İstanbul Esenler’deki TOKİ inşaatında çalışan işçilerin ücretleri ödenmiyor. İki işçi, kule vince çıkıp bu haksızlığı protesto etti.
DİSK Dev Yapı-İş sendikası, işçilerin aylardır ücretlerinin ödenmediğini duyurdu. Ambulans ve polis, vincin altına geldi
Sendikanın açıklaması şöyle:
“TOKİ sadece işçilerin alacağından değil, can güvenliğinden de sorumludur! Esenler TOKİ inşaatında aylardır ücreti ödenmeyen üyelerimizden ikisi şantiyedeki kule vinçe çıkarak ücretlerin ödenmesini istedi. Metrelerce yukarıda yaşamsal risk taşıyan bu eylem hala devam ediyor.”
Rusya'ya ait radyoda çalışan 24 sendikalı gazeteci, grev kararını asmaları sonucu işten atılmıştı. İşyerleri önünde direnişe devam eden gazeteciler, şimdi grev kırıcılarla mücadeleye ediyor.
Sputnik'te işten atmalara karşı direniş 27 gününde. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) üyesi çalışanlar, tıkanan toplu sözleşme sonrası grev süreci başlamışken işten çıkarılmalarına isyan ediyor.
Moskova'da yöneticiler ise işçi haklarını tanımayıp Türkiye vatandaşı bazı gazetecileri işe alarak grevi kırmak istiyor.
Grevi kırmak isteyenlerin başını Sputnik Radyo haber müdürü Fethi Yılmaz ile Mahir Boztepe'nin çektiği söyleniyor.
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Sekreteri İlkay Akkaya X'te yaptığı paylaşımda şunları söyledi:
“Arkadaşlar bu yanlıştan dönün. Grevi kırmayın. Grevde arka kapı olmaz! Bugün açtığınız o kapı başka yerde yüzünüze kapanır. Bu grev hepimizin. Medyadaki orman kanunlarına bizim dayanışmamız son verecek.”
Bu arada Sputnik Radyo'nun işten attığı işyeri temsilcisi, grevi kırmak için işe alınan bir gazetecinin yazdıklarına şöyle tepki gösterdi:
Yıldızlar SSS Holding, 190 maden işçisinin maaşlarını 9 aydır ödemiyor. Yerin 500 metre altında 16 gündür eylemlerini sürdüren işçiler haklarını istiyor.
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şube Başkanı Talih Kocabıyık, mücadeleyi çöyle anlattı:
“Firma bu zamana kadar nerede bir işçisi varsa hepsini mağdur etmiştir. Şirketin son taahhütlerine göre bazı ücretlerin ayın 15’ine kadar ödenmesi, 20’sinde de sigortanın yansıması gerekiyor. 20’sine kadar vaatlerini yerine getirmezse ya yeraltına gireceğiz ya da büyük bir yürüyüş gerçekleştireceğiz.”
Akşener'in partisinden İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Ümit Özlale, seçildiği takdirde binlerce işçiyi işten atacağını duyurdu.
"53 bin belediye çalışanı var. 53 bin kişinin yaptığı işi 25-26 bin kişi de yapabilir" diyen Özlale, 4 buçuk milyonluk büyük şehrin çoğu kadrosuz ve düşük ücretle çalıştırılan işçilerinin ekmeğine göz dikti. Bulduğu "formül" ise çok kişi daha az kişiye yaptırmak! Klasik kapitalist tavrı...
İYİP'in ekran yüzlerinden biri olan Ümit Özale alenen işçi düşmanlığı yaparak kazanabileceğini zannediyor.
Toplu iş sözleşmesinden doğan maaş farkları ödenmiyor. Sağlık-İş üyesi işçiler haklarını istiyor. Rektörlük önünde oturma eylemine başladılar.
1800 işçiyi ilgilendiren alacaklar, ödenek olmasına rağmen ısrarla ödenmiyor. Ege Üniversitesi sağlık işçileri haklarını almakta kararlı.
Günlerce grev yapan işçilere kişi başına 55 bin - 60 bin arası alacakları sözü verilmiş, bunun üzerinde direnişe ara vermişlerdi.
Fakat üniversite yönetimi verdiği sözü tutmadı. Bunun üzerine sağlık işçileri yeniden eylemlere başladı.
Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş Sendikası genel merkez yöneticilerinden Adem Sarıçoban, rektörlük önünde yapılan protesto eyleminde şunları söyledi:
“Eğitim masrafları çok fazla. Buradaki kardeşlerin hiçbiri çocuklarına kırtasiye yardımı yapamadı. Bildiğiniz gibi biz geçen ay sonu hastane sekiz günlük eylem yaptık. Neden bu eylemi yaptık? Kamu Çerçevesi Protokolü (KÇP)'den doğal farklarımızın ödenmesi için eylemi yaptık. Ama maalesef üniversite yetkilileri söz vermesine rağmen bizim ödemelerimizi yapmadılar. Ay sonuna kadar sayın rektör hoca ve rektör yardımcısı bu ödemelerin yapılacağını söylemesine rağmen ödeme olmadı. Daha sonra tekrar bir görüşme yaptık. Eylül'ün ilk haftası rektör hoca ‘ben garanti veriyorum bu parayı ödeyeceğim’ dedi. Ama maalesef ki şu yatan bir para yok. O yüzden bizler de eylemi buraya taşımaya karar verdik. Buradan çağrımız şudur. Bizim derdimiz bakın burada hep beraber oturuyoruz. Arkadaşlarımız eğleniyorlar, müzik dinliyorlar. Hiç kimse zarar vermek istemiyoruz. Kamu kurumuna ilgi bir sıkıntımız yok. Yalnız bizim tek derdimiz var buradaki kardeşlerimizin alın terinin karşılığı bir an önce verilsin. Çünkü ülkede ekonomi çok kötü. Her gün euro, dolar, diğer masraflar artıyor. Peynir, çökelek artıyor. Biz artık evimize süt alamaz duruma geldik. Çocuklarımızın bugün çantalarına besleme çantası boş gitti arkadaşlar. Bakın söylüyorum. Bugün çantalar boş gitti, beslenme koyamadık. Bizim derdimiz, çocuklarımızın geleceğini garanti altına alabilmek. O yüzden de buradan rektörlüğe, hastane yönetimine ve yetkililere sesleniyoruz. Ege Üniversitesi işçilerinin bin 890 işçinin hakkını verin.”
“Bugün akşam saat 17:00’ye kadar burada oturmaya devam edeceğiz. Aynı zamanda eş zamanlı olarak 13:00-14:00 saatleri arasında da hastanede arkadaşlarımız oturma eylemi yapacaklar. Yarın sendikamızın genel başkanı Hakan Toy, altı şubemiz, Türk-İş’e bağlı sendika başkanları, bölge başkanımız ve işçi kardeşlerimiz burada olacaklar. Yarın akşamda 17:00’ye kadar burada olacağız, çarşamba günü de devam edeceğiz ve perşembe günü ise yeni bir eylem şekline geçeceğiz”
Urfa'da pamuk tarlasında çalışmaya giden tarım işçilerini taşıyan minibüsün lastiği patladı... 3 işçi öldü, 8'i ağır 15 işçi yaralandı. Aynı gün Ağustos ayında meydana gelen iş cinayetleri raporu açıklandı.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) her ay yaptığı araştırmanın sonuçları, işçilerin hayatlarını çalan şeylerin kaza değil patronlar ve onlara gö yuman iktidar eliyle işlenmiş birer cinayet olduğunu ortaya koyuyor.
İşte Ağustos ayında bilinen işçi sinayetleri:
- Ağustos ayında en az 201 işçi hayatını kaybetti.
- 2023'ün ilk sekiz ayında 1255 iş cinayeti kayıtlara geçti.
- Ağustos ayında iş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımı:
İnşaat, Yol işkolunda 53 işçi; Tarım, Orman işkolunda 52 emekçi (31 işçi ve 21 çiftçi); Taşımacılık işkolunda 25 işçi; Metal işkolunda 11 işçi; Gıda, Şeker işkolunda 8 işçi; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 8 emekçi; Enerji işkolunda 8 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 5 işçi; Konaklama, Eğlence işkolunda 5 işçi; Madencilik işkolunda 3 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 3 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 3 işçi; Savunma, Güvenlik işkolunda 2 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 2 işçi; Ağaç, Kâğıt işkolunda 1 işçi; İletişim işkolunda 1 işçi; Basın, Gazetecilik İşkolunda 1 işçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 1 işçi; elimizdeki veriler ışığında çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz 9 işçi hayatını kaybetti…
- Ağustos ayında iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı :
Trafik, Servis Kazası nedeniyle 52 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 25 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 25 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 24 işçi; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 24 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 10 işçi; Şiddet nedeniyle 10 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 6 işçi; İntihar nedeniyle 5 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 3 işçi; Kesilme, Kopma nedeniyle 3 işçi; diğer nedenlerden dolayı 14 işçi hayatını kaybetti…
- Ağustos ayında iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı:
14 yaş ve altı 4 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 6 çocuk/genç işçi, 18-29 yaş arası 39 işçi, 30-49 yaş arası 82 işçi, 50-64 yaş arası 49 işçi, 65 yaş ve üstü 9 işçi, yaşını bilmediğimiz 12 işçi hayatını kaybetti…
- Ölenler arasında dışlanan ve ırkçılığa maruz kalan 11 göçmen işçi de var.
Araştırmanın tamamı için tıklayın.
Sendikalaştıkları için işten atılan Agrobay Seracılık işçileri, direnişlerinin 17. gününde sera girişini kapattı. Polis trafiği kapattıkları gerekçesiyle işçileri gözaltına aldı.
Yasalara göre sendika üyesi olmak bir hak. Fakat birçok patron bunu tanımıyor.
"80 derece sıcakta çalışıyoruz" diyen çoğu kadın işçi Tarım-Sen'e üye olmuştu. İzmir Bergama'da bulunan Agrobay'ın patronları 39 işçiyi işten attı. Bunun üzerine işçiler sera önünde işe geri dönme talebiyle direnişe geçti.
17. günde yapılan müdahale sırasında bayılan işçilere, işyeri doktorunun müdahale etmediği bildirildi. Sendikacılar da gözaltına alındı.
Eğitim Sen ve yüze yakın çeşitli demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile 16 Eylül’de İzmir’de bir miting yapılacak. Mitingin amacı ÇEDES projesinin iptali ve laik eğitim.
Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından hazırlanan protokole göre Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesinin amacı; “bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere bağlı” öğrenciler yetiştirmek. İzmir’de 842 okulda eğitim alanında da ‘manevi danışman’ ve çeşitli din görevlileri için dini telkin ve dinsel etkinlik alanı oluşturulmaya ve diğer illerde de pilot uygulamalarla bu protokol genişletilmeye başladı.
Din görevlileri neden değerler eğitimi veriyor?
ÇEDES’e yapılan itirazların en başında din görevlilerinin değerler eğitimini veriyor olmaları geliyor. Pedagojik eğitimi olmayan ve çocuklara nasıl yaklaşacağını bilmeyen görevlilerin değerler eğitimi vermesi anayasanın “bir alandaki kamu hizmetinin o alandaki kamu idaresi ve memurlarınca görülebileceği” maddesini yok sayıyor. Sendikalar, veli dernekleri ve bazı demokratik kitle örgütleri bu bağlamda bu uygulamaya karşı çıkıyor.
ÇEDES projesinin en çok tartışılan kısmı da “Değerler Eğitimi” derslerinin öğretmenlerden alınıp “manevi danışman” olarak imamlara ve diğer din görevlilerine verilecek olması ve halihazırda laiklikle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan eğitim sistemine yeni bir müdahalenin daha yapılması.
Kadro sıkıntısı yok atanayamayan öğretmenler var
Değerlerin bir bütün olduğunu bu nedenle de bu uygulamayı bu işin eğitimini almış sınıf öğretmenleri ve rehber öğretmenlerinin yapması gerektiğini savunan eğitim emekçileri bu protokolün iptalini istiyor. 1 milyon öğretmen adayı işsiz ve atanmayı beklerken, eğitimin yüzlerce sorunu dağ gibi birikmişken, eğitim sürecinin uzmanı olmayan bir kadrolaşma için kaynak ayırılması, tepkilerin daha da büyümesine neden oluyor. Eğer illa değerler eğitiminin dışarıdan kadrolarla verilmesi isteniyorsa atamalarını bekleyen öğretmenler tarafından okullarda bu ihtiyaç pekâlâ karşılanabilir. Eğer aileler bu eğitimi çocuklarının imamdan almalarını istiyorlarsa da camilerde aldırtabilirler.
Elinizi okullardan çekin!
Din eğitimi illaki okullara girecekse ve bu gönüllülük kapsamında olacaksa eğer o ülkede var olan tüm dinlere ve inanışlara eşit bir mesafe alınmalıydı. ÇEDES’in böyle bir amacı yok! Tek din ve egemen Diyanet İşleri uygulaması önerdikleri.
Din eğitimi okulların tamamen dışında, ailelerin kendi sorumluluğunda olmalıdır. Eğitim Bir Sen ÇEDES’in gönüllülük esasına dayandığını ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Çocuklar için Kuran kurslarının bir ihtiyaç olduğunu, ailelerin bunu talep ettiğini ve bunun Diyanet tarafından yapılmasının da son derece normal olduğunu, rızası olmayan velilerin çocuklarının eğitime alınmayabileceğini söylüyor. Eğitim Bir Sen yöneticileri azınlıkta kalacakları için bu çocukların ve velilerin dışlanacağını da tahmin ediyor mu? Bu uygulama kapsayıcı eğitim anlayışının tamamen dışında.
Bu özgürlük değil
“Özgürlükler Kapsamı” diye savunulan bu proje, Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin ve Alevilerin taleplerini, ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak. Eğitim Sen’in yıllardır “Anadilde Eğitim” talebi yok sayılıyor. Gerçek bir özgürleşme kapsamında reformlar yapılacaksa, sadece eğitimde değil kültür, sanat ve yaşam alanlarında da tek tipleştiren ve dayatan bir anlayıştan vazgeçilmeli. Sorun otoriterleşen hükümetin tüm bu alanlara özgürlük tanımaması. Yasaklanan festivaller, konserler, yasaklanan LGBTİ Onur Yürüyüşü ve Onur Haftası etkinlikleri ve yasaklanan kadın eylemleri, internet sansürleri, içki yasakları, grev yasakları… tüm bunlar “Güvenlik” ya da “Milli değerler” adı altında otoriter rejimin topyekün saldırısının bir parçası. Devletin tüm yurttaşlarına eşit yaklaşması, toplumun tüm kesimlerini de gözetmesi gerekirken, ÇEDES projesiyle toplumun sadece bir kesimine cevap verilmekte.
Laik/dindar kutuplaşması değil işçilerin birlikte direnişi
Kutuplaşmayı besleyen projelerden, politikalardan ve anti demokratik uygulamalardan vazgeçilmelidir. Okullarda bilimsel projeler öncelikli olmalı bu alanlara kaynak ayırılmalı, uygulayıcıları ise bu işin uzmanı öğretmenler olmalıdır.
Siyasi iktidarın yıllardır emekçilerin ve sivil toplum örgütlerin taleplerini yok sayan dayatmacı, otoriter anlayışına karşı en güçlü ve etkili yanıtın verilmesi önemli. 16 Eylül mitingine kutuplaştırıcı bir yerden değil, bilimsel, demokratik eğiitimi merkezine alan, özgürlükçü laiklik tutumumuzla destek vererek, tüm yasaklamalara, yoksullaştırmalara ve otoriter rejimin tüm saldırılarına karşı koymalıyız.
Berna/Eğitim Sen
Patron AKP ile 4 milyon kamu emekçisi ve 2,5 milyon memur emeklisinin 2024-2025 yıllarındaki maaşlarını belirleyecek toplu sözleşme görüşmeleri tıkandı. 11 üyesinden 7'sini Cumhurbaşkanlığı'nın atadığı hakem kurulu ise 2024 için yüzde 15-10, 2025 içinse yüzde 6+5 gibi düşük bir artışı reva gördü. Erdoğan da bunu imzalayarak yürürlüğe soktu.
İşyerlerinde oluşan tepkileri ve ortaya çıkan sonuç sonrası olabilecekleri Eğitim Sen üyesi Ebru öğretmene sorduk.
Maaş artışlarını nasıl değerlendiriyorsun?
- Aileleriyle birlikte 30 milyonu aşan insanı ilgilendiren, bu insanlara sefalet koşullarını dayatan bu zam oranı ile kamu emekçileri ile adeta dalga geçilmiştir. Bu oran insanca yaşamayı sağlayacak bir ücret artışı değildir.
Yoksulluk sınırının 45 bin lira olarak açıklandığı, Merkez Bankası’nın öngördüğü yüzde 33.2’lük enflasyon oranının kat kat altında olan bu ücret artışı kamu emekçilerini önümüzdeki 2 yıl süre boyunca açlığa ve yoksulluğa mahkum etmiştir.
Taban aylığına ve emekliliğe yansıtılmayan, seyyanen yapılan 8 bin liralık artışla ilgili bir düzenleme yapılmadı. Yüzde 15 ve yüzde 25 vergi dilimleri ile ilgili değişiklik yapılmadı ve vergi adaletsizliğine son verilmedi. Kiraların bu derece yüksek olduğu koşullarda barınma ile ilgili kira yardım talepleri; ek ücretlerin taban aylığına yansıtılması taleplerine karşılık verilmedi. Sadece maaş iyileştirmesi değil servis, yemek, kreş, mobbing, toplumsal cinsiyet, gibi diğer sosyal taleplerle ilgili olarak da hiçbir isteğimiz karşılanmadı.
Bu toplu sözleşme sürecinde yetkili konfederasyon Memur-Sen, ve KESK'in tutumlarını nasıl değerlendiriyorsun? Üyelerinin taleplerini ne ölçüde savunabildiler?
- Sendika konfederasyonları tepkilerini dile getirdi. KESK ‘’Sefalete teslim olmayacağız!’’, ‘’Hak verilmez, mücadeleyle alınır!’’ sloganlarıyla bir günlük iş bırakarak tüm illerde alanlara çıkarak basın açıklaması yaptı. Okulların tatil olması nedeniyle iş bırakmalara öncülük eden Eğitim Sen’in yerine daha çok sağlık iş kolunda etkili olan bir iş bırakma gerçekleşti.
Bundan önceki tüm toplu görüşmelerde hükümetin zam oranını kazanım, müjde olarak açıklayan yandaş sendika Memur-Sen tabanının baskısına dayanamayıp bu oranı kabul edilemez bulduğunu belirtti.
Toplu görüşme masasına oturan yetkili konfederasyon Memur- Sen kamu emekçilerini bu masada temsil edemedi, kamu emekçilerinin talepleri hiçe sayıldı. Hakem heyetinin hükümetin önerdiği teklifin üstüne çıkması için gerekli direnci göstermedi. Daha da önemlisi Memur- Sen yöneticileri bu koşullardan rahatsız olan tabanını hükümet üzerinde bir basınç oluşturması için harekete geçirmedi. Görüşmeleri kapalı kapılar ardında sürdürmeyi tercih etti.
Peki bundan sonra ne yapılması gerektiğini düşünüyorsun?
- Yürürlükte olan sendika ve toplumsal sözleşme yasası, kamu emekçilerinin taleplerini karşılamaktan çok uzaktır; değiştirilmesi gerekir. Kamu emekçilerinin ekonomik ve demokratik taleplerinin güvence altına alınması ancak grevli toplu sözleşmeli sendika yasası ile mümkündür.
İşyerlerinde çeşitli sendikalara bölünmüş olan ya da sendikalı olmayan, farklı görev tanımlamaları altında çalışan kamu emekçileri ortak talepler etrafında birleşik bir mücadeleyle kendisine reva görülen bu sefalet koşullarına direnebilir.