Bir milyon civarında çocuk, işçilik yapıyor. Geçen seneden bu yana 639 çocuk çalışırken öldü.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2023 itibarıyla çocuk nüfusu 22 milyon 206 bin 34 idi. Yeni kuşak toplam nüfusun yüzde 26'sını oluşturuyor. Öğrencilerse yetersiz beslenmenin yanı sıra çalışmak zorunda da kalıyorlar ve vahşi sömürü ile iş cinayetleri ile karşı karşıyalar.
2020 yılında yüzde 16.2 olan çocuk işçi oranı, 2023 yılı itibariyle yüzde 21.1'e çıktı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Genel Koordinatör Murat Çakır bu vahim durumu şöyle anlatıyor:
"Çocuk işçi ölümlerinin yüzde 50’den fazlası tarım sektöründe oluyor. 2024’ün ilk 4 ayında tespit ettiğimiz 18 çocuk işçi ölümü var. Ancak bunların hiç biri tarım sektöründe değil. Özellikle yaz aylarında yaşanıyor bu ölümler. Bugünden itibaren tarımda çocuk işçileri ölümleri görebiliriz."
Çalışma yaşı düşüyor
"Bizim resmi olarak kayıt tutmaya başladığımız 2013’ten bu yana yani son 10 yılda en az 689 çocuk işçi ölümü var. Bunların üçte birini çalışmanın yasak olduğu 15 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Üçte ikisi ise 15-17 yaş aralığında."
Üstelik çocuk işçiliği yaşı giderek düşüyor:
"Çocuk işçilik 4 yaşına kadar düşüyor. Bu nasıl oluyor? Mevsimlik işçilerde tarlada toplayıcılık yapıyor 4-5 yaşındaki çocuklar. Ya da büyük şehirlerde tartıcılık, cam silme, sokakta müzisyenlik gibi işler yapıyorlar. Ama 4-8 yaş arası çocukları mevsimlik işlerde daha yoğun olarak görüyoruz."
MESEM'lerde iş cinayetleri
Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Eğitim Merkezi’nde (MESEM) son 8 ayda 8 çocuk hayatını kaybetti. Çakır şunları söyledi: “Burada çocuklara asgari ücretin üçte biri kadar ücret ödeniyor. Ancak orada bir yardımcı iş de yapmıyorlar, ana işin kendisini yapıyorlar. Çocuk işçi ölümlerinde de açığa çıkan gerçek bu."
Çocuk işçiliğini önlemek, yoksul ailelerin gelirlerini artırmakla mümkündür. Kısıtlı sosyal yardımla bu derin yoksulluk yok edilemez. Yardımlar artırılmalı ve yaygınlaştırılmalı. Fakat bu da yetmez.
Asgari ücret ve genel ücretleri yükseltmek için verdiğimiz mücadelenin yanı sıra kronik işsizlik sorununu da görmeliyiz; işsizliği çözmek için kamu yatırımlarının yapılması ve yeni işlerin yaratılması da elzemdir.
Çağın ihtiyaçlarına göre güncellenmesi zorunlu olan eğitim öğretim müfredatının yeniden düzenlenmesi Türkiye’de de bir süredir tartışılıyordu. Ancak bakanlığın oluşturduğu yeni müfredat öğretmenlerin, akademisyenlerin, eğitim sendikalarının görüşü alınmadan bir oldu bittiye getirildi. Başvuru yapmalarına rağmen sendikaların, müfredatın oluşturulması aşamasında görüş sunmaları reddedildi.
Bir iki çıkarılmış kazanım veya eklenmiş yeni kazanımlardan öte, oluşturulan bu yeni müfredat, çocuğun yararını gözetmekten çok erdemler ve değerler eğitimi adı altında milli, dini ve ailenin önemi vurgularının çokça işlendiği, devletin hakim olmasını istediği görüş ve fikirlerin çocuğun zihinsel yapısını şekillendirme amaçlı kullanıldığı bir müfredat.
Bir süredir ders kitaplarındaki konuların da ağırlıklı olarak bu yönde işlendiği gözlemleniyordu zaten.
Teknik donanımlarının olmadığı, internete kolay erişilmediği okullarda yeni müfredata göstermelik olarak konduğu açıkça belli olan ‘’dijital okur yazarlık’’ öğretim programının ise hiçbir geçerliliği yok.
Yeni müfredat, bilimsellikten uzak, çağ dışı, dogmatik ve dayatmacı olup, eğitimde tek tipleştirmenin uygulanmaya çalışıldığı, niteliksiz, eleştiriye açık olmayan yapısıyla akademisyenlerin, öğretmenlerin ve eğitim sendikalarının karşı çıktığı bir müfredattır.
Ebru - Eğitim Sen
(Sosyalist İşçi)
Devletin, patronların ve akademisyenlerin Nisan ayı enflasyon hesaplamaları, zamların ve hayat pahalılığının yani sermayenin servete el koymasının tam gaz devam ettiğini gösteriyor. Ücretleri artırmak için aralıksız mücadele gereklidir.
Açıklanan Nisan tüketici enflasyonu, yani fiyatların artış hızı yıllık olarak şöyle:
Türkiye İstatiktik Kurumu (TÜİK): yüzde 69,80
İstanbul Ticaret Odası (İTO): yüzde 78
Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) enflasyon yüzde 124,35
2024'ün ilk dört ayında gerçekleşen aylık tüketici enflasyon rakamları da yüzdesel olarak şu şekilde
Ocak: TÜİK 6,70 - İTO 6,72 - ENAG 9,38
Şubat: TÜİK 4,53 - İTO 4,07 - ENAG 4,32
Mart: TÜİK 3,16 - İTO 3,92 - ENAG 5,68
Nisan: TÜİK 3,18 - İTO 4,89 - ENAG 5,02
4 Aylık: TÜİK 18,72 - İTO 21,07 - ENAG 27,98
Bu tablo 2018'den bu yana Erdoğan yönetiminin yinelediği enflasyonla mücadele iddiasının 2024'te de hayata geçirilmediğini ortaya koyuyor.
Şirketler yüksek karlar elde ederken, gıdadan enerjiye tüm kalemlerdeki temel ürün fiyatları durmadan zamlandırılarak servetin kapitalist azınlığın elinde toplanması sağlanıyor.
Bazı burjuva iktisatçılarının hemen dile getirdiği şey "kemer sıkma asıl şimdi başlıyor" oldu.
İktidarın enflasyonla mücadele dediği şey ekonomik dengelerin bozulmasının faturasını halka ödetmektir.
Açıklanan enflasyon oranları ücretleri yükseltme mücadelesinin güncel önemini bir kez daha gösteriyor.
Ücretler, gerçek enflasyon oranına göre üç ayda bir arttırılmalı. Asgari ücretin yıllık olarak belirlenmesi, işçi ve memur maaşlarının (buna bağlı şekilde emekli aylıklarının) yıllık ya da iki yıllık sözleşmelerle düzenlenmesi kabul edilemez.
Sendikalar güçlerini ücretleri artırma mücadelesi için birleştirmeli.
Devrimci sosyalistler 1 Mayıs'ta İstanbul, İzmir ve Ankara'da ne yapacak? Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) duyuruları...
Toplumun başta ücretli çalışanlar, emekliler, göçmenler, öğrenciler, işsizler ve istihdam dışında bırakılan kadınlar olmak üzere en geniş kesimleri yakıcı bir yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Sermaye sahipleri, patronlar, yatırımcılar ve bürokratlar ise halinden oldukça memnun. Şirket kârları tarihi rekorlar kırarken gıda enflasyonu, işsizlik, gelir eşitsizliği, çocuk yoksulluğu, uzun çalışma saatleri gibi bir dizi başlıkta da rekorlar kırılmaya devam ediyor! Türkiye, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü) gibi kurumların son dönemlerle yayınlanan raporlarına göre tüm bu alanlarda ya lider ya da dünyanın en kötü 5 ülkesinden biri konumunda.
Patronlar enflasyon, devlet teşvikleri, vergi afları ve denetimsiz sömürü sayesinde giderek zenginleşirken işçilerin ve yoksulların gayrı safi yurtiçi hasıladan aldığı pay her geçen gün küçülüyor. İktidarın enflasyonla mücadele paketi ise kredi kartı kullanımının sınırlandırılması, maaşların sabit tutulması, sıkı para politikası gibi yöntemlerle talebi kısarak fiyatları düşürmek üzerine kurulu. Ancak ortada bir gerçek var ki toplumun en yoksul yüzde 60’ının tüketim harcamalarının toplamı 3,33 trilyon lirayken en zengin yüzde 20’lik dilimin tüketim harcaması 3,20 trilyon lira! En zengin yüzde 40’ın toplam harcamaları da 5,23 trilyona ulaşıyor. Yani enflasyona yol açtığı iddia edilen talep, acı reçeteyi kabullenmesi istenen toplumun geniş kesimleri nedeniyle değil son yıllarda giderek arsızlaşan sermaye sahipleri yüzünden yükseliyor ve bu da enflasyonu iyice körüklüyor.
Çalışma koşulları kölelikten beter
OECD’nin 2020 verilerine dayanarak yayınladığı bir rapora göre Türkiye’deki işçilerin arasında haftada 60 ve daha uzun saatler boyunca çalışanların oranı yüzde 15,1 ile dünya birincisi. Türkiye’yi yüzde 14,2 ile Kolombiya, yüzde 13,4 ile Meksika, yüzde 10,9 ile Hırvatistan takip ediyor ve bu alandaki OECD ortalaması yüzde 4,4. Enflasyon ve işsizliğin aritmetik toplamını ifade eden “sefalet endeksi”ne göre de Türkiye’nin notu hiç parlak değil. Türkiye 2022’de dünyanın en sefil 10. ülkesiyken, 2023’te Arjantin, Venezüella, Lübnan, Suriye, Zimbabve ve Sudan’ın ardından 7. sıraya yükseldi! Avrupa’nın gelişmekte olan ülkelerindeki brüt asgari ücretin euro cinsinden değerine bakıldığında ise Türkiye 1999’da 214 euro ile Polonya, Çekya, Litvanya, Macaristan gibi ülkelerden öndeydi. Ancak Ocak 2024’te Polonya 978, Litvanya 924, Estonya 820, Çekya 764 euro ile 11 ülkeden 8. olabilen ve çalışanlara 574 euro brüt asgari ücret vadeden Türkiye’nin önüne geçti.
Bu sırada şirket kârlarındaki patlama ve ücretlerin net katma değerdeki payı ise yoksulluğun sebebini ortaya koyuyor. Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşunun (İSO 500) 2012 yılında ödediği maaş ve ücretlerin net katma değerdeki payı yüzde 55’ken 2021’de bu oran yüzde 32’ye geriledi. Benzer bir durum Türk burjuvazisinin amiral gemisi olan Koç ve Sabancı gibi şirketlerin bilançolarına da yansıyor. Koç Holding’in 2021 bilançosunda yüzde 6,67 olan personel giderleri 2022’de bir önceki yıla göre yaklaşık 6’da 1 oranında azalarak yüzde 5,37’ye düştü. Sabancı Holding’in 2016’da yüzde 3,5 dolayında olan personel giderleri ise aktif personel sayısı 63 binden 68 bine yükselmesine rağmen yüzde 3,22’ye indi.
Kamuda da çalışan sayısında yüz binlerle ifade edilebilecek artışlara rağmen tıpkı özel sektördeki gibi personel giderlerinin harcamalar içindeki oranı 2019 yılı itibariyle dramatik bir biçimde yüzde 28’lerden yüzde 20’lere düştü. Yani devlet de daha çok personel daha az maaş denklemini uygulayan yapılardan bir tanesi. Öte yandan şirket kârları maaşlar gibi erimek şöyle dursun tarihi zirvelerini görüyor. Sabancı 2016’de yüzde 16 net kâr açıklarken 2022’de bu oran yüzde 35’e çıktı. Koç Holding de 2019’da yüzde 3 olan kâr oranını yüzde 8’e kadar yükseltmiş durumda! Sabancı son yıllarda kârını ikiye katlarken Koç’un kârlılığındaki artış bu oranın da üzerinde. Aslında şirketlerin maaşlarda yapacakları yüzde birkaç yüzlük artışlar çalışanların hayatlarını şimdiye kadar olmadığı ölçüde iyileştirebilecekken bu artışlar kârlarda ciddi bir düşüşe sebep olacak bir kalem bile değil.
İktidarın ve temsil ettiği patronların ekonomik saldırısını püskürtmek için kitlesel 1 Mayıs gösterileri iyi bir fırsat olabilirdi. Fakat konfederasyonlar ayrı ayrı eylemler yaparak bu imkanı kullanmayı bir kez daha kaçırdı.
31 Mart yerel seçimlerinde Erdoğan ve ortaklarının yenilgisinin başlıca sebebi yürüttükleri ekonomi politikaydı.
Sandık kapandı, şimdi kartlar yeniden dağıtılıyor. İşçilerin bu gidişatı tersine çevirebilecek yegane aktör olarak ortaya çıkmaları hem bir gereklilik hem de uygun koşullara sahip.
İşçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs'ta birleşik gösteriler düşük ücret dayatmasına, geçim sıkıntısına, iş cinayetlerine karşı milyonlarca çalışanın sesini duyurduğu kürsüler olabilirdi.
Bu gerçeğe rağmen sendikal konfederasyonlar ayrı ayrı mitingler yapma planlarını duyurdu.
En fazla üyeye sahip Türk-İş, 1 Mayıs mitingini Bursa'da yapacak.
Hak-İş konfederasyonu Kocaeli'nde kutlama yapacak.
DİSK ve KESK ise İstanbul'da Taksim'de buluşma çağrısı yaptı.
Memur-Sen, Samsun'da miting yapacağını duyurdu.
Sendika yönetimleri arasındaki rekabet ve görüş farklılıkları, 1 Mayıs'ın ortak bir mücadele kürsüsü olmasının yine önüne geçti.
İşçilerin, emekçilerin, emeklilerin bugünkü ihtiyacı birleşik ve kitlesel 1 Mayıslardır. Fakat mücadele elbette bir günle sınırlı değil. Bundan ders çıkartıp, doğru olanı hayata geçirmek gerekiyor.
---
Taksim girişimine nasıl bakıyoruz?
1 Mayıs gösterileri hemen her şehirde yapılacak. Fakat en fazla nüfusa sahip işçi kenti olan İstanbul'daki 1 Mayıs, her zaman genelimiz için büyük önem taşıdı.
Yerel seçimlerden sonra aklıselim her işçinin beklediği, İstanbul'da kitlesel ve birleşik bir mitingdi. DİSK ve KESK bunu hazırlayabilir, mücadeleci Türk-İş sendikalarının da yer almasını sağlayabilirdi.
Fakat bu olmadı. Önce KESK, ardından DİSK ayrı girişimlerle Taksim Meydanı'na çıkma kararı aldı. Üyelerinin çoğunluğu ücretli emekçi olan TMMOB ve TTB gibi meslek odaları da bu girişime destek verdi.
Taksim çağrısı yapan emek örgütleri şu gerekçeyi sundular:
Taksim Meydanı, 2013'ten bu yana 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. Anayasa Mahkemesi (AYM), geçen Aralık'ta verdiği kararda "1 Mayıs’ta Taksim’de olmak her işçinin, emekçinin hakkıdır" demişti. Dolayısıyla AYM kararı uygulamalıdır.
Teoride bu fikrin tartışılır bir yanı yok. Eğer Taksim Meydanı biz işçilere açılsaydı, yasaksız yıllarda olduğu gibi çok büyük bir gösteri düzenlenebilirdi.
Pratikte ise Taksim yıllardır devlet tarafından işçilere ve demokratik gösterilere kapatılmış durumda.
Nitekim İstanbul Valiliği, Taksim Meydanı'nı kapalı tutmakta ısrarlı. Üstelik iktidar bloku bırakın kararlarını uygulamayı AYM'nin yetkilerini ortadan kaldırmak ya da kapatmaktan söz ediyor. Yerel mahkemeler uzun süredir anayasaya göre en yüksek yargı organının kararlarını uygulamıyor.
Bu durumda 1 Mayıs'ta Taksim çağrısı yapan sendikalar ve örgütler, çeşitli noktalardan alana girmeyi zorlayacak. Fakat İstanbul'daki işçilerin çoğu bu yasak karşısında, demokratik-yasal bir miting olmadığı için o günü eylemsizlikle geçirecek.
Sosyalist işçiler olarak bu durumu kabul edilemez görüyoruz.
Elbette 1 Mayıs 1977 katliamını unutmadık.
Yasaksız 1 Mayıslarda Taksim'deki müthiş gösteriler, işçi hareketinin geleneğinde unutulmaz deneyimlerdir.
Sosyalist İşçi okurları da Taksim çağrısına uyacaktır.
Fakat İstanbul'un başka bir yerinde yüz binlerce kişinin katılabileceği ve sesimizi güçlüce duyurabileceğimiz 1 Mayıs mitingi imkanı varken bunun kullanılmamasını doğru bulmuyoruz..
Bu yaklaşımın artık son bulmasını, en geniş işçi ve emekçi kesimlerinin katılabileceği birleşik kitlesel gösterilerin hayata geçirilmesini istiyoruz.
---
Manisa Akhisar'da kurulu olan fabrikada çalışan Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grev kararını asmasının ardından işveren talepleri kabul etmek zorunda kaldı.
Birleşik Metal-İş Sendikası İşyeri Temsilciliği'nin duyurusu şöyle:
"Akhisar Organize Sanayi bölgesinde faliyet gösteren Hollanda menşeili Power-Packer (Ergun Hidrolik) fabrikasında 3 Mayıs 2024 tarihinde alınan Grev uygulama kararına istinaden, 19 Nisan 2024 tarihinde iş veren tarafından yapılan çağrı üzerine taraflar iş yerinde saat 10:00'da toplanmış ve Birleşik Metal İş sendika üyesi çalışanlarının onayı üzerine taraflar anlaşmış ve Grev kararı kaldırılmıştır.
Yapılan Toplu İş Sözleşmesinde;
Saat ücertleri ortalamasina % 96
Tüm sosyal haklara % 146
Oranlarında zam yapılmıştır.
Kamuoyuna saygıyla ilan ederiz..."
Birleşik Metal-İş Sendikası'nın Mart 2024'te İstanbul'daki tüketici fiyatlarını baz alan araştırması, asgari ücretin alım gücünün nasıl düştüğünü ortaya koydu.
DİSK/BİSAM tarafından TÜİK ham verileri ve piyasa fiyatlarına dayanan hesaplamasına göre:
1 Ocak 2024'ten bu yana asgari ücret net 17 bin 2 TL.
Mart ayında dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 16 bin 646 TL oldu.
Tek başına yaşayan bir kişi için yoksulluk sınırı ise 26,5 bin lira olarak belirlendi.
Dört kişilik bir ailenen asgari geçim masraflarına işaret eden yoksulluk sınırı 57 bin 578 TL'ye çıktı.
Nisan ayında gelişen zam dalgaları sonucu asgari ücretin yine açlık sınırıyla eşitlenmesi ve önümüzdeki aylarda altına düşüşü kaçınılmaz.
Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılması, emekli maaşlarının asgari ücret düzeyine çıkarılması milyonlarca insan için hayati bir sorundur.
Taksim Meydanı, 2013'ten bu yana 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. Anayasa Mahkemesi (AYM), geçen Aralık'ta verdiği kararda "1 Mayıs’ta Taksim’de olmak her işçinin, emekçinin hakkıdır" demişti.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) 1 Mayıs 2024 programını açıkladı.
DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, Taksim yasağını boşa çıkartan AYM kararının uygulanmasını istedi.
Görgün yaptığı konuşmada şunları vurguladı:
"Tüm bu zorlu çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için Anayasal demokratik haklarını kullanmak, sendikalı olmak, örgütlenmek, grev yapmak, meydanları doldurmak ve hatta geçinemediğini haykırmak bile “suç” olarak gösteriliyor. Zenginlerin ve muktedirlerin hiçbir kurala uymak zorunda olmadığı bir düzende milyonların ekmeği, hakları ve özgürlükleri gasp ediliyor. Örneğin TÜİK mahkeme kararlarına uymayarak enflasyon verilerini nasıl hesapladığını açıklamıyor, ekmeğimiz sahte enflasyon verileriyle küçülüyor. istenirken Türkiye dünyada işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasında."
"Ülkemizde Taksim 1 Mayıs alanı keyfiliğe karşı hukukun, otoriter tek adam rejimine karşı demokrasinin simgelerinden biri olmuştur. 2013’ten beri hukuk dışı biçimde 1 Mayıs’lara kapatılan Taksim Meydanı’na dair Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz yıl Aralık ayında son kararını vermiştir. Doğrudan bu karardaki ifadelerle söylersek ‘1 Mayıs’ta Taksim’de olmak her işçinin, emekçinin hakkıdır’ ve bizler de bu hakkı kullanacağız. Bu sene başta İstanbul Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin dört bir yanındaki 1 Mayıs meydanlarında coşkuyla, umutla buluşacağız. 1 Mayıs’ta alanlarda olmak işimize, aşımıza, ekmeğimize, emeğimize sahip çıkmaktır."
İki konfederasyon ve emek meslek örgütlerinin kurduğu platform bütün illerde 1 Mayıs mitinglerine hazırlanıyor.