Bursa Su Kolektifi; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü binası önünde basın açıklaması yaptı. Su kaynaklarının tahribatına, doğa katliamlarının görmezden gelinmesine dikkat çekti.
Basın açıklaması şöyle:
Yine bir ayın 22’sinde suyun sesi olmak için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bursa İl Müdürlüğü önündeyiz. Geçen sene Mart ayında gözlerimizin önüne serilen Marmara Denizi’ndeki müsilajın ilk emareleri önce İzmit Körfezi’nde ondan 2 gün sonra da Gemlik Körfezi’nde görülmüştü.
O günlerde hemen dilekçelerimizle başvurduğumuz ilgili bakanlık, olayın bir çevre felaketi değil doğal olduğunu belirtmişti. Ondan sonra da inkâr eden tutumları değişmemiş; müsilajlı deniz kıyısında balık ekmek yiyerek görüntü vermiş, bütün kirliliği halının altına süpürmek isteyerek yüzey temizliği gibi göstermelik çözümler üretmişlerdi.
Çevre Bakanlığı müsilaj konusunda sınıfta kaldı
Haziran ayında bilim insanlarının Marmara Denizi’nin yıllardır bir foseptik çukuru gibi kullanılıyor olmasının bir neticesi olarak müsilaj felaketinin ortaya çıktığını açıklayan demeçleri Dünya basınında “Marmara Denizi Öldü” başlıkları ile yer alınca işin ciddiyeti anlaşılmış gibi davranılıp denizleri, dereleri kirletenlere karşı iktidar tarafından göstermelik cezalar kesilmişti. Hızlı bir şekilde çalıştay düzenlenmiş ve Haziran ayında “Marmara Denizi Koruma Eylem Planı” açıklanmıştı.
Eylem Planı’nın 2. Maddesinde “3 ay içerisinde Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı hazırlanarak çalışmalar bu plan çerçevesinde yürütülecektir.” denilmişti. 3 ay içerisinde hazırlanacağı belirtilen stratejik plan 7 ay sonra açıklandı.
Geçen sürede kirlilik tüm hızıyla artarak devam ederken Bursa Su Kolektifi olarak bizler defalarca yetkili mercilere verdiğimiz dilekçelerimizle yapılan bilimsel araştırmalara dayanarak Marmara Denizi’ndeki kirliliğin insan sağlığını etkileyen, balıklardaki salgın hastalıklara neden olan boyutlarını sorduk ve alınan tedbirleri açıklamalarını istedik, ancak dilekçelerimiz cevapsız kaldı.
Marmara Denizi kirletiliyor, tarım alanları yok ediliyor
Müsilaj Eylem Planı’nın 3. Maddesinde geçen Marmara Denizi’nin tamamını koruma alanı olarak belirleme çalışmaları 2021 yılının sonunda tamamlanacağı ifadesine rağmen nasıl bir ilerleme kaydedildi konulu dilekçelerimize ciddiyetle cevap alamadık. Marmara’yı Özel Çevre Koruma Alanı ilan eden iktidar, daha geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul talan projesi çerçevesinde bölgede yeni organize sanayi bölgeleri planlandığını açıkladı.
Yine Bandırma Erdek Körfezi’nde tarım alanları yok edilerek Ağır Metal Organize Sanayi Bölgesi kuruluyor, Çanakkale de yeni Organize Sanayi Bölgesi hayata geçiriliyor, Ergene Havzası’ndaki mevcut kirlilik yüküne rağmen yeni sanayi projelerinin sürekli önü açılıyor. Bursa’da Organize Sanayi Bölgelerinin inşaatları ilerliyor ve yağma planlarının ardı arkasının kesilmediğini görüyoruz. Çevre Koruma değil tam bir göz boyama siyaseti.
Marmara’ya akan dereler tüm kirliliği Marmara Denizi’ne taşımaya devam ediyor, bu yetmezmiş gibi Ergene nehrinin endüstriyel atık suları nehrin denize akış noktası Saros Körfezi olmasına rağmen borularla taşınarak Marmara’ya deşarj ediliyor. Marmara çevresindeki derin deniz deşarjları da artarak devam ediyor.
Çok kirli sınıfındaki sular tarımsal üretimde kullandırılıyor
Sermayenin sınırsızca büyümesi adına her tür olanağı sağlayan, doğanın yıkımına yol açan iktidar kirliliğini temizleyemediği dereleri yönetmelik değişikliği ile pür û pak ilan ediyor. 16 Haziran 2021’de yer üstü su kalitesi yönetmeliğinde yapılan değişiklikle kentlerdeki kirlilik kriterleri için değerler 3. Sınıf orta kalite sınıfı ile sınırlandırılmış olup çok kirli tanımı kaldırılıyor.
İçinde hiçbir canlının yaşayamadığı ve hiçbir surette kullanılamayacak olan sular eski yönetmeliğe göre 4. Sınıf (çok kirli) su kalitesi kriterlerinin de çok üstünde kimyasal parametrelerdeki kirlilik değerlerine sahip. Hal böyle iken Nilüfer deresi bir gecede orta kalite su sınıfına yükseliyor.
Bunu tüm o kirli derelerin yakınında yaşamları kirli dereler sebebiyle dayanılmaz hale gelmiş insanlara anlatın size cevapları “bu civarda bir tosbağa bulun para vereceğim” olacaktır. Derelerimiz ya zehir akıyor, ya da suyu yok edilerek beton kaplanıp doğal yaşamdan uzaklaştırılıyor. Gökdere ve Hacivat derelerimizin beton görüntüsü yüreklerimizi dağlıyor.
Her ayın 22’sinde hesap sormaya devam edeceğiz
Bizler iş olsun diye her ayın 22’sinde basın açıklaması yapmıyoruz. Kapatılmış tesislerin bile kirliliklerinin yıllarca doğada kaldığını, yok edilemediğini hesap edemeyenlerin anlayamayacağı kadar önemli bir görev ediniyoruz kendimize bunu. Suyun, suda yaşayan su kuşlarının, su ile sulanan tohumların ve tüm canlıların yaşam hakkını savunmak için hesap soruyoruz.
Evet, 2021-2024 yıllarını kapsayan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı yürürlüğe girdi. Açıklanan stratejik plan hangi soruna çözüm üretti? Size soruyoruz. Plandaki ifadelerle özellikle bölgemizdeki durumu özetlememiz gerekirse;
Gemlik’teki zeytin tesisleri ileri arıtmaya geçmelidir
Nilüfer Çayı toplam azot yükü açısından plandaki yayılı kirletici yükler haritasında riskli durumda olarak belirtiliyor. Marmara Denizi’nin 20-100 metredeki ara tabaka geçiş suları çözünmüş oksijen seviyesinin azalmasıyla da hemhal üstelik. 2021 yılı itibarı ile ara tabaka ve derin sularda sistemin azot yoğunluğunun devam ettiği açıklanıyor. Günde her birim alan için 10 litrenin üzerinde oksijen oluşturan ve biyoçeşitliliğin kilit ekosistemi olan deniz çayırlarında oluşan katmandan kaynaklı tortunun müsilaj sonrası devam ettiği ifade ediliyor.
Körfez’e kıyısı olan Gemlik’teki tesislerin ileri arıtmaya geçmesi gerektiği belirtiliyor. Gemlik’te zeytin karasuyu ile kirliliğe neden olunduğu itiraf ediliyor. Nilüfer Çayı üzerindeki yoğun endüstriyel tesis baskısından bahseden planda; çaydan, Gemlik Körfezi’ne de kirlilik taşındığı açıklanıyor. Karsak Deresi de bu iç körfez için baskı oluşturuyor. Peki, bu konuda hangi çalışmalar yapılıyor? Giderek artan bu kirleticilere karşı ne önlemler alınıyor? İşte cevaplamadığınız dilekçelerimizde bunları soruyoruz bıkmadan sormaya da devam edeceğiz.
Atıksu tesislerinde ileri arıtma sistemleri yok, acilen yapılmalıdır
Bursa’daki 125 atıksu arıtma tesisinin yalnızca 13 tanesinde ileri arıtma yapıldığını rapordan öğreniyoruz. Bu durum yaşadığımız çevre felaketinin iktidar tarafından ciddiye alınmadığının, emekçilerin, çiftçilerin, kadınların, gençlerin tüm yurttaşların alınterinden alınan vergilerle oluşturulan devlet bütçelerinin onların sağlıklı bir çevrede yaşama haklarını hayata geçirebilmek için kullanılmadığının da en açık itirafıdır.
Marmara Denizinin su sıcaklığı fabrikalar tarafından yükseltiliyor, son verilsin
-Yine raporda Marmara Denizi’nin suyunu sanayiinin ve enerji sektörünün soğutma suyu olarak kullanmasının büyük sakıncalarından bahsediliyor, oysa yakın zamanda Marmara Entegre Kimya Sanayi Anonim Şirketi Gemlik Şubesi’nin ÇED başvurusunda bulunduğu projeye, Marmara Denizi'nden saatte 5500 metreküp deniz suyunu alarak soğutma amacıyla kullanılmasına onay verildi.
Deniz suyunda 10 santigratlık sıcaklık artışının öngörüldüğü üretim prosesleriyle su sıcaklığının yükselmesine neden olacak olan kimyasal madde üretiminde kapasite artışı, ilave kimyasal madde üretimi gerçekleştirme, denizden su alma ve soğutma suyu olarak kullanma, günde yaklaşık 62 metreküplük atıksuyun derin deniz deşarjıyla suya verilmesi projesinden vazgeçilmelidir.
Uludağ Milli Parkı talan ediliyor
9 Ağustos 2021 tarihinde Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü önünde gerçekleştirdiğimiz basın açıklamamızda Turizm Teşvik Kanunu Değişikliği ile ormanlara, yanan ormanlık alanlara, meralara, kıyılara, milli parklara turistik otel ve tesislerinin yapımına olanak sağlandığına dikkatleri çekmiş, muhalefet partilerini Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açmaya davet etmiştik.
Ne yazık ki geçtiğimiz günlerde Uludağ Milli Parkı için hazırlanan Alan Başkanlığı Projesi’nde son aşamaya gelindiğini öğrendik. 1.ve 2. Oteller Bölgesi, pistler ve zirveye doğru olmak üzere 670 hektarlık belirli bölge sistemli olarak talan edilme tehdidi altında. Endemik bitkileri, eşsiz doğal yaşamı ile kanunlarla koruma altında olan Uludağ Milli Parkında böyle bir yıkım projesine asla izin vermeyeceğiz.
Her ortamda gerçekleri duyurmaya, denizlerimizi, akarsularımızı, göllerimizi, özgür sularımızı yağmalayanlara, kirletenlere, meta gibi alıp satanlara da hesap sormaya, suyun sesi olmaya... Her geçen gün daha da güçlü haykırarak ve mücadele ederek devam edeceğiz.
Bursa Su Kolektifi
Bursa Su Kolektifi, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği’nde yapılan değişikliğin sonuçları ile ilgili bir basın açıklaması yayınladı.
Basın açıklamasında, yönetmelik değişikliği ile kirli sularla tarımsal üretim yapılmasının önünün açıldığı, bunun halk sağlığı için tehlikeli olduğu, Bursa Nilüfer Çayı analizi örnek gösterilerek anlatıldı.
Basın açıklaması şöyle:
AB Su Çerçeve Direktifi’ne göre uyumlandırıldığı duyurularak Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 16 Haziran 2021 tarih ve 31513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştı, hatırlanacağı üzere.
Bahse konu olan yönetmelik ile kıtaiçi yerüstü su kaynaklarının genel kimyasal ve fizikokimyasal parametreler açısından sınıflarına göre kalite kriterleri üç sınıf ile gösterilerek herhangi bir iyileştirme ve arıtma sürecinin işletilip işletilmediği analiz edilmeden kötü sınıftaki suların ayırdı kaldırılmıştır.
Ekolojik durum sınıflandırmalarının normatif tanımlarına göre feyz alınan AB Su Çerçeve Direktifi’ne göre orta seviyenin altında bir statüye ulaşan suların zayıf veya kötü olarak sınıflandırılacağı belirtilmektedir.
Ancak 16 Haziran 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te ortalama statünün altındaki sular için kötü nitelikteki sular sınıflandırılması yapılmamıştır.
Az kirlenmiş bir su iyi ekolojik durumu nitelediğinden dolayı sulama alanlarında kullanımına müsaade edilebilecektir. III. Sınıf su kalitesindeki sulara -orta kalite [kirlenmiş sular]- gelindiğinde gıda, tekstil gibi nitelikli su gerektiren tesisler hariç olmak üzere uygun bir arıtmadan sonra su ürünleri yetiştiriciliği için kullanılabilir nitelikte su ve sanayi suyunu ifade ettiği görülmektedir.
Buna göre kirlenmiş ve az kirlenmiş su olan orta ve iyi kalite klasifikasyonundaki suların kullanımda olması kirlilik yükü yayılımına yol açabilecektir. Çünkü biyolojik kalite unsurlarının değerleri yüzey suyu kütle tipi orta derecede sapma gösterir.
Yüzey sularıyla ilişkili sucul ekosistemlerin yapısı ve işleyişinin kalite ifadesi olarak "iyi ekolojik durum" ve ya "iyi ekolojik potansiyel" büyük ölçüde değiştirilmiş yapay bir su kütlesinin durumu için kimyasal kirletici parametre değerleri aşılsa dahi ekolojik normatif sınıflamasının dikkate alınacağının yönetmeliğe göre belirtilmesi suiistimallere de açık bir ifade olarak yerini almıştır.
Çoğul deşarj durumunda alıcı ortamdaki su kütlesinin özümleme kapasitesinde (su kalitesinin bozulmaması için aşılmaması gereken sınır değer) aşma yaşanabilecektir.
BUSKİ’nın web sitesinde yayınlanan noktasal analizlerde kirlilik parametrelerine göre derelerin belirli noktalarda çok kirli olduğunu tespit ettiğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.
Su kalitesi yönünden IV. Sınıf (çok kirli su) olan Nilüfer Çayı üzerindeki belirli noktalarda III. Sınıf (orta) olarak niteleme yapılması suların kullanımını da düzenleyen ilgili yönetmelikle çevre ve halk sağlığını etkileyebilecek durumların yaşanması riskini arttırmıştır.
Çünkü Bursa ili yerüstü ve yeraltı su potansiyeli ile sulu tarımın yoğun yapıldığı illerdendir. Özellikle sanayi ile iç içe geçmiş Bursa ovasındaki mevcut dereler ve kolları üzerinde bulunan tarım alanları yerüstü su kaynakları ile sulanmaktadır.
Tarım amacıyla kullanılacak iyi bir suyu tanımlamak için birçok parametreye bakılmaktadır. Bunların başında gelen iletkenlik bitkinin su alımını etkileyeceği gibi bor gibi elementlerin fazlalığında ise toksik etki görülebilmektedir.
Yerüstü su kaynağı tarımsal sulama amaçlı kullanıldığı bölgedeki sanayi kuruluşlarına göre farklı ağır metalleri de içermektedir. Cıva, kadmiyum, kurşun gibi ağır metaller çok düşük konsantrasyonda bile toksik etki yapmaktadır.
Etkin bir su politikası; şeffaf ve tutarlı bir yasal çerçeve gerektirir ve bunun ile birlikte stratejik suları güvence altında tutarak su kalitesinin iyileştirilmesini temin etmelidir.
BURSA SU KOLEKTİFİ
İnceleme ve Değerlendirme: Şafak Şenel Erdem (Ziraat Mühendisi) - Sultan Gülsün (Çevre Mühendisi)
Greta Thunberg ve Fridays for Future'un (Gelecek İçin Cumalar) çağrısıyla yeniden sokaklara inecek olan iklim aktivistleri 25 Mart'ta dünyanın her yerinde gerçekleştirilecek büyük bir greve hazırlanıyor.
#KârDeğilİnsan
İçinde sürüklenmekte olduğumuz yıkıcı iklim kaosu, acilen başka bir sistemle değiştirilmesi gereken ve özünde sorunlu bir sosyo-ekonomik model olan sömürgecilik/hafriyatçılık/kapitalizmin yüzlerce yıldır sürdürdüğü sömürü ve baskının bir sonucudur.
Zengin ulusların küresel emisyonların %92'sinden sorumlu olduğu ve dünya nüfusunun en zengin %1'inin, en yoksul %50'ye kıyasla iki kat kirlilik ürettiği bir sistem bu.
Tarihsel mücadelelerimiz ve deneyimlerimizin ışığında, en çok etkilenen insanlar ve bölgeler (MAPA) için ve onlar tarafından yönetilmesi şartıyla iklim tazminatları talep ediyoruz.
İklim Tazminatları
İklim tazminatları sadaka değil, siyasi gücün bizatihi halklarda olacağı dönüştürücü bir adalet sürecidir.
Bunlar bir tür borçlandırma da değildir; yerli halklar, siyahlar ve patriyarkaya karşı direnenler başta olmak üzere daha pek çok ötekileştirilmiş toplulukların kendi arazileri üzerindeki haklarının tanınıp harfiyen iade edilmesi, iklim krizinden en fazla etkilenen toplumlara ‘uyum’ ve 'kayıp/zarar' için kaynak sağlanmasıdır. Refahın, bilgi ve teknolojilerin, sağlık ve bakım hizmetlerinin, siyasi gücün hem Küresel Kuzey’den Küresel Güney’e hem de yukarıdan aşağıya yeniden paylaştırılması, hatta birçok durumda kolektif hale getirilmesidir.
Sorunumuz
Yıllardır sürdürmekte olduğumuz iklim mücadelesi özünde sınıf mücadelesidir ve egemen sınıfa, yani ağırlıklı olarak refah içinde yüzen beyaz, heteroseksüel cis-erkeklerin hakimiyetinde olan Küresel Kuzey şirketleri ve devlet yönetimlerine karşı yürütülen bir mücadeledir. Sömürgecilik, kapitalizm, patriyarka, beyaz üstünlükçülüğü ve sömürü yoluyla elde ettikleri gücü ve iktidarı, yeryüzünü ve dünya halklarını en ufak bir vicdan azabı duymadan yok etmek için kullanıyorlar.
Küresel Güney’in ekosistemleri ve halklarını “kalkınma” saydıkları bitmek tükenmek bilmeyen bir “ekonomik büyüme” uğruna kasıtlı biçimde feda ediyor ve tüm bunları işçi sınıfını kullanarak yapıyor, onları yok etmeye adanmış bu sistemi yine onlar üzerinden sürdürmeye çalışıyorlar.
Yapmamız gereken
İklim kaosuna sürüklenmemize neden olan her bir zulmün ardındakiler, hatta zulümler üzerinde yükselen bu sistemin kalbindekiler, sömürgeciler ve kapitalistlerdir. Bu düzeni bozmanın en iyi yolu, bir iklim eylemi olarak iklim tazminatı talep etmek olacaktır.
Tüm bunların ve bile bile göz ardı ettikleri her durumun müsebbibi en varlıklı kapitalistler, yani küresel nüfusun %1’idir. Hepsinin onlar yüzünden yaşandığı bilinmeli ve sorumlu tutulmalıdırlar. Onların kâr dediği şey, bizler için ölüm anlamına geliyor. Onların kazancı, bizim acı verici kayıplarımız üzerinden gerçekleşiyor.
Dünyanın her yerinde, toplumların her bir kesimi olarak, en önde en ötekileştirilmiş olanlarımızın bulunacağı şekilde harekete geçmeli, bizlerden çaldıkları bu gücü geri alıp yeniden gerçek sahiplerine; toplumlara vermeliyiz.
Bize katılın, hep birlikte #KârDeğilİnsan’ın öncelikli olacağı yeni bir sistemin, gerçek bir yuvanın temellerini atalım.
Çeviri: Özdeş Özbay ve Tuna Emren
Geçtiğimiz yıl açıklanan IPCC raporundan sonra bizzat BM Genel Sekreteri Guterres’in söylediği “gezegen için kırmızı alarm” uyarısı tüm gerçekçiliğiyle devam ediyor.
Avrupa Birliği Copernicus İklim Değişikliği Servisi’ne göre 2021 dünya genelinde kayıtlara geçen en sıcak beşinci yıl oldu. Pasifik Okyanusu’nda gerçekleşen La Nina hava olayı sebebiyle sıcaklıklar biraz olsun düşerken 2021 yılı yine de büyük iklim felaketleriyle kayda geçmişti. Fakat okyanus sıcaklıkları açısından 2021 tarihin en sıcak yılı oldu.
Bilim insanları iklim değişimiyle ilgili olarak başka iki rekor daha kırıldığını açıkladılar. Karbondioksit konsantrasyonlarının geçen yıl milyonda 414,3 parçacığa (ppm) ulaştığı ve yeni bir rekor kırıldığı açıklandı. Atmosferdeki metan seviyeleri ise ‘’benzeri görülmemiş’’ bir ortalamaya ulaşarak milyarda yaklaşık 1.876 parçacık oldu. Metan, karbondioksitten 84 kat fazla ısı tutması sebebiyle küresel ısınmayı hızlandırma potansiyeli taşıyor.
30 yılı aşkın bir süredir hava durumu kayıtlarını derleyen bir klimatologa göre, dünya çapında 400’den fazla meteoroloji istasyonu 2021’de tüm zamanların en yüksek sıcaklık rekorlarını kırdı. Bu ülkelerin 10 tanesi ulusal en yüksek sıcaklık rekorlarını kırdı. Bu ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Türkiye’de en yüksek sıcaklık rekoru 49,1°C ile Cizre’de ölçülmüştü.
Gezegen kırmızı alarm vermeye devam ederken Kasım ayında gerçekleşen COP26 zirvesinden çıkan belki de tek somut karar olan kömürden adım adım çıkma konusunda daha Ocak ayının ilk haftalarında olumsuz haberler çıktı.
Önce Çekya kömürden çıkış planını 2030’dan 2033’e çektiğini açıkladı sonra da ABD’nin 2021 kömür emisyonlarının azalması gerekirken %17 artış gösterdiği açıklandı. Çin ise zaten ‘enerji krizi’ bahanesiyle kömürden çıkış programını fiilen askıya almış durumdaydı. Çin’in 2021’de kömür kaynaklı enerji üretimi %9 artış gösterdi.
Sistem değişikliği yerine sahte umutlar
Fosil kapitalizm kendini dönüştürmekten ne kadar aciz olduğunu kanıtlarken devletler fosil yakıtları terk etmek yerine sahte umutlara bel bağlıyor. Hatta yeni felaketlerin önünü açabilecek tehlikeli işlere de kalkışmış durumdalar.
Yenilenebilir kaynaklar yerine var olan fosil altyapısını ufak değişikliklerle kullanmaya devam edilmesini sağlayacak hidrojen enerjisi ve karbon yakalama teknolojileri bunlardan en bilinenleri.
Avrupa Birliği’nin kömürden çıkışa karşı nükleer enerjiyi yeşil yatırım olarak isimlendirerek teşvik kapsamına alma tartışmaları da sürüyor.
Tüm bunlardan daha tehlikeli olmak üzere Ocak ayının ilk haftasında Çin’in geliştirdiği ve ‘yapay güneş’ olarak adlandırılan nükleer füzyon reaktörü, 17 dakika boyunca 70 milyon derecede kalarak güneşten 5 kat fazla sıcaklığa ulaştı. Sonuçları öngörülemeyen bu alanda araştırma yapan tek ülke Çin değil üstelik.
En son Tonga adasını vuran denizaltı volkan patlaması ile atmosfere saçılan kükürt dioksitin güneş ışınlarını yansıtma özelliği dünyanın gözünü bu yeni ‘umuda’ çevirdi. Her bir felaketi fırsat olarak gören kapitalistler ve devletler ciddi ciddi atmosfere bu partikülleri salmayı dahi planlıyorlar ve volkan patlamasını bir deney olarak görebiliyorlar. Ama kârlarından vazgeçmeyi asla düşünmüyorlar.
Bursa Su Kolektifi, artan su kirliliği ve hava kirliliği nedeniyle Bursa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.
Her ayın 21'inde İl Müdürlüğü önünde toplanan aktivistlerden Ferhan Küçük, “Önemli bir sulak alan durumundaki İznik gölü ve çevresinde başta su kirliliği olmak üzere, hava kirliliği, aşırı tarım ilacı ve gübre kullanımına bağlı toprak kirliliği ve katı atık kirliliği yaşanmakta ve sözü edilen kirlilik her geçen yıl hissedilir derecede artmaktadır.
Orhangazi ovası ve İznik gölü etrafında bulunan endüstri tesisleri ihtiyaçları olan suyu göl havzasından alıp kullanarak, atık sularını çevre akarsulara deşarj etmektedirler. Gemlik Gübre fabrikasının yıllık 18 milyon metreküp suyu İznik gölünden alarak kullanma hakkı olduğu hepimizin malumudur. Özellikle gölün batı kıyısında Orhangazi yöresinde sulu tarım faaliyetlerine uygun 1.sınıf tarım arazilerinin amacı dışında yanlış kullanımı İznik gölü ve çevresinin geleceğini tehlikeye atmaktadır.
Yaklaşık 4 milyon insanın bir arada yaşamak zorunda olduğu kentsel alanlarda, içme ve kullanma suyu ile endüstri tesislerinin çalışabilmesi için gereksinim duyulan su miktarı, tesis sayısı ve üretim kapasitelerinin denetlenmeden ve yönetmeliklerdeki boşluklardan faydalanarak yükseltilmesi ile yaşamlarımız riske atmaktadır” dedi.
İznik, Orhangazi ve Sölöz deltasının kıyılarında kirlenmenin belirgin bir hale geldiğini ifade eden Küçük, Marmara Birlik Zeytin İşletme tesisleri, Orhangazi İspat Endüstri tesisleri ile Orhangazi mezbahasının kirlenmede önemli rol oynadığını ifade etti.
Uluabat Gölü tehlike altında
Uluabat Gölü havzasının da kömür, maden tesisleri, tarımsal faaliyetler ve çok sayıda yerleşim yerlerinden kaynaklı gölün tamamen yok olacağını vurgulayan Küçük, “Havzanın jeolojik ve jeomorfolojik yapısı, iklim ve bitki örtüsü, arazinin dik eğime sahip olması gibi etkilerin yanı sıra antropojenik faktörlerinde eklenmesiyle havzada su erozyonu oluşmakta ve bu durum göldeki kirlilik yükünü artırarak, su kalitesini olumsuz yönde özellikle yağışların bol olduğu dönemlerde daha fazla göstermektedir. Türkiye’den Uluslararası Yaşayan Göller Ağı’na üye olan Uluabat Gölü kentleşme, sanayileşme, kirlilik, rüzgâr tribünleri, taş-maden ocakları nedeniyle tehlike altında bulunmaktadır. Yetkililerden göl’ün korunması için acil önlemler almalarını talep etmekteyiz” ifadelerini kullandı.
Bursa Su Kolektifi olarak gerçekleri duyurmaya devam edeceklerini söyleyen Küçük, “Denizlerimizi, akarsularımızı, göllerimizi, özgür sularımızı yağmalayanlara, kirletenlere, meta gibi alıp satanlara da hesap sormaya, suyun sesi olmaya her geçen gün daha da güçlü haykırarak ve mücadele ederek devam edeceğiz.” dedi.
Basın açıklamasını tamamı şöyle:
Sevgili dostlar bugün yine ayın 21’i ve saat 12.30. Bursa Su Kolektifi olarak; suyun bütün canlıların hakkı olduğunu, derelerinden su içebileceğimiz, göllerinde ve denizlerinde yüzebileceğimiz, bütün canların yaşayabildiği temiz sularımızı istemek , suyun sesi olmak için alanlardayız.
Sulak alanlar ekolojik oluşumları açısından önemli fonksiyonlara sahiptirler ve çevrelerinde yaşayan canlılar için çeşitli değerler taşırlar. Su kuşlarına barınma, üreme, beslenme, konaklama ve kışlama ortamı olması yanında; su akışının düzenlenmesi, sulak ortamların beslenmesi, besin zincirinin kontrolü, biyolojik çeşitliliğin korunması, balıkçılık ve avcılığın sürdürülmesi, dinlence, turizm ve bilimsel araştırma gibi çok yönlü fonksiyonlara sahip olan sulak alanlar; kirlenme, aşırı ve plansız kullanım nedenleriyle en çok tehdit altında olan doğal sistemlerdir. Bu özellikleri itibari ile bulundukları bölgenin ve ülkenin doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmekte ve mutlak korunması gereken ekosistemlerin başında gelmektedirler
Ülkemizin 5. büyük gölü olan İznik gölüne Nazım Hikmet şöyle seslenmektedir.
Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.
Sermayenin iştahı gölleri de kuruttu
Önemli bir sulak alan durumundaki İznik gölü ve çevresinde başta su kirliliği olmak üzere, hava kirliliği, aşırı tarım ilacı ve gübre kullanımına bağlı toprak kirliliği ve katı atık kirliliği yaşanmakta ve sözü edilen kirlilik her geçen yıl hissedilir derecede artmaktadır.
Orhangazi ovası ve İznik gölü etrafında bulunan endüstri tesisleri ihtiyaçları olan suyu göl havzasından alıp kullanarak, atık sularını çevre akarsulara deşarj etmektedirler. Gemlik Gübre fabrikasının yıllık 18 milyon metreküp suyu İznik gölünden alarak kullanma hakkı olduğu hepimizin malumudur.
Özellikle gölün batı kıyısında Orhangazi yöresinde sulu tarım faaliyetlerine uygun 1.sınıf tarım arazilerinin amacı dışında yanlış kullanımı İznik gölü ve çevresinin geleceğini tehlikeye atmaktadır.
Yaklaşık 4 milyon insanın bir arada yaşamak zorunda olduğu kentsel alanlarda, içme ve kullanma suyu ile endüstri tesislerinin çalışabilmesi için gereksinim duyulan su miktarı, tesis sayısı ve üretim kapasitelerinin denetlenmeden ve yönetmeliklerdeki boşluklardan faydalanarak yükseltilmesi ile yaşamlarımız riske atmaktadır.
Suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin bozulması, suya bağlı ekolojik sistemlerin de bundan etkilenerek olumsuz yönde değişmesi ve bozulmasıyla sonuçlanmaktadır. İznik gölünün ayağı durumundaki Karsak çayı dışında diğer tüm akarsular sularını depresyon tabanına ve İznik gölüne akıtırlar. Bir adı da Gölayağı deresi olan Karsak çayı İznik gölünün sularını bir regülatör aracılığıyla müsilajın ilk etkilerinin görüldüğü Gemlik körfezine akıtır. Gübre ve ilaç kalıntıları, yağışların sebep olduğu yüzeysel yıkanma ve akışla göle ulaşmaktadır. Buna ek olarak zeytinliklerin ve diğer tarım arazilerinin ilaçlanmasında kullanılan alet ve ekipman göl sularıyla yıkanarak, yıkama suları da göle akıtılmaktadır. Göle yakın tüm yerleşmelerin kanalizasyon ve atık suları da göle verilmekte ve göl sularında giderek artan bir kirlilik oluşmaktadır. Gölde kirlenme İznik ve Orhangazi ile Sölöz deltası kıyılarında oldukça yüksek bir düzeye ulaşmış ve belirgin bir hale gelmiştir. İznik’te bulunan Marmara Birlik Zeytin İşleme tesisleri, Orhangazi’deki İspak endüstri tesisleri ile Orhangazi mezbahası bu kirlenmede önemli rol oynamaktadır.
Kirlenmenin ötesinde, gelecek dönemlerde tarımsal üretim ve gıda maddeleri bakımından ithalata ve dışarıya bağımlı hale getirecek bir endüstri politikası izlenmektedir. İlçe belediyesi tarafından 1. sınıf tarım arazilerinin üzerine endüstri tesisleri kurulmasına izin verilmekte, bu talana göz yumulmakta hatta 'ÇED olumlu' veya 'ÇED gerekli değildir' kararı alınmadan yapı ruhsatı verilmektedir. İznik gölü ve çevresinde kirlenme bu yoğunlukta sürecek olursa önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde İznik gölü ekosistemi de ülkemizdeki pek çok gölalanı gibi geri dönülemeyecek şekilde bozulmuş ve kirlenmiş olacaktır.
Yine şehrimizin batısında bulunan Uluabat gölü sucul ekosistem yönünden Türkiye’nin en zengin göllerinden biridir. Gölü besleyen kaynak Mustafakemalpaşa Çayı’dır ve gölün güneyinden giriş yapar. Gölün çıkışı ise Koca Çay ile gölün batısından gerçekleşmektedir ve nihayetinde Marmara Denizi’nde son bulur.
Uluabat Gölü, Türkiye'nin en geniş nilüfer yataklarına sahip olup, bu yataklar özellikle gölün kuzeydoğu kıyılarında ve Mustafakemalpaşa Çayı'nın göle giriş ağzındaki alanları kaplamaktadır. Uluabat Gölü doğal ötrofik ve sığ bir göldür. Anadolu'ya kuzey batıdan giren kuş göç yolu üzerinde yer alması, önemli kuş alanlarından Manyas Gölü'ne çok yakın mesafede bulunması, besin maddelerince oldukça zengin olması ve uygun iklim koşullarının var oluşuyla değişik türden kalabalık kuş gruplarının alanda beslenmesine, kışlamasına ve üremesine olanak sağlaması Uluabat Gölü’nü yalnızca ülkemizin değil, Avrupa ve Ortadoğu'nun da en önemli sulak alanlarından birisi yapmaktadır. Bu öneminden dolayı, 1998 yılında Çevre Bakanlığı tarafından RAMSAR koruma bölgesi olarak belirlenip koruma altına alınmış, ardından 4. Uluslararası EXPO 2000 konferansında Uluslararası Yaşayan Göller Ağı arasına dahil edilmiştir.
Sularımız ağlıyor, yürekleri dağlıyor
Göl havzasında bulunan çok sayıda yerleşim yerleri, endüstriler, kömür ve maden tesisleri, çevreyi önemsemeden bilinçsizce sürdürülen tarımsal faaliyetler, gölde kirliliğin daha da artmasına, sahip olduğu tür çeşitliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Göl havzasında gerçekleştirilen pek çok çalışma gölde su kirliliği, tortu birikimi, alg ve plankton artışları, tür azalışı ve ağır metal kirliliğinin devam ettiğini doğrulamaktadır. Uluabat Gölü havzası ve civarındaki arazilerden kaynaklanan çökelti taşınımı ve kirlenme problemleri gölde su ve sediment kalitesinin bozulmasına, kirlenmesine veya tamamen yok olmasına neden olacak tehditler oluşturmaktadır. Doğal arazi yapısından kaynaklanan kirlenmenin yanı sıra insan faaliyetlerinin olumsuz etkileri sonucu da Uluabat Gölü zarar görmektedir. Havzanın jeolojik ve jeomorfolojik yapısı, iklim ve bitki örtüsü, arazinin dik eğime sahip olması gibi etkilerin yanı sıra antropojenik faktörlerinde eklenmesiyle havzada su erozyonu oluşmakta ve bu durum göldeki kirlilik yükünü artırarak, su kalitesini olumsuz yönde özellikle yağışların bol olduğu dönemlerde daha fazla göstermektedir.
Türkiye’den Uluslararası Yaşayan Göller Ağı’na üye olan Uluabat Gölü kentleşme, sanayileşme, kirlilik, rüzgâr tribünleri, taş-maden ocakları nedeniyle tehlike altında bulunmaktadır. Yetkililerden göl’ün korunması için acil önlemler almalarını talep etmekteyiz.
Sermaye, ortak varlıklarımız olan bütün değerlerimizi kendisi için sınırsız rant alanı olarak görmekte, bu emellerine yasal kılıf uydurmak için de siyasi iktidarın gücünü sonuna kadar kullanmaktadır.
Genellikle yağma ve talan faaliyetini, Bergama’da, Artvin Cerattepe’de, Kazdağları’nda, Fatsa’da, Erzincan’da, Yenişehir’de ve yurdumuzun bir çok yerinde olduğu gibi doğrudan yürütürken, bazen de Aydın/Germencik Dağyeni köyü ve çevresinde olduğu gibi kamu kurumları (MTA) eliyle yapmaktadır.
Ege’nin en verimli topraklarına sahip, zeytin ve incirle geçim sağlayan, Germencik Dağyeni ve çevre Köylerine ait tarım arazilerinde, 2021 Aralık ayının son haftasında MTA tarafından altın madeni sondaj çalışmaları başlatılmıştır. Topraklarını ve doğal yaşamı savunan yöre halkı, yaptığı geniş katılımlı toplantı ve yürüyüşlerle, köylerinde maden çalışmasına izin vermeyeceklerini kararlı bir şekilde ortaya koymuşlardır.
Madenciler yol aldı, felaketler çoğaldı
30 gün önce yine bu alanda ve bu saatlerde Şebinkarahisar, Ayvalık ve Çine’deki maden atık su havuzlarının patlamalarını ve sonrası yaşanan feryatları dile getirmiştik. 2 gün önce de Mersin'in Toroslar ilçesindeki maden ocağına ait krom atık havuzu aşırı yağışlar nedeniyle çökmüş ve binlerce tonluk zehirli krom Deliçay üzerinden denize karışmıştır.
Bursa Su Kolektifi olarak, Her ortamda gerçekleri duyurmaya, denizlerimizi, akarsularımızı, göllerimizi, özgür sularımızı yağmalayanlara, kirletenlere, meta gibi alıp satanlara da hesap sormaya, suyun sesi olmaya her geçen gün daha da güçlü haykırarak ve mücadele ederek devam edeceğiz. 21.01.2022
BURSA SU KOLEKTİFİ
Hayvan hakları aktivistleri harekete geçti. Üsküdar ve Kadıköy Hayvan Hakları Savunucuları adına yapılan basın açıklamasında, sokak hayvanlarının toplanmasına karşı çıkıldı.
Barınaklarda koşulların elverişsiz olduğu, hayvanların hayatlarının tehlikede olduğu söylendi. “Kentlerimizi ve hayatlarımızı sokak hayvanları ile paylaşmaya devam edeceğiz” denildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta belediyelere, sokak hayvanlarını barınaklarda toplama çağrısı yaptı. Erdoğan’ın yaptığı çağrının sonuçlarının bir felakete, büyük bir hayvan katliamına yol açabileceği endişesiyle Üsküdar’da bir grup hayvan hakları aktivisti basın açıklaması düzenledi ve hayvanlara yönelik katliam hazırlıklarını protesto etti.
“Yeni Hayırsızada katliamına hayır”, “Sokak hayvanları sahipsiz değildir”, “Madde 6 kırmızı çizgimizdir” pankartları taşıyan grup basın açıklamasını Üsküdar Belediyesi önünde gerçekleştirdi. Belediyelerin, 5199 sayılı Hayvan Hakları Yasasında belirtilen görevleri yerine getirmesini istedi.
Sokak hayvanlarına yönelik toplama ve yok etme kampanyası belediyeler eliyle hızlanmış durumda. Yasaya rağmen sokak hayvanlarına gerekli tıbbi ve gıda desteği sağlanmıyor, hayvan barınaklarında uygun koşullar sağlanmıyor, hayvanlar çoğunlukla ölüme terkediliyor, zaman zaman da toplu olarak öldürülüyor.
Sokak hayvanlarını belediyelere teslim etmek, onları ölüme göndermektir
2004’e kadar belediyeler zehirli kıyma için bütçe ayırıyorlar, hayvan katliamları yapıyorlar ve bunu açıklıyorlardı. 2004’te hayvan hakları kanunu çıkarıldı. Örnek bir kanundu, ancak uygulamayan belediyeler için bir yaptırım öngörmemesi kanunu işlevsiz hale getirdi.
Belediyelerin büyük çoğunluğu sokak hayvanları için bütçe ayırmıyor, barınak veya kısırlaştırma için bakım ve tedavi merkezleri kurmuyorlar. Bugün 1389 belediyenin 1200’ünde barınak yok.
Sadece İstanbul’da 100-150 bin sokak hayvanı var, ama 10 ilçede barınak ya da bakım evi bile yok. İlçelerdeki mevcut barınaklar ancak birkaç yüz hayvanı barındırabilir.
İBB’nin Kısırkaya barınağındaki alan en fazla 1000 hayvanı barındırır. Dolayısıyla belediyelerin eline sokak hayvanlarını teslim etmek onları meçhul bir yere göndermekle eşdeğer. Sonlarının ne olacağı belli.
Hayvanların tehlikeli olarak sınıflandırılması doğru değil
Bazı hayvanların “yasaklı/tehlikeli ırk” olarak tanımlanması doğru değil. Tehlikeli olan bu hayvanlar değil, onları silah olarak kullananlar, bu kişilere en ağır cezalar verilmelidir. “Yasaklı/tehlikeli” olarak damgalanan hayvanlar rehabilite edilmeli ve yuvalandırılmalıdır. Bu konu Hayvan Yasasında da açıkça belirtilmektedir.
Belediyelerin tedavi için aldığı hayvanı, aldığı noktada bırakmasını gerektiren 5199 no’lu kanunun 6. maddesi titizlikle uygulanmalıdır. Barınaklar, 7/24 kamera sistemiyle herkes tarafından erişilebilir olmalıdır.
Balıkesir'in Ayvalık ilçesine bağlı Karaayıt köyündeki demir madeninin atık döküm sahası geçen Pazar günü yaşanan yağışlar sonrası bir kez daha çöktü.
Madra Barajı yakınlarında bulunan madendeki çökme sonucu maden atıkları suya karıştı. Ayvalık Belediye Başkanı Mesut Ergin, belediye olarak Balıkesir Çevre İl Müdürlüğü'ne ihbarda bulunduklarını, göçük nedeniyle tonlarca maden atığının yakındaki dereye taştığını ve derenin taşıdığı bu zehirli atığın da Madra Barajı'na kadar taşındığını söyledi. Ergin, "Sulama amaçlı olarak kullanılan bu barajdan da tarımsal ürünlere karışması ve bu ürünleri kullananların sağlığı için risk oluşturması söz konusudur" uyarısında bulundu.
Karaayıt köyü muhtarı Bayram Kaçar, madenin zehirli atıklarının Madra Barajı’na gittiğine dikkat çekerek, "Bu madenden köylü de zarar görüyor şehirlerde yaşayanlar da. Biz sesinden, gürültüsünden, tozundan, zehrinden illallah dedik. Bize 30 metre mesafede bir maden. Köyümüzün dibine bu madenin kurulmasına nasıl izin verdiler bilemiyoruz. Sahil kısımlarında Dikili, Altınova, Ayvalık gibi ilçeler suyunu Madra Barajı’ndan alıyor. Madra Barajı içme suyu barajı olarak kullanılıyor. Ama madenin zehri bu baraja akıyor" dedi.
Zehirli atıklar baraj sularına ulaştı
Pandemi yasaklarının başladığı ilk gün alınan karar ile mera alanlarının Balıkesir İl Mera Komisyonu tarafından Bilfer Madencilik'e devredildiğini hatırlatan Ergin, suya kimyevi madde bulaşıp bulaşmadığının kontrolünü yapmak üzere barajdan alınan numuneleri Balıkesir Çevre İl Müdürlüğü'ne gönderdiklerini, Ayvalık Belediyesi olarak konunun takipçisi olduklarını söyledi.
Bölgedeki faaliyetini 11 yıldır sürdüren Bifer Demir Zenginleştirme Tesisi'nin atık depolama alanı olarak kullandığı pasa tepesi, geçen yılın Ocak ayında da yoğun yağışın ardından çökmüştü. Bu olayın ardından Ayvalık’ın Karaayıt Köyünde Balıkesir İl Mera Komisyonu tarafından pandemi yasaklarının başladığı ilk gün alınan karar ile mera alanları Bilfer Madencilik’e devredilmişti. Geçtiğimiz Pazar günü yaşanan yağışlar sonrası bölgede yine göçük meydana geldi ve maden atıkları suya karıştı.
Aynı madenin atık barajı bu yılın şubat ayında da çökmüş, ağır metaller ve zehirli atıklar köyün içinden geçen Dedetepe deresiyle birlikte Madra Barajı’na karışmıştı. Bu olaydan yaklaşık iki ay sonra da Karaayıt köyünden toplu hayvan ölümleri haberleri gelmişti. Karaayıt köyünde çiftçilik ve hayvancılık yapan Fatih ve Hüseyin Kocakanat isimli kardeşlerin, madene çok yakın bir noktada olan meralarında yetiştirdikleri Maltız cinsi 59 keçi ölmüştü.
"Proje ruhsatı iptal edilsin" çağrısı
Çevre örgütleri Ayvalık'ta yaşanan ikinci çökme olayına tepki gösterdi. Kazdağları İstanbul Dayanışması'nın sosyal medya hesabından, dereye karışan atıkların drone görüntüleri paylaşıldı. Zehirli atıkların Dikili, Bergama, Ayvalık ve Altınova ilçelerinin tarım suyunu karşılayan Madra Barajı’na nasıl döküldüğü belgelendi.
Ayvalık Tabiat Platformu'ndan yapılan açıklamada da yetkililere ''Madra Barajı ve civar suların tahlillerini yaparak sonuçları kamuoyuyla paylaşma'' çağrısı yapıldı. Açıklamada, Ayazmant Demir Madeni Projesi ruhsatının iptal edilerek madenin acilen kapatılması talebi dile getirildi.
Bilfer Madencilik 2008 yılında “ÇED olumlu” belgesini alarak Ayvalık-Karaayıt köyüne geldi. Köylüler, Balıkesir Barosu’nun da yardımıyla mücadeleye başlamış ve bakanlığın verdiği “ÇED olumlu” kararı bir yıl sonra iptal edilmişti. Ancak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı derhal yeni bir “ÇED olumlu” kararı alıp, madenin önünü açmıştı.
Bursa Su Kolektifi, bileşeni olduğu İklim Adaleti Koalisyonu'nuyla birlikte ormanlara zarar verecek yasal düzenlemeye karşı basın açıklaması yaptı.
Basın açıklamasında öne çıkanlar:
İklim değişikliğinden büyük oranda etkilenen bir coğrafyada yer alan Türkiye, son yıllarda aşırı sıcaklık artışı, kuraklık, su kıtlığı, şiddetli yağışlar ve seller, gitgide artan orman yangınları gibi felaketlerle mücadele etmektedir. Bu felaketlere karşı alabileceğimiz en etkili önlemlerin başında orman varlıklarımızı korumak ve çoğaltmak gelmektedir.
Ormanlar sadece iklim değişikliğiyle mücadelede karbondioksit’in tutulmasında değil, aynı zamanda oksijen üreterek hava kalitesinin arttırılmasında, toprak ve su kalitesinin iyileştirilmesinde, çölleşme ve erozyonla mücadelede hayati rol oynarlar.
Çok sayıda endemik türü barındıran ormanlarımızın varlığı, en az iklim değişimi kadar kritik ve risk altında olan biyodiversitenin korunması için vazgeçilmezdir.
Türkiye son aylarda görünürde ciddi anlaşmalara taraf olmuştur
6 ekim 2021’de Paris anlaşması TBMM’de kabul edilmiş ve 10 kasım 2021’de anlaşma yürürlüğe girmiştir.
Bu sene kasım ayında 26’ncısı düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda Türkiye 2053 yılında Net Sıfır hedefini açıklamıştır.
Türkiye ayrıca COP26 kapsamında 12 Kasım 2021 tarihinde “Orman ve Toprak kullanımı üzerine Glasgow Liderler Bildirisi”ne taraf olmuş ve orman varlıklarını, karasal ekosistemleri korumayı taahhüt etmiştir. Bu bildiri, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını dengelemede ormanların, biyodiversitenin ve sürdürülebilir toprak kullanımının kritik ve birbiriyle ilişkili rollerine vurgu yapmaktadır.
Çıkarılan yönetmelik açıkça Anayasa’ya ve Orman Kanunu’na aykırıdır
Ancak 30 Kasım 2021 tarihinde resmi gazetede yayımlanan 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17.maddesi 3.fıkrasının uygulanması hakkındaki yönetmelikte yapılan değişiklikler ormanlarımızı çok çeşitli yapılaşmalara açmakta ve yukarıda saydıklarımızla taban tabana zıt bir niyeti açığa çıkarmaktadır.
Bu yönetmelikle ormanlık alanlarda yapımına izin verilen enerji üretim santralleri, haberleşme tesisleri, petrol ve doğal gaz arama, jeotermal kaynak, mineralli su arama, katı atık bertaraf ve depolama tesisleri, patlayıcı madde deposu, hastane, sokak hayvanları barınağı, ilk-orta-lise ve dini tesisler, spor tesisleri… gibi tesisler orman varlıklarımızda ve buralarda yaşayan endemik türler üzerinde geri dönüşü olmayan bir tahribata ve ekosistemde yıkıma yol açacaktır.
Ormanlarımız giderek tükeniyor
Bugüne kadar ormanlarımızdan 748.000 hektar orman alanında bu tür kullanımlar içinizin almış, bu izinlerin yarısına yakını da son 9 yılda verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre; sadece 2008 ile 2019 yılları arasında ormanlarımızdaki 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı 55 bin 484’ten 120 bin 789’a çıkmıştır.
Madencilik, ormansızlaştırmada bir diğer önde gelen sorundur. 2012-2020 yılları arasında madencilik için verilen izinler ise 87 bin hektar kadardır. Parçalanan ormanların ekosistemleri barındırma olanağı kalmamakta, zaman içinde orman vasfını yitirmektedirler.
Ormanlar ekosistemin en önemli parçasıdır
Ormanları korumak iklimi korumaktır, yaşamı savunmaktır, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir ekosistem bırakmaktır.
Bizler ağacı kereste, ormanı arsa, doğayı meta olarak gören ve tüm varlıklarımızı pazarda satılacak ticari mala indirgeyen bu zihniyete karşıyız.
Bizler ormanları ve içinde barındırdıkları ekosistemi paha biçilmez bir kendinde değer olarak görüyoruz.
İklim değişikliğinin sorumlusu olan kapitalist aç gözlülük ve para kazanma hırsı, orman varlıklarımıza da aynı dürtülerle göz koymaktadır. Kapitalizm insanlara ve doğaya karşı amansız bir savaş veriyor. Ancak bir araya gelirsek onu durdurabiliriz.
Orman varlıklarımızı ve canlı hayatını korumak için tüm halkımızı bizimle birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
Talebimiz bu yönetmeliğin derhal geri çekilmesi ve her türlü orman işgaline, talanına acilen son verilmesidir. Amacımıza ulaşana kadar bunun takipçisi olacağız.
Bursa Su Kolektifi, Karacabey'deki toplu balık ölümlerini sordu ve Yenişehir Kirazlıyayla'da maden şirketine atık barajı kurma izni verilen ÇED raporunun iptal edilmesini istedi.
Haziran'dan bu yana her ayın 22'sinde Bursa Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü önünde basın açıklaması yapan Bursa Su Kolektifi 6. eylemi gerçekleştirdi.
Aktivistler hazırladıkları iki dilekçeyi il müdürlüğüne verdi ve bir basın açıklaması yaptı.
Bursa Su Kolektifi'nin açıklamasının tam metni: