Belediyelerde sözleşmeler yeni arayışların habercisi mi?

Metal toplu sözleşmesinde uyuşmazlık: İşçiler eyleme hazırlanıyor

Metal işkolunda en fazla üyeye sahip olan Türk-İş'e bağlı Türk-Metal, patronların örgütü MESS'in dayatmaları karşısında pazarlık masasından kalktı. Sendikanın açıklamasında "Türk Metal, MESS'in uzlaşmaz tutum ve yaklaşımına karşı, yasal ve meşru eylemleri ortaya koymaktan çekinmeyecektir" dendi. 125 bin metal işçisini ilgilendiren ücret artışı pazarlığının bitmesi Türk Metal tarafından şöyle duyuruldu: "Türk Metal sözleşmenin masada bitirilmesi için elinden gelen çabayı ortaya koymuştur. Ancak sendikamızın bu duyarlı ve yapıcı yaklaşımı karşısında, ne yazık ki muhatabımız olan MESS bugün yapılan oturumda sendikamızın kabul edemeyeceği bir ücret artışı teklifinde bulunmuştur. Sendikamızın teklifine karşılık ilk 6 ay için yüzde 12, diğer 6 aylık periyotlar için enflasyon oranında artış önermiştir. Sosyal haklara ise birinci yıl için yüzde 19,25, ikinci yıl için de enflasyon oranı kadar artış teklif edilmiştir. Türk Metal Sendikası, sergilenen bu uzlaşmaz tutum nedeniyle sözleşme masasını terk etmiş, uyuşmazlık tutanağını tutarak arabulucu sürecini başlatmıştır." "Sendikamız buna karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur. Türk Metal Sendikası, üyelerinin sendikamıza emanet ettiği alın terlerine halel getirmemeye, emeğin hak ve özgürlüklerinden ve çalışma yaşamında hak ve adaletten taviz vermemeye kararlıdır. Türk Metal, MESS'in uzlaşmaz tutum ve yaklaşımına karşı, yasal ve meşru eylemleri ortaya koymaktan çekinmeyecektir. Türk Metal Sendikası, bundan sonraki süreçte etkili ve yaygın eylemlerinin sonuç alınıncaya kadar artarak devam edeceğini üyelerimize ve kamuoyuna ilan etmektedir." 

Asgari ücret pazarlıklarında 2. raund: İşçilerin lehine bir sonuç yok

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2. kez toplandı. 2022'de asgari ücrete yapılacak zam ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın patronlarla yapacağı anlaşmaya bağlı gibi gözüküyor. İşçi tarafını temsilen Türk-İş'li beş sendikacı, patronları temsilen beş TİSK yönetici ve görevlisi ile iktidar temsilcisi beş üyeden oluşan komisyonda uzlaşma havası hakim olsa da zammın milyonlarca işçinin beklentisini karşılamaktan uzak olduğu anlaşılıyor. Erdoğan, Katar ziyareti öncesi işçiyi enflasyona ezdirmeyeceklerini vurguladı. Ancak patronların da memnun kalması gerektiğini söyledi. Asgari ücretteki artış, diğer ücretler gibi enflasyon oranına, yani fiyatların artış hızına, temel tüketim ürünlerine yapılan zamlara göre hesaplanıyor. Komisyonun 2. toplantısında konuşan Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, "TÜİK temsilcisi kusura bakmasın, enflasyon yüzde 21 deniyor ama temel gıdalara gelen zamlar ortada" dedi. Ardından 4000 netin altında bir asgari ücret olmaması gerektiğini de açıkladı. Peki ücret artışı neye göre hesaplanacak? Anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanlığı, asgari ücretin 4 bin netin üzerine çıkarılmasına işten çıkarma tehdidiyle yanıt veren patronlarla bir mutabakata varacak. İki komisyon toplantısında görülen durum, Hak-İş'in 4500, DİSK'in 5200 TL net taleplerine yaklaşmayan bir zammın geleceği yönünde. Erdoğan, Katar dönüşü bu işin halledileceğini söylemişti. Komisyonda herkes bir an bitirilmesi için bu kadar ısrarcı olmasının sebebi tabandan gelen mücadele isteğinin önünü kesmek mi? Sonuç, her ücret ve hak mücadelesinde işçilerin taban inisiyatifinin ortaya çıkmasının gerekliliği.

İşçiler ve memurlar ek zam istiyor

1 Eylül’den beri hızlanan, 23 Kasım Salı günü (Kara Salı) zirveye çıkan liradaki değer kaybı, enflasyonu zıplattı. TÜİK’e göre yüzde 21, gerçekte ise yüzde 60’a ulaşan enflasyon; memur ve işçi sendikalarını ek zam talebi ile harekete geçirdi. Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın sosyal medya hesabından Çalışma Bakanı Vedat Bilgin ile görüştüğü bilgisini paylaştı. Yalçın görüşmede; kamu görevlilerine; toplu sözleşme sonrası ekonomik dalgalanmadan ve öngörülemeyen enflasyondan kaynaklı alım güçlerinin düşmesi nedeniyle, ivedi olarak "Ek Protokol" ile kapsayıcı şekilde "Ek Zam" yapılması talebini iletti. Kamu görevlilerinin gelir vergisi oranının yüzde 15'te sabitlenmesini, kayıpların telafisini sağlayacak ilave ödeme yapılmasını istedi. Yalçın, 3600 ek gösterge hakkının kapsayıcı olmasını isteyerek, "Ayrım yapılmadan, ek göstergesi olmayan yardımcı hizmetler sınıfı da dahil edilerek, kamu görevlilerinin tamamını kapsayacak şekilde 3600 ek gösterge hayata geçirilmelidir" diye konuştu. Öte yandan Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) çeşitli illerde “geçinemiyoruz” eylemleri yapmaya devam ediyor. DİSK düzenlediği basın toplantısında, 12 Aralık'ta İstanbul Kartal Meydanı'nda yapacakları mitinge çağrı yaptı. Basın toplantısında konuşan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu "Artık geçinmek istiyoruz" sloganıyla bir araya geleceklerini belirterek "Demokrasinin hukukun adaletin egemen olduğu emeğin Türkiye'si için omuz omuza" dedi. KESK’e bağlı Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ve Kamu-Sen’e bağlı Türk-Sağlık-sen ücretlerin adil bir şekilde artırılması için grev yaptı. Kamu sözleşmesinde düşük zamma mahkûm edilen ve ek gösterge zammında ayrımcılığa uğrayan sağlık emekçileri birçok ilde iş bıraktı. Sağlık emekçilerinin her geçen gün daha da fakirleştiğini söyleyen SES, taleplerini sıraladı: • Tüm ücretlere gerçek enflasyon oranında ek zam verilsin. • Vergi dilimi soygununa son verilsin. • Asgari ücretten vergi alınmasın… Asgari ücretin üstündeki gelirimizde vergi %10 da sabitlensin. • 3600 ek gösterge seçim vaadi olmaktan çıkarılsın biran önce düzenleme yapılsın. • Gıda, elektrik, doğalgaz gibi, temel ihtiyaç maddelerinden alınan dolaylı vergiler kaldırılsın. • Sağlık iş kolunda 5 yıla 1 yıl yıpranma düzenlemesi yapılsın erken emeklilik düzenlensin. • 12 Saat üzeri çalışma yasaklansın mesai sonrası çalışma iki kat ücretlendirilsin. • 4-B süresiz sözleşmeli, 3+1 sözleşmeli kadroya alınsın.

Sağlıkçılar birleşti, insanca ücret için grev yaptı

Pandemiyle savaşın ön cephesinde yer alan sağlık emekçileri, ücretlerde sefalet zammına ve ayrımcılığa karşı birlik oldu. Bütün illerdeki hastaneler, poliklinikler ve bazı aile hekimliklerinde insafsız düşük maaşlara karşı iş bırakıldı. Fedakârca çalışan çok sayıda hekimin istifası ve tüm sağlık çalışanlarının mevcut ücretlere karşı öfkesi sonucu son yılların en müthiş mücadelelerinden biri sürüyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyesi (SES) ve Antikapitalist Çalışanlar aktivisti bir hekim bu mücadeleyi 2015'te Türkiye'nin en büyük metal/otomotiv fabrikalarında gelişen mücadeleye, "Metal Fırtına'ya" benzetti. Kadrolu, sözleşmeli, işçi, memur gibi statülere bölünmüş, 39 ayrı branştaki sağlık emekçileri haklarını istiyor. KESK'e bağlı SES, Kamu-Sen'e bağlı Türk Sağlık-Sen ve Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş'in şubeleri, bir çok başka sendika ve derneğin katılımıyla iş bıraktı, ortak eylem yaptı. SES'in sosyal medya hesabındaki paylaşımlarına bakıldığında bu mücadelenin işyerlerinde ne kadar yaygın olduğu görülüyor. 6 Aralık grevine sağlık işyerlerindeki katılımın genel bilançosu yakında belli olacakken, memur statüsündeki sağlık çalışanları arasında en fazla üyeye sahip Memur-Sen'e bağlı Sağlık-Sen de üyelerini eyleme çağırdı. SES üyesi hekime göre; sağlık çalışanlarının sendikal örgütlenmedeki bölünmüşlüğünün aşılması için bugünkü mücadele büyük fırsat. Kuruluş amaçları ve yönetimlerinin görüşleri kökten farklı iki konfederasyon, tabandaki birlik talebi üzerine ortak eylemlere girişti. Bu harekete Memur-Sen üyeleri de kazanılmalı. Ne olmuştu? Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, pratisyen hekimlere 2 bin 500 lira, uzman hekimlere 5 bin lira zam yapılacağını açıklamıştı. Bunun üzerine birlikte çalışan, zorluklara birlikte katlanan diğer sağlık çalışanları isyan etti ve 'yaptığımız ekip işidir' diyerek onların da dahil edilecegi bir ücret artışı talep etti. Sağlık emekçilerinin grev çağrıları sonrası Bakan Koca, tüm sağlık çalışanlarına bin lira zam yapıldığını duyurdu. Ancak bu açıklama işyerlerindeki öfkeyi söndürmediği gibi sağlık çalışanları arasındaki birliği daha da güçlendirdi. Hekimlerin meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği (TTB), sağlık çalışanları arasındaki ücret eşitsizliğine karşı çıkarak, hastanelerdeki üyelerini ve bizzat yöneticilerini eylemlere seferber etti, sağlık işkolunda emekçileri bölen politikalara meydan okudu.

Emek Forumu İstanbul'da toplandı

Antikapitalist Çalışanların düzenlediği Emek Forumu'na farklı işkollarında birçok işçi ve sendikacı katıldı. Nelek konuşuldu? Forumdan notlar: Tuna Emren (Antikapitalist Çalışanlar): Ekonomi artık bir krize doğru, bir çöküşe doğru hızla ilerliyor. Var olan haklarımızı kaybetmemek için, enflasyona karşı ücretlerimizin erimemesi için birleşmemiz ve mücadele etmemiz her zamankinden daha önemli.  Şunu çok iyi biliyoruz: Açlığın, yoksulluğun sorumlusu kapitalizmdir. Sorunun çözülmesi için krizler yaratan, yoksullaştıran, insanları en temek haklarından bile yoksun bırakan bu sistemin yıkılması, yerine insanca yaşayabileceğimiz bir düzenin kurulması gerek. Kapitalist sistem fakirden alıp zengine vermek için kurulmuştur. Bu sistem bizleri açlık sınırının altında bir ücretle çalıştırır. Bu sistem ev kiralarının, asgari ücretin iki katına çıkmasına neden olur. Bu sistem bizlerden toplanan vergileri, sermaye sınıfına, silahlanmaya aktarır. Pandemi koşullarında, aşılamanın henüz başlamadığı dönemde bile bizleri kesintisiz olarak çalıştıran hükümet ve işverenler, servetlerine servet kattılar. Son bir yılda paranın değeri yarı yarıya azaldı. Fiyatlar en az iki katına çıktı. Asgari ücret 4 kişilik bir ailenin sadece gıda harcamalarına bile yetmiyor. Sundukları çözüm ise insanlara porsiyonlarınızı küçültün, az yiyin, açlığa alışın demek oluyor. Doğalgaza, elektriğe, petrole kim zam yapıyor. Asgari ücretin, açlık sınırının altında tutulmasından kim sorumlu. Kim para basarak paranın değersizleşmesine yol açıyor. Enflasyon yüzde 100’lerde gezerken kamu çalışanlarının ücretlerine kim yüzde 12 zam yapıyor.  Tüm bunların, pandeminin halen devam ediyor olmasının, bütün ekonomik, siyasi, sosyal felaketlerin, açlığın, yoksulluğun sorumlusu kapitalist sistemin tüm dünyadaki yürütücüleridir. Bizlerin talepleri çok net: Askeri harcamaları, lüks harcamaları kısın. Yoksullara aktarılmak üzere, zenginleri vergilendirin. Parasız sağlık, parasız eğitim, parasız barınma sağlayın. Başta malum beş şirket olmak üzere, tüm büyük sermaye kurumlarının vergi aflarını iptal edin. Taleplerimiz net, ancak kazanmanın yolu birleşik mücadeleden geçiyor. 25 Kasım’da kadınlar eylem yaptı.  Aynı günlerde sağlık örgütleri, hekimler Ankara’ya yürüdü,  DİSK ve KESK birçok şehirde “geçinemiyoruz” eylemleri örgütledi. Krize karşı yapılan basın açıklamalarına, sokağa çıkan örgütlere halk tencere tava çalarak destek verdi. Bütün bu mücadeleler birbirine ilham vermeye devam ediyor. Ama hepsinin, tüm mücadelelerin birleşmesi gerek. Sendikalar, işçi örgütleri, işçi platformları olarak bir araya gelelim, açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa karşı mitingler, gösteriler düzenleyelim.  Türk-iş, DİSK, Hak-iş, Memur-sen, KESK ve diğer emek, meslek örgütleri olarak bir araya gelelim, geçmişteki Emek Platformuna benzer büyük bir güce dönüşelim. Grevlere ve eylemlere destek olalım. Haklarımızı almak için genel grev yapalım. Asgari ücretin yükseltilmesi, sendikal hakların eksiksiz tanınması, evsizlere ev bulunması, açların karnının doyurulması için mücadele edelim. Biz Antikapitalistler olarak bu çabalarımıza devam edeceğiz.  Bizimle [email protected]  adresi üzerinden iletişime geçebilir ya da iletişim föyünü doldurabilirsiniz. Arif Çinpolat (Kristal İş Sendikası üyesi): 15 yıldır Şişecam çalışanıyım. Toplu sözleşme görüşmelerimiz devam ediyor. Bu sene sendika, işçi temsilcilerini bir otelde topladı, burada sözleşme taslağını belirledi. Ardından Kara Salı oldu. Taslağın revize edilmesi lazım, ama sendika genel merkezi buna yanaşmıyor. Şubelerin bazı talepleri de taslakta yer almadı. Mesela promosyon, pandemi tazminatı gibi talepler taslakta yer almadı, işçiler rahatsız. Saatlik ücret ortalamamız 25 lira. Asgari ücret ise saat olarak 16 lira. Biz şube olarak 20 lira zam talep etmiştik, diğer şubelerden çok tepki aldık, ama şimdi herkes bu zammı istiyor. Çünkü fiyatlar uçtu gitti. Bir şube 14 lira istedi. Sonra genel merkez de bu rakamı istediğini açıkladı. Taslakta son karar ilk altı ay için 12,5 lira zam, geriye kalan 6 aylar için enflasyon artı yüzde 50 zam.  Şimdilik taslak işverene verilmedi, asgari ücretin ne kadar zamlanacağı bekleniyor. Can Irmak Özinanır (Barış İmzacısı Akademisyen): OHAL Komisyonu göreve dönmemizi reddetmeye devam ediyor. Son bir ayda sürekli akademisyenler için ret kararı veriliyor. OHAL Komisyonu asıl olarak bir oyalama komisyonuydu, ihraçlarımızın üzerinden 5 yıl geçti, hukuki yollarımızı kapatmak için kuruldu. İdare mahkemelerine başvurumuzu engellemiş oldular, şimdi bu sürecin önü açıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’ye yol gösterdi, OHAL komisyonu kurulmasını sağladı. OHAL komisyonu hukuk yollarını kapattı, bizi sürekli cezalandırmış oldular. Başta hemen karar vereceğiz dediler, ama her yıl çalışma süresini uzattılar. AİHM sıkıştırınca kararlar verilmeye başlandı. Çıkan kararlarda barış bildirisini imzalamamız terörle iltisak sebebi olarak gösteriliyor. Oysa AYM bu bildiriyi düşünce özgürlüğü olarak ilan etti. OHAL komisyonu AYM kararını tanımıyor. Daha önce de siyasetçilerin AYM kararlarını tanımama doğrultusunda çağrıları vardı, bu devam ediyor. Barış imzacıları tasfiye edildikten sonra üniversitelerde baskı çok arttı. Sadece Eğitim-sen üyesi oldukları için kadrosu verilmeyen arkadaşlarımız var. Kendi okulumda, Ankara Üniversitesinde personele büyük baskı yapılmaya başlandı, Eğitim-Sen’den istifa etmek zorunda kalanlar oldu. Türkiye’de, dünyaya paralel olarak, üniversitelerde Bologna süreci işletiliyor, neoliberal bir sistem kuruluyor, üniversitenin kendi parasını piyasadan projeler aracılığı elde etmek zorunda olduğu, kamunun kaynak ayırmadığı bir model bu. Dünyada bu süreç epeyce tamamlandı.  Üniversite denince akla elit insanlar geliyor, ama akademisyenler güvencesiz durumdalar, Barış imzacıları bunun bir örneği. Akademisyenler işçi sınıfının bir parçası, mücadelemiz, işçi sınıfının genel mücadelesine çok bağlı. Yüz bine yakın atılan KHK’lı işçi sınıfının bir parçasıdır. Deniz Mahir (Katı Atık İşçileri): Atık işçilerine karşı İstanbul Valiliği olumsuz davranıyor. Bu konuda üzerimizde büyük baskı var. Belediyeler çekçeklerimizi elimizden alıyor, barınma ve iş alanlarımız yok ediliyor. Geri dönüşüm işçileri olarak çevre konusunda katkılarımız var, ama yine de bize çok baskı yapılıyor. Şimdilik biraz geri çekildi baskılar ama çok zor durumdayız. Gamze Şahin (Sağlık çalışanı): 19 yıllık hemşireyim. Pandemi döneminde kadına yönelik cinsiyetçi politikalardan hemşireler etkilendi. Dünyada hemşirelerin yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. Bizde ve dünyada hemşireler her türlü baskıya maruz kalıyor. Gece çalışma, çalışma sürelerinin belirsiz olması söz konusu. Mesela işte değilken bile her an göreve çağrılabilirsiniz, evde beklemek zorundasınız. Hemşireliğin ağır ve tehlikeli işler kapsamına alınması, doğum izninin uzatılması, kreş hakkı istiyoruz. Bir arkadaşımızın, çocuklarını komşusuna bıraktığı ve o evde yangın çıktığı için, iki çocuğu öldü,. Performans kaldırılıp insanca temel ücret istiyoruz. Kovidin meslek hastalığı olarak kabul edilmesini istiyoruz. Sağlık ekip işidir diyoruz, ortak mücadele, cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı tüm işçilerin birleşik eylemi örgütlenmelidir diyoruz. Sağlık sendikaları bu hafta ortak eylem yapacak. Sağlık Bakanlığı ayrımcı bir karar aldı, buna karşı eylem yapacağız. Nuran Gülenç (Birleşik Metal-İş, Uzman) : Birleşik Metal İş’te çalışıyorum. Sendikaların prestij kaybettiği bir dönemdeyiz. Ama yine de sendikalar işçiler, emekçiler için umut olmaya devam ediyor. Birleşik Metal İş, MESS ile toplu sözleşme sürecine devam ediyor. Dikkatler ücretler üzerine çevrili, ama sadece ücret değil, sendika çok daha fazla konuda etkin olmalı. Mesela bizde sendika, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine çalışmaya başladı. Erkek üyelerine eğitim veriyor, bu konuyu toplu sözleşmelere koyuyor. Kadın temsilcilerin sayısı arttı. İşçi sağlığı ve işçi sağlığı konusunda sendikaların politika üretmesi gerekli. Bu konuda da Birleşik Metal İş olarak çalışıyoruz. Sendikaların işçi sınıfının eşitsizliklerini görmesi önemli. Dünya değişecekse böyle değişecek, aksi halde bahar gelse de yalancı bahar olacak. Taha El Gazi (Suriyeli Eğitim İşçisi): Öğretmenim, 2016’da Birleşmiş Milletler projesi kapsamında 12 bin Suriyeli ile birlikte öğretmen olduk. Ama Temmuz ayından beri Suriyeli öğretmenler bu projeden çıkarıldı. Projeye para AB’den geliyor. Bizi fon gelmediği için çıkardıklarını söylüyorlar. Bu para gelmiyor mu, gelen para başka yerlere mi harcanıyor, bilmiyoruz. 12 bin öğretmen aileleri ile aç kaldılar. Bazıları Suriye’ye döndüler, orada öldüler, çünkü savaş var. Bazıları Avrupa’ya gitmek için yola çıktılar, Meriç nehrinde öldüler.  Çok zor durumdayız. Bize Temmuz ayında yazılı bir bildirimde bile bulunulmadı. Whatsapp mesajı ile işten çıkardılar. Bu çok onursuz bir yaklaşım. Ben 2017’den beri sigortasız çalışıyorum. Fon bahanesi var, ama mültecilere gelen paralar nereye harcanıyor, bunun açıklanmasını istiyoruz. Aynı projede çalışan Türkiye vatandaşları ise çalışmaya devam ediyorlar. İkinci önemli konu işçi sağlığı, güvenliği. Türkiye’de çalışan 1 milyon iki yüz bin Suriyeli işçi var, yüzde 92’si fazla mesai ücretlerini alamıyor. Yüzde 75’i asgari ücretten daha az alıyor, yüzde 90’ı çalışma izni olmadan çalışıyor. Bu işçilerin yüzde 20’si lisans, yüksek lisans mezunu. Her yıl yüzlerce göçmen, iş kazalarında hayatını kaybediyor. En son 13 yaşında Suriyeli göçmen çocuk Mersin’de öldü. Ben 2 yıl hamal olarak çalıştım. Bazı işverenler yaralanan işçileri hastaneye bile götürmüyor. Biz sendikalara niye üye olamıyoruz. Bizim haklarımızı kim koruyacak. Hepimiz işçiyiz, bunu bilmeliyiz. Dardanel işçileri: İşe başlarken bizle ilgili tüm kişisel bilgileri alan iş yerleri içerideki sorunlar hakkında konuşmayacağımıza dair türlü evraklar imzalatıyorlar. Fabrikanın bütün hukuka aykırı ve barbar yaptırımlarının mahremiyeti, biz kadınlar giyinirken ve tuvaleti kullanırken göz ardı ediliyor.  Türkiye’nin en yüksek kadın çalışan oranına sahip fabrikası olmakla övünen Niyazi Önen, daha önce de eşine az rastlanır kapalı devre çalışma sistemiyle gündeme gelmişti. Pandeminin ne olduğunu bile henüz yeni yeni öğrendiğimiz dönemde üretim aksamasın, fabrika olağan işleyişine devam etsin diyerek onlarca kadını kolluk kuvveti tehdidiyle fabrikaya zorla kapatıp çalıştırmıştı.  Biz içeride bir yandan örgütlenme çalışması yaparken bir yandan da çalıştığımız cehennem koşullarını kamuoyuna sunduk. Sabah saatlerinde kilitlenen tuvaletleri, kadın soyunma odasının ve tuvaletin girişini gören kamerayı, yatmayan fazla mesai ücretlerimizi, verilmeyen mola haklarımızı duyurmak istedik.  Çalışırken kendi aramızda kurduğumuz asgari iletişim halinde makineleri yumruklayarak makine sesi gelecek nidalarını, mühendislerin sürekli olarak bizleri zeka geriliği yaşamakla suçlamalarını bizleri aşağılamalarını, tuvalete izinle gitmeyi, bir hata yaptığımızda üzerimize transpaletleri ittirmelerini, kafamızı kalemle dürterek hadi demelerini, psikolojik şiddetin yanında fiziksel olarak da şiddet uygulamalarını kabul etmiyoruz.  AKP’ye bu denli yakın olan Niyazi Önen'in fabrikasında namaz kılmanın açıkça yasak olması, askeri kumanyadaki ürünlerin, iç-dış piyasadakilerden farklı olarak kurtlu şekilde paketlenmesinde bir mahsur görülmemesi, sistemin çelişkilerini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın, yoksulları burjuvazinin saflarına bağlamak için üretilmiş araçlar olduğunu bizlere tekrar gösteriyor.  Bizler tweetlerimizde fabrikanın ifşasını yaptıktan sonra hızlıca düzenlemeye koyuldular. Küf akan, dışarıda yağan yağmuru ve karı direkt içeri veren tavanlar tadilata girdi, taşeronlar aşamalı olarak kadroya alınmaya başlandı, vatandaşlığı olmayan bir kısım göçmen sigortaya geçirildi, iş güvenliği önlemleri alınmaya başlandı, mola haklarımız geri verildi, tuvaletler temizlenmeye başladı.  Son olarak şunları eklemek istiyorum. Biz işçi sınıfının en güvencesiz kesimlerini oluşturan Dardanel kadın işçileri olarak sınıfsal ve cinsel, ulusal sömürüye karşı örgütlenme iradesini kuşandık. Anlattığımız hikâye sadece Dardanel işçilerinin değil tüm kadın göçmen kimliksiz güvencesizlerin hikâyesidir.  Bu hikâyeyi yalnızca patronlar ve kapitalist hükümetler yazmamıştır. Bu hikâyede onlara yardımcı görevini gören sendikalar olmuştur. Sendikalar bugün işçilerin mücadelesini pasifize eden, işçilere kambur olan dev bürokratik aygıtlara dönüşmüştür. Sendikalar yalnızca ücret sendikacılığı yapmakta, fiili meşru mücadele yerine bürokratik, yasal prosedüre uyan bir mücadele anlayışına sahiptir.  Bugünkü sendika prosedürüne göre sendikalı olmak için kadrolu, SSK’lı, güvenceli ve ülkenin yerlisi olmak gerekiyor. Bizim iş yerimizde bu prosedüre uyacak işçiler azınlıktadır. Ayrıca kadın işçilerin en yoğun çalıştığı sektörlerdeki sendikalarda, kadın temsilci yok denecek kadar azdır.  Sendikalar, mevcut kapitalist hiyerarşide olduğu gibi eril bir hiyerarşiye sahip olmakla birlikte kadın işçilerin, göçmen işçilerin, güvencesizlerin durumuna dair herhangi bir mücadele perspektifi yoktur. Bugün yirmi bin, otuz bin TL maaş alan bir sendika yöneticisi bizimle aynı sınıfın mensubu değildir, bizi temsil edemez. Bizim yeni tipte, ihtiyaçlarımıza cevap verecek öz örgütlerine ihtiyacımız vardır.  Bizler pandemi sürecinde kapalı devre sistemiyle esirler kampındaymış gibi çalışırken, 1 Mayıs arifesinde DİSK yönetimi, tescilli işçi, kadın, göçmen, lgbt-i düşmanı Soylu'yla poz vererek, kitlesel 1 Mayıs kutlamamızı engellemiştir. Bu durum biz sınıf bilinçli kadın işçilerde infial uyandırmıştır.  Biz sendikalara değil kendi gücümüze, haklılığımıza ve emek dostlarının dayanışmasına güveniyoruz. Dünyanın her yerinde kapitalist sömürüye paralel olarak kadın düşmanı uygulamalar geliyor. Kürtaj hakkına saldırı oluyor, İstanbul sözleşmesi kaldırılıyor. Arjantinli, ABD'li, İspanyalı kadınlar; bu saldırıları kadın grevleriyle püskürttü. Türkiye için de kadın grevleri vakti gelmiştir.  Vizyona yeni giren Grev 1910 Bursa filminde anlatılan hikâye Anadolu'daki ilk kadın işçi grevinin hikayesidir. O dönemki Anadolu işçi sınıfı da çok dilli çok uluslu çok kimlikliydi. 1910 Bursa İplikçiler grevini Ermeni, Rum ve Türk kadın işçiler örgütlemişti. Eğer bu coğrafyaya dair bir hikâye anlatacaksak 24 Nisan 1915’ten başlamak gerekir. 1915 bizden ilk kadın işçi önderlerini de aldı.  Bugün fabrikada Suriyeli, Roman, Afgan, İranlı, Arnavut, Macar, Kazak, Kırgız kadınlar çalışıyor. Bugün de her fırsatta göçmen düşmanlığı yapılarak işçi sınıfının en güvencesiz kesimleri hedefe oturtulmaktadır. Her platformda, her alanda göçmen düşmanlığına, ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı mücadele etmek biz işçilerin temel görevidir. Sesimizi duyan, duyuran tüm emek dostlarına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Asgari ücret pazarlıklarından çıkan ilk sonuç: Patronlar ve iktidar sefalet zammından yana

İktidar sözcüleri asgari ücrete müthiş bir zam yapılacağını söylüyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun ilk toplantısı sonrası basının önüne çıkan Çalışma Bakanı, Türk-İş ve TİSK yöneticileri de aynı havayı verdi. Ortaya konan rakamlar ise içler acısı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, yaptırdıkları bir takım anketlerden bahsetti. Bu anketlere göre patronların çoğu 3500 TL net asgari ücretten yana. İşçilere sorulduğunda ise ağırlıklı sonuç 3750 - 4000 arası çıkıyormuş.  Bakan Bilgin, 2022'de asgari ücretin 4 bin lirayı geçmeyeceğini ilan ederken, DİSK'in 5 bin 200 ya da DSİP, HDP gibi partilerin 6 bin net talebine dikkat çekerek bunun işten çıkarmalarla sonuçlanacağını söyledi. İktidarın asgari ücretteki düşük zam teklifi ve üstünü isteyenleri işten atılmakla tehdit etmesine, Bakanın yanında oturan Türk-İş Eğitim Sekreteri Nazmi Irgat'ın itiraz etmesi, en azından işçi tarafı adına masaya somut bir talep koyması beklenirdi. O bunu yapmadığı gibi iktidar ve patron temsilcilerinin çoğunlukta olduğu komisyona ve Çalışma Bilgin'e övgüler yağdırdı. Bakan Bilgin'in 5200 ve 6000 net taleplerini reddettiği sırada gevrek gevrek gülen İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Sekreteri Akansel Koç, rakam telafuz etmese de Bakanının belirttiği 3500-3750 sınırında bir ücretten yana olduklarını soğuk bir dille anlattı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun ilk toplantısından çıkan sonuç, milyonlarca asgari ücretli çalışanın ve ailelerinin hayat pahalılığı karşısında yetmeyen bir ücrete yine mahkum edilmek istendiği. Gerek Bakan, gerekse sendikacılar bu işi bir an önce bitirmekten söz ediyor. Bir hafta olan telafuz edilen bu zamanda sendikaların alacağı tutum bu gidişatı değiştirebilir.

Sağlık iş kolunda büyük eşitsizlik

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, doktor maaşlarına 2 bin 500 ile 5 bin TL arasında zam yaptı.  36 farklı branşta çalışan on binlerce sağlık personeli zamdan yararlanamayacak. Türkiye'de yeni mezun bir hekim, ortalama 7 bin TL maaşla işe başlıyor. Uzmanlara göre döner sermayeden alınan payların değişkenliği düşünüldüğünde, hekimler o ay alacakları maaşın toplamda ne kadar olacağını genellikle bilmiyor. Pandemi döneminde hekimlerin maaşı fiili olarak oldukça düştü. Hekimler, sağlıkta daha güvenilir bir maaş sisteminin getirilmesi gerektiğini savunuyor. Pandemi döneminde hastaneler eskisi gibi ameliyat yapamadığı için gelirleri düştü, bu yüzden hekimlerin önemli bir kesimi döner sermayeden ek ödeme alamadı. Döner sermayeden alınan sabit ek ödeme emekliliğe yansımıyor.  Hekimlere yapılan maaş zammı bu anlamda olumlu. Ancak diğer sağlık personeline zam yapılmaması var olan eşitsizliği daha da artıracak. Binlerce sağlık emekçisi, benzer koşullarda çalıştıkları halde zamdan yararlanamayacak. Bu eşitsizliğe hekimlerin örgütleri dahil tüm sağlık meslek örgütleri karşı çıkıyor.

DİSK’ten asgari ücret eylemleri: Artık yeter, geçinemiyoruz

Asgari ücret görüşmeleri yaklaşırken DİSK, Türkiye’nin farklı bölgelerinde basın açıklamaları düzenledi. Eylemlerde konuşan DİSK temsilcileri; İşsizlik, pahalılık, zamlar ve faturaların işçilerin belini büktüğünü, emeğimize sahip çıkacaklarını belirttiler: “Milyonlarca işçi, emekçi, emekli adına, EYT’liler, geçinemeyenler, barınamayanlar adına haykırıyoruz.”  “Ekonomik krizin ve pandeminin ağır koşullarını biz ödüyoruz. Türk Lirası değer kaybettikçe alım gücümüz düşüyor. 2022 yılı asgari ücretinin en az net 5 bin 200 lira olması için mücadeleyi hep birlikte büyütelim” çağrısında bulundular: “Üretimden gelen gücün kullanımı da dahil olmak üzere demokratik her türlü yöntemle direneceğiz. Gelin şalteri indirelim, genel greve çıkalım, bu işe artık dur diyelim.” Gebze eylemi Gebze’de yaklaşık 1500 DİSK üyesi işçi kitlesel yürüyüş ve miting yaptı. Sokakların “Vergide adalet istiyoruz”, “İşçiler açken patronlara huzur yok”, “Hükümet istifa”, “Patronlara değil emekçiye bütçe”, “Direne direne kazanacağız”, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganlarıyla yankılandığı mitinge metal ve lastik işçileri yoğun katılım sağladı. İstanbul eylemi İstanbul’da Kadıköy İskele Meydanı’nda toplanan DİSK üyesi işçiler, “Geçinemiyoruz” diyerek asgari ücretin net 5 bin 200 lira olmasını istedi. Düzenlenen basın açıklamasına işçiler Kadıköy Boğa Heykeli’nden İskele Meydanı’na sloganlarla yürüyerek geldi.  Yüzlerce işçinin toplandığı meydanda “Hükümet istifa”, “Saraya değil, emekçiye bütçe”, “İnsanca yaşamak istiyoruz” sloganları atıldı. DİSK’in açıklamasına KESK üyeleri de destek verdi.  İzmir eylemi DİSK Ege Bölge Temsilciği ve bağlı sendikaların İzmir Şubeleri “Artık yeter, geçinemiyoruz” diyerek Basmane Meydanı Kültürpark Dokuz Eylül kapısı önünde basın açıklaması yaptı. Açıklama öncesi Genel-İş Sendikası binası önünde toplanan şube yöneticileri ve işçiler, “İşçi memur el ele genel greve”, “Hükümet istifa” sloganları eşliğinde açıklamanın yapıldığı alana yürüyüş gerçekleştirdi. Mersin, Antalya ve Adana’da eylem Mersin, Antalya ve Adana’da “Geçinemiyoruz, artık yeter” diyerek yapılan eylemlerde; işçilerin, üretimden gelen güçleriyle beraber her türlü demokratik yöntemi kullanarak direnecekleri ve kara kışı işçi baharına çevirecekleri vurgulandı. (Sosyalist İşçi)

Kara Salı işçilerin öfkesini artırdı

Kara Salı’da gerçekleşen dolar krizi tüm toplumu derinden sarstı. İnsanlar bir gecede yüzde 15, bir ayda yüzde 30 yoksullaştı. İktidar niye böyle bir ekonomik politika uyguladı? İşçi sınıfı buna karşı neler yapmalı?  Erdoğan bu kararları alırken oyları da sürekli düşüyor. Oysa en geç 2023 Haziran’ında seçim var. Erdoğan’ın seçime giderken önümüzdeki Nisan/Mayıs ayları için hedefleri şunlar: Cari açığın dengelenmesi, işçi ücretlerinin düşürülerek istihdamın artırılması, düşük faizli yatırımların artması ile kısmi ekonomik canlanma yaşanması. Bunlar gerçekleşirse asgari ücrete yapılan zamlarla birlikte biraz sıkıntı çekilse de Erdoğan’ın durumu toparladığı iddia edilecek. Böyle bir gelişme mümkün mü? Elbette mümkün değil. Çünkü Türkiye kapitalizminin kadim kaynak sorunu Erdoğan idaresindeki tek adam rejiminde çözülemez.  Övündükleri şey: Düşük ücret! İktidar sözcüleri ve yandaş medya Türkiye’de asgari ücretin en düşük seviyede olması ile övünüyor. Ekonominin batacağı belli olduğu için insanları buna hazırlamaya çalışıyorlar. Kendini bütün kurallardan bağımsız gören siyasi iktidarın izansız hamlelerinin eşi benzeri yok. Depremzedelere evlerini verirken “yemezler” diyen Erdoğan, 25 yıl önce CHP’nin 4 aylık hükümet ortaklığında yaşanan ekonomik sorunlardan bahsedebiliyor. Kendisinin 19 yıldır iktidar olduğunu ve örneğin son üç ayda yüzde 30-35 yoksullaşma yaşandığını unutturmaya çalışıyor. İktidar sözcüleri “Her şeye rağmen Erdoğan” diyen çekirdek kitleyi tutabilmek için böyle propagandalar yapmak zorunda kalıyor. Ama insanların yapılanları unutmadığı anketlerden belli oluyor, görev onayı da, oy oranı da sürekli düşüyor. Türk usulü başkanlık rejimi upuzun bir sorunlar listesi oluşturdu: Adalet alanı, özgürlük alanı, kadınların, işçilerin haklarıyla ilgili alanlar, Kürtler açısından biriken sorunlar, öğrencilerin en temel haklarının gasp edilmesiyle açığa çıkan sorunlar, ev kiralarının ödenemez hale gelmesi, çiftçilerin sorunları gibi konular birikiyor.  Bütün bunların yarattığı bir öfke zaten vardı. Son zamanlarda acımasız bir şekilde “yüzde 30-35 fakirleşebilirsiniz, az yiyin, az ısının” denince, ses çıkartanlara da “yemezler” diye yanıt verilince ezilenlerin saflarındaki öfke ikiye katlandı.  Sokağa çıkmak demokratik bir haktır Kara Salı’da bazı illerde sokağa çıkıldı, bazı sol partiler eylem yaptı, ODTÜ’den Boğaziçi’ne bazı yerlerde eylemler oldu, DİSK ve KESK eylemler yaptı. Öfkeyi yansıtan eylemler gördük. Ama bu eylemler maalesef çoğunlukla küçük sol partilerin öfkeyi örgütlemeye çalıştığı ama kitlesel katılımın olmadığı eylemler oldu.  Kara Salı’nın hemen ardından ‘sokakta öfkemizi ifade edelim’ çağrıları yapıldı. Gösteri yapmak, yürüyüş yapmak, basın açıklaması yapmak, en temel insan hakları arasındadır. Eylem yapmak sadece hak değildir, hak kazanmak için zorunlu bir araçtır. Elinin altında eylem yapma gücü, kolektif örgütlenme gücünden başka bir şey olmayanlar eylem yapacak elbet. Eylem yaparsak kötü olur diye düşünülemez. Daha kötü olmasın diye eylem yapılır. İster balkonlarından tencere çalar insanlar, ister şehrin caddelerinde öfkeyle yürürler, belki yürüyüşümüze katılanlar olur diye beklenti içinde olabilirler, sloganlar atarlar.  Provokasyonlar, böyle eylemler değildir. Bu eylemlere saldıran devletin kolluk güçleri, bu eylemlerin içine sızıp sağa sola saldıranlar provokasyon çıkartırlar. İktidarın zaten sokağa çıkmayı bütünüyle zorlaştırdığı koşullarda, muhalefetin sokağa çıkmanın zararları üzerine verdiği vaazlar; sokak mücadelesini, eylemleri, slogan atmayı devlet tarafından kullanışlı olaylara indirgiyor.  Seçim hesapları Bugün krize karşı sokağa çıkılmasını seçim sürecine zarar verir diye gereksiz görenlere şunu hatırlatmak lazım: Seçimler kurallara bağlanmış demokratik bir haktır, iktidar bundan kaçamaz diye düşünülüyorsa; yürüyüş, basın açıklaması, gösteri yapmak da anayasal bir haktır. En az seçimler kadar, hatta sadece beş dakikada oy verip bitmediği için, insanların eylemlere katılan başka insanlarla iletişim kurması açısından daha da demokratiktir. Bir demokratik hakkımızı kullanmak başka bir demokratik süreci sekteye uğratır demek, mücadeleyi baştan kaybetmektir. Uzun süredir, yaratılan korku imparatorluğunun kitle eylemleriyle aşılacağını anlatıyoruz. OHAL döneminin baskıları, arka arkaya yapılan seçimlerle kırılmadı. Bizim önerdiğimize benzeyen, ama milyonlarca emekçi yerine esas olarak CHP’lilerin sokağa çıkmasıyla ve “hak-hukuk-adalet” sloganlarıyla yapılan Ankara-İstanbul yürüyüşüyle oldu.  Bu yürüyüşe gelene kadar; hakları için direnen tüm alanlardan insanların (KHK’lılar, barış imzacıları, HDP’li vekiller, gazeteciler, doktorlar, akademisyenler) direnişleri, iş cinayetlerine karşı, kadın cinayetlerine karşı, temel hakları ve ücretleri için irili ufaklı eylemlerden vazgeçmeyenlerin baskının kapısını zorlaması çok önemliydi.  Kılıçdaroğlu çok isabetli bir zamanlamayla yürüyüşe başlayınca OHAL döneminde biriken tüm öfke patladı. 2017 yılında 15 Haziran’dan 9 Temmuz’a kadar süren yürüyüş; öfkeli, bir şey yapmak gerekir diyen insanlara moral verdi. Bütün ezilenlerin kendini ifade ettiği bir eyleme dönüştü ve dev bir mitingle tamamlandı. CHP, daha sonra kontrol elimizden çıkar diye frene bastı. Halbuki dev mitinglerle devam edebilirlerdi. Edebilselerdi şimdi durum çok farklı olurdu. O zaman olduğu gibi şimdi de kitlelerde fakirleşme ve öfke varken “sokağa çıkmak doğru olmaz” tezi hatalı. Birincisi her şeyi seçime ertelemek yanlış. İkincisi “bu AKP’ye yarar” tezi, bu da doğru değil. Eylemlerin iktidara yaradığına dair görüş genelde reformist bir görüştür ve insanları sokaktan çekilmeye çağırır.  İşçi sınıfının, eylemlerde merkezi rol oynaması gerekir Eylemler yapılabilir, fakat bütün eylemlerde genel grevi ima eden, işçi sınıfının hayatı durduracağı bir merkezi eylemi vurgulamak gerekir. Sosyalistler bütün eylemlerin yapılmasını savunur, ancak bütün eylemlere, bizi bu hedefe götürüyor mu götürmüyor mu diye bakılarak eleştirel bir şekilde yaklaşılır.  Krizin faturasını Türkiye egemenlerine çıkartacaksak, Türkiye solunun seçime odaklanmış havasını ve CHP’nin “eylem yapmayalım”cı havasını değiştirmek gerekir.  Sadece açlıkla değil sol, sosyal şoven, seçimci bir eğilimle sıkça karşılaştığımız bir dönemden geçiyoruz. İrili ufaklı çeşitli işçi eylemleri oluyor. Bunlar genelde birbirinden kopuk ve işçi sınıfının geneline hitap etme yeteneğinden yoksun eylemler. Krizin faturasını kim ödeyecek sorusuna verilecek yanıt açısından birleşik işçi mücadelesini çok daha fazla önemsemeliyiz. Hak-İş’i Türk-İş’i kazanacak bir birleşik mücadele perspektifi çok önemli. Önümüzdeki hafta Antikapitalist İşçiler’in yapacağı Emek Forumu bunu anlatmak için büyük bir fırsat. Başta DİSK olmak üzere bazı sendikalar özellikle asgari ücret pazarlıklarında mücadele çağrısı yapıyor. Bunlara katılmak, birleşik cephe ve kitlesel miting çağrısı yapmak çok önemli.  Dünyadaki çeşitli mücadelelerde, otoriter rejimlerin güç kaybettiğini görüyoruz. Hem dünyada hem de Türkiye’de bundan sonra nasıl bir iktidarın geleceğini belirleyecek olan, kitlesel işçi mücadeleleri olacak. 

Geri 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 İleri

Bültene kayıt ol