TÜİK’in doğalgaz fiyatlarını enflasyon hesaplamasından düşeceği yönündeki açıklaması ile bu uygulamanın olası sonuçları hakkında DİSK-AR tarafından yapılan değerlendirmede şu tespitler öne çıktı.
· TÜİK doğalgaz fiyatını enflasyon hesabından düşme kararı aldı. Doğalgaz fiyatı 0 (sıfır) kabul edilecek.
· Bu uygulama enflasyonun olduğundan çok daha düşük veya eksi olarak açıklanmasına yol açabilir.
· TÜİK’in bu uygulamasıyla Temmuz 2023’te enflasyona göre zam alacak işçiler, memurlar ve emekliler büyük kayba uğrayacak.
· TÜİK yargı kararına rağmen enflasyon madde sepetini açıklamaktan kaçınırken yeni şaibeli bir uygulamaya, bir operasyona daha imza atıyor.
DİSK-AR'ın değelendirmesi:
TÜİK, 29 Mayıs 2023 tarihinde yaptığı 16 numaralı “Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) 05.05.2023 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ‘Doğalgaz Tüketimine İlişkin Sistem Kullanım Bedelleri Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Uygulanmasına Dair Usul ve Esaslar’ konulu, 11835 Sayılı Kararının Tüketici Fiyat Endeksine Etkisi” başlıklı kamuoyu duyurusu ile TÜFE’de doğalgaz fiyatının sıfır kabul edileceğini ve enflasyonun buna göre hesaplanacağını; bu durumun 2023 yılı Mayıs ayında enflasyonda aşağı yönlü kuvvetli bir etki yaratacağını açıkladı. Doğalgaz fiyatının sıfır kabul edilerek yapılan enflasyon hesaplaması birçok sorun ve emekçiler açısından büyük kayıplar yaratabilir.
TÜİK tarafından 04521 olarak numaralandırılan ve “şehir gazı ve doğalgaz” olarak adlandırılan maddenin TÜFE’ye etkisi yüzde 2,9’dur. Doğalgaz fiyatının 0 (sıfır) olarak kabul edilmesiyle, geriye kalan ve enflasyona yaklaşık yüzde 97,1 oranında etki eden bütün maddelerin aylık enflasyonunun yüzde 2,9’dan az olması durumunda aylık TÜFE eksi değerlere gerileyecek. Veya enflasyon aylık olarak 0 (sıfır) ya da çok az artmış olacak. Bunun sonucunda yılın ilk dört ayında yüzde 15,2 olan 4 aylık enflasyon oranı kalan iki ayda (Mayıs ve Haziran) gerileyebilir veya artmayabilir. Bu durum milyonlarca işçinin, memurun ve emeklinin gelirini olumsuz olarak etkileyebilir.
Bilindiği gibi işçilerin, memurların ve emeklilerin ücret, maaş ve aylık geliri genellikle 6 aylık enflasyon artışına göre belirleniyor. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçiler, diğer özel sektör işçileri, emekliler ve memurlar ocak-haziran dönemine ait enflasyon oranına göre zam alıyor. Mayıs 2023 döneminde enflasyonun doğalgaz fiyatının sıfır kabul edilerek açıklanması, aylık enflasyonun gerilemesine yol açacağından işçiler, emekliler ve memurlar daha düşük oranda zam alacaklar. Özel sektör işçilerinin ve toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin ücretleri için ise enflasyon oranı daha da özem kazanmaktadır. Memur maaşları ve emekli aylıklarına yapılacak zamlarda hükümet “iyileştirmeler” yapabilirken aynı durum özel sektör için çok daha zor. Bu nedenle özel sektör işçileri daha büyük kayba uğrayabilir.
Tüketici Fiyat Endeksi ile amaç tüketicilerin harcanabilir hanehalkı gelirini hesaplamak değil, fiyat artışlarını saptamaktır. Harcanabilir hanehalkı geliri, gelir ve yaşam koşullarına ilişkin anketlerle belirlenmektedir. Söz konusu EPDK kararı ile tüketicilerin ilk faturalarındaki kullanım bedelleri Hazine tarafından karşılanacak. Dolayısıyla fatura bedeli tüketici tarafından karşılanmasa da bir fatura bedeli söz konusudur. Doğalgaz bedelinin bir bölümünün veya tamamının Hazine tarafından karşılanması bir gelir desteği, sübvansiyondur. Geçmişte de doğalgaz tüketimi için kısmi Hazine desteği sağlandı. Dahası pek çok başka alanda da benzer destekler söz konusu olmaktadır. Örneğin ulaşımda yaşlılara, öğrencilere ve belirli gruplara sağlanan indirimler veya su tüketimine göre sağlanan indirimler söz konusudur. TÜİK şimdiye kadar bunların hiçbirini hesaba katmadan enflasyon hesaplaması yaptı. TÜİK geçmişte, sebebi ne olursa olsun, gerekçesi ne olursa olsun sübvansiyon ve gelir desteklerini hesaba katmadan enflasyon hesaplaması yaptı. Şimdi ise doğalgaz fiyatının sıfır kabul edilmesi, iyi niyetli olmayan, enflasyonu düşük göstermeyi amaçlayan bir operasyondur.
DİSK tarafından açılan davada verilen yargı kararına rağmen madde fiyat listesini açıklamayan, uzun zamandır veri karartarak şaibeli enflasyon oranları açıklayan TÜİK, doğalgazda “sıfır fiyat” uygulaması ile enflasyonu düşük göstererek milyonlarca emekçinin geliriyle oynamaya hazırlanıyor. TÜİK’i bu operasyondan vazgeçmeye çağırıyoruz.
Tez-Koop İş Sendikası’nda örgütlü İstanbul Sanayi Ajansı (İSTKA) işçileri 24 gündür grevde. Kendilerini ziyaret ettiğimiz de işçiler, işveren sendikasının ücret düşürme ve eksik zam teklifine karşı eşit işe eşit ve insanca geçinebilecek bir ücret için başlattıkları grevi kazanana kadar sürdürmeye kararlı olduklarını anlattılar.
Ceza niteliğinde teklif
İTKA çalışanlarının ücret artış oranları kamu çalışanlarının maaş zamlarına endeksli, ajans çalışanlarının ücretleri her altı ayda bir kamu çalışanlarına gelen zam oranında arttırılmakta. Geçen yıl Tez Koop İş Sendikası’nda örgütlenen işçilere işveren sendikası YEREL- SEN, kamu çalışanlarına zam oranından 6 puan daha düşük bir artış, taşerondan kadroya geçirilen sürekli işçilerin maaşlarında da yüzde 36’ya varan hak kaybı teklif etti. Kendileriyle konuştuğumuz işçiler, YEREL-SEN’in sendikanın toplu iş sözleşmesi teklifine karşı verilen ücret teklifinin sözleşmenin ilk 6 ayında (01.01.2023-30.06.2023) geçerli olmak üzere enflasyon eksi 6 puan, ikinci altı ayında (01.07.2023-31.12.2023) geçerli olmak üzere enflasyon eksi 6 puan teklif ederek; toplu pazarlıkta tarihe geçecek nitelikte bir öneri olduğunun altını çizdiler. Ayrıca YEREL -SEN net ücret olarak ödenmekte olan sosyal yardımların brüt ücrete dönüştürmek, kurumda sürekli işçi kadrosunda çalışmakta olan işçilerin almakta oldukları net aylık ücretleri brüt ücrete dönüştürmek istiyor. Diğer işçiler için teklif edilen bölge yardımında sürekli işçiler kapsam dışında bırakılıyor.
Eşit iş eşit ücret
Çeşitli alanlarda ülkenin en yüksek bütçeli projelerinde imzası bulunan, yüksek eğitimli, kalifiye işçiler olduklarını anlatan işçiler, kendilerine yapılan teklifin yıllardır özenle çalışan işçilere ceza niteliğinde olduğunun altını çizdiler. Ücret ödeme türünde, ücret ve ücrete bağlı yardımlarda işçiler arasında ciddi bir eşitsizlik yaratacağını söylediler.
750 bin işçiyi kapsayan kamu İşçileriyle net 15 bin bin lira üzerinden anlaşıldığını aktarın işçiler, kamu işçileri olarak maaş artış oranlarının kamu çalışanlarının maaş artış oranlarının baz alınarak yapılmasını istediler.
Çağla Oflas
Belediye işçisi Ceyhun Su, yüzbinlerce işçinin kadrolu, güvenceli çalışma talebinin ne denli güncel olduğunu anlatıyor ve seçim vaatlerinin yerine getirilmediğine dikkat çekiyor:
696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile belediye işçileri çalıştıkları kurumun taşeron firmasına geçirilip 4A sürekli işçi durumuna geçirilmiştir. Bu kanun 2018 yılında, belediye çalışanlarının özel taşeron işçiliğinden kamu kurumunun taşeron şirketlerine geçişi yapılmıştı.
Çalışma Bakanlığı 2020'de 4D kadro sözü vermişti, lakin bu unutuldu. Ve 2022'de farklı şehirlerde, farklı belediyelerde ortak sorunları yaşayan işçiler birleşti. Taşeron Belediye İşçileri Birliği'nde (TABİB) örgütlenip özlük hakları için mücadeleye başladılar. Aynı yıl içerisinde sosyal medyada güçlü bir şekilde seslerini duyuran belediye işçileri sayesinde, bazı milletvekilleri mecliste kadro konusunu dile getirdi.
2023 yılında seçim sürecinin başlarında Çalışma Bakanlığı'nca gerçekleştirileceği söz konusu olan bu vaat olarak yine ertelendi. Taşeron, belediye çalışanlarının üzerine yapışıp kaldı. Günümüzde belediye çalışanları içerisinde parmakla sayabileceğimiz kadar kadrolu çalışan bulunmakta. Emeklilikte Yaşa Takılanlar'a dair düzenleme ile birçok kadrolu çalışan emekliliğe ayrıldı. Fakat taşeronluk devam etmekte. Bununla birlikte KHK ile gelen zorunlu emeklilikte kaldırıldı ve emekliliği gelen taşeron işçileri ise günümüzün geçim sorunu yüzünden hala çalışmaktadır. Bir kadrolunun emekli olmasının, rahat olmasının temeli çalışma hayatı içerisinde özlük haklarının taşeron işçiye göre daha iyi olması ve emekli olduktan sonra taşeron işçiye göre daha fazla maaş alabilme potansiyelidir. Bugün taşeron işçi, emekli olduğunda asgari ücretin altında kalmaktadır. Bu emekçinin bu hayat pahalılığında nasıl geçinmesi beklenir?
Belediyeler kamu hizmeti verir ve belediye çalışanlarının her biri de kadroyu hak eder. Bu hakların verilmesi gerekiyor.
Geçen Aralık ayında belirlenen 2023 yılı asgari ücreti, iki ayda eriyerek açlık sınırının altına düşmüştü. Temel ücret olarak dayatılıp, tüm ücretleri düşük seviyeye çeken asgari ücreti yükseltmek işçi hareketinin ilk gündemi olmalı.
Seçimler önce Erdoğan ve AKP, Temmuz'da bir "düzeltme" yani ara zam yapabileceklerini vaat etmişti.
Normalde asgari ücret yılda bir kez Aralık ayında belirleniyordu. Geçen yıl ise büyük yoksullaşma dalgasının sonucu olarak ilk kez yıl ortasında ara zam uygulaması başladı.
Bunun sebebi, Erdoğan ve AKP'nin hayır severliği değil yüksek enflasyon karşısında 10 milyona yakın işçi ve ailelerinin ayakta kalamaz duruma yani tüketimde bulunamaz hale gelmeleriydi. Pazarlık konusu olan rakamlar öylesine düşüktü ki 6 ay sonra yeni rakamlar belirlenmesi zorunlu hale geldi.
Bu yeni "gelenek", asgari ücretin zorunlu gıda harcamalarını bir kez daha karşılayamaması üzerine geldi. Gerek Aralık genel görüşmeleri, gerek Temmuz ara zam uygulaması baştan aşağı antidemokratiktir. 10 patron ve iktidar temsilcisi karşısında 5 üyeyle temsil eden işçi tarafının gücü yoktu. Erdoğan'ın söyleyeceği rakam belirleyici oldu.
Açlık ve yoksulluk manzaraları
Şu anda asgari ücret 8 bin 506 TL. Türk-İş'in hesaplamasına göre dört kişilik bir işçi ailesinin zorunlu gıda harcamalarının tutarı Mayıs ayında 10 bin 360 liraya ulaşmıştı. Kira, faturalar, yol, giyim, eğitim gibi temel masrafların tutarı ise 33 bin 750 lira oldu.
Bazı aklı evveller bir evde en az iki asgari ücretli olduğunu, böylece gelir kaybı olmadığını iddia edebiliyor. Fakat bir işçi ailesinde iki kişi asgari ücretle çalışsa bile gıda ile temel masrafları karşılayamıyor. Üç kişi çalıştığı takdirde de bu seviyeye ulaşılamıyor.
Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 13.440 tl‘ye ulaştı. Neye yeter ki? Bu yüzden işçiler, bankalara borçlu.
Peki iktidar medyası tarafından fısıldanan, Temmuz'daki "düzeltmeyle" geleceği söylenen rakam ne? Geçen yıl Temmuz'da yapılan ara zammın oranı yüzde 30 olmuştu. Bu sene yüzde 35 zam yapıldığı takdirde asgari ücretin net ücret 11 bin 475 lira olması bekleniyor. Yine açlık sınırında, yüksek enflasyon yüzünden yine eriyecek bir miktarda.
Talep üst sınırdan belirlenmeli
Asgari ücretlilerin ezici çoğunluğu özel sektörde, sendikasız, kuralsız ve güvencesiz koşullarda çalıştırılıyor. Onları temsilen pazarlık masasına oturanlar ise üye tabanın basınç gelmediği için oranlarla ilgileniyor ve pazarlıkları en alt sınırdan başlatabiliyor.
Yüzde 30-35 oran yüksek gibi gözükse de bir aldatmacadır. Temel ücret olarak kabul edilen asgari ücret o kadar düşük ki böylesi oranlar geliyor.
Bu sadece asgari ücretle çalışanların - hatta onun altında çalışanların - sorunu değildir. Asgari ücretin, temel ücret olarak dayatılması ortalama ücretleri de aşağı çekiyor. Böylece Türkiye kapitalizmi, ucuz emek sömürüsüne dayalı bir sermaye cenneti olarak yoluna devam edebiliyor.
Ücret pazarlıklarında başlangıç noktası, en dip seviye değil geçim maliyetlerini gideren miktar olmalıdır. Bu yoksulluk sınırı, denilen gıda harcamaları ve temel masraflardır.
Hayat pahalı, ücretlerimiz yetmiyor. Çözüm, işçi aktivistlerin bir araya gelip mücadele başlatması, sendikaları bu mücadeleye katılmaya zorlamasıdır.
SES ve TTB'nin hazırladığı Hatay Deprem Raporu’nda içme ve kullanma suları, kanalizasyon, moloz ve enkaz atıkları gibi yaşamsal alt yapı sorunlarının 3 aydır çözülmediği tespit ediliyor.
Hatay Deprem Raporu (17 Nisan- 6 Mayıs 2023) raporunun tam metni:
06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen yıkıcı depremler sonrasında SES/TTB koordinasyonuyla Hatay ilinde yürüttüğümüz çevre sağlığı çalışmaları kapsamında;
İçme Suyu;
Felaketin üzerinden üç ay gibi bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Sağlık Bakanlığı tarafından şebeke suyunun içme suyu olarak kullanımının uygun olmadığı açıklaması sebebiyle ambalajlı sular içme suyu olarak kullanılmaktadır.
Bu sebeple bölgenin neredeyse tamamında faaliyet yürüten ve bilgi akışına sahip olan TTB/SES ambalajlı suların hem miktar olarak yeterli olmadığı hem de mevcut ambalajlı suların dağıtımında yeterli bir lojistiğe sahip olunmadığını tespit etmiştir. Öyle ki; aile/çadır nüfusu gözetilmeksizin iki günde bir 6x1,5 L gibi son derece yetersiz miktarda ambalajlı içme suyu dağıtımı yapıldığı defaatle iletilmiştir. Bu dağıtımın da toplu ulaşımın olmadığı bölgede insanların uzun ve oldukça yüksek çaba sarf ederek gidebildikleri merkezi alanlarda yapıldığı görülmüştür.
TTB/SES içme ve kullanma suyunun hayati öneme sahip olduğu bölgede yaptığı çalışmalar kapsamında;
Sağlık Bakanlığı tarafından 3-11 Nisan 2023 tarihleri arasında Hatay’ın 553 noktasından elde edilen ve 12 Nisan 2023'te Hatay Büyükşehir Belediyesi HATSU Genel Müdürlüğü sitesinde yayımlanan su analiz verileri % 97,2 oranında uygunluk tespit edilmesine karşın bakanlığın verileri paylaşmaması,
Deprem bölgesinde içme suyuna duyulan ihtiyaca binaen, bakanlığı şeffaf bir biçimde verileri paylaşmaya ve belirsizliği gidermeye, amir kurum olan Bakanlığın kendi numunelerinin sonuçlarını teyit etmemesi ya da verileri paylaşmamasının soru işaretleri yaratmasından hareketle,
Deprem bölgesinde içme suyuna duyulan ihtiyaca binaen, suyun uygunluğuna karar verici kurum olan bakanlığı şeffaf bir biçimde verileri paylaşmaya ve belirsizliği gidermeye çağırmış olmasına rağmen;
Çağrımız Sağlık Bakanlığı nezdinde yanıtsız kalmıştır.
HATSU Genel Müdürlüğü ile geliştirdiğimiz koordinasyon kapsamında;
Dağınık halde bulunan çadır alanlarında “mahalle çeşmesi” olarak isimlendirilebilecek bir çalışmada ortaklaşılmış olup, saha ekiplerimizin bildirdiği alanlarda bu çeşmelerin sadece kullanma suyu olarak kullanılması amacıyla HATSU birimlerine bildirimine başlanmıştır.
İlerleyen zamanlarda bu çeşmelerin içme suyu olarak da kullanılması için arıtma ünitelerinin entegre çalışması planlarımız arasına alınmış ve hızlı bir şekilde tespit ettiğimiz iki alan için arıtma cihazı çalışması başlatılmıştır.
“Temiz ve içilebilir su, insan yaşamının temel koşuludur. Bu nedenle suya erişim hakkı ya da kısaca su hakkı yaşam hakkının zorunlu bir unsurudur.”
SAĞLIK BAKANLIĞINI İVEDİ BİR ŞEKİLDE SORUMLULUĞUNU YERİNE GETİRMEYE ÇAĞIRIYORUZ!
Kullanma Suyu;
Hatay ilimizde pek çok yerleşim alanında kuyu, artezyen vb. bulunduğu daha önceden yaptığımız çalışmalarda tespit edilen bir durum olmakla birlikte, felaketten önce içme suyu olarak kullanılan bu kaynakların hali hazırda yer yer içme suyu olarak da kullanıldığı görülmüştür.
Saha çalışmalarımız kapsamında bakiye klor olmadığını tespit ettiğimiz pek çok noktada klorlama çalışması yapılmıştır.
Tankerlerle dolum yapılan bazı depoların klorlu bazı depoların klorsuz olma sebebini geriye doğru incelediğimizde tankerlerin kendilerine bildirilen yerler dışında da dolum yaptığı, bölgede yer yer ve zaman zaman yaşanılan elektrik kesintileri nedeniyle dolum yapılan yerlerdeki otomatik klorlama cihazlarının çalışmadığı tespit edilmiştir.
Bölgede dağınık halde bulunan çadır alanlarındaki su tanklarının pek çoğunun halkın kendi çabasıyla temin ettiği, metal içerikli, kullanımının son derece uygunsuz olduğu tespit edilmiştir.
Şunu belirtmek gerekir ki;
06.02.2023 tarihinden sonra Sağlık Bakanlığı şebeke suyunda 2 ppm bakiye klor gözetmektedir.
Su kaynaklı olası salgın riskini bu şekilde önlemeye çalışmak bir noktaya kadar anlaşılır bir durum olmakla birlikte, şebekede bu miktarda klor olması (normal şartlarda 0,2-0,5 ppm istenir) zaman içerisinde şebekeye zarar verme riskiyle birlikte şebeke suyunda istenmeyen kimyasalların oluşumuna da sebebiyet vermektedir.
Öyle ki, şehrin en önemli kaynaklarından biri olan Karaçay İçme Suyu Arıtma Tesisinde yaptığımız görüşmede, bu şekilde yüksek doz hiperklorizasyona devam edildiği takdirde tesisin büyük zarar göreceği iletilmiştir.
Bölgenin tamamına imkanlar dahilinde içme ve kullanma suyu temin etmeye çalışan Hatay Büyükşehir Belediyesinin yaşamış olduğu personel ve lojistik kaybına rağmen diğer belediyelerin de üst düzey dayanışma çalışmalarıyla birlikte sorunların üstesinden gelmeye çalışmakta olduğu fakat bütüncül ve sağlıklı bir sonuç için resmi kurumlar nezdinde yalnız bırakıldığı gözlemlenmiştir.
WC, DUŞ ve Kanalizasyon;
Düzensiz çadır alanlarının tamamında WC, Duş sayısının son derece yetersiz olduğu, mevcutların kanalizasyon ya da fosseptik bağlantılarının çoğunlukla olmadığı saha çalışmalarımız kapsamında sıklıkla gözlemlediğimiz bir durumdur.
Bu sebeple bölgenin pek çok noktasında vektörel mücadele ihtiyacı üst safhadadır.
Hızlı bir şekilde İBB koordinasyon ile iletişime geçilerek tespit ettiğimiz alanların konum, nüfus ve üreme alanı bilgilerinin paylaşıldığı ve bu alanların ilaçlama programına dahil edilmesini sağladığımız bir iletişim hattı oluşturduk.
HATSU Kanalizasyon Şube Müdürlüğü ile koordinasyon sağlanmış olup, SES/TTB olarak tespit ettiğimiz alanlardaki kanalizasyon bağlantı ihtiyaç noktalarını bildirdiğimiz bir iletişim ağı oluşturduk.
Enkaz - Moloz
“Merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan 6 Şubat depremlerinin ardından büyük yıkım yaşanan, 20 Şubat'taki Defne merkezli 6,4 büyüklüğündeki sarsıntıyla bir kez daha yıkılan Hatay'da yürütülen hasar tespit çalışmaları tamamlandı.
İncelemelerde, depremlerden etkilenen kentin 15 ilçesindeki yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı binalar tespit edildi.
"Asrın felaketi" nedeniyle Hatay’da 13 bin 517 yıkık ve 8 bin 162 acil yıkılması gereken yapı olduğu belirlenen çalışmalarda, 67 bin 346 binada ağır hasar meydana geldiği ortaya çıktı.”
Yukarıda belirtilen resmi rakamlarda yer alan yapılardan hali hazırda “acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı” yapılardan sadece enkaz halinde olanların ve ana arterlerde bulunan çok az sayıda yapının yıkılarak moloz döküm alanlarına taşındığı yaptığımız çalışmalarda gözlemlendi.
Hatay’ın yıkımdan en çok etkilenen bölgelerinde henüz mahalle ve sokak aralarında hiçbir çalışmanın yapılmadığı gözlemlendi.
Bu çalışmalar sırasında;
Hiçbir iş sağlığı güvenliği önleminin uygulanmadığı, Maske (FFP2/FFP3) ve koruyucu gözlük kullanılmadığı,
Enkaz kaldırma ve yıkımlar sırasında hiçbir sulama yapılmadığı için yoğun toz oluşumunun olduğu,
Şehrin tamamında her yerin tozla kaplı olduğu,
Valilik açıklamalarında halkın isterlerse yıkıma eşlik edebilirler davetinde bulunulduğu, yoğun toz oluşumunun olduğu bu alanlarda halkımıza yönelik hiçbir koruyucu önlemin alınmadığı tespit edilmiştir.
Asbest başta olmak üzere pek çok tehlikeli ve kimyasal atığın halk sağlığı açısından oluşturacağı istenmeyen sonuçlardan her ne kadar uzun süreler gözetilerek bahsediliyor olsa da hali hazırda pek çok olumsuz sonuç ortaya çıkmaya başlamıştır.
Sahadan yapılan geri bildirimlerde dikkat çekici seviyede göz hastalıkları, göğüs hastalıkları vb. şikâyetlerin ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir.
OHAL Valiliği tarafından mevcut mevzuatların tamamına aykırı şekilde açıklanan ve uygulamaya devam edilen moloz döküm alanlarının tamamının tarımsal arazide bulunduğu, zeytinlik alanlara, meskûn mahallerde döküm yapıldığı, bu alanlarda devasa büyüklükte moloz yığınlarının gün geçtikçe arttığı gözlemlenmiştir.
YIKIMLARIN DEVAM ETMESİYLE BİRLİKTE BU YIĞINLARIN NE KADAR BÜYÜYECEĞİ, ÇEVRE VE HALK SAĞLIĞI AÇISINDAN GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN SONUÇLARA SEBEP OLACAĞI, YENİ BİR FELAKETİN YAŞANDIĞI VE YAŞANACAĞI AÇIKTIR.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ:
ENKAZ VE MOLOZ
⦁ BÜTÜN ÇALIŞMALAR SIRASINDA HEM ÇALIŞMALARI YÜRÜTEN HEM DE ÇEVREDE BULUNAN İNSANLARIMIZA İSTİSNASIZ FFP2/FFP3 MASKE TEMİN EDİLMESİ,
⦁ BÜTÜN YIKIM ÇALIŞMALARINDA ÖZELLİKLE PULVERİZE SULAMA VE ISLATMA YAPILMASI,
⦁ HARFİYAT KAMYONLARININ TAŞIMA ESNASINDA KASALARININ KAPALI OLMASI,
⦁ MOLOZ DÖKÜM ALANI OLARAK BÖLGEDE BULUNAN ATIL DURUMDAKİ TAŞ VE MERMER OCAKLARININ KULLANILMASI,
⦁ MEVCUT YIKIM ÇALIŞMALARI ESNASINDA HİÇBİR ÖNLEM ALINMADIĞI VE AYRIŞTIRMA YAPILMADIĞI İÇİN, İLERLEYEN GÜNLERDE AYRIŞTIRMA İŞLEMLERİ SIRASINDA ÇOK DAHA YOĞUN BİR TOZ OLUŞUMU OLACAĞINDAN HAREKETLE ZATEN YERİNDE YAPILMASI GEREKEN AYRIŞTIRMANIN HEMEN ŞİMDİ YAPILMASI,
⦁ MOKOZ DÖKÜM ALANLARINN BÖLGENİN YERALTI SU KAYNAKLARI İÇİN TEHLİKE OLUŞTURMAYACAĞI ALANLAR OLARAK BELİRLENMESİ,
⦁ TÜM BU ÇALIŞMALAR HAKKINDA KAMUYA AÇIK BİLGİLENDİRME VE ŞEKİLLENDİRME TOPLANTI VB ÇALIŞMALARIN SAĞLANMASI
⦁ MEVCUTTA EXTRA HİÇBİR ÖNLEM ALINMAYAN BU ÇALIŞMALAR HAKKINDA EN AZINDAN MEVCUT YASAL SORUMLULUK VE ZORUNLULUKLARIN UYGULANMASI BİLE ÇEVRE VE HALK SAĞLIĞI AÇISINDAN OLDUKÇA ÖNEMLİDİR.
⦁ HATAY’IN YENİDEN İNŞASI SÜRECİNDE HALK VE STK’LARIN ETKİN KATILIMININLA KARARLAR VERİLMELİDİR.
İÇME VE KULLANMA SUYU
⦁ EN TEMEL YAŞAM HAKKI OLAN SU;
İÇME SUYU OLARAK KULLANILMAKTA OLAN AMBALAJLI SULARIN MİKTARI VE DAĞITIMI YETERLİ, EŞİT VE ADİL OLMAK ZORUNDADIR,
⦁ EN KISA SÜREDE SAĞLIK BAKANLIĞI YEREL SU İDARESİ OLAN HATSU İLE ORTAKLAŞARAK BÜTÜN DÜZENLİ VE DÜZENSİZ ÇADIR/KONTEYNER YAŞAM ALANLARINDA SAĞLIKLI VE GÜVENİLİR ŞEBEKE SUYUNA ERİŞİMİ SAĞLAMALIDIR.
⦁ SAĞLIK BAKANLIĞI YÜRÜTMEKTE OLDUĞU SU SAĞLIĞI ÇALIŞMALARINDA SADECE NUMUNE ALMA İŞLEYİŞİNDEN ZİYADE, AKUT OLARAK BELİRLENEN SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE (KLORLAMA, ERİŞİM VB) AKTİF BİR İŞLEYİŞE SAHİP OLMAK ZORUNDADIR.
WC, DUŞ VE KANALİZASYON
⦁ BÖLGEDE NE DÜZENLİ NE DE DÜZENSİZ ÇADIR/KONTEYNER ALANLARINDA YETERLİ SAYIDA WC VE DUŞ BULUNMAMAKTADIR.
HIZLI BİR ŞEKİLDE ÇEVRE VE İNSAN SAĞLIĞINI GÖZETEREK BU IHTİYAÇLAR YETERLİ SAYIYA ULAŞTIRIŞMALIDIR.
⦁ KANALİZASYON ALTYAPISI BÖLGEDEKİ VEKTÖREL OLUŞUM VE MÜCADELENİN EN ÖNEMLİ KONUSUDUR. HİÇ BİTMEYEN SİNEK, KARASİNEK VB OLUŞUMUNUN ORTAYA ÇIKARTACAĞI SAĞLIK SORUNLARI DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE ETKİN VE KALICI BİR ÇALIŞMA ORTAYA KONULMALIDIR.
VE SON OLARAK;
FELAKETİN YIKICI ETKİSİ BU KADAR ORTADAYKEN VE BU SEBEPLE OHAL İLAN EDİLEN BÖLGEDE KAMU KAYNAKLARI YİNE KAMUYA YÖNELİK OLARAK ETKİN VE ACİL OLARAK KULLANILMALIDIR. BÖLGEDE BULUNAN STK, GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR İLE YAYGIN VE KAPSAYICI BİR KOORDİNASYON OLUŞTURULMALIDIR.
YEREL VE TÜZEL KURUM VE KURULUŞLARIN DA YİNE BİRER DEPREMZEDE OLDUĞU UNUTULMAMLIDIR. 22.05.2023
MERKEZ YÖNETİM KURULU
İşçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs iktidar blokuna karşı öfkeye sahne oldu. Her görüşten ve kimlikten işçi insanca ücret, adalet, özgürlük ve demokratik haklarını istedi.
En kalabalık şehir İstanbul'da 1 Mayıs'ın adresi Maltepe Meydanı'ydı. On binlerce işçi ve emekçi sabahın erken saatlerinden itibaren yürüyüşe geçerek alana pankartla sloganlarla ilerledi.
Devrimci sosyalistlerin çağrısıyla buluşan ırkçılık ve faşizm karşıtları, Hepimiz Göçmeniz ve Irkçılığı Yeneceğiz pankartları arkasında yürüdü. Kortejden kareler şöyle:
İzmir'de 1 Mayıs her zamanki gibi kitlesel kutlandı. Gündoğdu Meydanı'nda yapılan mitingde "Hepimiz Mülteciyiz, Irkçılığa Hayır' pankartın altında katılan devrimci sosyalistler göçmen dostu aktivistlerle birlikte yürüdü.
Ayrıntılar geliyor...
İzmit'te faaliyet gösteren Gübretaş ile Petrol-İş Sendikası arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamadı. Arabulucuda da ortak mutabakat çıkmaması sonucu işçiler fabrikaya grev kararı astı.
280 işçiyi ilgilendiren toplu iş sözleşmesinde ilk görüşme ocak ayında gerçekleştirildi. Birçok işçinin maaşlarının asgari ücret altında kalması üzerine sendika işverene yüzde 150 zam teklifinde bulundu. İşveren masaya teklif vermez iken süreç arabulucuya gitti. Arabulucu da ise İşveren masaya yüzde 60 zam teklifi ile geldi.
12 Mayıs'a kadar anlaşma sağlanmazsa işçiler grev çadırını fabrikanın önüne kuracak.
Kadıköy ve Kartal Belediyesinde çalışan ve Genel-İş Sendika üyesi Cevahir Hasdemir, Kadim Fırat ve Yavuz Yalçın, Kartal Belediyesi önünden başlayıp 31 Mart’ta Ankara Genel-İş Genel Merkezi önünde son bulan bir “Adalet Yürüyüşü” gerçekleştirdi. Genel-İş Genel Merkez önünde “Kayyum darbedir, kayyuma hayır, demokrasi işçilerle gelecek” pankartı açan işçilerden Kadim Fırat yürüyüşe ilişkin sorularımızı yanıtladı.
- Sizleri “Adalet Yürüyüşü” yapmaya iten nedenler nelerdi, neden bu yürüyüşü yapmaya ihtiyaç duydunuz?
Kadim Fırat: Sendika Genel Merkezi 22 Ocak’ta yapılan Şube seçimlerini, elindeki tüm imkanları kullanarak destekledikleri adayın kazanmasını arzu etti. Fakat Kartal ve Kadıköy işçisi iradesini Genel Merkeze değil 5 yıldır sınıf sendikacılığı yapmaya çalışan, işçi hareketine yol açmaya kilitlenmiş, işçilerin gündelik sorunlarına çözümler bulmaya odaklanmış sınıf siyaseti anlayışına yöneltti ve bu yönelim kazanınca 2 ay sonra şubeye kayyum atadılar. Kartal Belediyesinde çalışan işçilere yeni şube açıyorum edasıyla şube bölündü ve 2 ay önce seçimlerde en az oy almış olan önceki şube başkanını atadılar. Seçilmiş yöneticileri devre dışı bıraktılar.
3 Mart’ta Kadıköy Belediyesinde 9 Müdürlükte işyeri sendika temsilciliği seçimleri yapıldı. İçlerinde benim de olduğum 12 temsilci seçildi. Normalde görevlendirme yazıları 1 saatte yazılır, şube ve işverene bildirilir. 3 hafta boyunca atamamız yapılmadı.
Bu 2 gelişmeye dikkat çekmek, protesto etmek, bize teslim edilen işçi iradesini çiğnetmemek için Genel Merkezin önünde basın açıklaması ile sonlanacak 5 günlük adalet yürüyüşü planladık.
- Fiili olarak üç kişi bu yürüyüşü gerçekleştirdiniz işçiler arasında ve sendika içinde bu yürüyüşe ilişkin yaklaşım nasıl, nasıl tepkiler aldınız?
Yürüyüşümüz, seçilmiş şubeye kayyum atamak, temsilcileri görevden almak, seçilmiş temsilcileri görevlendirmemek, toplu iş sözleşmelerini işçilerin onayı dışında imzalamak, işverenle işbirliği yaparak Toplu İş sözleşmelerini enflasyon altında imzalamak, disiplin soruşturmaları ile öncü işçileri susturmak, işten attırmaya çalışmak, şube seçimlerine müdahale etmek gibi Genel Merkezin son derece olumsuz pratiklerini yargılamaya yönelikti.
Bu konularda ortaya bir irade koyduk. Amacımız, işkolunda bulunan bütün işçilere seslenmekti. Yürüyüş öncesi, esnasında ve sonrasında ürettiğimiz fikirler, içerikler ve eylemimiz on binlerce işçiye ulaştı. Güzel dönüşler aldık.
Haksızlığa, hukuksuzluğa, işçi iradesinin çalınmasına karşı Ankara yolunu açtık, şimdi daha deneyimliyiz.
Belediye Şirket İşçileri, kendinden çalınanları almak için önümüzdeki zamanlarda bu yollarda olacak. Sadece sendikalara karşı değil işverenlere de karşı.
- Bundan sonrasına ilişkin nasıl ilerlemeyi düşünüyorsunuz, talepleriniz neler olacak?
Bir yandan gündelik çıkarlarımız için mücadele edeceğiz. Her türlü işçi hakkı için kavga vermeye devam edeceğiz, daha mücadeleci ve demokratik sendika yaratmak için çabalayacağız. Bir yandan da sınıfın genel çıkarları için haykırmaya devam edeceğiz. Emek mücadelesi bir günlük mücadele değildir, bunun bilincindeyiz. Her uğrakta sömürü, haksızlığa, anti-demokratik uygulamalara karşı durmaya devam edeceğiz. Ve bunlar birikiyor.
Talebimiz sendikalarda -ki onlar işçi örgütleridir - iç demokrasinin sağlıklı olması. İşçi demokrasisi temel sözümüzdür. Tarihsel deneyimler gösteriyor ki, sendika içi demokrasi ne kadar güçlüyse, işçilerin örgütlü mücadeleye katılımı o kadar güçlü oluyor. Kapitalist sömürüyü daha rahat dizginleyebiliyor, sınıf birliği daha kolay kurulabiliyor.
- Son olarak 14 Mayıs seçimler öncesinde gerçekleşecek 1 Mayıs’a ilişkin sendikaların nasıl bir çağrı yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
14 Mayıs seçimlerine giderken emeğin sorunları konuşulmuyor. Emekçiler siyasetin dışına atılmış oy deposu olarak görülüyor. Düzen dışı siyaset yaptığını iddia edenlerin zihninde sınıf meselesi yeterince berrak değil. Bunlar belirgin eksiklikler.
Buna rağmen son yıllarda işçi sınıfı cephesinde belirgin bir kıpırdanma var. Kriz emekçileri mücadeleye zorluyor. Ücretler ve sosyal haklar geriliyor. Buna karşı çeşitli direnme biçimleri gelişiyor. Sendikalar bu gerilemeyi gündemlerine almıyor. Dolayısıyla sendika yönetimlerinden bir şey beklememeliyiz. Sendika üyesi işçilerin kendi ağlarını kurmasından yanayım. Bunun olanakları var. İşyeri komiteleri, birlikleri kurabilmeliyiz. Sermeye ve onun güdümlü kolları buna müsaade etmeyecektir, ama başka seçeneğimiz yok. İşçilerin gündelik çıkarları etrafında, hiçbir kimliği dışlamayan, işçilerin kendilerini ifade edebileceği, sermeye ve sendika bürokrasisinin güdümünde olmayan taban örgütlenmeleri mücadeleyi ilerletebilir.
Taban örgütlülüğünün sendikaları zorlamadığı bir zeminde yapılan 1 Mayıs çağrıları sadece sendika bürokratlarını memnun eder. Hiçbir işçi ile tartışmadan yukarıdan kararlar alarak işçilere bildiri dağıtmalarını, basın açıklamalarına katılmalarını, sonra da devlet icazetli gösterilen yerde olmalarını emrediyorlar. İşçiler onların zavallı çıkarlarını yerine getirmek zorunda olan robotlar değildir.
Oysa yapılması gereken aylar önce başlayan bir hazırlık, tüm işyerlerinde, içerikten, taleplerden, sloganlarına, nerede yapılacağından, kürsünün nasıl kullanılacağına kadar bir yığın meseleyi yüz binlerce işçi ile tartışmak ve yol almaktır. Ama bunun yerine dar koridorlarda konuşulup bağlanan, işçileri heyecanlandırmayan bir süreç işletiliyor. Bu sürecin tam tersinde ısrar etmeliyiz.
1 Mayıs işçi sınıfının en güzel günüdür. Nerede olursak olalım, evde, sokakta, işyerinde, alanda 1 Mayıs’ı işçi sınıfının varoluş kavgasının bir parametresi olarak görelim, bir özgürlük günü olarak hissedelim, onu çalmalarına izin vermeyelim diyelim ve Rosa Luxemburg ile bitirelim: “Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi? Böylece, proleter bir kutlama günü düşüncesi hızla benimsendi ve Avustralya'dan diğer ülkelere yayılmaya başladı, ta ki sonunda tüm proleter dünyayı fethedene dek.“
2016 yılında “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları için KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin bir bölümü mahkeme kararıyla üniversitelerine dönmeye başladı. İade edilerek göreve başlayan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Can Irmak Özinanır’la konuştuk.
Altı yıl sonra işe döndünüz, altı yıldır bu süreçte neler yaşadınız?
Can Irmak Özinanır: Aslında süreç bizim için 2016 Ocak’ında “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin duyurulduğu günle başlıyor. O zaman başbakan olan Tayyip Erdoğan, bildiri yayımlanır yayımlanmaz bizimle ilgili “sözde akademisyenler” demişti. Anında soruşturmalar ve gözaltılar başladı. Bunlara tehditler eşlik etti. Darbe girişimi sonrasında OHAL ilan edilince durum daha da ağırlaştı. 1 Eylül’den itibaren barış imzacıları ihraç edilmeye başlandı. O günden sonra da OHAL komisyonu aracılığıyla yıllar boyu bizi oyaladılar ve geri dönüşümüzü engellediler.
Ancak sadece kötü şeyler yaşamadık. Birincisi, çok güzel bir dayanışma ile karşılaştık. Hem kendi aramızda dayanıştık hem de pek çok farklı kesimden dayanışma gördük. Tabii bu konuda eksiklerimiz de, hatalarımız da oldu ama yine de dayanışmayı görmek güzeldi. İkincisi, kurduğumuz dayanışma akademileri ve Sokak Akademisi gibi oluşumlarla hem sokakta hem akademide direnmeye devam ettik.
Bir de başaramadıklarımız var, maalesef barış akademisyeni Mehmet Fatih Traş bu süreçte hayatına son verdi, hayatını kaybedenler oldu.
Üniversiteye geri dönüş size neler hissettirdi?
Üniversite bizim ihraç edildiğimiz zamandan bugüne çok değişmiş. Otoriterleşme kendisini üniversitelerde de çok ağır bir şekilde hissettirdi. Fakültede çalışmaya devam eden arkadaşlarımın yaşadıkları zorlukları gördüm. Ayrıca pandeminin ve uzaktan eğitimin hem öğrenciler hem akademisyenler açısından yarattığı ciddi sorunlar var. Ancak geri dönmek bütün bunlarla mücadele etmeye de hazırlanmak demek. Sendikamız Eğitim Sen’in artık çok daha güçlü olacağına inanıyorum.
Ancak biraz buruk bir sevinç yaşıyoruz, bazı mahkemelerde arkadaşlarımız, hocalarımız ret kararları aldı. Herkes işine dönene kadar bu işin peşini bırakmayacağız.
Eğitim Sen bu süreci nasıl yönetti?
Sendikamız başından itibaren kendisini ihraç edilen üyeleriyle dayanışma için yeniden yapılandırdı. Altı yıldan uzun bir süre boyunca üyelerine her ay para yatırdı, bu az bir çabanın ürünü değil. Bunun dışında hukuki süreçleri de sendika aracılığıyla yürüttük. Sendikamızın avukatları OHAL Komisyonu’ndan idare mahkemelerine kadar süreci takip etti ve etmeye devam ediyor.
Barış istediğiniz için ihraç edilmiştiniz, sizce barışa yakın mıyız?
Biz çatışmaların derhal son bulmasını istiyorduk ancak toplumsal barış çok daha uzun bir süreç. Üstelik sadece Kürt sorunun çözümü yetmez, ülkede ötekileştirilen her kesimle omuz omuza mücadele etmek gerekiyor. LGBTİ+’lardan Ermenilere, Lazlardan Alevilere, Süryanilere, sokak hayvanlarına kadar pek çok kesimin toplumsal olarak sorunları var. Bugün otoriter rejimin HDP’ye ve Kürt halkına yaptıkları ortada. Bu sorunun çözümü için, barışın kalıcı olabilmesi için çalışmaya devam edeceğiz.