Depremzede asistan hekimler, deprem bölgesinde yaşadıkları sorunlara çözüm istemek ve sınavla kazandıkları eğitim haklarını savunmak amacıyla 14 Nisan 2023 günü Sağlık Bakanlığı önünde bir basın açıklaması düzenledi.
Basın açıklamasında ilk sözü alan TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Karer Yurtdaş; Sağlık Bakanlığı’nın ve Tıpta Uzmanlık Kurulu’nun (TUK) asistan hekimleri sadece sağlık hizmeti veren bir alanda tanımladığını, asistan hekimlerin aynı zamanda uzmanlık eğitimlerini sürdürmeleri gereğinin göz ardı edildiğini söyledi. Deprem bölgesindeki uzmanlık eğitimi olanaklarının sınırlılıklarından söz eden Yurtdaş, “TUK kararıyla meslektaşlarımızın geçiş hakkı, bulundukları üniversitelerin idarelerinin insafına bırakıldı. Deprem bölgesinin gerçeğini görmezden gelen bu kararın derhal düzenlenmesini istiyoruz” dedi.
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Muharrem Baytemür; doğal afetin felakete dönüşmesinde sorumluluğu bulunan idarecilere tepki gösterdi. Deprem bölgesinde barınma, hijyen, sağlık gibi temel gereksinimlerin halen karşılanamadığına dikkat çeken Baytemür, ne sağlık hizmeti yükünün asistan hekimlerin omzuna yüklenebileceğini ne de uzmanlık eğitiminin çadır hastanelerde sürdürülebileceğini kaydetti.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Gönül Adıbelli; kamu otoritesinin depremden bu yana çözüm yerine çözümsüzlük ürettiğini belirtti. Asistan hekimlerin hak kazandıkları eğitimi almamaları halinde mesleklerinin gereklerini yerine getirmekte zorlanacağını vurgulayan Adıbelli, geçiş hakkının tanınması gerektiğini sözlerine ekledi.
Hekim-Sen Ankara Temsilcisi Dr. Banu Yıldırım; depremzede asistan hekimlerin talep ettiği çözüm önerilerinin, sağlık sisteminin iyileştirilmesi için olduğunu ve bu nedenle tüm halkı ilgilendirdiğini ifade etti. Hekim Birliği Sendikası Ankara Temsilcisi Dr. Öznur Özkan ise asistan hekimler olarak nakil hakkı kazanmak, nöbet tutmak, vaka bakmak, eğitim eşitliği görmek, hakkıyla görev ve güvenli çalışma istediklerini söyledi.
Asistan hekim Dr. Rıdvan Erden tarafından okunan açıklama şöyle:
Sesimizi Duyan Var mı?
Bizler bugün burada sınavla kazandığımız eğitim alma hakkımızı savunmak için toplandık. Bizler Adıyaman, Kahramanmaraş, Hatay ve Malatya’dan gelen depremzede asistan hekimleriz. Biz tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitimi öğrencisi hekimleriz.
Hekim birliği Sendikası, Hekim-Sen, SES, Türk Tabipleri Birliği ve bizlere destek olan diğer hekimlerle bugün eğitim hakkımız için bir aradayız.
Binbir emekle çok zor olduğu herkesçe bilinen 6 yıllık tıp fakültesi eğitimimizin ardından yıllarca hazırlandığımız TUS’u ve DUS’u kazanarak elde ettiğimiz uzmanlık eğitimi hakkımız deprem gününden itibaren sona ermiştir.
6 Şubat 04.17’de depremde ağır hasar alan ve yıkılan evlerimizden canımızı zor kurtarıp hastanelerimizin acil servislerine koştuk. Yaralanan depremzede vatandaşlarımızı canla başla tedavi etmeye çalıştık.
Eğitim hayatımız da deprem gününden itibaren enkaz altında kaldı. Bugüne kadar hastanelerimizde öğrencisi olduğumuz uzmanlık branşı dışında kalan her alanda durmadan çalışmaya devam ettik fakat artık bizler eğitimimize devam etmek istiyoruz. Çünkü bizler uzman hekim değiliz! Uzmanlık eğitimi almaya hak kazanmış öğrencileriz. 4-5 yıllık eğitim sürecinden sonra ancak uzman olabileceğiz.
Depremden zarar gören şehirlerimizde barınacak ev kalmadığı için bu durum dönüşümlü olarak esnek mesai usulü çalışmayı zorunlu hale getirmiştir. Hocalarımızdan aldığımız teorik ve pratik dersler bizim eğitimimizin temelini oluşturmaktadır ama biz dönüşümlü çalışırken hocalarımızla bir araya dahi gelemiyoruz. Deprem nedeniyle bu şehirlerden göç eden ve vefat eden çok sayıda vatandaşımız olduğu için eğitimimiz için yeterli çeşitlilik ve sayıda vaka görebilmemiz zorlaşmıştır. Ayrıca bir kısım hocamızın vefat etmesi, güvenlik açısından başka güvenli bölgelere geçiş yapmaları sonucunda da uzmanlık eğitimimizi “nitelik ve nicelik bakımından tam olarak almak” imkânsız hale gelmiştir.
Hastalarımızı yatarak tedavi ve takip ettiğimiz eğitimimizin önemli bir parçasını oluşturan servislerimizin çoğu kapalı olduğu için eğitimimiz ciddi oranda ve telafi edilemeyecek derecede sekteye uğramıştır. Çünkü sadece Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman ve Malatya’daki uzmanlık öğrencilerinin eğitimleri durmuş, geri kalan illerdeki meslektaşlarımızın uzmanlık eğitimleri devam etmektedir. Depremin üzerinden 2,5 ay geçmiş olmasına rağmen diğer 77 ildeki meslektaşlarımızla aramızda klinik, teorik ve pratik anlamda kapanmayacak derecede farklar oluşmuştur.
Öte yandan, kentlerde sapasağlam ayakta duran ev neredeyse kalmamıştır. Bizler konteynır ve çadırlarda yaşamaya mecbur kaldık. Bu konteynırlarda, çadırlarda bir insanın asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde olan koşullar altında yaşamaya, hasarlı olan hastanelerde ise “işleyişin devam etmesi” bakımından çalışmaya zorlanmaktayız.
15 Mart 2023 tarihli ve 2293 sayılı tuk kararı gereğince bizim başka şehirlerde eğitimimize devam etmemiz gerektiği kabul edilmiş fakat bu karardaki sürenin çok kısa olması ve üniversite yönetimlerinin inisiyatifine bırakılması sonucunda bir kısmımız sadece üç ay için görevlendirmeye uygun görüldük. Çoğumuz da hiçbir şekilde izin alamadık.
Bu kararın tekrar değerlendirilip 1999 depreminde olduğu gibi depremzede asistan hekimler için kalıcı olarak başka şehirlere nakil edilmesi gerekmektedir.
Alınan bu karar bizi eğitimsizliğe mahkûm edip yaklaşık 1000 asistan hekimin ileride yetersiz eğitimle uzman hekim olup hastalarını en doğru şekilde tedavi etmesine engel olacaktır. Bu durum ciddi bir halk sağlığı sorunu yaratacaktır. Gençliğimizin en güzel çağlarını bilime ve insan sağlığına adayan uzman hekim adayları olarak, çocukluktan beri hayalini kurduğumuz mesleğimizin uzmanlık eğitimini ileride hukuki, vicdani, ahlaki ve cezai sorumluluklarımızın doğmaması bakımından kalıcı ve şartsız olarak güvenli bölgelere geçişimiz sağlanmalıdır.
Bu duruma çözüm olarak Adıyaman EAH’nin olduğu gibi Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya’daki tıp fakültelerinin afiliye hastaneler olması ve hastanenin işleyişinin uzman hekimlerce devam ettirilmesi gerekmektedir ve bu şehirlerde geçici görevlendirmelerle başka şehirlerden görevlendirme usulü gelen uzman hekimlerce hizmete devam etmesi gerekmektedir.
Bu belirsizlik daha ne kadar sürdürülecektir? Biz depremzede asistan hekimler olarak sorumluluk mercilerin de olan tüm makamlara bir kez daha sesleniyoruz:
Sesimizi duyan var mı?
İstanbul Tuzla'daki MATA Otomotiv işçilerinin insanca ücret ve ek zam için direnişi 46. gününe girdi. İşçiler, Mata Otomotiv’in ortağı Farplas ve şirket patronlarından Evrim Kaşlıoğlu’nun ofisinin önünde basın açıklaması yaptı.
Mata Otomotiv işçileri TOSB girişinde buluşarak Farplas önüne yürüdü. “Direne direne direnişten zafere”, “Tazminat hakkımız söke söke alırız”, “Her yer Mata her yer direniş” ve “Yaşasın onurlu mücadelemiz” sloganları atıldı.
Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, "Burası sabıkalı bir fabrika. Farplas daha geçen sene burada işçi arkadaşlarımızı sendikalaştıkları için işten attı" dedi ve şöyle devam etti:
"İşveren Türkiye'deki hukuksuz iş yasalarının hepsini teker teker uyguladı. Farplas'taki o sabıkalı anlayış şimdi Mata'da sürdürülmeye çalışılıyor. Farplas'ta işçinin hakkını yiyerek büyüme sürenini orada da devam ettirmek istiyor. Biz buna müsaade etmemek için arkadaşlarımızla birlikte bir hak mücadelesini önümüze koyduk."
"Diyorlar ki 'Mata işçileri sözleşme dışında yeni bir hak talep etti.' Edecek tabi. Eğer bugün seçimlerden önce de olsa emekli maaşlarını yükseltiyorlarsa, eğer bugün asgari ücreti bir noktaya getirmek için yıllardır akıllarına bile gelmeyen bir takım uygulamalar yapıyorlarsa, toplu sözleşme olan yerlerde iyileştirme zamları yapılıyorlarsa, sözleşme kapsamı dışında olan yerlerde bile zaman zaman bu iyileştirmeler yapılıyorsa bu Mata işçilerinin de hakkıdır. Bu fabrika bilerek bu hale getirildi. Söylediğimiz hiç bir şey bugüne kadar dikkate alınmadı. Burada bir tepki oluşmuş durumda, ek zam talebiyle birlikte en üst seviyeye çıkmış durumda."
"İşçilerin alım gücünün düştüğünü, soğanın 30 lira olduğunu, 350 liraya kıymanın nasıl alınacağını söylemiyorlar da bizim yaptıklarımıza hukuksuz deniliyor, karşı çıkılıyor. Yasak zihniyeti her yerde. Orası yasak, eylem yapmak yasak, evimin önünde durma yasak... Peki biz haklarımızı nasıl alacağız? Şimdi 1 Mayıs'ta yine Taksim'i yasaklıyorlar ama bu son yasaklı 1 Mayıs olacak, onu da bilsinler" dedi. "Pazartesiden itibaren bütün her yeri Mata'nın direnişçileriyle dolduracağız."
Hatay Tabip Odası (HTO) ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), sağlıklı yaşam ve çalışma koşulları için 13 Nisan 2023 günü Samandağ Devlet Hastanesi önünde bir basın açıklaması yaptı.
Basın açıklaması öncesi yapılan konuşmalarda depremin üzerinden iki aydan fazla süre geçmesine karşın hekimlerin/sağlık emekçilerinin yaşama ve çalışma koşullarındaki sorunların ve eksikliklerin giderilmediği belirtildi. Konuşmalarda Sağlık Bakanlığı’nın ve başhekimliklerin çözüm yerine mobbing yoluna gitmesine de tepki gösterildi.
SES Samandağ Temsilcisi Nilgün Aşkar’ın okuduğu açıklama ise şöyle:
Sağlıklı Yaşam, Sağlıklı Çalışma Koşulları İstiyoruz
6 Şubat tarihinde gerçekleşen depremler şehirlerimizi yerle bir etti. Evlerimiz işyerlerimiz ya yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. İllerdeki sağlık ve sosyal hizmet emekçileri depremin ilk dakikalarından itibaren hem hayatta kalma hem de hayatta tutma mücadelesi verdik.
Enkazdan kurtarmadan, defin işlemlerine, yönlendirme, bilgilendirmeden yardımların dağıtımına her alanda görev aldık. İnsanlar sağlamlığı şüpheli binalara giremezken, günde onlarca deprem yaşanırken depreme dayanıklılığını bilmediğimiz binalarda sağlık hizmeti vermeye devam ettik.
Bu süreçte halkımızla beraber barınma sorunu başta olmak üzere gıda, temiz su gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayamadık. Buna rağmen hizmetten çekilmedik. Tüm üzüntü, yorgunluk ve korkumuza tanık olan idarecilerimiz en temel insani taleplerimizi görmek yerine nöbet listelerini Whatsapp’tan yollayıp uygunluğuna bakmaksızın arkadaşlarımızı çalışmaya zorladı.
Hastane binasına girip depremler devam ederken, korku ve panik içinde çalışmamız istendi. Yemek yok, su yok, korkuyoruz, yoruluyoruz, üşüyoruz, banyo yapamıyoruz, tuvaletler çok kirli kullanamıyoruz dedikçe “Depremdir, afet halidir” dendi. Sorunlarımıza çözüm bulmak yerine çözümsüzlük, çaresizlik dayatıldı. Bizi sefalette ortaklaştırdılar.
Bu kadar korku ve kaygıyı yaşayan bizler, ailelerimiz, çocuklarımız, yaşlılarımız, engellilerimiz, çadırlarda soğukla, çamurla, hastalıkla, yoklukla boğuşurken çalışmaya zorlandık.
Ülkenin her yerinden yüzlerce, binlerce kişi gönüllü olarak bu hizmeti vermek, buradaki sağlık emekçilerine destek olmak için isim yazdırırken, depremden doğrudan etkilenen bizlerin çalışması için diretildi, baskı uygulandı.
Hastane yöneticilerinin kendilerini üstlerine kanıtlama telaşı ile kağıt üzerinde işlerin yürüdüğü görüntüsü verme yarışları sağlık çalışanlarını görmezden gelmelerine yol açtı. Bunun için hızlıca binadaki yıkıntıların üstünü örttüler, binadaki kaymaları sıvadılar, tertemiz gösterdiler. Binanın depreme dayanıklı olduğunun güvencesini verme gereği bile duymadılar.
Gelen konteynırları kendilerine ayırıp sağlık emekçilerine su geçiren çadırları verdiler, depreme dayanıklı raporu olmayan hastanenin üst katlarında kendinize yer bulun dediler.
Emekçilerin kaldığı çadırların yanına bir tuvalet, banyo koymayı çok gördüler; geceleri onlarca metre uzaktaki o korkutucu binadakileri kullanmayı dayattılar. Temiz banyo tuvalet, temiz battaniye yorgan bile sağlayamadılar.
Başka şehirlerden gelenleri ortada, soğukta bıraktılar, yer göstermediler, emekçiler ihtiyaçlarını ilettiklerinde “Afet bölgesindesiniz, katlanacaksınız” dediler. Ulaşım kolaylığı sağlamayı da kalacak yer göstermeyi de gerekli görmediler ama ayar vermeyi, kaba davranmayı, yıldırmayı ve geldiğine pişman etmeyi ihmal etmediler. Afeti de OHAL’i de çözümsüzlük için kullandılar.
Depremin başından bu yana yoğun acil hizmeti veren sağlık emekçilerine acil hizmet ödemesini, teşvik ödemesini gördüler. Depremi tüm ağırlığıyla yaşadığı halde çalışanlara teşekkür edeceklerine hakları olan ödemeyi bile yapmadılar.
Onlar bağışlanan ilaçları ve tıbbi malzemeleri tasnif edip halkın ve kamunun yararına kullanmaktan aciz bir şekilde, bu ürünlerin çöp, nem içinde kullanım koşullarının ortadan kalkmasını beklerken; sahada insanlar parayla ilaç ve medikal ürün arıyorlar.
Sözde esnek çalıştırılan sağlık emekçilerine destek olmak üzere görevlendirme istenmeyip az sayıda personeli var olan sağlık talebinin altında ezilmeye mahkum ediyorlar. Başka illerden görevli sağlık emekçisi talep etmeyip, depremzede sağlık emekçilerini yoğun ve ağır koşullarda çalışmaya zorluyorlar.
Son olarak dün yeni atanmış, yıkıntı içindeki şehri bilmeyen devlet hizmet yükümlüsü kadın sağlık emekçilerinin hastanede kaldıkları odayı boşaltmalarını yer göstermeden istemleri ve bu isteklerini hastanenin anons sistemi ile iletmelerini acizliklerinin, beceriksizliklerinin ve duyarsızlıklarının bir göstergesi daha olmaktan öte ye geçmiyor.
Sorunların çözümü için başvurulan hastane yöneticileri sağlık emekçilerinden gelen taleplere kulaklarını tıkayarak adaletten ve liyakatten uzak kayırmacı yönetim anlayışıyla çözümsüzlük üretiyorlar.
Taleplerimiz:
Dönüşümlü çalışan sağlık emekçilerinin daha rahat çalışması için başka illerden görevlendirmeler yapılmasını, hastanedeki sağlık hizmetinin planlanmasına yereldeki depremzede sağlık emekçilerine söz verilmesini,
Acil hizmeti veren tüm sağlık emekçilerini başka illerden yapılacak görevlendirmelerle iş yükünün azaltılmasını,
Gerek görevlendirme ile gelen gerekse yerelde olup depremzede olan sağlık emekçilerine hizmet vermelerini mümkün kılacak yeterli ve sağlıklı barınma alanları sağlanmasını,
Barınma alanlarında banyo tuvalet çamaşırhane yemekhane gibi hizmetlerin sağlanmasını,
Görevlendirme, hizmet planlaması ve barınma gibi konularda alınacak kararlara sağlık emekçilerinin dahil edilmesini,
Emrivaki, dayatmacı, belirsizliklerle dolu yönetim anlayışı yerine katılımcı, eşitlikçi, adil ve süreç nedeniyle takdir eden ve şefkatli bir yönetim anlayışını,
Göreve çağrılan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin barınma, sağlıklı beslenme, temiz su ve giyim gibi temel ihtiyaçlarının acilen karşılanmasını,
Aileleri şehir dışında barınmak durumunda olan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ulaşım bakımından desteklenmesini,
Barınma alanlarında psikososyal destek hizmetlerinin verilmesine uygun sosyalleşme alanlarının oluşturulmasını,
Emeklilik, yer değişikliği talebi olan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin taleplerinin bir an önce karşılanmasını talep ediyoruz.
Ayrıca bilinmelidir ki; SES olarak sadece çalışanların değil tüm ilçe sakinlerinin sağlık hakkı talebinin sözcüsü olmaya devam edecek, moloz ayrıştırma, taşıma ve depolama süreçlerinde yapılan yanlışlara göz yummayacağız.
Güvenli ve sağlıklı çalışma ortamları için, güvenli çevre ve toplum sağlığı için mücadeleyi büyüteceğiz!
Bir kez daha depremin 67. gününde Samandağ Devlet Hastanesi’nden sesleniyoruz; depremden etkilenen tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ve bölge halkının sağlık sorunları çözülünceye kadar SES’lenmeye devam edeceğiz.
Ne Samandağ ne de sağlık ve sosyal hizmet emekçileri yalnızdır!
Türk-iş ve Hak-İş farklı illerde ayrı eylemler yapacak. DİSK ise KESK ve emek meslek örgütleriyle birlikte davranacak.
Türk-İş, 1 Mayıs 2023'te Adana'da olacak ve şu duyuruyu yaptı: "Depremin yaralarını birlikte sarma zamanı. 1 Mayıs'ta depremden etkilenenlerle dayanışma içerisinde olacağız."
Hak-İş ise Maraş'ta sembolik bir gösteri yapacağını duyurdu.
DİSK ise KESK, TTB, TMMOB ve TDB ile birlikte 1 Mayıs kutlamalarını İstanbul'da yapacağını duyurdu ve Maltepe miting alanı için resmi başvuruda bulundu.
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs'ta konfederasyonlar ve emek meslek örgütleri ortak talepler etrafında birleşik bir gösteri yapabilseydi daha etkili olabilirdi.
Kamuda ücret pazarlıkları başladı. Patron konumundaki AKP iktidarının sunduğu teklifi yeterli görmediklerini belirten Türk-İş ve Hak-İş, anlaşma olmadığı takdirde grev seçeneğini kullanabileceklerini duyurdu.
2023 Yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü görüşmelerinde işçi tarafını temsil eden Türk-İş ve Hak-İş ortak bir açıklama yaptı.
Türk-İş Genel Başkanı Ergun Atalay, kamu işvereninin kendilerine 11 bin 500 lira taban ücret ve yüzde 30 zam teklifinde bulunduğunu duyurdu. Atalay, "Bu teklif işçi kesimi olarak bizim taleplerimizi karşılamıyor" dedi.
Türk-İş Başkanı şöyle devam etti:
"Kamu işvereniyle yaklaşık 20 gün önce tekrar görüşmelerimiz başladı. Konfederasyon başkanları olarak biz de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin ile görüştük. Biz taban ücretin 15 bin liraya yükseltilmesi, ilk altı ay yüzde 45 zam ve refah payı ve sosyal haklarda iyileştirmeleri içeren talepleri sunmuştuk. Geçen hafta bize 11 bin 500 lira taban ücret ve yüzde 30 artış teklif edildi. Bu teklif işçi kesimi olarak bizim taleplerimizi karşılamıyor. Bu rakamları konuşmanın uygun olmadığını ifade ettik."
"TÜRK-İŞ'in de HAK-İŞ'in de talebi mayıs ayında işçilerin zamlı ücretini alması yönündedir. Arzu ettiğimiz rakam olması halinde biz bu sözleşmeyi 10-15 gün içinde bağıtlamak istiyoruz. Arzu ettiğimiz rakam olmuyorsa altı ay bile sürerse bizim için mesele değil. Bir yerde buluşabilirsek buluşuruz, buluşamazsak grev kararı dahil tüm seçenekler gündeme gelir. İşçinin razı olmayacağı bir şeye imza atmayız."
"Bir sözleşme kadar önemli olan bu taşeronların kadro meselesi var. Onu da bu sözleşme kapsamında hazırlayacağımız maddenin içinde olmasını istiyoruz."
Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan ise şunları söyledi:
"Çalışanların beklentilerini karşılamadığı için bu rakamlar üzerinde mutabakat sağlamamız mümkün değil. Hükümetimizden, TÜHİS'ten, sayın Bakandan yeni tekliflerini bekliyoruz. Türkiye'nin yeterince sorun stoku var, çalışanların yüksek enflasyona karşı korunabileceği tek çözümleri sendikalaşma ve toplu iş sözleşmeleridir. Toplu sözleşmelerde bu sıkıntıları çözemezsek sendikal hareket için de büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir."
Eğer taleplerimiz karşılanmazsa, uzlaşma yakalayamazsak da bunun yasal süreçlerini hep beraber göreceğiz. Umarım o noktaya gitmeden beklentiler var, gerçekten kamuda çalışan arkadaşlarımızın önemli bir bölümünün ekonomik sıkıntılardan dolayı büyük açıkları söz konusu. Bunların giderilmesi için beklentiler çok yüksek. Bunun farkındayız, buna göre çözüm bulmaya çalışıyoruz."
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs'a hazırlanıyor.
KESK, sitesinden 1 Mayıs afişlerini ve bildirisini paylaşıma açtı.
İşte afişler ve bildiri:
DİSK-AR'ın TÜİK verilerine dayalı araştırmasına göre işsizlik katlanarak artmaya devam ediyor.
Şubat ayı işsizlik verilerini ele rapora göre:
- Mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı Şubat 2023’te 8 milyon 941 bin kişi olarak gerçekleşti.
- TÜİK’e göre Ocak 2020’de yüzde 13 olan işsizlik Şubat 2023’te yüzde 10 olarak gerçekleşti. Ancak aynı yıllarda geniş tanımlı işsizlik yüzde 21,4’ten yüzde 23,4’e yükseldi.
- Şubat 2023’te TÜİK toplam dar tanımlı işsiz sayısını 3 milyon 514 bin kişi olarak açıkladı. İŞKUR’un Şubat 2023 verilerine göre ise bu ayda işsizlik ödeneği alabilenlerin sayısı 445 binde kaldı. Böylece Şubat 2023’de resmi işsizlerin sadece yüzde 12,7’si işsizlik sigortası alabildi. 3 milyonu aşkın işsiz işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı.
- Mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı erkeklerde yüzde 8,7 iken kadınlarda yüzde 12,6 olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsizlik (âtıl işgücü) erkeklerde yüzde 19,8, kadınlarda ise yüzde 29,6 olarak hesaplandı. Geniş tanımlı kadın işsizliği ile geniş tanımlı erkek işsizliği arasındaki fark 9,8 puan.
Genel-İş Sendikası’nda hemen her hafta yeni bir demokrasi skandalı yaşanmaya başlandı. Sendika yönetimi, seçilmiş yönetimine kayyum atamasından sonra, keyfi bir hareketle, seçilmiş iş yeri temsilcilerinin atamasını yapmadı. En temel demokrasi ilkesi olan seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesi karşısında işçiler Kartal Belediyesi önünden Ankara’ya “Adalet Yürüyüşü” düzenlediler. Genel-İş Genel Merkezi önünde “Kayyum darbedir, kayyuma hayır, demokrasi işçilerle” gelecek pankartı açtılar. Yapılan açıklamada Sendika genel merkezindeki küçük bir azınlığın binlerce üyesi olan bir sendikayı yukarıdan dizayn etmesine izin vermeyeceklerini söylediler. İşçilerin hakkını savunmak için kurulmuş sendika yönetiminin kendi bireysel çıkarları peşinde koştuklarını anlatan işçiler, insan onuruna yakışır bir ücret ve çalışma koşulları talep etmenin suç olmadığının altını çizerek, kayyum anlayışının demokrasi dışı bir anlayış olduğunu vurguladılar.
Kartal ve Kadıköy belediyesi işçileri Genel-İş Sendikası yönetiminin seçilmiş şubeye kayyum atamak, temsilcileri görevden almak, seçilmiş temsilcileri görevlendirmemek, toplu iş sözlesmelerini işçilerin onayı dışında imzalamak, şube seçimlerine müdahale etmek gibi demokrasi dışı pek çok pratiğine karşı, aylardır mücadele ediyorlar. Şeffaflık ve katılımcılık ilkesinden taviz vermeksizin, mücadelenin her safhasında taban örgütlenmelerinin oluşturulması, sendika yöneticisinin ücretinin ortalama işçi ücreti kadar olması gibi sendikal demokrasinin olmazsa olmaz temel talepleri için mücadele ediyorlar.
(Sosyalist İşçi)
Ankara’ya yürümek isteyen Mata işçileri polis ablukasıyla engellendi. İşçilerinin iş güvenliği önlemlerinin alınması, yönetim ve amirlerin uyguladığı mobing ve baskılara son verilmesi ve yüz 25 ek zam talebiyle bir saatlik iş durdurma kararı, Mata patronunun 650 işçiyi tazminatsız işten atmasıyla fiili bir greve dönüştü. İşçiler patronun direnişi kırmak için her türlü tehdit ve baskı yöntemini kullanmasına, polis ablukasına rağmen, kazanana kadar mücadele perspektifiyle, direnişi sürdürmeye kararlı.
Mata işçileri dünyaca ünlü otomotiv markaları için orijinal yedek parça üretiyor ama aldıkları ücret asgari ücretin biraz üzerinde. Anka haber ajansına konuşan bir işçinin söylediği gibi; “yanlarından geçemeyeceği, kapı kolunu bile tutamayacakları parçaları”, sefalet ücreti karşılılığında, astım ve kanser olma riski pahasına üretiyorlar. Aynı işçi taleplerinin toplam maliyetinin patronların bir günlük yeme içme, giyim harcamaları kadar olduğunu söylüyor.
Depremin hemen ardından gerçekleşen grev, işçi sınıfının hem enkazın altında kalmamak hem de devasa boyutlardaki ekonomik krizin faturasını ödememek için verilmesi gereken asli mücadele olduğunu gösteriyor. İşçiler iktidarın ve patronların tehditlerine aldırmadan mücadele ederken hem kendilerini hem de çevrelerini değiştirdiklerini görüyorlar. “Patronun ayağını kırdık, belini kırmak üzeriyiz” diyen kadın işçiler, iş yerindeki baskı ortamının yol açtığı bunaltıcı atmosfere karşı yan yana mücadeleleri sayesinde nefes almaya başladıklarını söylüyor. AKP, MHP koalisyonunun yarattığı korku iklimi karşısında da nefes almak isteyenlerin sandığa değil, mücadeleye odaklanması gerektiğini gösteriyor bu sözler.
Hatırlanacağı gibi, asgari ücret zammının hemen ardından fabrikalarda ve iş yerlerinde işçiler ücretlerinin iyileştirilmesi talebiyle eylemler yapmaya başlamıştı. Deprem tüm bu eylemlerin yoğunlaşmaya başladığı şubat başında gerçekleşti. Dayanışma seferberliği nedeniyle mücadeleye ara verildi. Ama patronlar bağış kampanyalarını kullanıp, vergi ve reklam giderlerini karşılarken, sefalet ve kötü çalışma koşullarını işçilere dayatmayı aralıksız sürdürdüler. Bazı fabrikalarda saldırılara karşı şimdiden bir mücadele başlamış durumda. Mata işçilerinin grevi bu mücadelelerin önemli bir parçası. İşçiler “ek zam ve iş güvenliği” istiyor. Ancak bu direniş, sefalet koşulları ve depremin emekçi kitlelerde devlete, sermaye ve iktidara karşı öfkesinin bilendiği koşullarda, çok daha büyük bir mücadelenin başlangıcı potansiyeli taşıyor aynı zamanda. Mata patronlarının direnişi yenmek için devletin kolluk kuvvetlerini de dahil ederek, tüm olanaklarını seferber etmesinin temel nedeni de bu.
(Sosyalist İşçi)