Onur Air çalışanları, 20 aydır maaş alamadıklarını belirterek şirketin Bakırköy'de bulunan genel merkez binası önünde eylem yaptı.
Maaşlarının ödenmediğini belirten yaklaşık 100 kişilik pilot, kabin görevlisi ve teknik çalışandan oluşan grup, burada bir basın açıklaması yaptı. Onur Air yönetim kurulu başkanı ile görüşen firma çalışanları, bina önünde bekleyen arkadaşlarına toplantı hakkında bilgi verdi.
Grup adına yönetim kurulu başkanıyla görüşen Kaptan Pilot Serhan Gürler, "Şu an şirketin mali durumunun iyi olmadığı bize söylendi. Maddi konuların, şirketin satışına bağlı olduğunu belirterek bizden 15 gün ila bir ay süre rica ettiler. Şu an gelinen noktada bu satışın gerçekleşeceğine inandıklarını söylediler" dedi.
Kaptan Pilot Hayrettin Adal ise "Biz kilit bir ekibiz. Bir uçağın uçmasında pilot, kabin görevlisi ve teknik ekip bir çarkın dişlileridir. Bunlardan birini çıkartırsan uçak çalışmaz. Ben 30 yıldır havayolu işinde çalışıyorum. Çalışanlarının haklarına göz diken hiç bir şirket ayakta kalamaz. Biz pandemi öncesinde dünyanın her yerinde operasyon yaptık. Pandemi öncesinde de alacaklarımızı alamadık. Bunun bir tarifi yok. Pandemi öncesi alacaklarımızın da peşindeyiz" ifadelerini kullandı.
Kabin görevlisi Tuğce Cüce de "Yaklaşık 19 aydır şirket tarafından mağdur edildik" derken havayolu şirketinde beş yıldır çalıştığını söyleyen Sümeyye Uzun ise, "Burayla ilişiğimiz kesilmediği için başka bir işe başlayamıyoruz. Bekliyoruz, ama bir süre sonra beklemenin de bir sınırı vardır diye düşünüyorum" diye konuştu.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, 2022 yılı bütçesini görüşen Meclis’e seslenmek için Ankara’da "Geçinemiyoruz" diyerek 14 Kasım Pazar günü Anıtpark’ta eylem yapacak. Emekçilerin sırtındaki vergi yükünün zenginlerden karşılanması istenecek.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından yapılan açıklamada; hayat pahalılığının ve işsizliğin her geçen gün arttığına, alım gücünün ise düştüğüne dikkat çekildi. Açıklamada "Her gece yarın nelere zam gelecek, eriyen ücretlerimizle nasıl geçineceğiz, kapıya dayanan kara kışı nasıl atlatacağız endişesiyle yatıyoruz. Bu zorlu süreçte TBMM’de hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren, 2022 Bütçe yasa teklifi görüşülüyor. Bütçede gelirlerin kimlerden sağlanacağı ve kimler için harcanacağı belirleniyor. Anayasasında sosyal-hukuk devleti yazan bir ülkede, oluşturulacak bütçelerle toplumun ezici çoğunluğu, üreten emekçi çoğunluğu korunabilir. Ancak ne yazık ki Türkiye’de yıllardır bütçe, emekçilerden, halktan alınan vergilerin sermayeye-patronlara, yandaşlara aktarılmasının bir aracı haline dönüşmüştür” denildi.
Türkiye’nin salgın süresince milli gelirine oranla halkına en az nakit desteği veren ülkelerden biri olduğu kaydedilen açıklamada, öte yandan emekçilerden toplanan verginin patronlara ve yandaş müteahhitlere teşvik, prim desteği, hazine garantisi, faiz olarak aktarıldığına dikkat çekildi.
"Bizim cebimizden alanlarla milyonlar yoksullaşırken, bir avuç şirket şahlanmaktadır” denilen açıklamada, bütçenin; işçiler, emekçiler, işsizler, emekliler, küçük esnaf, çiftçiler, dar gelirliler, geçinemiyoruz diyen büyük çoğunluk için harcanması gerektiği belirtildi.
Sendikalar ve meslek örgütleri 2022 yılı bütçesine ilişkin taleplerini şöyle sıraladı:
Ücretli kesimlerin omzuna yıkılan vergi yükü hafifletilsin, bütçe gelirleri büyük oranda kâr, faiz ve servetin vergilendirilmesine dayansın.
Asgari ücret ve bütün ücretlerin asgari ücret kadarı için tüm vergi ve kesintiler sıfırlansın. Böylece tüm ücretler yaklaşık 750 lira artırılsın.
Elektrik, su, doğalgaz ve internet faturaları vergi ve kesintiden muaf tutulsun.
Dolaylı vergiler düşürülsün, tüm gıda ürünlerinde KDV sıfırlansın.
Eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına son verilsin, kamu hizmetlerine ve yatırımlarına bütçeden ayrılan pay artırılsın.
En düşük emekli aylığı en az asgari ücret düzeyine yükseltilsin.
Herkese temel gelir güvencesi sağlansın.
Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe hayata geçirilsin.
DİSK, 8 bölgede yaptığı eylemle gelirde ve vergide adalet istedi. Açıklamalarda, "Ülkeyi yönetenler bol bol laf üretiyor ama ‘Geçinemiyoruz’ diyen milyonların sorunlarına çare üretmiyorlar” denildi.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 8 bölgede yaptığı eylemle gelirde ve vergide adalet istedi.
DİSK üyeleri "Gelirde Adalet, Vergide Adalet" kampanyası kapsamında Adana, Diyarbakır, Eskişehir, Antep, İstanbul, Ankara, Kocaeli ve Edirne’de bir araya geldi.
Yapılan açıklamalarda, “Her gece yarın nelere zam gelecek, eriyen bu ücretlerimizle nasıl geçineceğiz, kapıya dayanan kara kışı nasıl atlatacağız endişesiyle uykularımız kaçıyor. Her sabah paramızın döviz ve zamlar karşısında adeta pula döndüğü, yoksulluğun ve işsizliğin arttığı bir güne uyanıyoruz. Ülkeyi yönetenler bol bol laf üretiyor ama ‘Geçinemiyoruz’ diyen milyonların sorunlarına çare üretmiyorlar” denildi.
Açıklamalarda halkın ekmeğini savunmak için bütçede ve asgari ücrette acil önlemler alınması ve gelirde ve vergide adalet sağlanması gerektiğini vurguladı.
Ülkeyi yönetenlerin büyüme rekorlarından, şahlanan Türkiye’den bahsettiği vurgulanan açıklamalarda, “Bir avuç sermayedar için, yandaş şirketler için dedikleri doğru olabilir. Ama emekçiler için halk için işsizlik büyüyor, pahalılık artıyor, borçlar kabarıyor, faturalar şahlanıyor… Alım gücümüzün eridiğini, gelirimizin düştüğünü her gün çarşıda, pazarda, markette yaşadıklarımızla biliyoruz” ifadelerine yer verildi.
OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun barış akademisyenleri için verdiği ret kararları hakkında, CHP İstanbul Milletvekili Cihangir İslam, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, barış akademisyenleri Sevilay Çelenk, Süreyya Karacabey, Cenk Yiğiter, Dinçer Demirkent ve Tezcan Durna, İstanbul 6 No’lu Şube Başkanımız Beyzade Sayın ve Ankara 5 No’lu Şube Başkanımız Mutlu Arslan ile Eğitim Sen MYK üyelerinin katılımıyla, 11 Kasım 2021 tarihinde Eğitim Sen Genel Merkezinde bir basın toplantısı düzenlendi.
Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul’un basın toplantısında yaptığı açıklama şöyle:
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden yaklaşık yedi ay önce, 11 Ocak 2016’da 1128 akademisyenin imzasıyla “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri yayınlandı. Bildiri 10 gün boyunca imzaya açık tutuldu ve imzacı akademisyen sayısı 2212’ye yükseldi. Bildiride sokağa çıkma yasakları döneminde devlet eliyle gerçekleştirilen ağır insan hakları ihlalleri eleştiriliyor ve Kürt sorununda kalıcı barış için müzakere koşullarının oluşturulması talep ediliyordu.
Bildiri metni 2212 akademisyenin imzasıyla 21 Ocak 2016’da TBMM’ye sunuldu. 15 Temmuz darbe girişimine dek konu mevcut Anayasa ve yasalar bağlamında düşünce ve ifade özgürlükleri kapsamında olduğu için siyasal iktidar, imzacı akademisyenlerin tasfiyesini hayata geçiremedi. Ancak üniversitelerde soruşturma süreçleri başlatıldı.
Darbe girişiminin ardından siyasal iktidar olağanüstü hal dönemini akademisyenlerin ihracı için fırsata çevirdi. İlki 1 Eylül 2016’da yayınlanan 672 sayılı KHK ile olmak üzere 44 akademisyen ihraç edildi, arka arkaya yayınlanan 11 KHK ile çoğu sendikamız üyesi olan toplam 406 imzacı akademisyen ihraç edildi. Ayrıca 822 akademisyene Ağır Ceza Mahkemelerinde davalar açıldı, açılan 204 davanın tamamında imzacı akademisyenler 15 ay ile 36 ay arasında değişen sürelerde hapis cezalarına mahkûm edildiler.
Prof. Dr. Füsun Üstel hakkındaki mahkûmiyet kararı 25 Şubat 2019’da kesinleşti ve Profesör Üstel 8 Mayıs 2019’da cezaevine girdi. Ancak Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu 26 Temmuz 2019’da “Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri” başvurusunda ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi.
Bu kararın ardından ceza davalarının seyri değişti ve birinci derece mahkemelerde süren yargılamalar beraat kararıyla sonuçlanmaya başladı. Toplam 57 ayrı mahkemede açılmış olan 822 davanın en az 622’si AYM kararını takip eden bir yıl içinde peyderpey sonuçlanmış ve sonuçlanan davaların tümünde beraat kararı verilmiştir. Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin imzacı akademisyenler lehine kararına rağmen akademisyenler üniversitelerindeki görevlerine döndürülmemişler ve OHAL Komisyonu’nda bekletilmişlerdir.
Haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen ve 5 yıldır en temel hakları gasp edilen akademisyenler bugünlerde yeni bir hukuksuzlukla karşı karşıyadır.
OHAL Komisyonu’ndaki dosyaları 5 yıldır bekletilen, yani fiilen cezalandırılan “imzacı akademisyenlerin” başvuruları, 28 Ekim 2021 tarihinde yayınlanan ret kararlarıyla neticelenmiş ve şu ana kadar 16 akademisyene bu kararlar tebliğ edilmiştir.
Öyle ki OHAL Komisyonu’nun birbirinin aynı olan bu kararlarında “ret” kararının temel gerekçesi, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin imzalanması ve’ kurum kanaati’ olarak ifade edilmiştir. Oysa tekrar belirtmek gerekirse söz konusu akademisyenler hakkında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalamaları nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla açılan davaların her birinden beraat kararı çıkmıştır.
AYM, “Başvurucuların mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği ve orantılı olmadığı, dolayısıyla demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı, bu sebeplerle ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.” diyerek sadece hukuki bir karar vermekle kalmamış, imzacı akademisyenlere yaşatılan eziyetin siyasi ve keyfi niteliğini de gözler önüne sermiştir.
AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları başta olmak üzere idari makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağladığına ilişkin anayasa hükmü açık olmasına rağmen, 26 Temmuz 2019 tarihinden bugüne OHAL Komisyonu ilgili başvurular hakkında karar vermemiştir. Bugün ise OHAL Komisyonu üyeleri kendi siyasal-ideolojik yaklaşımları doğrultusunda karar vermiş ve hukukun en temel ilkelerine açıkça meydan okumuşlardır.
Akademisyenlerin imzaladıkları bildiri AYM tarafından düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında görülmesine rağmen OHAL Komisyonu üyelerinin bildiriyi suç kapsamında değerlendirmesi yürütülen siyasi hesapların bir parçasıdır. Ve en önemlisi AYM kararına rağmen alınan bu kararlar, açıkça suçtur!
Dolayısıyla AYM kararının hakikati karşısına “kurum kanaati” gibi belirsiz, somut ve hukuki hiçbir dayanağı olmayan bir ifadeyle çıkan, dosyalarda “kopyala-yapıştır” yöntemiyle karar veren OHAL Komisyonu üyelerinin ve bir bütün olarak OHAL Komisyonu’nun söz konusu kararlarını tanımamız mümkün değildir.
Eğitim Sen olarak, bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyoruz, OHAL Komisyonu üyeleri açıkça suç işlemekte ve bu suçu işlemekte ısrarcı davranmaktadırlar! Unutulmamalıdır ki hukukun üstünlüğü ilkesini yok sayanların, hukuka ihtiyaç duyacakları günler yakındır! O gün gelene kadar EĞİTİM SEN mücadelesini kesintisiz sürdürecek ve imzacı akademisyenleri asla yalnız bırakmayacaktır!
EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU
Türkiye'de 10 milyona yakın asgari ücretli var. Bu işçiler ve aileleri açlık sınırının altında gelir elde ediyor. Asgari ücretli çalışanlar, açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmiş durumda.
Asgari ücret, adı üzerinde en düşük ücrettir. Türkiye'de toplumun en düşük gelire sahip olan asgari ücretlilerinden yüksek oranda vergi kesintisi yapılmaktadır. Şu an asgari ücret brüt 3 bin 577 lira. Asgari ücretten yapılan vergi ve SGK kesintilerinden sonra bir asgari ücretlinin eline Ağustos ayı öncesinde 2 bin 825 lira geçerken, Ağustos ayından sonra (artan vergi dilimi nedeniyle) 2 bin 725 lira geçmekte. Çünkü asgari ücretliden gelir vergisi, SGK işçi payı, İşsizlik Sigortası primi payı, Damga Vergisi gibi pek çok kesinti yapılmakta.
Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında en düşük brüt asgari ücrete sahip ülke konumundadır. Dünyanın en ucuz iş gücü ülkesi olarak bilinen Çin'de dahi ortalama asgari ücret 387 dolar iken, Türk lirasındaki hızlanan değer kaybıyla birlikte Türkiye'de net asgari ücret 300 doların altına inerek, 281 dolara kadar düştü.
Dört yıl önce Türkiye'de net asgari ücret (530 euro), Avrupa Birliği’ndeki en düşük asgari ücret olan Bulgaristan’ın (210 euro) iki buçuk katından fazlaydı. Bugün ise Türkiye’de net asgari ücret 243 euro, Bulgaristan’da 310 euro.
2008 sonrasında uzun yıllar ekonomik kriz yaşayan Yunanistan'da 2016'da asgari ücret Türkiye'dekinden yüzde 31 daha fazlaydı. Kasım 2021 itibarıyla Yunanistan'daki asgari ücret (800 euro) Türkiye'nin 3 katından daha fazla.
Asgari ücretli çalışan sayısında dünya rekoru Türkiye’de
Türkiye'de maaşlı çalışanların yaklaşık yüzde 57'si asgari ücret veya yüzde 5 üzerinde maaş alıyor.
Bu konuda Türkiye'ye en yakın Avrupa ülkesi olan Slovenya'da oran yüzde 20'nin altında, Portekiz'de yüzde 16, Yunanistan'da ise yüzde 6 civarında. Romanya'da yüzde 22, Portekiz'de ve Macaristan'da yüzde 20 oranında işçi asgari ücret veya ona yakın maaş alıyor.
Bu nedenle asgari ücretin önemi Türkiye'de diğer ülkelere kıyasla çok daha fazla.
Türkiye'de asgari ücret ne kadar olmalı?
DİSK’in yaptığı araştırmalara göre asgari ücret yoksulluk sınırının en az yarısı kadar olmalı. Türk-İş’in her ay açıkladığı yoksulluk sınırı 10 bin lirayı geçmiş durumda. Bu nedenle asgari ücret net 5 bin lira olmalı. Asgari ücretten vergi alınmamalı.
Türkiye'de asgari ücretin alım gücünün en yüksek olduğu yıllardan biri 1978'di. Asgari ücretin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranı günümüzde de aynı olsaydı bir asgari ücretli bugün 4 bin 900 lira kazanırdı.
DİSK verilerine göre Türkiye; asgari ücret ile cumhurbaşkanı maaşları arasında en çok fark olan ülkelerden biri. İrlanda'da başbakan asgari ücretin 4 katı, İngiltere ve Yunanistan'da 9 katı maaş alırken Türkiye'de 30 katı maaş alıyor.
2021 asgari ücreti ne zaman açıklanacak?
Asgari Ücret Tespit Komisyonu 4 Aralık'ta ilk toplantısını yapacak.
İkinci toplantı 15 Aralık'ta Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun ev sahipliğinde, üçüncü toplantı ise 22 Aralık'ta Türk-İş'in ev sahipliğinde gerçekleştirilecek.
Üçüncü toplantıdan da karar çıkmaması durumunda Aralık ayının son haftasında yapılacak bir toplantı ile asgari ücret belirlenecek.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu nasıl işliyor?
Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda işçi örgütleri, işverenler ve hükümetten beşer temsilci bulunuyor.
Kararlar oy çokluğu veya oy birliği ile alınıyor.
DİSK verilerine göre son 20 yılda asgari ücret yalnızca dört defa oy birliğiyle belirlendi. İki defa işveren temsilcileri karara muhalif kalırken 14 kere de işçi temsilcileri muhalif kaldı.
Yasaya göre en az 2 yılda bir toplanması gereken kurul, son dönemde her yılsonu toplanarak bir sonraki yılın zam oranını belirliyor.
Kurulda genelde sermaye ve hükümet temsilcileri uzlaşarak karar veriyor, sendikaların pazarlık gücü azalmış durumda, işçi sınıfının temsilcileri taleplerinin karşılanmadığını söylüyor.
İşçiler grevin 15. gününde patrona yanıt verdi. Belediye-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Bayram Özkan, “İşçiler eylemi nerede yapacağını bilir, kimse adres göstermesin” dedi.
Belediye-İş Genel Başkan Yardımcısı Bayram Özkan, Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu’nun “işçilerin 14-15 bin lira maaş aldığı, grevin gereksiz olduğu” iddialarına şöyle yanıt verdi:
“Bakırköy’de 30 yıllık işçinin maaşı 6 bin 250 lira, bu da Bakırköy’deki en yüksek maaş oluyor. Tiyatroda çalışan arkadaşlarımız için en düşük maaş 3 bin 800 lira, en yüksek ise 4 bin 500 lira.”
Başkan Kerimoğlu’nun uzlaşmak istemediğini ve toplu sözleşme görüşmelerinin 7 aydır sonuçlandırılamadığını ifade eden Özkan, direnişlerinin tüm Türkiye’de ses getirdiğini ifade ederek şunları söyledi:
“Biz 2020 Mart ayından bu yana geriye dönük alacaklarımızı istiyoruz ve alacağız. Kaldı ki bu olay sadece Bakırköy’de değil Türkiye kamuoyunda ses getirdi. Bakırköy grevinin, Türkiye işçi sınıfı için kazanımla sonuçlanması zorunlu bir hale geldi.”
Kerimoğlu’nun “2 bin işçiden yalnız 190’ı grevde” ifadesinin yanlış olduğunu söyleyen Özkan, “Burada grev kapsamında olan 360 arkadaşımız var. 360 kişinin 290’ı şu anda grev alanında” dedi.
Grevle dayanışma sürüyor
Sıfır zam dayatmasına karşı greve çıkan Bakırköy Belediyesi işçilerini ziyaret eden İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu (İİSŞP) grevi sahiplendiklerini belirterek, işçilerin haklarının bir an önce verilmesini istedi. İİSŞP adına işçilere seslenen Sağlık-İş İstanbul Şube Başkanı Nedime Mutlu Yıldırım şunları söyledi:
“Şubeler platformu olarak yanınızdayız. Pandemi döneminde işçiler hayatları pahasına çalışırken işçilere insanca yaşayacakları ücreti dahi çok görüyorlar. Bugün Bakırköy Belediyesi’nde de yaşananlar bunun örneğidir. Sizler insanca yaşamaya yetecek ücret istiyorsunuz ve buna tahammül edilmiyor. İşçinin haklarına göz koyanlara karşı greve çıktınız çıktığınız grev, hepimizin grevidir. Hep birlikte dayanışma ile başaracağız. Sendikalar olarak yanınızdayız maddi manevi desteklerimizi sunmaya devam edeceğiz.”
Mobbing kavramının Türkçe karşılığı, "İşyerlerinde, okullarda ve benzeri topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama ve gözden düşürme" olarak tarif ediliyor ve mobbing uygulayan kişi “tacizci”, mobbinge maruz kalan kişi ise “mağdur” olarak tanımlanıyor.
Kapitalist üretim ilişkilerinin rekabetçi ve yabancılaştırıcı karakterinin bir uzantısı olan mobbing kavramı; Almanya, İngiltere, ABD gibi ülkelerde özellikle iş yaşamına ilişkin literatürde 1980’lerden itibaren telaffuz edilmeye başlansa da, Türkiye gibi temel hak ve özgürlüklerin çok kısıtlı olduğu ülkelerde yakın zamana kadar çok fazla gündem olan bir kavram değil. Araştırmacılar, mobbing kavramının bazı ülkelerde daha az gündemde olmasını; fiziksel şiddet, kaba kuvvet, taciz gibi belirgin/görünür şiddet eylemlerinin aktif olması ve bu eylemlere yönelik sistematik cezasızlık ile ilişkili olduğunu belirtiyorlar.
Bazı kaynaklarda “inceltilmiş şiddet” olarak da tarif edilen mobbingin kapsamı çoğunlukla belli bir eğitim seviyesine sahip ve kurumsallık ilişkisi içindeki iş yaşamını içerse de, okul-ev-arkadaş ortamı gibi içinde hiyerarşik ilişkilerin olduğu ya da olabileceği her türlü sosyal çevre olarak da genişletilebilir. Sistematik değersizleştirme, bezdirme, yalnızlaştırma gibi pratikleri ve sonuçları barındıran bu örtük/psikolojik şiddet yönteminin, manipülasyona açık ve kanıtlanması çok da kolay olmayan doğası nedeniyle, sebep olduğu zararlar oldukça ağır. Bu örtük şiddetin, mobbinge uğrayan kişi tarafından tanımlanması da çoğunlukla zaman alabiliyor; çünkü aile-okul-işyeri gibi kemikleşmiş toplumsal ve ekonomik rol dağılımlarına sahip sosyal ağlar, kanıksanmış pek çok şiddet temelli/hiyerarşik davranış kalıbını bünyesinde barındırıyor. Özellikle iş yerinde karşılaşılan ve asttan üste gerçekleşen mobbingin dikeyde mobbing, eş kıdemler arasında yaşanan mobbingin de yatayda mobbing olarak tanımlanması; bahsedilen sosyal ağlar içinde karşılaşılan bu şiddet türünün sadece hiyerarşik bir baskı yöntemi olmadığını da gösteriyor. Fiziksel rahatsızlıklara da dönüşebilen ruhsal sorunlara sebep olan mobbingin, intihara kadar sürükleyebilen bir çaresizlik duygusu yaratma potansiyeli olduğunu biliyoruz. 25 Şubat 2017’de intihar eden akademisyen Mehmet Fatih Traş, sistematik yıldırma, görev vermeme, soruşturma gibi ısrarlı bir dizi psikolojik şiddet eylemi sonucu yaşamına son veren onlarca insandan biri olarak, mobbingin nasıl bir şiddet türü olduğunu da gözler önüne seriyor. Pandemi sürecinde üzerlerindeki yük dayanılmaz boyutlara ulaşan sağlık çalışanlarının uzun nöbet saatleri, kalitesiz yemek ve ekipman kısıtlılığı gibi pek çok konuda dile getirdikleri şikayetler de aslında kişiyi görev alanı içinde değersizleştiren davranışlar olarak mobbing’in güncel örnekleri olarak karşımızda duruyor.
Konunun uzmanları; yaşanan şeyin mobbing olduğundan emin olunması için kullanılan ölçütleri, söz konusu davranışın en az 6 ay gibi süre boyunca gerçekleşiyor olması, sistematik ve sürekli olması ve mağdurun sağlığında zararın meydana gelmesi olarak tarif ediyorlar. Mobbinge uğradığından emin olan kişinin, hukuki yollara başvurabilmek için yazışmalar, mesajlar gibi somut deliller toplaması ve mümkünse bu davranışa tanıklık eden kişileri de sürece dâhil etmesi gerekiyor.
Mobbinge mücadelede alınan hukuki önlemler, yazının başında dile getirildiği gibi, konunun hukuki olarak tanınır olup olmamasıyla ya da genel hak ve özgürlükler konusundaki tutumuyla yakından ilişkili. Avrupa Birliği’ne üye devletlerde, işverenler, çalışanları fiziksel, psikososyal ve/veya cinsel şiddet ve tacize karşı koruma yükümlülüğüne ilişkin yasal düzenlemeleri yapmak zorundalar. Hollanda Hukuku’na göre işçi, hem işverenin hem de diğer işçilerin psikolojik tacizine karşı korunmaktadır. İşverenin psikolojik tacizi engellememesi durumunda da, işçiye tazminat yükümlülüğü bulunmaktadır. Alman Hukuku’nda psikolojik taciz, Alman Medeni Kanunu’nda işverenin işçiyi gözetme borcu kapsamında değerlendirilmektedir. İşverenin psikolojik tacizde bulunmasının yaptırımı tazminattır. İngiltere’de ve İrlanda’da mobbing, eşitlik mevzuatı çerçevesinde değerlendirilmektedir. İrlanda’da 2007’de yayımlanan yönetmelikle, manevi tacizin işverenlerce değerlendirilmesi ve önlenmesi zorunlu. İsveç’te mobbing, 1994″ten beri İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı yasası kapsamında suç sayılıyor.
Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği (MEYAD) Kırıkkale Temsilcisi Av. Abdullah Pekgöz’ün aktardığına göre; Türkiye yasalarında psikolojik tacizi doğrudan içeren bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasanın “Devletin Temel Amaç ve Görevleri” başlıklı 5’inci maddesinde; “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları sağlamak” devletin görevleri arasında sayılmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı devletin görevleri niteliğinde sayılan bu hakkın korunması için 2011/2 sayılı İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi Genelgesi ile psikolojik tacizin önüne geçilmek adına Alo 170 hattı ve “Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu” kurulması gibi bazı somut adımlar atıldığı söylenebilir.
Bu konuda atılacak somut adımlardan en önemlisi ise, 25 Haziran 2021 tarihinde yürürlüğe giren, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 190 sayılı Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından da onaylanması ve bu sözleşmeye hukuken bağlı olması olacaktır.
Örtük ve ruhsal, fiziksel etkileri olan bir psikolojik şiddet türü olan mobbingin, işyeri-okul-ev gibi sosyal ilişkileri içeren tüm ağlarda görünür kılınması ve önlenmesi için hukuki yolların genişletilmesi, şiddetin her türünün cezasız kalmasına son verilmesi ve meslek odası, sendika gibi örgütlenmelerde ciddiyetle ele alınması gerekiyor.
Esra Akbalık
Yararlanılan Kaynaklar:
http://www.basin-is.org.tr/mobing-nedir,2,2,179#.YYZIFWBBxPY
https://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/12/23/siddetin-yeni-bicimi-mobbing
https://www.iienstitu.com/video/mobbing-nedir-ve-nasil-mucadele-edilir
https://disktekstil.org/yasalar-hukuk/haklarimiz/mobbing-bezdirme-yildirmaya-karsi-mucadele
https://www.sivilsayfalar.org/2019/07/01/mobbinge-karsi-cozum-birlikte-mucadele/
https://kolayik.com/blog/mobbing-arastirma-ve-istatistikleri/
http://mobbingdernegi.org.tr/wp-content/uploads/2021/01/MEYAD-B%C3%9CLTENn.pdf
https://www.kadinisci.org/2021/06/29/turkiye-ilo-c190i-onaylamali-ve-etkin-sekilde-uygulamali/
AKP'nin 3 Kasım 2002'de iktidara gelmesinin üzerinden 19 yıl geçti. 19 yılda hak ve özgürlüklerin genişletildiği, 'işçi ölümlerinin oransal olarak düştüğü' iddia edilse de veriler tam tersini gösteriyor.
İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi (İSİG), AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren her yıl meydana gelen iş cinayetlerini derlemeye devam ediyor. İSİG’in bu ay yayınladığı rapora göre; Kasım 2002’den beri iş cinayetlerinde en az 28 bin 380 işçi hayatını kaybetti.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG)'in 2002-2011 dönemi verileri Sosyal güvenlik Kurumunun, 2012-2021 dönemi ise kendi topladığı verilere göre oluşturuldu. İş cinayetlerinde yıllara göre değişim şöyle oldu:
Her geçen gün etkisini artıran enflasyona dair veriler açıklandı. Bağımsız iktisatçılardan oluşan ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu)'nun hesaplamasına göre Ekim’de enflasyon aylık yüzde 6,90 artarken, yıllık enflasyon yüzde 50’ye dayandı. Enflasyon en çok işçileri ve yoksulları vurdu.
ENAG’a göre aylık enflasyon artış oranları; gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 9,1, sağlıkta yüzde 12,4, giyim ve ayakkabıda yüzde 13,9 olarak kayıtlara geçti. Eğlence ve kültürde enflasyon oranı yüzde 11, çeşitli mal ve hizmetler kategorisinde yüzde 14,8 oldu.
ENAG’a göre alt ürün gruplarında aylık enflasyon artışları şöyle kaydedildi:
Kırtasiye: Yüzde 24,6
Tuz, baharat ve soslar: Yüzde 29,4
Meyve-Sebze: Yüzde 21,4
Erkek Giyim: Yüzde 18,9
Kadın Giyim: 16,3
Mobilya: 13,6
Diğer Mal Hizmet: 21,1
Konut Kira: 6,3
Araç Yakıt: 11,2
Fast-Food: 9,7
TÜİK: Yıllık enflasyon yüzde 19,9
Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK)’in açıkladığı tüketici enflasyonu, ENAG’ın açıkladığının yarısından daha az. TÜİK’e göre Ekim’de enflasyon aylık yüzde 2,4, yıllık yüzde 19,9 arttı.
ENAG’ın aylık yüzde 9,1 olarak hesapladığı gıda enflasyonunun, TÜİK yüzde 1,9 olduğunu ileri sürdü. Diğer ürünlerde de TÜİK gerçek enflasyonun yarısından daha az rakamlar açıkladı.
DİSK-AR: Gıda enflasyonu yıllık yüzde 40,5
DİSK-AR, dar gelirlilerin gıda enflasyonunu hesapladı. DİSK-AR’ın hesaplamasına göre, en düşük gelirlilerin gıda enflasyonu 40,5, emeklilerin gıda enflasyonu yüzde 34,9 oldu.
TÜİK: Üretici fiyatları yıllık ortalama yüzde 46,3 arttı
Üretici fiyatları artmaya devam ediyor. Özellikle petrol, kömür, gaz gibi enerji hammaddelerinin ithal fiyatlarında büyük artışlar yaşanıyor. Türkiye’de enerji üretim maliyeti ekim ayında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 73 oranında arttı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’e göre, ekim ayında sanayinin dört sektöründen biri olan elektrik, gaz üretimi ve dağıtımı sektöründe maliyetler bir önceki yılın ekim ayına göre yüzde 53,4 arttı. Sanayinin diğer sektörlerinden madencilik ve taş ocakçılığında ise maliyetlerdeki artış yüzde 32,3 oldu. Maliyetler, imalat sektöründe yüzde 45,9, su temini sektöründe yüzde 32,4 oranında arttı.
Kok ve rafine petrol ürünleri yüzde 130,6, ana metaller yüzde 91,2, ham petrol ve doğal gaz yüzde 85,5 ile üretim maliyetlerinin en fazla arttığı alt sektörler oldu.