İzmir Büyükşehir Belediyesi işçileri mücadele etti, kazandı

Tarım işçileri ölüm tehdidi altında

Son on yılda tarım işkolunda en az 1803 işçi çalışırken hayatını kaybetti. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) raporu, tarım işçilerinin ne denli zorlu şartlarda çalıştırıldığını ortaya koydu. Raporda öne çıkanlar: - Ulusal ve yerel basından , işçilerin mesai arkadaşları, aileleri ve sendikalardan öğrendiğimiz bilgilere dayanarak tespit ettiğimiz kadarıyla, 2013 yılında 122 işçi, 2014 yılında 140 işçi, 2015 yılında 202 işçi, 2016 yılında 177 işçi, 2017 yılında 154 işçi, 2018 yılında 184 işçi, 2019 yılında 190 işçi, 2020 yılında 215 işçi, 2021 yılında 149 işçi, 2022 yılında 180 işçi ve 2023 yılının ilk sekiz ayında 90 işçi olmak üzere; 2013 yılından bugüne en az 1803 tarım işçisi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti... - Tarım işkolunda iş cinayetlerinin mesleklere göre dağılımı şöyle: 847 mevsimlik tarım/tarla işçisi, 451 çoban/hayvan çiftliği işçisi, 416 orman işçisi ve 89 ücretli çalışan balıkçı hayatını kaybetti. - Tarım işkolunda iş cinayetlerinin cinsiyetlere göre dağılımı şöyle: 346 kadın ve 1457 erkek işçi hayatını kaybetti. Tarım işkolunda iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı şöyle: 14 yaş ve altı 101 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 134 çocuk/genç işçi, 18-24 yaş arası 252 işçi, 25-34 yaş arası 218 işçi, 35-49 yaş arası 446 işçi, 50-64 yaş arası 363 işçi, 65 yaş ve üstü 104 işçi, Yaşını bilmediğimiz 185 işçi hayatını kaybetti… - Tarım işkolunda 80 şehirde ve yurtdışında balıkçılık için gidilen üç ülkede iş cinayeti tespit etmiş durumdayız. Ayrıntılı raporun tamamına ulaşmak için tıklayın.

'Kıdem tazminatı, iş ve gelecek güvencesidir'

İktidarın kıdem tazminatını fona dönüştürme girişimi sendikaların farklı tepkileriyle karşılandı. Hak-İş fona yeşil ışık yaktı. DİSK kabul etmeyeceklerini duyurdu. Türk-İş de aynı fikirde. Üye sayısı açısından ikinci büyük konfederasyon olan Hak-İş iktidara yakınlığıyla biliniyor. Hizmet-İş sendikasının bir toplantısında konuşan Hak-İş Başkanı  Mahmut Arslan şunları söyledi: "Kıdem tazminatı konusunda var olan haklarımızı güvence altına alalım ama var olan sorunları da çözelim. Bunun için ne gerekiyorsa; fonsa fon, bunun üzerinde tartışalım ve her emekçi, işçi şartlar ne olursa olsun kıdem tazminatını alsın." İstanbul'da emekliler mitinginde konuşan DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu ise tam tersi görüşte: "OVP ile sosyal güvenlik sistemini özelleştirmeyi, en temel kazanılmış hakkımız olan kıdem tazminatımıza el uzatmayı istiyorlar. Ölmek var, kıdem tazminatımızı vermek yok! Kıdem tazminatı Türkiye işçi sınıfının en köklü kazanımlarından biridir. 47 yıldır bu hakkı fona devrederek, 'tamamlayıcı emeklilik sistemi' gibi programlarla çok yok etme girişimleri oldu. Dediler ki ‘İşsizliğin nedeni de kıdem tazminatı, büyük bir yüktür' dediler. Oysa kıdemimiz bizim yıllarca çalışmamızdan gelen 13'üncü ay ücretimizdir, alın terimizdir, olması gereken fona devretmek değil mevcut sistemi daha da güçlendirmektir."  En büyük sendika olan Türk-İş'in de kıdem tazminatının fona çevrilmesine karşı olduğu biliniyor. Bir gazeteye konuşan Türk Metal-İş Sendikası Başkanı Pevrul Kavlak, bu görüşü yineledi: "Bir kez daha tekrarlamak isterim ki, kıdem tazminatı, işçi sınıfının 87 yıl önce elde ettiği ve kullandığı bir haktır. İş güvencesine olumlu etki yapan bir düzenlemedir. İşçinin emeğinin yıpranma bedeli, emeklilik ikramiyesi, ücretin ödenmeyen kısmı gibi özellikler taşımaktadır. Kıdem tazminatı, iş ve gelecek güvencesidir. Türkiye işçi sınıfının ve TÜRK-İŞ’in kırmızı çizgisidir. Milyonlarca çalışanı ilgilendiren kıdem tazminatı hakkından hiçbir şekilde vazgeçilemez. Eğer bu konuda düzenleme yapmak isteyenlerin söylediği gibi, amaç tüm çalışanların kıdem tazminatı alması hedefleniyorsa, bunun yolu son derece basittir, o da sendikal örgütlenmedir. Sendikalı işçiler açısından kıdem tazminatı diye bir sorun yoktur." Kıdem tazminatı tartışmalarında belirleyici olan elbette Türk-İş'in ve DİSK'in yani sendikalı işçilerin çoğunluğunun örgütlü olduğu sendikaların tutumu olacak. Bu tutum sayesinde on yıllardır patronların istediği ve hükümetlerin uygulamayı denediği fona çevirme engellendi. Yine engellenebilir. Nitekim iktidarda bunun farkında. Konuyu gündeme getiren Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, daha sonra gazetecilere yaptığı açıklamada kıdem tazminatı konusunda henüz çalışma içinde olmadıklarını, sendikalarla görüşmeden bunu yapmayacaklarını belirtti. 

Emeklilerden büyük protesto

DİSK'in İstanbul'da düzenlediği mitinge katılan binlerce emekli sefalet maaşlarına itiraz etti. En düşük kök aylığı ile emekli ikramiyelerinin asgari ücret seviyesine çıkarılmasını istiyorlar. 24 Eylül Pazar günü Kartal Meydanı'nda öfke vardı. Sadece düşük emekli maaşları değil, emeklilik hakkının kullandırtılmaması da protesto edildi.  “2000 sonrası SGK’lıya kademeli emeklilik gelsin”, "Kademe hakkımız, söke söke alırız", “Emeklilikte insanca yaşam haktır”, “Susma haykır, emeklilik haktır”, “Birleşe birleşe kazanacağız” yazılı dövizler taşıyan göstericilere hitap eden DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu şunları söyledi: "Burası emeklinin, emeğine ekmeğine sahip çıkanların meydanı. Bu meydandaki irademizi tüm ülkede büyüteceğimizin sözünü vereceğiz. Emekliler bayramdan bayrama hatırlanacak insanlar değildir. Bu ülkenin emeklisi bunu hak etmiyor. Bütün emeklilere insanca yaşanacak bir ücret verilmelidir. Emeklileri yük olarak görenlere, emeklileri 7 bin 500 liraya mahkum edenlere söyleyelim; emekliler yıllarca çalıştı, alın teri döktü, kimseden sadaka istemiyoruz hakkımız olanı istiyoruz, hakkımız olanı alana kadar da mücadele edeceğiz." İktidar ise emekli maaşlarındaki artışı yılsonuna bırakıldığını söylemeye devam ediyor.

Eğitim Sen soruyor: 'Okul müdürü neden, kim veya kimler tarafından korunmaktadır?'

Eğitim Sen İstanbul 2 Nolu Şube, Ümraniye'de bir okuldaki üyesine verilen hukuksuz cezaları bir basın toplantısıyla duyurdu. Sendikanın açıklamasında öne çıkanlar: "Ümraniye Esenşehir Şehit Yılmaz Ercan okul müdürü keyfince yönettiği okula yeni atanan ve keyfince yönetmesine itiraz eden üyemiz Sibel Yıldız’a cephe almakla yetinmemiş, diğer çalışanların cephe alması yönünde telkinlerde bulunarak iş barışını bozacak adımlar atmıştır. Üyemiz, okulda yaşanan bu durumla ilgili İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne sözlü olarak şikayet etmiş, şikayetleri yok sayılmıştır. Bu süre zarfında üyemizin yazılı olarak şikayet edeceği yönünde duyumlar alan Okul Müdürü Ruşen Sarıcan, gerçeğe aykırı evraklar düzenleyerek, olur olmadık suçlamalarla üyemiz hakkında şikayette bulunmuştur.  Ümraniye İlçe Milli Eğitim müdürlüğü suçlamalardaki tutarsızlıkları yok sayarak üyemiz hakkında hızlıca soruşturma açtırmış, bu hukuksuzluk yetmezmiş gibi soruşturma ekibini okul müdürlerinden oluşturarak soruşturmanın objektif bir şekilde yürütülmesine engel olmuştur. Üyemiz reddi muhakkik talebini belirtmiş olmasına rağmen ilçe tarafından reddedilmiştir." "Soruşturma sonucunda 13.07.2023 tarihinde üyemize tebliğ edilen yazıda, Devlet Memurları Kanunu’nun 125/A maddesinin b fıkrası kapsamında UYARI, 125/B maddesinin g ve I fıkrası kapsamında iki KINAMA, 125/C maddesinin e fıkrası kapsamında 1/30 oranında  “AYLIKTAN KESME” aynı konuyla ilgili birden fazla ceza verilmiştir. Ayrıca İdari Yönden; MEB Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme ve Görevlendirme Yönetmeliğinin 38/1 Maddesi kapsamında “YÖNETİCİLİK GÖREVİNDEN ALINMASI” teklifi yapılmış, an itibariyle görevden el çektirilmiş, başka bir okula öğretmen olarak ataması gerçekleştirilmiştir. Üyemiz, ilçe tarafından verilen cezalara İl Disiplin Kurulu’na itirazda bulunmuş, İl Disiplin Kurulu aynı konuyla ilgili birden fazla disiplin cezası verilmiş olması nedeniyle verilen iki cezaya itirazı kabul etmiş, verilen iki cezaya itirazı uygun görmemiştir. Ümraniye İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü İl Disiplin Kurulu’nun kararını yok sayarak üyemiz hakkında daha önce verilen dört cezada ısrarcı olmuş, hukuksuz olarak verilen dört cezayı üyemize tebliğ etmiştir. Üyemizin adı geçen okul müdürü hakkında belgelerle gerçekleştirdiği şikâyetin ise soruşturma esas ve usullerine uygun yapılmayarak üzeri örtülmüştür. Bu hukuksuzluk yetmezmiş gibi Okul Müdürü Ruşen Sarıcan, üyemiz hakkında asılsız ve mesnetsiz birçok iddia ile iki soruşturma daha açtırmıştır." "Yaşadıklarımızdan biliyoruz ki; İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün hukuksuz işlemlerindeki ısrarı, var olan hukuk tanımayan ülke gerçekliğinden beslenmektedir. Soruşturmalarda görevlendirilen okul müdürü sayısı arttıkça okul müdürünü ilgilendiren ya da tarafı olduğu soruşturma süreçlerinde hukuk tamamen ayaklar altına alınmaktadır. Bakanlığın ve müdürlüklerin soruşturmalarda okul müdürlerinin görevlendirilmesindeki ısrarından vazgeçmesi gerekmektedir. Bu görevlendirmelerdeki ısrar, kamu çalışanlarının amir pozisyonundaki kişiler karşısında kamu denetimi yapmalarını ve şikâyetlerini engellemekte, sessiz kalmalarına neden olmaktadır.   Eğitim Sen ve üyelerinin hukuksuz işlemler karşısında sessiz kalacağını, boyun eğeceğini düşünenler bir kez daha yanılmaktadır. Hukuksuzluğa ve baskılara boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. “Meşruluğu ve haklılığı” birileri gibi amir pozisyondaki liyakatsiz yöneticilerden değil, adaleti önemseyen duruşumuzdan ve gerçeklerden alıyoruz. Eğitim Sen olarak soruyoruz? Okul müdürü Ruşen Sarıcan neden, kim veya kimler tarafından korunmaktadır?" "Ruşen Sarıcan bu soruşturma esnasında üyemizi kast ederek, ya ben ya o diye şantaj yapmış mıdır? Yapmışsa bu gücü nereden almaktadır? Üyemiz Sibel Yıldız’ın okul müdürü hakkında belgelediği usulsüzlüklerle ilgili şikâyetinin üzerini örtmek isteyen okul müdürü muhakkikler hakkında bir işlem yapılacak mıdır?   İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün İl Disiplin Kurulu kararına rağmen üyemiz hakkındaki dört cezada ısrarın nedeni, soruşturma geçiren arkadaşımızın sendikamıza üye olması mıdır? Okul müdürlerinin muhakkik olarak atanmasından bu yana Bakanlık ne miktarda tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir? Tüm bu soruların eğitim emekçilerini ve kamuoyunu rahatlatacak cevaplarının olmayacağının farkındayız. Eğitim Sen olarak ısrarla gerçekleri söylemeye, üyemizin yanında durmaya ve  hukuki olarak süreci takip etmeye devam edeceğiz."

Enerji işkolunda iş cinayetleri

Son on yılda enerji sektöründe en az 372 işçi çalışırken öldü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), enerji işkolundaki bilinen işçi ölümlerini raporlaştırdı. İSİG raporunda öne çıkanlar: - Yüzde 64’ünü ulusal basından; yüzde 36’sını ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, sendikalar ve yerel basından öğrendiğimiz bilgilere dayanarak tespit ettiğimiz kadarıyla, 2013 yılında 33 işçi, 2014 yılında 31 işçi, 2015 yılında 39 işçi, 2016 yılında 35 işçi, 2017 yılında 49 işçi, 2018 yılında 10 işçi, 2019 yılında 40 işçi, 2020 yılında 41 işçi, 2021 yılında 32 işçi, 2022 yılında 42 işçi ve 2023 yılının ilk sekiz ayında 20 işçi olmak üzere; 2013 yılından bugüne “en az” 372 enerji işçisi “iş cinayetleri”nde hayatını kaybetti... - Enerji işkolunda iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı şöyle: Elektrik Çarpması nedeniyle 168 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 48 işçi; Trafik, Servis Kazası nedeniyle 48 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 30 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 14 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 13 işçi; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 12 işçi; Covid-19 nedeniyle 10 işçi; Şiddet nedeniyle 8 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 6 işçi; Kesilme, Kopma nedeniyle 3 işçi; İntihar nedeniyle 3 işçi; diğer nedenlerden dolayı 9 işçi hayatını kaybetti… - Enerji işkolunda iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı şöyle: 14 yaş ve altı 1 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 1 çocuk/genç işçi, 18-29 yaş arası 116 işçi, 30-49 yaş arası 208 işçi, 50-64 yaş arası 31 işçi, 65 yaş ve üstü 4 işçi, Yaşını bilmediğimiz 11 işçi hayatını kaybetti… - Enerji işkolunda iş cinayetlerinde ölenlerin 19’u (yüzde 5,1) sendikalı işçi, 353’ü ise (yüzde 94,9) sendikasız.  Son on yılda ölen işçilerin çalıştıkları şirketlere baktığımızda Anadolu Yakası EDAŞ, Gediz EDAŞ, Aydem Enerji, Boğaziçi EDAŞ, Aras Edaş, Meram Edaş, Dicle Edaş, Vangölü EDAŞ, Trakya EDAŞ, Toroslar EDAŞ, Akdeniz EDAŞ, Kayseri ve Civarı EDAŞ, Sakarya EDAŞ, Yeşilırmak EDAŞ, Fırat EDAŞ, Aras EDAŞ, Çamlıbel EDAŞ, Çoruh EDAŞ, Uludağ EDAŞ, Afşin-Elbistan Termik Santrali, Orhaneli Termik Santrali, Tunçbilek Termik Santrali, Seyitömer Termik Santrali, Kemerköy Termik Santrali, Yeniköy Termik Santrali, Çan Termik Santrali, TEİAŞ, DSİ, İSKİ, İGDAŞ, Sulama Birlikleri, Rüzgar Enerji Santralleri, Hidroelektrik Santraller vd. bulunmaktadır. - Enerji işkolunda 74 şehirde ve yurtdışında üç ülkede (Türkiye menşeili şirketlerde çalışan) iş cinayeti tespit etmiş durumdayız: Çok daha geniş bilgiler içeren rapora ulaşmak için tıklayın.

İşçilerin 'kırmızı çizgisi': Kıdem tazminatına dokunma

Ekonomik programı, patronların her istediğini yapmak olarak özetlenebilecek iktidar yine kıdem tazminatlarına göz dikti. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz (ekonomiden sorumlu) katıldığı canlı yayında özetle şunları söyledi: 1. Kıdem tazminatlarının ödenmeme sorunu var. 2. İş dünyası (yani kapitalistler) ödemek istemiyor. 3. Fon oluşturma yaklaşımı var. Yılmaz bu gerekçeleri sıralayarak kıdem tazminatının tartışmaya açılacağını vurguladı. İlk gerekçe, işçilerin çoğunun yaşadığı büyük bir problemi içeriyor: Patronlar işten attığı işçilere, yasal yükümlülükleri olduğu halde, tazminatlarını ödemiyor. İş yasalarının çeşitli yönlerini kullanan patronların çoğu bundan kaçıyor. Bu sorunun çözümü, kıdem tazminatlarını güvence altına almaktır. İş kanunları ve yargının yaklaşımı, işçinin yanında olmalıdır. Fakat Erdoğan yönetimi sermayenin kuralsızlığını ortadan kaldırmakla ilgilenmiyor.  Aksine patronları tümden bu yükümlülükten kurtarmak istiyor. Sermaye çevreleri yıllardır kıdem tazminatının bir fona çevrilmesinin, ödemelerin azaltılmasının ve sınırlandırılmasının hayalini kuruyor. AKP daha önce bu isteğe yeşil ışık yakmış fakat sendikaların tavrı ve işçilerin tepkisi üzerine fon girişimini rafa kaldırmıştı. Şimdi ekonomik krizin maliyeti halka ödetilirken işçilerin sömürüsü yoğunlaştırılıyor ve en temel haklar dahi ortadan kaldırılmak isteniyor. Türk-İş başta olmak üzere tüm sendikalar, kıdem tazminatının fonlaştırılmasına karşı. Kıdem tazminatının kırmızı çizgileri olduğunu ve tartışmaya dahi açılamayacağını defalarca dile getirdiler. Tıpkı İşsizlik Fonu gibi buraya da işçinin cebinden aktarılan kaynaklar sermayeye kredi yapılacak ya da başka devlet giderlerini karşılayacak. Öte yandan her bir kapitalist, tazminat ödemekten kurtulacak. İşçiler, devlet daireleri ve bankalarla muhatap olacak. Fonlaştırılarak kıdem tazminatının buharlaştırılması, haksız yere işten çıkartmaları kolaylaştıracak. Sendikalar ‘kırmızı çizginin’ geçilmesine izin vermemelidir.  İşçileri ilgilendiren tek konu, kıdem tazminatlarının güvence altına alınması ve ödemelerin yapılmasıdır.  İktidarın patronlarla birlikte kurduğu masadaysa sendikaların yeri olamaz.  Kıdem tazminatı hakkı asla pazarlık konusu haline gelmemeli. Dün olduğu gibi bugün de bu saldırıyı püskürtmek, işyerlerinden yükselecek tepkinin büyümesine ve bir mücadeleye dönüşmesine bağlı.

Yoksullar eğitim giderlerini karşılayamıyor

Okulların açılmasıyla beraber eğitim alanındaki birçok sorun da tekrar gündeme yerleşti.  Veliler çocuklarının okul masraflarını, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle ödeyemeyecek durumdalar. En ucuz okul çantasının fiyatı 200 TL iken, kırtasiye masrafları da 200 TL’den başlıyor. Okul forması fiyatları ise 1500-5000 TL arasında değişiyor. MEB’in dağıttığı kitapların yetersizliği nedeniyle istenen ek kitapların ücretleri de keza cep yakıyor.  Gıda fiyatlarının yüksekliği, velilerin çocuklarına günlük harçlık vermekte zorlanmasının yanı sıra beslenme çantalarını dahi dolduramamasına neden oldu. Benzine arka arkaya yapılan zamlar da okul servis hizmetlerinde anormal denilecek artışlarla sonuçlandı. Çocuklarını donanımlı devlet okullarına kaydettirmek isteyen veliler 20.000’den başlayan kayıt paralarını göze almak durumunda kaldılar.  İlkokulda geçtiğimiz yıl okula başlama maliyeti 12-13 bin TL iken, bu yıl 28-30 bin TL'ye ulaşmış durumda. Velilerle dönen çark Sadece bu da değil, okulların temel ihtiyaçları da veliler üzerinden karşılanmakta.  Okullardaki güvenlik, temizlik, bakım-onarım, personel gibi ihtiyaçlar “bağış” adı altında velilere dayatılan aidatlarla sağlanıyor.  MEB tarafından okullara gönderilen bütçe yok denecek kadar az. İşçi ailelerinin aylık geliri yoksulluk sınırının altında kaldığı için bu ihtiyaçları borçla, kredi çekerek çevirmeye çalışıyorlar. Çeviremeyenler ise yoksul kontenjanına girerek mahcup edilmektedir.  Okullar kendi kaderine mahkûm edilmiş durumda.  Okulu temizlemek için tutulan personelin maaşından tutun da çekilen fotokopinin kağıdına varana kadar her masraf, yani tüm bu çark velilerin ödedikleri aidatlarla dönmekte.  Kamusal eğitim çökmüş durumda Eğitimde her geçen gün devlet desteği azalıyor, velinin yükü artıyor.  Artan özel okul sayıları ile devlet okullarının gün geçtikçe niteliksiz ve donanımsız hale gelmesi de eşitsizliğin artmasına neden oldu.  Özel okullarda sınıflar yirmi kişi ile sınırlandırılmışken, devlet okullarında kırk ve elliye kadar dayanmış durumda. Laboratuvar, kütüphane, spor salonu ve sanat atölyeleri ve benzerleri çoğu okulda mevcut değil.  Devlet okulları bilimsel proje üretme, araştırmalar yapma kapasitesinden, eleştirel ve sorgular bir eğitim anlayışına sahip olma becerisinden oldukça uzak.  Okul müdürleri öğrencilere sunulan her etkinlikten pay aldıkları için (kaynak kitap, etüt, spor ve tiyatro vb), velilerin de bu hizmeti daha pahalı almasına neden oluyorlar. Eğitim emekçileri derslere mutsuz giriyor Yükselen enflasyon karşısında eriyen maaşlar hepimizi yoksulluk sınırına getirdi.  Geçinememe endişesiyle derslere mutsuz giren bir öğretmen ordusu ile karşı karşıyayız.   Çalışma koşulları oldukça zor olan öğretmenlerin kalabalık sınıflarda, erişimleri olmayan araç gereçlerden yoksun bir şekilde ders işlemeye çalışması motivasyonlarının düşmesine, değersizlik duygusunu yaşamalarına neden oluyor.  Yokluk içinde var ediyorlar ama nereye kadar?  Üstüne üstlük iktidar bir de Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu yürürlüğe koyarak öğretmenlerin arasına hiyerarşiyi sokmuş oldu. Öğretmenlerin ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesinden uzak bir biçimde, aynı okulun içinde aynı işi yapmalarına rağmen farklı ücretlerle karşılaşmalarına yol açacak kariyer basamakları sistemi yürürlüğe konuldu. Özel okullar fiyatlarını katlarken, bu okullarda görev yapan öğretmenler asgari ücretin de altında, çok uzun çalışma saatleri ile, güvencesiz ve sendikasız çalıştırılmakta.  Okullaşma oranı ve eğitime ayırılan kaynak düşük olduğu için 1 milyona yakın öğretmen adayı atama bekliyor.  Ayrıca bunca öğretmen açığı varken değerler eğitimi dersi için (ÇEDES projesi) öğretmenlerin işini elinden alıp din görevlilerine vermek de yangına ateşle gitmekten başka bir şey değildir. Eğitim sendikaları birleşerek, direnerek kazanabilir Nitelikli eğitimin “kapsayıcı”, “eşitlikçi” ve “kaliteli” eğitim olduğunu söyleyen ETUCE (Global Eğitim Sendikaları Federasyonu olan Eğitim Enternasyonali), “Eğitimin evrensel olarak erişilebilir olması için, yeterli kaynakları sağlamanın hükümetlerin görevi olduğunu” söyler.  Başta Eğitim Sen olmak üzere eğitim alanındaki tüm sendikaların parasız eğitim için birlikte mücadele etmeleri kilit bir öneme sahip.  Yoksul, emekçi ailelerin çocuklarının nitelikli eğitime erişimi ancak devletin eğitime ayırdığı kaynakla mümkündür.  Geçen yıl 2023 MEB bütçesi, ekonomik kriz ve yüksek enflasyon koşulları dikkate alındığında eğitim sisteminin, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin yaşadığı sorunlara çözüm üretmekten çok uzaktı.  Eğitimde en temel ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan MEB bütçesinin zorunlu harcamaları bile karşılayabilmesi zor göründüğü, Eğitim Sen tarafından da söylenmişti . 2023-2024 eğitim öğretim yılı başladı ve karşılaşılan sorunlar bu tespitin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Şimdi de 2024 bütçe görüşmeleri başlayacak. Bu görüşmelerde sadece söyleyecek sözümüz olması yeterli değil; aynı zamanda iş bırakacak, sokağa çıkacak, eğitim alanındaki taleplerimizi haykıracak bir eylem programına da sahip olmalıyız. Bunun için de birleşmeli, direnmeli ve kazanmalıyız.

AKP yine kıdem tazminatımıza göz dikti

Daha önce birden fazla kez kıdem tazminatı fonlaştırma ve kısıtlama girişiminde bulunan iktidar, sendikaların ve işçilerin itirazlarına rağmen saldırı girişimini raftan indirdi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz (ekonomiden sorumlu) katıldığı canlı yayında şunları söyledi: "Kıdem tazminatında maalesef çok ciddi problemler de var. Ödenmeme meseleleri var. Başka sıkıntılar var. Oluşturduğu bir belirsizlik var. Özellikle iş dünyası firmaları üzerinde. Dolayısıyla bir dönem bir fon oluşturup bununla bu problemi çözme gibi bir yaklaşım vardı. Dolayısıyla bunlar önümüzdeki dönemde yine Türkiye'nin gündemde olan konuları olacak." Bu girişim özellikle 2015 yılında  gündeme gelmiş ve ciddi tepkilerle eylemlere sebep olmuştu. Türk-İş başta olmak üzere tüm sendikalar, kıdem tazminatının fonlaştırılmasına karşı. İşsizlik Fonu gibi buraya da işçinin cebinden aktarılan kaynaklar sermayeye kredi yapılacak ya da başka devlet giderleri harcanacak.  Sendikalar, "kırmızı çizgimizdir" diyerek bu değişiklikle kıdem tazminatı hakkının (ki işçinin biricik gelecek güvencesidir) ortadan kaldırılacağını ve patronların bu yükümlülüklerden kurtulacağını belirtiyor. Kıdem tazminatıma dokunma talebi etrafında mücadeleler bir kez daha işçi hareketinin gündemine girdi.

ABD'li otomobil işçilerinin grevleri patronlara ağır darbe vurabilir

Birleşik Otomobil İşçileri sendikası üyeleri "Üç Büyük" otomobil şirketinde greve hazırlanıyor- General Motors, Ford ve Stellantis. Yaklaşık 150 bin ABD otomotiv işçisi greve hazırlanıyor. Bu, 2008 mali çöküşü ve pandemi sırasında verilen tavizleri geri almak,  ücret konusunda mücadele etmek için yeni bir hazırlığı tanımlayacak bir savaş. Ancak sendika liderleri son dakikaya kadar bir uzlaşma arayışındaydı. Tehlikelerden biri, yakın zamanda UPS'de olduğu gibi bir anlaşma. Sendika liderleri, küçük kazanımlar ve büyük geri adımlar karşılığında işçi sınıfını heyecanlandıracak potansiyel büyük bir  grevi durdurdu. Bir diğer tehlike ise sendikaların sadece küçük bir işçi azınlığını kapsayan "hedefli" eylemler yapması.  Grevler "Üç Büyük" otomobil şirketinde -General Motors, Ford ve Stellantis (daha önce Fiat, Chrysler ve PSA) - yapılacak. Birleşik Otomobil İşçileri (UAW) sendikasının kısa bir süre önce seçilen "reformcu" başkanı Shawn Fain, sendika ile sözleşmesi bitene kadar bir anlaşmaya varamayan üç firmadan herhangi birinde grevin başlayabileceğini söyledi. Grevler ağır sonuçlar doğurabilir. Bir danışmanlık firmasının tahminlerine göre sadece Stellantis'te yapılacak on günlük bir grev, ABD ekonomisine 1 milyar doların üzerinde bir maliyet getirebilir. Aynı zamanda popüler de olacaktır. Bu hafta yapılan bir anket, ankete katılanların UAW grevini ikiye bir oranında destekleyeceğini gösterdi. Bunun nedeni, kendilerine fedakârlık yapmaları söylenirken kârların artmasından ve sigorta kapsamları çok zayıf olduğu için sakatlanmalar sonucu ortaya sağlık masraflarına katlanmaktan bıkmış olan milyonlarca ABD işçisiyle uyuşmasıdır. Sendika, Üç Büyükler'de dört yıl içinde yüzde 40'lık bir ücret artışı ve ücretlerde kesinti olmaksızın 32 saatlik bir çalışma haftası talep etti. Ayrıca bankacılık krizi sırasında patronlar tarafından dayatılan ve Başkan Barack Obama tarafından da desteklenen çok kademeli işgücü uygulamasının da kaldırılmasını istiyorlar. Şu anda, 2007'den sonra işe alınan UAW işçileri garantili emeklilik maaşı almıyor. Sağlık sigortaları da daha önce işe alınan işçilerden daha kötü. Üst düzey montaj işçileri saatte 32,32 dolar kazanırken, bu düzeyde uzun süre çalışmış olabilecek geçici işçiler 16,78 dolardan başlıyor.  UAW, geçici işçilerin 90 gün sonra tam sosyal haklar ve kâr paylaşımı ile daimi işçi olmalarını istediğini söylüyor. Süresi dolmak üzere olan 2019 sözleşmelerine göre, geçici bir çalışanın kalıcı hale gelmesi iki yıl sürüyor.  Daha fazla ücret için bol miktarda para var. Son on yılda otomobil firmaları neredeyse 248 milyar dolardan fazla kâr elde etti; bunun 20 milyar doları son altı ayda gerçekleşti. Patronlar, fabrikaların kapatılması, üretimin Meksika'ya kaydırılması ve elektrikli araç üretimi arttıkça toplu işten çıkarmalarla tehdit ederek grev hareketini zayıflatmaya çalıştı. UAW buna karşılık olarak sert konuştu. Fain, "Sendikamız," dedi, "petrol baronlarının yerine batarya baronlarının geçmesine seyirci kalmayacaktır." Ancak aynı zamanda sendika liderleri de anlaşmalar yapıyor. Sektör medyasından Automotive News'in haberine göre, "Detroit 3'ü grevle tehdit etmesine günler kala UAW, teklife aşina olan kişilere göre, önümüzdeki dört yıl için ücret artışı talebini yüzde 30 aralığına indirdi." Haberde bunun "sendikanın en önemli taleplerinden birinden ödün verme isteğine işaret ettiği" belirtildi. Çarşamba günü yayınlanan bir videoda ise sendika, 1936-7 yıllarındaki isyancı oturma grevlerinin tarihini utanç verici bir şekilde kullanarak, bugünkü yeni mücadele yönteminin sadece az sayıda fabrikada hedefli grevleri içerdiğini söyledi. UAW'nin "ayağa kalkma grevi" olarak adlandırdığı şey, gerçekte çoğu işçi için bir "geri çekilme" grevidir. Facebook canlı yayınında Fain işçilere şöyle seslendi: "Sadece ulusal liderlik tarafından greve çağrılırsanız grev yapacaksınız. Eğer yerel yönetiminiz tarafından çağrılmazsanız, çalışmaya devam edeceksiniz. Bu son derece önemli" dedi. Ancak Stellantis'in Sterling Heights, Michigan'daki damgalama fabrikasından bir işçinin söylediği gibi, "Gece yarısı gelip geçerse ve hepimiz hala işteysek, çoğu kişi hayal kırıklığına uğramış hissedebilir. Toplu eyleme olan ilgisini veya yeni yönetime olan güvenini kaybedebilir." Grev devam etmeli ve süresiz olmalı. Dünyanın dört bir yanındaki General Motors, Ford ve Stellantis işçileri dayanışmayı sağlamak için şimdiden hazırlanmalıdır.

Geri 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 İleri

Bültene kayıt ol