İlçeyi ayakta tutan belediye işçileri, ödenmeyen maaş farkları ve aylardır süren düzensiz maaş ödemelerine son vermek için İzmir Çiğli Belediyesi önünde uyarı eylemi yapıldı.
Genel-İş Sendikası yetkilisinin yaptığı açıklamada, belediye yönetimi tarafından bu uyarının dikkate alınmaması durumunda, 25 Mart'ta itibaren üretimden gelen güç kullanılarak iş bırakılacağı söylendi. Yarım saat süren uyarı eylemi işçilerin coşkulu sloganları ile sonlandırıldı.
Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB) gönüllüsü Kadim Fırat’a sorduk.
Yerel seçimler kapıda. Yerel yönetimlerde çalışan yüz binlerce işçiye verilen vaatler tutulmamışken, seçim sonrasına dair tabanda hangi görüşler var?
Kadim Fırat: Belediye iş kolunda seçim sonrasına dair umutlu bir beklenti olmadığını söyleyebiliriz. Yoksullaşma, ücretlerin erimesi, yaşam pahalılığı, gelecekte kemer sıkma çemberine sıkışıp kalan işçilerin bu sürecin olumsuzluklarını yaşadığını görüyoruz.
Hem 2023 genel hem 2024 yerel seçimleri öncesinde belediyelerde çalışan 700 bin işçinin şartlarının olumlu anlamda değişmemesi beklentiyi minimuma indiriyor.
Seçim süreçleri işçilerin siyasi partilere daha yoğun baskı kurma ve istediklerini alabilme süreci olmasına rağmen, her iki seçimde de işçiler bir şey alamadılar. Ek protokol ile bir miktar zam ve biraz promosyon parası sıkıştırdılar işçilerin cebine, sus payı niyetine. Hepsi bu kadar. Bunlardan da tüm işçiler yararlanmadı.
Siyasi partiler, işçilerin sorunları yokmuş gibi davranıyor. İşçiler konu dışı bırakılıyor, partilerin seçim kampanyasında afiş asan ve oy kullanan pasif insanlar olarak konumlandırılıyor.
Sendikalar işçi haklarına karşı duyarsız. Yeni dönemde seçilecek belediye başkanları ile ortaklaşma çabasındalar, hatta seçileceği garanti başkanların yanında durmaktan geri kalmıyorlar, işçileri kampanyalara yönlendiriyorlar.
Bu anlamda işçilerin yetkili sendikalardan da beklentisi yok. Bir ilerleme sağlayacağını da düşünmüyorlar.
TABİB ve ortakları dışında ortada itiraz eden, talep haykıran, süreç yürüten, eylem yapan kimse yok.
İkincisi, yüz binlerce belediye işçisi, belediyenin el değiştirmesi sonrasında işten atılacağı gerilimini düşünerek yaşıyor. Çünkü hiçbir işçinin iş garantisi yok.
Geriye 2024 Toplu İş Sözleşmeleri kalıyor. Onların da belediye başkanlarının, işveren sendikaları ve işçi sendikaları yönetimlerinin el ele vermesiyle işçiye sefalet sözleşmeleri olarak döneceği kesin gibi. Seyyanen zamlar ve bir miktar artış, üç beş idari madde yapılarak mesele kapatılmaya çalışılacak.
Bu bir kumpas ve bu kumpası bozulmalıyız.
TABİB ve kamuda çalışan taşeron işçiler 5 ayda 5. eylemini yaptı. Bundan sonrası için neler yapmayı düşünüyorsunuz?
İşçiler arasında yukarıda saydığımız olumsuzluklar bir yana tabanda birlik eğiliminin de kurulduğu bir evreden geçiyoruz.
Uzun zamandır birbirinden uzak, birbirine yabancı, siyasetin bölüp istediği gibi yönettiği işçi grupları sosyal medyada kurdukları diyaloğu sokağa taşımayı başardılar. Birlikte eylem yapmak, aylarca süren çalışmalar örgütlemek olağanüstü bir deneyim kazandırıyor. Ve birlik eğilimi giderek büyüyor, yüz binlerce işçinin her gün süren hak arama mücadelesine katkı sunuyor. Farklı kutuplarda yer almış işçiler birlikte davranmayı öğreniyor.
İlk 4 eylemimiz belediye şirket işçileri ve kamu taşeron işçileri imzalıydı. 5. eylemimizde kamu işçisi arkadaşlarımızla da ortaklık kurmayı başardık. Kamu işçisi, kadrolu olmasına rağmen ekonomik açıdan büyük zorluklar yaşıyor, sokağa birlikte çıkmamız hem yeni bir durum hem de mücadele kapsamını genişletmesi bakımında değerli olduğu gibi dayanışma zeminini kuvvetlendiriyor.
Eylemler ve örgütlenme çalışmaları devam edecek. Sosyal medya çalışmaları devam edecek. Ek Protokol kavgası devam edecek. Toplu İş Sözleşmelerine birlikte müdahale çalışmalarımız hız kazanacak.
Taşeron sisteme, şirket işçiliğine karşı, güvencesizlik ve düşük ücretlere karşı politik pratik adımlar kararlılıkla atılmaya devam edecek.
Bilmeyenlere TABİB’i anlatır mısın? Hangi ihtiyaçtan doğdu? Nasıl bir örgütlenme?
2018 yılından itibaren, onlarca yıllık taşeron sürecinden çıkmış, sendikalı olmuş, uzun yıllar hiçbir sosyal hakkı olmamış işçilerin, haklarını geliştirme, işçi mücadelelerine nefes verme, sendikalarda demokratik bir ortamın tesisi için çaba harcayan işçilerin uğraşları duvara tosladı.
İşveren ve sendika ortaklığı ile işçilerin ileri hamleleri sabote edildi. Grevlerimiz boğuldu, toplu iş sözleşmelerimiz gece yarısı imzaları ile paçavraya çevrildi.
Sendikal süreçlere büyük bir itki kazandırabilecek on binlerce işçi, sendikal bürokrasinin ayak oyunlarıyla etkisiz hale getirildi. Nerede işçiler kendi çabaları ile güzel bir değer yaratsalar, işçi demokrasisinin nüvelerini dikseler, orada işveren ve sendikanın patronları bu değerleri paramparça etti. Türkiye işçi sınıfına ve demokrasi mücadelesine büyük kazıklar attılar.
On yıllarca toplumsal muhalefetin çeşitli alanlarında emek veren, 2018 itibarı ile sendikaya girdiğinde pek çok şeyi değiştirebilecek kudrete sahip on binlerce işçinin önü yılların çürümüş sendikacıları tarafından profesyonelce kapatıldı. Yeni üyelerin bu çürümüşlüğü aşabilecek, bu kumpas kültürünü kıracak bir deneyimi ve bilgi ağı yoktu.
2021’de Kadıköy, Maltepe grevlerinin işveren ve sendika bürokratları iş birliğinde onur kırıcı bir şekilde kırılması öncü işçiler içinde yeni arayışların başlamasına neden oldu.
Siyaset ve sendikanın bu aleni ortaklığına karşı ulusal düzeyde yeni bir örgütlenme arayışı fikrini kristalize etti. Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB), yozlaşmış kültüre ortak olmak istemeyen işçilerin tabanda örgütlenme, diğer belediyelerde olup biteni bilme ve bağ kurma arayışı sonucunda doğdu.
Kısa sürede diğer belediyelerde iş durdurmuş, TİS süreçlerinde şartları zorlamış, greve gitmiş öncü işçiler arasında bağlar kuruldu. Ortak gündemler tartışıldı. İşçilerin ortak çıkarları ve gündelik ihtiyaçları konusunda çalışmalar yapıldı. Kuvvetli bir sosyal medya örgütlenmesi hedeflendi. Bu başarılınca sokağa çıkıldı, basın açıklamaları yapılarak irade beyanında bulunuldu.
Sendika ve siyasete dayanmayan, işçilerin kendini ifade edebileceği, yatay diyebileceğimiz bir örgütlenme doğdu ve çeşitli belediyelerde muhatap buldu.
TABİB bugün, sendika koltuklarından kırıntı peşinde koşmayan, temsilci ya da şube yönetimine girmek için çalışma arkadaşlarını ezmeyen, onları kazıklamayan, işverenin yarattığı rekabeti yeniden sendikalarda ve işyerlerinde üretmeyen, doğrudan demokrasiden yana, sadece bir işyerinin, şantiyenin, ofisin sınırlarıyla yetinmeyen, mücadeleyi ulusal düzeyde bir işçi örgütlenmesine doğru çeken, işyerindeki, üretim alanındaki örgütlenmeyi önemseyen, birleşik bir işçi mücadelesi örmeye çalışan ve bunun için maddi bir beklentiye ve çıkara sahip olmayan herkesin örgütlenmesidir. Bu düşünce ve ilkeleri benimseyen her işçi TABİB’dir. Kimseden izin alması gerekmez, kimseye bildirimde bulunması gerekmez, özgürdür, işçi sınıfını güçlendirecek her eylemi, imgeyi örgütleyebilir.
Belediye işçilerinin hakları ancak ulusal düzeyde güçlü ve kararlı bir işçi hareketi ile kazanılabilir. TABİB, bunun için mental olarak işçilerin sendikalardan kopmasından yanadır. Yani sendikacıların işçilere diktiği kefeni paramparça etme cüreti gösterilmeli. “Sendikalardan istifa edin, başka bir sendikaya geçin” demiyoruz. Sendikaların tabanında güçlü bir ses çıkarma zamanı diyoruz, hep birlikte. Sendikacıların ideolojik ve politik yönelimine, yöntemine, düşünüş biçimine teslim olmama anlamında sendikalardan kopmalıyız diyoruz. Gücümüzü bağımsız bir işçi hareketinin inşası için harcamalıyız.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2016 yılında proje olarak başlattığı, 2020 yılında ise öğrenci sayısını 910 bine kadar çıkarmakla övündüğü Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), patronlara ucuz iş gücü sağlayan ve çocuk emeğinin sömürüsünü meşrulaştıran yapılar haline geldi.
Haftada 1 gün teorik eğitim için okulda, 4 gün ise MEB’in çıraklık sözleşmesi yaptığı işyerlerinde staj adı altında yetişkin bir işçinin yaptığı her türlü işi yüklenen 14-18 yaş aralığındaki çocuklar, iş güvencesiz, güvenliksiz, ağır sömürü ve baskı koşullarında, hak ihlallerine ve iş kazalarına maruz kalarak uzun saatler boyunca çalıştırılıyorlar.
Ekonomik koşullar, buna bağlı olarak eğitim hayatından kopmalar, sınıf tekrarları, üniversiteyi kazanma umudunun kaybedilmesi gibi sebepler bu çocukları istemedikleri bu tercihi yapmak zorunda bırakıyor.
Okula gitmesi gereken o 1 günde bile, hatta tüm okulların tatile girdiği ara tatillerde ve haftanın 6 günü çalışmak zorunda kalıyorlar. Yoklamayı işveren tutuyor. Haftada 1 gün okula gitse bile zaten aşırı yorgunluktan derslere uyum sağlayamıyorlar. Bunun karşılığı olarak asgari ücretin yüzde 30’unu alıyorlar. Bunun da 3’te 1’i zaten devlet tarafından çocuğa ödenmesi için işverene ödeniyor. Güvencesiz çalıştıkları için onu bile zamanında ödemeyerek haklarını gasp ediyor.
Denetlenmeyen çoğu işyerinde fiziksel ve psikolojik yeterliliğe sahip olmayan bu çocuklar arasında tehlikeli iş makinelerine sıkışma, elektrik çarpması, uzuv kaybı, yanma, kimyasallara maruz kalma gibi iş kazalarının yanı sıra iş cinayetleri de artmış durumda.
Arda metal makinesine sıkışarak, Erol Can üzerine sunta bloklarının devrilmesiyle, Beyzanur vücudunun büyük bölümü yandığı ve hastaneye geç götürüldüğü için, Ömer elektrik bağlantısı yaparken çatıdan düşerek, Ulaş kaporta atölyesinde yanarak can verdi.
MESEM’ler ucuz emeği ve patronların talebiyle çocuk işçi çalıştırmayı teşvik eden ve meşrulaştıran, çocuk işçiliğe yasal kılıf uyduran “eğitim’’ merkezleridir.
Türkiye imzaladığı ILO Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne uymalıdır.
Çocuk çalıştıran işyerleri denetlenmelidir. MESEM projesi iptal edilmelidir. Bu çocuklara meslek eğitimleri denetimsiz, kontrolsüz, çocuğa uygun olmayan oto sanayi, torna tezgahı gibi ağır ve çok tehlikeli işlerde çalıştırılarak değil; kendi meslek liselerinde, pedagojik eğitim almış meslek öğretmenleri gözetiminde verilmelidir. Bu liselere yeterli kaynak ayrılmalı, yeterli öğretmen atamaları yapılmalı, işliklerde ve atölyelerde kullanılacak makineler ve materyaller için kaynak ayrılmalı, bu çocuklara burs sağlanmalı. MEB patronlara çocuk işçi çalıştırması için ödediği teşvik paralarını bunun için harcamalı.
Ebru Öğretmen
(Sosyalist İşçi)
İzmir Kemalpaşa’da bulunan Lezita fabrikasında Öz Gıda-İş sendikasının yetki alma ve toplu iş sözleşmesi mücadelesi, sendikanın 7 Mart’ta greve çıkmasıyla sonuçlandı. İzmir’in en büyük 10 sanayi firması içinde bulunan, piliç eti ve işlenmiş et ürünleri üreten ve yaklaşık 3.500 kişinin çalıştığı fabrikada sendikalaşma mücadelesi üç yıl sürmüştü. Asgari ücrete, uzun çalışma saatlerine ve fazla mesaiye zorlanan işçiler, iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla boğuşuyordu.
Bu yüzden işçiler 2021 yılından itibaren sendikalaşmaya çalışmış ancak fabrika yönetimi sendikaya üye olan işçileri “yüz kızartıcı suç” maddesinden tazminatsız olarak işten çıkarmış, işçileri sendikadan istifaya zorlamış, e-devlet şifrelerini vermelerini dayatmış, işten çıkarmakla tehdit etmişti. 2022’de kırktan fazla işçi işten çıkarılmış, sendikacılar jandarma tarafından gözaltına alınmıştı. Öz Gıda-İş’in sendikada yetki almasına karşı işverenin açtığı dava Şubat 2023’te işçilerin lehine sonuçlanmıştı. Buna rağmen Lezita patronunun toplu iş sözleşmesine yanaşmaması nedeniyle Öz Gıda-İş sendikası 7 Mart’ta greve gitti. Patron greve karşı tırlarla grev alanını küçülttü, dikenli teller çekti ve işçilerin sesini bastırmak için sürekli yüksek sesli müzik yayını yaptı. Kurulan vinç ile işçiler filme alındı. İşveren ayrıca Hindistan’dan gelen 50 işçiyi fabrikada işe başlattı.
Mülteci düşmanı Zafer Partisi’nin ve bu partinin genel başkanı Zafer Özdağ’ın Lezita direnişine ilgisi, Hindistanlı işçilerin gelişiyle başladı. Onun fabrika ziyaretinin ardından da sosyal medyada Lezita firmasına yönelik Hintlilerin “pisliği” temelinde boykot çağrıları yapılmaya başlandı. Oysa fabrikada 2021’den itibaren yürütülen bütün sendikalaşma sürecinde işçilerin yanında Ümit Özdağ değil, sol partiler ve sendikalar vardı. Özdağ ise seçim kampanyasının bir parçası olarak direniş alanına geldiğinde, sendika yetkilileri jandarmanın patron yanlısı tavrını dile getirdiği halde sadece Hindistan’dan gelen işçiler konusuna odaklanarak işçilerin direnişini kendi yabancı düşmanı, ırkçı söylemi için kullanmaya çalıştı. Özdağ’ın geldiği gelenek bir yandan fabrikalarda sendikalaşmayı bastırmak için patronların maşalığını yaparken diğer yandan işçileri milliyetçi, ırkçı fikirler üzerinden başka işçilere karşı kışkırtan bir gelenektir.
Dünyanın her yerinde göçmen işçilerin güvencesizliği, örgütsüzlüğü, çaresizliği patronlar tarafından kullanılıyor. Patronların bu hamlesine, Özdağ’ın yaptığı gibi Hindistanlı işçilere yönelik nefret söylemleriyle değil, ancak sınıf dayanışmasıyla karşılık verilebilir. Geçmişte Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’da daha düşük şartlarda, sendikasız, güvencesiz olarak çalıştırılan Türk işçiler nasıl o ülkedeki sendikalar tarafından kapsandıysa, bugün de Türkiye’deki sendikaların görevi geldiği ülkeden bağımsız olarak Türkiye’de çalışan her işçiyi kapsamaktır. Patronların işçiyi işçiye kırdırma politikasına yalnızca böyle bir birlik karşı koyabilir.
Manisa'nın Akhisar ilçesinde bulunan Power-Paker fabrikası işçileri hakları ve insanca yaşam için direniyor. İşçiler, 'Grev kapıda, kararlıyız, inançlıyız, çaresi yok biz kazanacağız' diyor.
DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçiler, patronlarla yaptıkları pazarlıklarda sonuç alamayınca süreç arabuluculuğa taşındı.
Arabulucundan sonuç alamayan işçiler, raporun yayınlanmasından sonra grevin kapıda olduğunu söyledi.
TÜİK Ocak ayı istatistiklerinin ardından DİSK-AR kendi araştırmasını yayınladı. Bu araştırma işsizlikteki artışın bir eğilim haline geldiğine gösteriyor.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi, TÜİK'in hamverilerine dayanarak şu sonuçlara ulaştı:
Geniş tanımlı işsiz sayısı pandemi dönemi hariç en yüksek düzeyde!
Zamana bağlı eksik istihdam bir yılda 1,3 milyon kişi arttı!
Geniş tanımlı işsizlik yüzde 26,5!
Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 33,8!
Üçüncü en yüksek işsizlik kategorisi olan genç kadın işsizliği yüzde 21,2 oldu.
Resmi işsizlerin yüzde 87,7’i işsizlik ödeneği alamıyor.
Dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki fark 17,4 puan.
Saptamalar
"TÜİK’in Ocak 2024 Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) sonuçları 11 Mart 2024’te yayımlandı. Mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 9,1, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) ise yüzde 26,5 seviyesinde gerçekleşti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Ocak ayında 3 milyon 214 bin oldu.
DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Ocak 2024’te 10 milyon 453 bin kişi olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 2 milyon 155 bin, 10 yılda ise 5,1 milyon kişi arttı. Böylece son 10 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı iki katına çıktı. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki bu artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsizleri, iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır. Özellikle zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısında devasa bir artış söz konusudur. Haftalık 45 saatten daha az çalışan ve imkanı olması durumunda daha çok çalışmayı isteyenleri kapsayan zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısı son bir yılda 1,9 milyondan 3,2 milyona yükselerek 1 milyon 295 kişi arttı. Zamana bağlı eksik istihdamdaki bu artışın sebebi ekonomideki durum ve artan enflasyon ile geçim zorluğu yaşayan kişilerin daha fazla çalışarak daha fazla ücret elde etmek isteyenler olabilir."
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayın.
TÜİK Ocak ayı verilerine göre işsizlik önceki aya göre 0,2 puan artarak yüzde 9,1 oldu. Geniş tanımlı işsizlik ise 1,7 puan artarak yüzde 26,5'e yükseldi.
2024 Ocak ayında:
15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı bir önceki aya göre 85 bin kişi artarak 3 milyon 214 bin kişi oldu.
İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,7 iken kadınlarda yüzde 11,7 olarak tahmin edildi.
15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 1,1 puan artarak yüzde 16,6'ya çıktı. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 14,1, kadınlarda ise yüzde 21,1 olarak öngörüldü.
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 1,7 puan artarak yüzde 26,5 oldu.
Başta DİSK Araştırma Dairesi olmak üzere başka araştırmaların, TÜİK ham verilerine dayanarak yaptıkları hesaplamalarda işsiz sayısının daha yüksek olduğunu saptadıklarını belirtelim.
Belediye şirket işçileri, belediye taşeron işçileri, kamu taşeron işçileri, ASM gruplandırma çalışanları, 4D’li kamu işçileri “Ücretlerde iyileştirme, çalışma hayatında güvence, kadro istiyoruz” talebiyle bir araya geldi. Bu 5 ayda yaptıkları 5. eylem oldu.
Eylemde "İşçi burada kadro nerede, birleşe birleşe kazanacağız, işçiyiz, haklıyız, kazanacağız, sefalete teslim olmayacağız, devlet taşeron çalıştırmaz, birleşen işçiler yenilmezler" sloganları atıldı.
Ankara Ulus Meydanı'nda yapılan protestoda farklı işkollarında çalışan taşeron işçiler, sorunlarını ve taleplerini aktardı.
Belediye şirketi işçileri adına konuşan Burak Terlemez:
“608 bin belediye şirket işçisine norm kadro, taban ücret, ilave tediye, iş güvencesi, vergi adaleti, eşit işe eşit ücret, tüm belediyelerde işçi sağlığı birimleri oluşturulması, sendikal örgütlenme özgürlüğü, memur işi yapan tüm işçilerin memur kadrosuna geçirilmesi, keyfi işten çıkarmaların son bulmasını istiyoruz.”
"Ülkemizde bin 393 belediye bulunmaktadır. Belediyelerde norm kadrolu 39 bin işçi bulunurken, belediye şirket ve iştirak işçisi sayısı 608 bine ulaşmıştır. Bu da şirket ve iştirakler aracılığı ile belediyelerde modern köleliğin tescillidir.”
Aile Sağlığı Grup Elemanları Derneği adına Duygu Tok:
“Hepimiz birinci basamakta profesyonel sağlık hizmeti veriyoruz ama hekimlerin iki dudağı arasında çalışıyoruz. İş güvencemiz, iş tanımımız, mali ve özlük haklarımız yok. Birinci basamağın tüm yükünü omuzlayan tarafız. yaklaşık 13 bin kişi olan sayımız eminiz ki devletimize yük olmayacaktır.”
“Bir kez daha soruyoruz; bizler neden hâlâ 4-A'lı olarak hekimlere bağlı çalışıyoruz? Neden sözleşmelerimizi hekimlerimizle imzalıyoruz? Türkiye yüzyılında kadrolu özlük hakkı olan sağlıkçılar olmak hakkımızdır. Hekimlerimizi muhasebecilikten, bizi de işsiz kalma korkusundan kurtarmak siz devletimizin elindedir.”
Kamu Taşeron İşçileri Sendikası adına konuşan Mahmut Odabaş:
“KİT’lerde, karayollarında çalışan taşeron işçileriyiz. Müşavirlik, çağrı merkezi çalışanlarıyız, kiralık araç şoförleriyiz, yemekhane, PTT, şehir hastaneleri, radyoloji çalışanlarıyız… İsmini sayamadığımız birçok taşeron firmada çalışan hiçbir özlük hakkı olmayan, açlık sınırının altına terk edilmiş işçileriz.”
“Biz istiyoruz ki kamuda yaşanmakta olan adaletsizlik giderilsin, iş barışı sağlansın. Biz istiyoruz ki, eşit işe eşit ücret, eşit işe eşit sosyal hak, eşit işe eşit muamele yapılsın. Bir kamu kurumunda aynı işi yapan çalışanlar arasında, aynı projeye imza atan mühendisler arasında, aynı iş makinasını kullanan işçiler arasında, iki farklı devlet bankasında devletin parasını ve çalışanını koruyan güvenlikler arasında hiçbir hak fark olmasın istiyoruz. İstiyoruz ki kamuda taşeron olmasın!”
Sendikacılar ve siyasetçiler tarafından haklı talepleri görmezden ve duymazdan gelinen, belediyelerde ve kamuda güvencesiz koşullarda ve düşük ücretlerle çalıştırılan işçiler "Ücretlerde İyileştirme, Çalışma Hayatında Güvence, KADRO İSTİYORUZ" şiarıyla meydanlara çıkıyor!
- Belediye Şirket İşçileri,
- Belediye Taşeron işçileri,
- Kamu Taşeron İşçileri,
- ASM Gruplandırma Çalışanları,
- 4D'li Kamu İşçileri'nin
Katılımıyla; 10 Mart 2024 Pazar Saat 14.00'da Ankara Ulus Heykel Meydanı'nda, basın açıklaması yapılacak.