Bu yıl da 25 Kasım Cuma günü Uluslararası Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele Gününde kadınlar, LGBTİ+’lar şiddete maruz kaldı. Yıllardan beri 25 Kasım’da polis şiddetine tanık oluyoruz ama bu yıl şiddetin dozu diğer yıllardan farklıydı. 25 Kasım Kadın Platformunun eylem çağrılarının dağıtılmasına izin verilmedi, kimi yerlerde dağıtım yapan kadınlar gözaltına alındı. Eylem yapılacak tüm illerde Valilikler, her gün katledilen, şiddet gören kadınların sokağa çıkmasını “bazı toplumsal duyarlılıklar nedeniyle toplumda infial uyandırabileceği, toplumsal iç barışı, genel ahlak ve genel sağlığı tehdit edebileceği, başkalarının hak ve özgürlüklerin korunması” gibi saçma sapan gerekçelerle yasaklama kararları aldılar. 25 Kasım’da sokağa çıkmak isteyenlere yönelik şiddet eylem öncesinde başladı, 25 Kasım günü birçok ilde doruğa ulaştı.
İstanbul’da eylem yeri Taksim Tünel’di. Öğlen saatlerinden itibaren Tünel’e çıkan tüm yollar kapatıldı. Binlerce polisin, barikatların yerleştirildiği Beyoğlu ve çevresinde öğleden sonra başlayan şiddet ertesi gün gözaltına alınan 226 kadının serbest bırakılmasına kadar devam etti. Kadınlar dövülerek, tehditler savrularak, hakaret edilerek, gözdağı verilerek, ters kelepçe yapılarak, saçlarından sürüklenerek ağır şiddet uygulanarak gözaltına alındı. Bu şiddetin görünmemesi için polislerin yaptıkları ilk şey basını kadınlardan ayırmak oldu. Ama bu şiddetin üstü örtülemeyecek, şiddet uygulayanlar hesap verecek. Şimdi tüm bu şiddeti yaşayan kadınlar sosyal medyada tek tek yaşadıklarını anlatıyor, şiddet uygulayan polisleri teşhir ediliyor, failler hakkında suç duyurusu yapılıyor.
25 Kasım günü sokakta olanlara yönelik çok ağır şiddet uygulandı. Tüm bu baskı ve şiddete rağmen 25 Kasım gününü belirleyen“bir kişi daha eksilmeyeceğiz” sloganında olduğu gibi birbirinin elinden tutan, kol kola giren kadınlar, lubunyalar oldu. Her bir polis barikatının aşılmasıyla bir araya gelen kadınlar korkusuzca barış, özgürlük sloganları attı. Onlarca polisin, kalkanların arasında sıkıştırılmışken bile ne şarkı söylemekten ne slogan atmaktan vazgeçti.
İstanbul Sözleşmesi’ni de yeniden, özgürlük ve barış taleplerimizi de hayata geçiren işte bu hergün sokakta verilen mücadele olacak.
Nuran Yüce
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, İstanbul'da yasak, baskı ve gözaltılara sahne oldu. Kadınlar protestoda ısrar ederek yanıt verdi.
Her sene olduğu gibi 25 Kasım Kadın Platformu, Taksim Tünel'de buluşma çağrısı yaptı.
Beyoğlu Kaymakamlığı ise İstiklal Caddesi'nde her türden etkinliği yasakladı.
Tünel'e yürümek isteyen kadın grupları, polis ablukasına alındı. Ablukayı aşmak isteyen onlarca kadın tartaklanarak gözaltına alındı.
İstiklal Caddesi'nde tüm sokaklara kurulan barikatlarla mücadele eden kadınlar, Karaköy'e yürümek istedi. Fakat Haliç girişinde bekleyen yüzlerce polis burada da kadınları durdurdu. Burada toplanan eylemciler basın açıklamalarını okudu.
Bir grup kadın ise Cihangir'de şiddeti ve cinayetleri protesto etti.
Tüm engellemellere rağmen kadınlar, attıkları sloganlar ve taşıdıkları pankartlar ile seslerini duyurdu.
Eylemciler sık sık 'Bir kişi daha ezdirmeyeceğiz', 'Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz', 'Kadınlara değil katillere barikat' ve 'Jin, jyan, azadi' (Kadın, yaşam, özgürlük) diye haykırdı.
Haliç'te açılan pankartta 'Hayatımız bizim, aileniz sizin olsun' yazarken, Asmalımescit'te 'Özgürlüğümüz için susmayacağız, bir kişi daha eksilmeyeceğiz' yazılı pankart taşındı.
Hakkında 7 yıl 6 aya kadar hapis istenen tutuklu TTB Başkanı Şebnem Korur-Fincancı, "biz kadınlar evde, sokakta, işyerlerinde, hücrede… Kadınlar için, özgürlüğümüz için hep birlikte mücadeleye devam edeceğiz” dedi.
Diyarbakır Tabip Odası'ndaki 25 Kasım toplantısında okunan, adli tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın Sincan f tipi hapishanesinden yolladığı mesaj:
“Sevgili kız kardeşlerim,
Patriyarkanın saldırılarının giderek arttığı bir dönemden geçiyoruz. Biz hekimler, tüm travmalarda olduğu gibi kadına yönelik şiddette de birincil sorumluluğu olanlarız. Kadına yönelik şiddete yalnızca erkek şiddetini belgelemek ile yaralara pansuman yapmak ile çözüm olamayacağımızı biliyoruz. İşte tam da bu nedenle pandemiyi fırsata çevirenlere, İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenlere, kadın sağlığını yok sayan sağlık politikalarına, cezasızlık ödülü dağıtan erkek yargıya karşı ezcümle patriyarkaya karşı mücadele ediyoruz.
Bu 25 Kasım’da aranızda olamasam da; biz kadınlar evde, sokakta, işyerlerinde, hücrede… Kadınlar için, özgürlüğümüz için hep birlikte mücadeleye devam edeceğiz.”
İddianamedeki suçlama
Bir TV kuruluşuna Kuzey Irak'ta TSK'nın kimyasal silah kullandığı iddiası üzerine demeç veren Şebnem Korur-Fincancı'nın sözleri çarpıtılmış ve iktidar blokunun başını çektiği milliyetçi kesimler tarafından ağır bir karalama kampanyasına maruz kalmıştı.
26 Ekim'de evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alınan TTB başkanı, 27 Ekim'de tutuklanmıştı.
Hakkında hazırlanan savcılık iddianamesinde "örgüt propagandası" yapmakla suçlanan Şebnem Korur Fincancı'ya 7 yıl 6 ay ceza verilmesi istendi.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) ve BM Kadın Birimi (UN Women), “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Günü” öncesinde küresel olarak kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddetle ilgili kapsamlı bir rapor yayınladı.
BM raporuna göre kendi yakınları, birçok kadın ve kız çocuğu için ölümcül kişiler. Sadece geçtiğimiz yıl dünyada öldürülen 81 bin kadın ve kız çocuğunun 45 bini, yani yaklaşık yüzde 56'sı yakın partnerleri veya diğer aile üyeleri tarafından öldürüldü.
Rapor, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin dünya çapında en yaygın insan hakları ihlallerinden biri olduğunu hatırlatıyor. Raporda yer alan rakamlar ayrıca, kadın cinayetlerinin toplam sayısının son on yılda büyük ölçüde değişmeden kaldığını gösteriyor.
Raporda, öldürülen çok sayıda kadın ve kız çocuğunun birçoğunun rakamlara yansımadığı veya sayılmadığı belirtiliyor. 2021'de kasıtlı olarak öldürülen her on kadın ve kız çocuğundan yaklaşık dördünün ölümlerini kadın cinayeti olarak tanımlamak için yeterli bilgi olmadığı belirtildi.
Bölgesel eşitsizlikler
Kadın cinayetleri her ülkede sorun olsa da bölgesel farklılıklar var. Asya, 2021'de cinsiyete dayalı cinayetlerin en fazla meydana geldiği kıta. Afrika ise kadınların ve kız çocuklarının öldürülme oranının nüfusa göre en yüksek olduğu kıta.
Geçtiğimiz yıl, Afrika'daki kadın ve kız çocuğu cinayetlerinin oranının her yüz bin kadın nüfusu başına yüzde 2,5 olduğu tahmin ediliyor. Bu oran Amerika'da yüzde 1,4, Okyanusya'da yüzde 1,2, Asya'da yüzde 0,8 ve Avrupa'da yüzde 0,6.
Bulgular ayrıca, 2020'de COVID-19 salgınının başlamasının, Kuzey Amerika'da ve bir dereceye kadar Batı ve Güney Avrupa'da özel alanda cinsiyete dayalı cinayetlerdeki önemli artışla aynı zamana denk geldiğini gösteriyor.
Raporda, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik diğer şiddet türlerinin yanı sıra toplumsal cinsiyete dayalı cinayetlerin de kaçınılmaz olmadığı vurgulandı. Bu suçlar, şiddetten etkilenen kadınların erken teşhisi, mağdurlara destek ve koruma tedbirlerine erişim gibi adımların birlikte devreye sokulmasıyla önlenebilir olduğu kaydedildi. Raporda, kadın cinayetlerine ilişkin veri toplamanın güçlendirilmesinin de kritik bir adım olduğu belirtildi.
Raporda Türkiye ile ilgili veriler de paylaşıldı. Kadın ve kız çocuğu cinayetlerinin 2020 yılına göre 2021 yılında azaldığı bilgisi verildi.
UNODC İcra Direktörü Ghada Waly, "Hiçbir kadın veya kız çocuğu hayatından korkmamalı. Kadın ve kız çocuklarına yönelik cinsiyete dayalı her türlü cinayeti durdurmak için, her yerde, her kurbanı saymamız ve kadın cinayetlerinin risklerini daha iyi anlamamız, daha etkili önlem ve müdahaleler tasarlamamız gerekiyor" dedi.
BM Kadın Birimi İcra Direktörü Sima Bahous da, “Her kadın cinayetinin arkasında, başarısızlığa uğramış tek bir kadın veya kızın hikâyesi var. Bu ölümler önlenebilir. Bunu yapacak araçlar ve bilgi zaten var. Kadın hakları kuruluşları zaten verileri izliyor, politika değişikliği ve hesap verilebilirliği savunuyor. Artık kadınların ve kız çocuklarının evde, sokaklarda ve her yerde kendilerini güvende hissetme ve güvende olma haklarını yerine getirecek, toplum genelinde uyumlu eylemlere ihtiyacımız var" dedi.
Kadın örgütleri, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde birçok ilde sokağa çıkıyor. KESK'li kadınlar, bir dizi etkinlik ve eylem çağrısı yaptı.
Cinayetler ve şiddet vakalarının hız kesmeden devam ettiği koşullarda, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkan iktidar, başta eşitlik ve adalet olmak üzere kadın haklarına savaş açmış durumda.
İktidar çevrelerinin sık sık hedefi olan kadın örgütleri ise her sene olduğu gibi meydanlara çıkarak 'cinayetleri durdurun, şiddeti durdurun' taleplerini haykıracak.
İstanbul'da 25 Kasım Kadın Platformu, Cuma günü 19:00 Taksim/Tünel'e çağrı yaptı. Platform yıllardır burada toplanıp yürüyor. Son yıllarda birçok engelleme yaşanmasına rağmen kadınlar direnmişti.
Ankara Kadın Platformu da 25 Kasım saat 18.30’da Sakarya Caddesi’nde bir araya geleceklerini duyurdu.
Bursa Kadın Platformu, aynı gün 18:00 -18:30 Fomara Meydanı'nda toplanma çağrı yapıyor.
Antalya Kadın Platformu'nun eylemi, 27 Kasım Pazar günü saat 14.00'de Aydın Kanza Parkı’nda toplanarak başlayacak. Buradan Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüş ve miting gerçekleştirilecek.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde bir dizi eylem ve etkinlik yapacağını duyurdu.
KESK'li kadınların duyurusu şöyle:
►25 Kasım eylem ve etkinlikleri 18 Kasım 2022 tarihinde, iki yıla yakın zamandır tüm saldırılara rağmen erkek adalete karşı adalet nöbeti eylemi gerçekleştiren Emine Şenyaşar’ı ziyaret ile başlatılacaktır. Aynı gün yerellerde de, adalet arayışında bulunan kadınlarla dayanışma ve buluşma etkinlikleri gerçekleştirilmesi,
►2023 bütçesinin görüşmeleri süreci içerisinde, yerellerin belirleyeceği gün, saat ve yerlerde KESK kadın meclisleri tarafından, emek, meslek örgütleri ve kadın platformlarından kadınlarla birlikte sermayeden, savaş politikalarından yana bütçeye karşı emekçilerden yana toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe talebiyle yerellerde basın açıklamaları, basın toplantıları vb eylem ve etkinliklerin yapılması,
►Hafta boyunca kadına yönelik artan sistematik şiddete dikkat çekmek amaçlı kadın platformlarıyla birlikte Mor Konvoy, Mor zincir, Bisiklet Turu gibi kent merkezlerinde etkinlikler yapılması,
►Kent meydanlarında stantlar kurularak bildiri dağıtılması,
►25 Kasım günü miting, kitlesel açıklamalar, yürüyüşler şeklinde kadın platformları ile alan etkinlikleri yapılması,
►Tutuklu kadın arkadaşlarımıza dayanışma amaçlı kart gönderilmesi,
►KHK'lı kadın emekçilerle dayanışma amaçlı buluşma etkinlikleri gerçekleştirilmesi.
bianet'ten Evrim Kepenek’in derlediği verilere göre; erkekler Ekim’de en az 32 kadını ve dört çocuğu öldürdü, en az 70 kadına şiddet uyguladı, en az 18 kız ve oğlan çocuğunu istismar etti, en az 13 kadını taciz etti, 14 kadını da seks işçiliğine zorladı ve en az bir kadına da tecavüz etti.
Ekim’de en az 14 kadının ölümü basına "şüpheli” ölüm olarak yansıdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TÜGVA töreninde sarf ettiği "muhafazakar devrimcilik" sözü epey tartışıldı. Çoğu kişi, haklı olarak, siyasi tutuculuğun devrimcilikle yan yana kullanılamayacağını belirtti. Peki Erdoğan, AKP seçim kampanyasına da yön vereceği anlaşılan bu çelişkili tanımla ne anlatmak istiyor?
Eğer bir devrim sürecinin içinde olsaydık, bu sözler olsa olsa "karşı devrimcilik" yani devrimi mağlup etme çabası olarak nitelenebilirdi. 21. yüzyılın dünyasının bir parçası olan Türkiye'de ise "muhafazakar devrimcilik" bir dizi toplumsal teamülün ya da demokratik kazanımın yok edilmesi, büyük geriye dönüşler anlamına geliyor.
Bunun örneklerinden biri Ergenekon sanıklarından olan azılı ulusalcı Mehmet Ali Çelebi'nin AKP'ye katılımı sırasında Erdoğan'ın söyledikleridir.
Yine üç çocuk dayatması
Erdoğan, Çelebi'nin kaç çocuğu olduğunu sordu. Tek çocuğu olduğunu öğrenince, Çelebi'nin eşinin kariyer yaptığına aldırmadan, çok çocuk doğurmanın kadının asıl kariyeri olduğunu vurguladı.
Kadına karşı şiddeti ve ayrımcılığı önlemek amacıyla oluşturulan, Türkiye'nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen Erdoğan yönetimi için toplumun yarısı olan kadınların tek vazifesi doğurganlık.
Nefret söylemi
Erdoğan çok çocuk isteğini Kürtlere yönelik nefret söylemiyle devam ettirdi. "PKK'lılar 5-10 çocuk yapıyor" dedi. Dağdakilerin çocuk yapmadığı bilinirken, bu sözün kastının çok çocuklu Kürt ailelerine yönelik olduğu genel kabul gördü.
Savaşın en şiddetli olduğu dönemde, 1994'te toplanan Milli Güvenlik Kurulu Kürtlerin doğurganlığa dikkat çekerek bu nüfus artışının kontrol altına alınmasını, Türk nüfusunun artırılmasını "tavsiye" etmişti.
Bir diğer örnek ise CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun kamuda çalışan kadınların giyim kuşamlarına (özelde başörtüsüne) yapılan siyasi müdahaleleri geçersiz kılan yasa teklifine karşı AKP iktidarının anayasa değişikliği teklifi.
Erdoğan yönetimi, Kılıçdaroğlu'nun çıkışını sabote etmek için gündeme getirdiği teklife LGBTİ+ karşıtı bir madde ekliyor. Mevcut anayasada evlilik "eşler arasında" diye belirtilirken, AKP'nin teklifinde kadın ve erkek ifadeleri geçiyor. Türkiye'de eşcinsel evlilikler yasak. LGBTİ+ hareketinin de böyle bir talebi henüz yok. Bazı LGBTİ+ bireyler bunu talep edebilirler fakat oraya varmadan önce (eşitlik için) karşılarında büyük engeller var. Buna rağmen, LGBTİ+ karşıtlığıyla toplumu bölen ve muhalefeti homofobik ön yargılarla etkisizleştirmek isteyen AKP, tıpkı Macaristan'da olduğu gibi aile silahını kullanıyor.
Türkiye'de AKP'nin faşist ortağı MHP ve ulusalcı devlet güçleriyle birlikte oluşturduğu otokratik rejim sadece baskıcı Macaristan'a değil, Trump'ın temsil ettiği aşırı sağa, Putin'in diktasına, Bolsonaro'nun Brezilya'sına benziyor. AKP'nin penceresinden bakıldığında otoriter lider ve hareketlerin her biri birer "muhafazakar devrimci". Onların "devrimi" ileriye dönük değil, büyük geri dönüşlerle anılıyor.
Bunlar sadece bir seçim propagandası değil, toplumu kendi ideolojileriyle şekillendirilen, derinleşen ve yayılan aşırı sağın ataklardır. Bugün sosyal mücadeleler hem şiddet hem de sandık beklentisi ile bastırılmış olsa da, emekçiler ve ezilenler (er ya da geç) demokratik teamül ve kazanımları savunmak, aşırı sağın ataklarını bertaraf etmek için aşağıdan mücadelelere girişmek zorunda.
Hindistan’daki aşırı sağcı hükümet, hamile bir Müslüman kadına toplu tecavüz etmek ve üç yaşındaki kızı da dahil aileden 14 kişiyi öldürmekten hüküm giyen 11 kişinin erken salıverilmesine onaylamış.
Salıverilen hükümlüler, 2002’de ülkenin batısındaki Gujarat eyaletinde Müslümanların hedef alındığı saldırılarda Bilkis Bano ve ailesine hedef alan Hindu çetesinin üyeleri.
Tecavüz ve cinayetten ömür boyu hapis cezası verilen hükümlülerin salıverildi ve kahraman gibi karşılanmış. Bu olayın, milliyetçi Başbakan Narendra Modi 15 Ağustos'ta halka kadınlara saygı duyun çağrısından saatler sonra gerçekleştiği ortaya çıktı.
2002'deki saldırıdan 6 yıl sonra, 2008'de mahkum edilen tecavüzcü katiller 14 yıl içeride kaldıktan sonra yaş ve iyi hal gerekçeleriyle serbest bırakılmışlar.
Saldırganların salıverilmesinden birkaç gün sonra Bilkis Bano yazılı bir açıklama şunları söyledi:
“Ailemi yıkan saldırganların serbest kaldığını duyduğumda söyleyecek bir şey bulamadım. Hala hissiz haldeyim. Bir kadının adalet arayışı nasıl böyle sona erebilir?
"Ülkemizdeki en yüksek mahkemelere güvendim. Sisteme güvendim ve yavaş yavaş bu travmayla yaşayabilmeyi öğreniyordum. Hükümlülerin salıverilmesi huzurumu elimden aldı ve adalete olan inancımı sarstı.”
Karar, Hindistan’da büyük öfke yarattı.
Kadınlar Birlikte Güçlü platformunun geniş çağrısı ile İstanbul Kadıköy'de toplanan İranlı ve Türkiyeli kadınlar, Masha Amini'nin katledilmesini kınadı. İran'da ayaklananlara destek verdi.
Yüzlerce kişinin katıldığı eylemde okunan açıklamanın tam metni:
İran’ın başkenti Tahran’da “başörtüsünü düzgün takmadığı” gerekçesiyle 14 Eylül’de “ahlak polisi” olarak bilinen irşad devriyeleri tarafından gözaltına alınan Mahsa Jîna Amini, daha sonra işkence edilerek katledildi. Mahsa’nın katledilmesinin ardından İran ve Rojhilat’ta kadınların öncülüğünde büyük bir direniş başladı. Sokaklarda eyleme geçen kadınlar rejimin zorla taktırdığı başörtülerini yaktı, Mahsa’nın katledilişini saçlarını keserek protesto etti. İran sokaklarında “Jin, Jiyan, Azadi” sesi yükselirken direniş de büyümeye devam etti. İran İçişleri Bakanlığı, "İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi tarafından emredildiğini" söylediği bir soruşturma kararını açıklarken, aynı anda protestoya katılanlar bir bir gözaltına alındı. İran rejimi Kürt halkının yoğun yaşadığı bölgeler başta olmak üzere halkın üzerine ateş açmaya, saldırmaya başladı. Direniş başladığından bu yana 200'den fazla kişi hayatını kaybederken, en az 5 bin kişi İran rejimi tarafından tutuklandı. Tutuklananların arasında 16 basın mensubu bulunmakta. Tutuklananların birçoğuyla ilgili ise haber alınamıyor. Hukuksuzluğun, şiddetin sembolü haline gelen Evin Cezaevi direnişçiler ile doldurulurken; kadınlar, faşist rejim tarafından cinsel şiddetle tehdit edilmekte. Direniş ise kadınların öncülüğünde ülkedeki tüm illere yayılmış bulunmakta. Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte üniversite öğrencileri boykot kararı alırken, öğretmenler ve akademisyenler greve gitti. İran’da petrol, şeker ve çelik gibi birçok farklı iş kolunda üretim yapan fabrikaların işçi konseyleri grev kararı aldı. Şeriat hükmü ile yaşamayı reddeden kadınların direnişi şimdi tüm halkların direnişine dönmüş durumda.
Şeriata göre dizayn edilen hükümlerle kadınların hayatlarını, haklarını ve iradelerini yok sayarak onları belli kalıplara sığdırmaya çalışan İran rejimine karşı boyun eğmeyen, biat etmeyen kadınlar daima var olmuştur, olmaya da devam edecektir.
Mahsa’nın katledilmesi tüm dünyada erkek devlet şiddetine karşı mücadele eden biz kadınların öfkesi oldu. Çünkü aynı erkek egemenliğin şiddetini yaşadığımızı biliyoruz ve bu şiddet sınır tanımıyor.
Maç izlediği için yargılanan ve yargı önünde kendisini yakan Seher Hüdayari, ‘Kuran-ı Kerim’i yaktığı yalanı yayıldığı için linç edilen Ferhunde Melikzade, İzmir’de polis tarafından katledilen trans kadın Hande Buse Şeker, Siirt’te uzman çavuş Musa Orhan’ın cinsel saldırısına uğrayan Îpek Er ve saçları gözüktüğü için İran’da ahlak polislerinin işkence etmesiyle katledilen Mahsa Amini. Biz kadınlar kadın olduğumuz için şiddet görüyor, katlediliyoruz. Ve biliyoruz; örgütlenen bu şiddete karşı tek çözüm sınır tanımayan kadın dayanışmasında, kurtuluş ortak mücadelemizde.
Çünkü biliyoruz, İran çok uzağımızda değil. Türkiye’de de bir gecede İstanbul Sözleşmesi feshediliyor, kayyum eliyle kadın kurumları işlevsizleştiriliyor, LGBT+lar dini propagandalar ile hedef gösterilerek halk içerisinde nefret söylemi yayılmaya çalışılıyor. Bir grup erkeğin kendini mağdur baba ilan etmesiyle nafaka hakkının gaspı gündeme geliyor. “Toplum ve aile düzeni” kisvesiyle farklılıklar reddediliyor, konserler yasaklanıyor, sanatçılar, gazeteciler, kadın aktivistler tutuklanıyor.
Kadın düşmanı politikalara bir yenisi daha 1 Ekim’de “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” adıyla bir sansür yasası olarak getiriliyor. İran rejiminin ülkenin her yerinde süren direnişi dünyadan gizlemek için kullandığı yasanın bir benzeri bugün burada da oluşturulmak isteniyor. Siyasal islamın yaşamımız haklarımız bedenlerimiz üzerindeki kadın düşmanı politikalarını İran molla rejiminin kadın düşmanı politikalarından tanıyoruz.
Hep birlikte sesleniyoruz: İran’da, Türkiye’de, her yerde özgürlük istiyoruz!
Bir kez daha İran rejimi başta olmak üzere tüm otokratik yapılara karşı:
Mahsa için her yerde “Jin, Jiyan, Azadi”,
Taliban’a karşı “Nan, Kar, Azadi”,
İran’da molla rejimine karşı “Zen, Zedengi, Azadi” seslerini beraber yükseltiyoruz.
Dünyanın her yerinde özgürlük mücadelemize devam edeceğiz.