Antikapitalist Çalışanların düzenlediği Emek Forumu'na farklı işkollarında birçok işçi ve sendikacı katıldı. Nelek konuşuldu? Forumdan notlar:
Tuna Emren (Antikapitalist Çalışanlar): Ekonomi artık bir krize doğru, bir çöküşe doğru hızla ilerliyor. Var olan haklarımızı kaybetmemek için, enflasyona karşı ücretlerimizin erimemesi için birleşmemiz ve mücadele etmemiz her zamankinden daha önemli.
Şunu çok iyi biliyoruz: Açlığın, yoksulluğun sorumlusu kapitalizmdir. Sorunun çözülmesi için krizler yaratan, yoksullaştıran, insanları en temek haklarından bile yoksun bırakan bu sistemin yıkılması, yerine insanca yaşayabileceğimiz bir düzenin kurulması gerek.
Kapitalist sistem fakirden alıp zengine vermek için kurulmuştur. Bu sistem bizleri açlık sınırının altında bir ücretle çalıştırır. Bu sistem ev kiralarının, asgari ücretin iki katına çıkmasına neden olur. Bu sistem bizlerden toplanan vergileri, sermaye sınıfına, silahlanmaya aktarır.
Pandemi koşullarında, aşılamanın henüz başlamadığı dönemde bile bizleri kesintisiz olarak çalıştıran hükümet ve işverenler, servetlerine servet kattılar. Son bir yılda paranın değeri yarı yarıya azaldı. Fiyatlar en az iki katına çıktı. Asgari ücret 4 kişilik bir ailenin sadece gıda harcamalarına bile yetmiyor. Sundukları çözüm ise insanlara porsiyonlarınızı küçültün, az yiyin, açlığa alışın demek oluyor.
Doğalgaza, elektriğe, petrole kim zam yapıyor. Asgari ücretin, açlık sınırının altında tutulmasından kim sorumlu. Kim para basarak paranın değersizleşmesine yol açıyor. Enflasyon yüzde 100’lerde gezerken kamu çalışanlarının ücretlerine kim yüzde 12 zam yapıyor.
Tüm bunların, pandeminin halen devam ediyor olmasının, bütün ekonomik, siyasi, sosyal felaketlerin, açlığın, yoksulluğun sorumlusu kapitalist sistemin tüm dünyadaki yürütücüleridir.
Bizlerin talepleri çok net:
Askeri harcamaları, lüks harcamaları kısın.
Yoksullara aktarılmak üzere, zenginleri vergilendirin.
Parasız sağlık, parasız eğitim, parasız barınma sağlayın.
Başta malum beş şirket olmak üzere, tüm büyük sermaye kurumlarının vergi aflarını iptal edin.
Taleplerimiz net, ancak kazanmanın yolu birleşik mücadeleden geçiyor.
25 Kasım’da kadınlar eylem yaptı. Aynı günlerde sağlık örgütleri, hekimler Ankara’ya yürüdü, DİSK ve KESK birçok şehirde “geçinemiyoruz” eylemleri örgütledi. Krize karşı yapılan basın açıklamalarına, sokağa çıkan örgütlere halk tencere tava çalarak destek verdi.
Bütün bu mücadeleler birbirine ilham vermeye devam ediyor. Ama hepsinin, tüm mücadelelerin birleşmesi gerek.
Sendikalar, işçi örgütleri, işçi platformları olarak bir araya gelelim, açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa karşı mitingler, gösteriler düzenleyelim.
Türk-iş, DİSK, Hak-iş, Memur-sen, KESK ve diğer emek, meslek örgütleri olarak bir araya gelelim, geçmişteki Emek Platformuna benzer büyük bir güce dönüşelim. Grevlere ve eylemlere destek olalım. Haklarımızı almak için genel grev yapalım.
Asgari ücretin yükseltilmesi, sendikal hakların eksiksiz tanınması, evsizlere ev bulunması, açların karnının doyurulması için mücadele edelim.
Biz Antikapitalistler olarak bu çabalarımıza devam edeceğiz. Bizimle [email protected] adresi üzerinden iletişime geçebilir ya da iletişim föyünü doldurabilirsiniz.
Arif Çinpolat (Kristal İş Sendikası üyesi): 15 yıldır Şişecam çalışanıyım. Toplu sözleşme görüşmelerimiz devam ediyor. Bu sene sendika, işçi temsilcilerini bir otelde topladı, burada sözleşme taslağını belirledi. Ardından Kara Salı oldu. Taslağın revize edilmesi lazım, ama sendika genel merkezi buna yanaşmıyor.
Şubelerin bazı talepleri de taslakta yer almadı. Mesela promosyon, pandemi tazminatı gibi talepler taslakta yer almadı, işçiler rahatsız.
Saatlik ücret ortalamamız 25 lira. Asgari ücret ise saat olarak 16 lira. Biz şube olarak 20 lira zam talep etmiştik, diğer şubelerden çok tepki aldık, ama şimdi herkes bu zammı istiyor. Çünkü fiyatlar uçtu gitti.
Bir şube 14 lira istedi. Sonra genel merkez de bu rakamı istediğini açıkladı. Taslakta son karar ilk altı ay için 12,5 lira zam, geriye kalan 6 aylar için enflasyon artı yüzde 50 zam.
Şimdilik taslak işverene verilmedi, asgari ücretin ne kadar zamlanacağı bekleniyor.
Can Irmak Özinanır (Barış İmzacısı Akademisyen): OHAL Komisyonu göreve dönmemizi reddetmeye devam ediyor. Son bir ayda sürekli akademisyenler için ret kararı veriliyor. OHAL Komisyonu asıl olarak bir oyalama komisyonuydu, ihraçlarımızın üzerinden 5 yıl geçti, hukuki yollarımızı kapatmak için kuruldu. İdare mahkemelerine başvurumuzu engellemiş oldular, şimdi bu sürecin önü açıldı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’ye yol gösterdi, OHAL komisyonu kurulmasını sağladı. OHAL komisyonu hukuk yollarını kapattı, bizi sürekli cezalandırmış oldular. Başta hemen karar vereceğiz dediler, ama her yıl çalışma süresini uzattılar. AİHM sıkıştırınca kararlar verilmeye başlandı.
Çıkan kararlarda barış bildirisini imzalamamız terörle iltisak sebebi olarak gösteriliyor. Oysa AYM bu bildiriyi düşünce özgürlüğü olarak ilan etti. OHAL komisyonu AYM kararını tanımıyor. Daha önce de siyasetçilerin AYM kararlarını tanımama doğrultusunda çağrıları vardı, bu devam ediyor.
Barış imzacıları tasfiye edildikten sonra üniversitelerde baskı çok arttı. Sadece Eğitim-sen üyesi oldukları için kadrosu verilmeyen arkadaşlarımız var. Kendi okulumda, Ankara Üniversitesinde personele büyük baskı yapılmaya başlandı, Eğitim-Sen’den istifa etmek zorunda kalanlar oldu.
Türkiye’de, dünyaya paralel olarak, üniversitelerde Bologna süreci işletiliyor, neoliberal bir sistem kuruluyor, üniversitenin kendi parasını piyasadan projeler aracılığı elde etmek zorunda olduğu, kamunun kaynak ayırmadığı bir model bu. Dünyada bu süreç epeyce tamamlandı.
Üniversite denince akla elit insanlar geliyor, ama akademisyenler güvencesiz durumdalar, Barış imzacıları bunun bir örneği. Akademisyenler işçi sınıfının bir parçası, mücadelemiz, işçi sınıfının genel mücadelesine çok bağlı. Yüz bine yakın atılan KHK’lı işçi sınıfının bir parçasıdır.
Deniz Mahir (Katı Atık İşçileri): Atık işçilerine karşı İstanbul Valiliği olumsuz davranıyor. Bu konuda üzerimizde büyük baskı var. Belediyeler çekçeklerimizi elimizden alıyor, barınma ve iş alanlarımız yok ediliyor. Geri dönüşüm işçileri olarak çevre konusunda katkılarımız var, ama yine de bize çok baskı yapılıyor. Şimdilik biraz geri çekildi baskılar ama çok zor durumdayız.
Gamze Şahin (Sağlık çalışanı): 19 yıllık hemşireyim. Pandemi döneminde kadına yönelik cinsiyetçi politikalardan hemşireler etkilendi. Dünyada hemşirelerin yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. Bizde ve dünyada hemşireler her türlü baskıya maruz kalıyor. Gece çalışma, çalışma sürelerinin belirsiz olması söz konusu. Mesela işte değilken bile her an göreve çağrılabilirsiniz, evde beklemek zorundasınız.
Hemşireliğin ağır ve tehlikeli işler kapsamına alınması, doğum izninin uzatılması, kreş hakkı istiyoruz. Bir arkadaşımızın, çocuklarını komşusuna bıraktığı ve o evde yangın çıktığı için, iki çocuğu öldü,.
Performans kaldırılıp insanca temel ücret istiyoruz. Kovidin meslek hastalığı olarak kabul edilmesini istiyoruz.
Sağlık ekip işidir diyoruz, ortak mücadele, cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı tüm işçilerin birleşik eylemi örgütlenmelidir diyoruz. Sağlık sendikaları bu hafta ortak eylem yapacak. Sağlık Bakanlığı ayrımcı bir karar aldı, buna karşı eylem yapacağız.
Nuran Gülenç (Birleşik Metal-İş, Uzman) : Birleşik Metal İş’te çalışıyorum. Sendikaların prestij kaybettiği bir dönemdeyiz. Ama yine de sendikalar işçiler, emekçiler için umut olmaya devam ediyor.
Birleşik Metal İş, MESS ile toplu sözleşme sürecine devam ediyor. Dikkatler ücretler üzerine çevrili, ama sadece ücret değil, sendika çok daha fazla konuda etkin olmalı.
Mesela bizde sendika, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine çalışmaya başladı. Erkek üyelerine eğitim veriyor, bu konuyu toplu sözleşmelere koyuyor. Kadın temsilcilerin sayısı arttı.
İşçi sağlığı ve işçi sağlığı konusunda sendikaların politika üretmesi gerekli. Bu konuda da Birleşik Metal İş olarak çalışıyoruz.
Sendikaların işçi sınıfının eşitsizliklerini görmesi önemli. Dünya değişecekse böyle değişecek, aksi halde bahar gelse de yalancı bahar olacak.
Taha El Gazi (Suriyeli Eğitim İşçisi): Öğretmenim, 2016’da Birleşmiş Milletler projesi kapsamında 12 bin Suriyeli ile birlikte öğretmen olduk. Ama Temmuz ayından beri Suriyeli öğretmenler bu projeden çıkarıldı. Projeye para AB’den geliyor. Bizi fon gelmediği için çıkardıklarını söylüyorlar. Bu para gelmiyor mu, gelen para başka yerlere mi harcanıyor, bilmiyoruz. 12 bin öğretmen aileleri ile aç kaldılar. Bazıları Suriye’ye döndüler, orada öldüler, çünkü savaş var. Bazıları Avrupa’ya gitmek için yola çıktılar, Meriç nehrinde öldüler.
Çok zor durumdayız. Bize Temmuz ayında yazılı bir bildirimde bile bulunulmadı. Whatsapp mesajı ile işten çıkardılar. Bu çok onursuz bir yaklaşım. Ben 2017’den beri sigortasız çalışıyorum. Fon bahanesi var, ama mültecilere gelen paralar nereye harcanıyor, bunun açıklanmasını istiyoruz. Aynı projede çalışan Türkiye vatandaşları ise çalışmaya devam ediyorlar.
İkinci önemli konu işçi sağlığı, güvenliği. Türkiye’de çalışan 1 milyon iki yüz bin Suriyeli işçi var, yüzde 92’si fazla mesai ücretlerini alamıyor. Yüzde 75’i asgari ücretten daha az alıyor, yüzde 90’ı çalışma izni olmadan çalışıyor. Bu işçilerin yüzde 20’si lisans, yüksek lisans mezunu.
Her yıl yüzlerce göçmen, iş kazalarında hayatını kaybediyor. En son 13 yaşında Suriyeli göçmen çocuk Mersin’de öldü. Ben 2 yıl hamal olarak çalıştım. Bazı işverenler yaralanan işçileri hastaneye bile götürmüyor. Biz sendikalara niye üye olamıyoruz. Bizim haklarımızı kim koruyacak. Hepimiz işçiyiz, bunu bilmeliyiz.
Dardanel işçileri: İşe başlarken bizle ilgili tüm kişisel bilgileri alan iş yerleri içerideki sorunlar hakkında konuşmayacağımıza dair türlü evraklar imzalatıyorlar. Fabrikanın bütün hukuka aykırı ve barbar yaptırımlarının mahremiyeti, biz kadınlar giyinirken ve tuvaleti kullanırken göz ardı ediliyor.
Türkiye’nin en yüksek kadın çalışan oranına sahip fabrikası olmakla övünen Niyazi Önen, daha önce de eşine az rastlanır kapalı devre çalışma sistemiyle gündeme gelmişti. Pandeminin ne olduğunu bile henüz yeni yeni öğrendiğimiz dönemde üretim aksamasın, fabrika olağan işleyişine devam etsin diyerek onlarca kadını kolluk kuvveti tehdidiyle fabrikaya zorla kapatıp çalıştırmıştı.
Biz içeride bir yandan örgütlenme çalışması yaparken bir yandan da çalıştığımız cehennem koşullarını kamuoyuna sunduk. Sabah saatlerinde kilitlenen tuvaletleri, kadın soyunma odasının ve tuvaletin girişini gören kamerayı, yatmayan fazla mesai ücretlerimizi, verilmeyen mola haklarımızı duyurmak istedik.
Çalışırken kendi aramızda kurduğumuz asgari iletişim halinde makineleri yumruklayarak makine sesi gelecek nidalarını, mühendislerin sürekli olarak bizleri zeka geriliği yaşamakla suçlamalarını bizleri aşağılamalarını, tuvalete izinle gitmeyi, bir hata yaptığımızda üzerimize transpaletleri ittirmelerini, kafamızı kalemle dürterek hadi demelerini, psikolojik şiddetin yanında fiziksel olarak da şiddet uygulamalarını kabul etmiyoruz.
AKP’ye bu denli yakın olan Niyazi Önen'in fabrikasında namaz kılmanın açıkça yasak olması, askeri kumanyadaki ürünlerin, iç-dış piyasadakilerden farklı olarak kurtlu şekilde paketlenmesinde bir mahsur görülmemesi, sistemin çelişkilerini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın, yoksulları burjuvazinin saflarına bağlamak için üretilmiş araçlar olduğunu bizlere tekrar gösteriyor.
Bizler tweetlerimizde fabrikanın ifşasını yaptıktan sonra hızlıca düzenlemeye koyuldular. Küf akan, dışarıda yağan yağmuru ve karı direkt içeri veren tavanlar tadilata girdi, taşeronlar aşamalı olarak kadroya alınmaya başlandı, vatandaşlığı olmayan bir kısım göçmen sigortaya geçirildi, iş güvenliği önlemleri alınmaya başlandı, mola haklarımız geri verildi, tuvaletler temizlenmeye başladı.
Son olarak şunları eklemek istiyorum. Biz işçi sınıfının en güvencesiz kesimlerini oluşturan Dardanel kadın işçileri olarak sınıfsal ve cinsel, ulusal sömürüye karşı örgütlenme iradesini kuşandık. Anlattığımız hikâye sadece Dardanel işçilerinin değil tüm kadın göçmen kimliksiz güvencesizlerin hikâyesidir.
Bu hikâyeyi yalnızca patronlar ve kapitalist hükümetler yazmamıştır. Bu hikâyede onlara yardımcı görevini gören sendikalar olmuştur. Sendikalar bugün işçilerin mücadelesini pasifize eden, işçilere kambur olan dev bürokratik aygıtlara dönüşmüştür. Sendikalar yalnızca ücret sendikacılığı yapmakta, fiili meşru mücadele yerine bürokratik, yasal prosedüre uyan bir mücadele anlayışına sahiptir.
Bugünkü sendika prosedürüne göre sendikalı olmak için kadrolu, SSK’lı, güvenceli ve ülkenin yerlisi olmak gerekiyor. Bizim iş yerimizde bu prosedüre uyacak işçiler azınlıktadır. Ayrıca kadın işçilerin en yoğun çalıştığı sektörlerdeki sendikalarda, kadın temsilci yok denecek kadar azdır.
Sendikalar, mevcut kapitalist hiyerarşide olduğu gibi eril bir hiyerarşiye sahip olmakla birlikte kadın işçilerin, göçmen işçilerin, güvencesizlerin durumuna dair herhangi bir mücadele perspektifi yoktur. Bugün yirmi bin, otuz bin TL maaş alan bir sendika yöneticisi bizimle aynı sınıfın mensubu değildir, bizi temsil edemez. Bizim yeni tipte, ihtiyaçlarımıza cevap verecek öz örgütlerine ihtiyacımız vardır.
Bizler pandemi sürecinde kapalı devre sistemiyle esirler kampındaymış gibi çalışırken, 1 Mayıs arifesinde DİSK yönetimi, tescilli işçi, kadın, göçmen, lgbt-i düşmanı Soylu'yla poz vererek, kitlesel 1 Mayıs kutlamamızı engellemiştir. Bu durum biz sınıf bilinçli kadın işçilerde infial uyandırmıştır.
Biz sendikalara değil kendi gücümüze, haklılığımıza ve emek dostlarının dayanışmasına güveniyoruz. Dünyanın her yerinde kapitalist sömürüye paralel olarak kadın düşmanı uygulamalar geliyor. Kürtaj hakkına saldırı oluyor, İstanbul sözleşmesi kaldırılıyor. Arjantinli, ABD'li, İspanyalı kadınlar; bu saldırıları kadın grevleriyle püskürttü. Türkiye için de kadın grevleri vakti gelmiştir.
Vizyona yeni giren Grev 1910 Bursa filminde anlatılan hikâye Anadolu'daki ilk kadın işçi grevinin hikayesidir. O dönemki Anadolu işçi sınıfı da çok dilli çok uluslu çok kimlikliydi. 1910 Bursa İplikçiler grevini Ermeni, Rum ve Türk kadın işçiler örgütlemişti. Eğer bu coğrafyaya dair bir hikâye anlatacaksak 24 Nisan 1915’ten başlamak gerekir. 1915 bizden ilk kadın işçi önderlerini de aldı.
Bugün fabrikada Suriyeli, Roman, Afgan, İranlı, Arnavut, Macar, Kazak, Kırgız kadınlar çalışıyor. Bugün de her fırsatta göçmen düşmanlığı yapılarak işçi sınıfının en güvencesiz kesimleri hedefe oturtulmaktadır. Her platformda, her alanda göçmen düşmanlığına, ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı mücadele etmek biz işçilerin temel görevidir. Sesimizi duyan, duyuran tüm emek dostlarına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.