruma ve vatandaşlara hizmet ediyoruz. Kışın ayazında kar kürer, yazın sıcağında asfalt döker, yolların bakım onarımı, menfez temizliği ve trafiğin kontrolünü sağlarız. Yollarda can kurtaran kahramanlar olarak ilan edilen bizler için iş güvencesi istiyoruz… Her seçim öncesi kadro sözü verilip dışarda bırakılan bizler, artık ayrımsız kadro istiyoruz. Sayın yetkililer bize kadro sözü verdiniz, biz de diyoruz ki ‘devlet sözünü tutar.”
Emekleri sömürülen çocuk işçilerin hayatı, iş cinayeti tehdidiyle karşı karşıya. İSİG Meclisi'nin 2023 raporu çocuk emeği sömürüsünün vahşi yüzünü ortaya koydu.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) son on yılda en az 671 çoçuğun iş cinayetlerinin kurbanı olduğunu gösteriyor.
Açık kaynaklarda yapılan tarama sonucu elde edilen verileri kapsayan raporda öne çıkanlar:
- 2013 yılında en az 59 çocuk işçi, 2014 yılında en az 54 çocuk işçi, 2015 yılında en az 63 çocuk işçi, 2016 yılında en az 56 çocuk işçi, 2017 yılında en az 60 çocuk işçi, 2018 yılında en az 67 çocuk işçi, 2019 yılında en az 67 çocuk işçi, 2020 yılında en az 67 çocuk işçi, 2021 yılında en az 62 çocuk işçi, 2022 yılında en az 62 çocuk işçi, 2023 yılında en az 54 çocuk işçi olmak üzere, 2013-2023 yılları döneminde en az 671 çocuk işçi hayatını kaybetti…
- 18 yaşını doldurmayan ve (ücretli ya da kendi nam ve hesabına/ücretsiz) çalışan toplumun her üyesini “çocuk işçi” olarak tanımlıyoruz.
• Çocuk işçiler tarım sektöründe ailesiyle birlikte mevsimlik olarak ücretli veya tarlasında çalışanlardır, çocuk işçiler haftanın bir günü okulda dört günü işyerinde olan MESEM adı altında çalışanlardır, çocuk işçiler kentlerin varoşlarında aile içi emek kapsamında ücretsiz çalışanlardır, çocuk işçiler iş öğrensin diye yaz tatilinde çalışanlardır, çocuk işçiler harçlığını kazansın diye tanıdığın yanına verilenlerdir... Ama çocuk işçiler sistematik olarak Türkiye kapitalizminin daha ilköğretim çağındayken bile acımasız üretim çarklarına soktuğu oyun alanlarından koparılan çocukluğunu, gençliğini ve sağlığını işyerlerinde bırakan bu ülkenin geleceğidir. Kesinlikle arızi bir olgu değil bilinçli sistematik bir ucuz emek sömürüsüdür.
- 2013-2023 yıllarında çocuk iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı şöyle:
Trafik, Servis Kazası nedeniyle 186 çocuk; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 112 çocuk; Ezilme, Göçük nedeniyle 92 çocuk; Yüksekten Düşme nedeniyle 61 çocuk; Şiddet nedeniyle 56 çocuk; Elektrik Çarpması nedeniyle 44 çocuk; Yıldırım Düşmesi nedeniyle 41 çocuk; Patlama, Yanma nedeniyle 25 çocuk; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 14 çocuk; Kesilme, Kopma nedeniyle 13 çocuk; İntihar nedeniyle 9 çocuk; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 8 çocuk; Diğer nedenlerden dolayı 10 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti…
İSİG, AKP iktidarı altında geçen yıllarda varlığı görülmeyen çocuk emeği sömürüsünün en az 907 iş cinayetine neden olduğunu tespit.
AKP'li yıllarda çocuk işçi ölümlerinin seyri şöyle:
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayın.
Merkez Bankası'nın başkan Hafize Gaye Erkan'ın babasının çiftliğine döndüğü konuşulurken, bir çalışana yapılan büyük haksızlık perdeleniyor.
Merkez Bankası (MB) çalışanı Büşra Bozkurt, başkanın babası Erol Erkan tarafından işten atıldığını söyleyerek CİMER'e başvurdu. Dilekçesinde mobbinge maruz kaldığını (ki mobbing yasalara göre suçtur), başkanın babasının özel isteklerine uymadığı için başına gelenleri aktardı:
“Sayın Başkanımız Hafize Gaye Erkan Hanım’ın babası Erol Erkan Bey ve annesi Gamze Hanım protokole giriş yaparken, Erol Bey yanımdan geçerken, ‘bana bir uğrayabilir misin?’ dedi. Uğradım, ‘Başkanın odasına güvenilir ve sabit insanların giriş çıkış yapmalarını istiyorum. Siz de güvendiğimiz bir çalışansınız’ dedi. Sonra İnsan Kaynakları’nı arayarak benim artık kendilerine hizmet vereceğimi söyledi”
“Erol Bey’e, ‘Benim okula giden 7 yaşında bir çocuğum var. Onu her gün okuldan almak zorundayım. Evli bir kadınım bu saatlere kadar çalışmak bana zor gelebilir’ dedim” açıklamalarının yer aldığı dilekçede, “Erol Bey sinirlendi ve yüksek sesle, ‘Bunu söyleyen elemana çalışmıyor gözüyle bakarım. Biz sizin için Amerikalardan kalkıp geldik. Tüm düzenimiz bozuldu. Seni çalıştığın yerde oturtturmayacağım’ diye tehdit etti. Olayın ardından çıkışımın talimatı verildi. Destek hizmetleri müdürümüzle konuştuğumda, ‘talimat babadan geldi. Yapabileceğimiz bir şey yok maalesef’ diye yanıt aldım. Göreve iademi saygılarımla arz ediyorum.”
Büşra Bozkurt, CİMER'e yolladığı dilekçeyi Sözcü gazetesiyle paylaştı ve ardından bir de röportajla tek olmadığını, mobbinge ve haksızlığa maruz kalan başka çalışanlar da olduğunu aktardı.
Belli ki şikayetinden bir sonuç alamamış. Haksızlığa uğrayan her işçi gibi öfkeli. Başına gelenlerin iktidar yanlısı medyada haber olması mümkün değil. O da popüler bir muhalif gazete aracılığıyla hakkını savunmaya çalışıyor.
Komplo teorileri hemen havada uçuşmaya başladı. 'CİMER dilekçesi nasıl ortaya döküldü', 'İşten atılan çalışan aslında daha iyi bir mevkie layık görülmüş', 'Madem çocuğun var niye çalışıyorsun' türünden saçmalıklar...
Öte yandan MB ve ekonomi yönetiminin tepesinde bir koltuk kavgası yaşandığına dair iddialar gündeme getirildi. Aslında Gaye Erkan çok müthiş işler yapıyormuş, fakat onun koltuğunda gözü olanlar yıpratmak istiyormuş.
Ve baba Erol Erkan ortaya çıktı. Kızının başarılarını anlatarak, olayın bir kumpas olduğunu iddia etti.
Tabi kamuoyu buna ikna olmadı. Fakat enteresan bileşen işten atılan çalışana karşı birleşti: Sözcü yazarı Uğur Dündar ve Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, iki koldan çalışana yüklenip Erkan ailesini aklamaya girişti. Çok sayıda başka gazeteciyle birlikte.
Efsane ve gerçek
Neoliberal doktrine göre serbest piyasa ekonomisinin işlemesi için Merkez Bankası yönetimleri hükümetlerden bağımsız olması gerekir. Teknokratik bir yapıda para politikalarını idare ederler.
Eli sopalı neoliberalizmle ekonomiyi yöneten Türk tipi başkanlık sisteminde, Şimşek ve Erkan'ın işbaşına getirilmesi bu yönde atılmış bir adım olarak gösterildi. Heterodoks politikadan ortodoksa geçildiği söylendi. Faizlerin devasa artırılması ve TL'nin bilinçli olarak değerinin düşürülmesiyle gelen bu adımlar, uluslararası finans çevrelerine 'Merkez Bankamız iktidardan bağımsız çalışıyor' diye sunuldu. Elbette içerideki sermaye çevrelerine ve öfkeli kalabalıklara da.
Bu imaj, Merkez Bankası'nın babasının çiftliğine dönüştüğü iddialarıyla birlikte tuz buz oldu.
Neoliberalizmin efsaneleri karşısındaki gerçek, piyasanın devlet kontrolünden bağımsız işlemediği, Merkez Bankaları'nın ise kapitalist güç odaklarından bağımsız bir yönetime sahip olamayacağıdır.
Fakat bu kurumsal skandalda bizi ilgilendiren asıl nokta, bir çalışanın haksızca işten atılması.
Büşra Bozkurt derhal işine geri dönmeli. Erol Erkan'ın bankaya girişi yasaklanmalı. Hafize Gaye Erkan istifa etmeli de diyeceğiz fakat bu rejimde istifa müessesinin olmadığını biliyoruz.