Kastamonu, Sinop ve Bartın’da, üstelik tam da içimizi yakan orman yangınlarının hemen ardından ve yine gözümüzün önünde inanılmaz bir yıkım daha yaşandı. Resmi verilere göre en az 78 kişi öldü. Henüz ulaşılamamış olan kayıplar da var.
Yoğun yağışlar Batı Karadeniz’in tamamında yaşanıyor. Bölgedeki şiddetli yağışlar bir buçuk aydır devam ediyordu. Fakat yaşanan felaketin asıl sebebi, aşırı yağış nedeniyle gerçekleşen taşkınlar değil; tomruk baskını.
Ve bölgedeki hidroelektrik santrallerinin (HES) de bu felakette büyük payı var.
HES’lerin yol açtığı görünür ve gizli felaketler
Bozkurt’ta iki adet HES bulunuyor ve bunların ikisi de Ezine Çayı’nda kurulu. Sinop’ta dört, Bartın’da ise iki adet HES mevcut.
Daha en başından orman katliamı yapılarak, dere yataklarının doğal yapısı değiştirilerek kurulan bu santrallerin yapım aşamasında ortaya çıkan hafriyat da yine aynı bölgeye, bilhassa da derelere dökülmüştü.
HES’lerin kurulumu ayrı, işletilme süreçleri ise ayrı felaketler yaratıyor. Bu santraller genellikle çevredeki yerleşim yerlerini ve tarım alanlarını tehdit edecek şekilde kuruluyorlar bir kere. Ayrıca derelerin ısınmasına sebep oluyor, bölgenin nem oranını yükseltiyor, tarıma zarar veriyor, ekosistemi değiştiriyor, tür çeşitliliğini azaltıyor, göçleri tetikliyor olduklarını da hatırlayalım. Bölgede birden fazla HES varsa – ki felaketin yaşandığı bölgelerin tamamında en az iki santral mevcut – sebep oldukları/olacakları yıkımın boyutları da bu HES’lerin sayıları gibi katlanarak artıyor. Çünkü HES’ler suyu tutan, rezervuarlarda saklayan, akarsuları durgun göllere çeviren projeler. Daha küçük HES’ler ise derelerin doğal yapısını değiştirip havzaları kurutuyor.
HES’ler kurulurken dereleri tahrip eden, dere yataklarını doldurup müteahhitlere pazarlayanlar, sonrasında yaşanacak yıkımın etkisini de büyütüyor. Dere yatağına inşaat izni verilmesi sonucunda, sözümona “gelişme” adı altında yürütülen betonlaştırmanın nelere yol açabileceğini Bozkurt’ta gördük maalesef. Rant ne kadar büyükse yıkım da o kadar büyük…
Tomruk baskını
Kastamonu’nun 5400 nüfuslu Bozkurt ilçesinde su seviyesi dört metre yükseldi. Bozkurt’ta yaşanan felakete tam olarak neyin sebep olduğu üzerine günlerce tartışıldı. Sonunda anlaşıldı ki bu katliamın ardında doğal bir sel felaketi değil, tomruk felaketi bulunuyordu.
Dere yatağına inşaat izni verilmesi sonucunda, su altında kalabileceği bilinen bir hatta yapılaşmaya gidildi ve yine aynı dere yataklarına tomruk depoları kuruldu.
Bu bölgelerin tamamında daha önce de büyük çaplı seller yaşanmıştı. Örneğin, Ezine Çayı’nda 1942’de, ağaçları yerinden sökecek kadar şiddetli bir sel felaketi yaşandığında can kaybı olmamış, yalnızca tahta köprüler ve birkaç ahşap yapı yıkılmıştı. O zamanlar bu bölgelerin tamamı doğal yapısını korumaktaydı tabii. Ve henüz dere yatağında yapılaşma gibi bazı ölüm projeleri hayata geçirilmemişti. Bozkurt’ta sevdiklerini yitirenlerin bir bölümü çocukluk yıllarında bu sel felaketini de yaşamış olan insanlar. Ancak şimdiki gibi bir yıkıma ilk kez şahit oluyorlar.
Özetle, sel doğal bir olay. Üstelik IPCC’nin geçtiğimiz günlerde paylaştığı son raporundan da biliyoruz ki, önümüzdeki yıllarda tıpkı yakıcı sıcakların süresi ve şiddetinin artacak olması gibi, aşırı yağışlar nedeniyle gerçekleşebilecek sel felaketlerinin de sayısı ve şiddetinde artış bekleniyor. Fakat Bozkurt’ta yaşanan şey doğal bir afet değil, tam manasıyla bir katliamdı.
Tomruk depoları, çevrede bir de orman kıyımı gerçekleştirildiğini gösteriyor. Endüstriyel ağaç kesimi sonucunda elde edilen bu kütükler yığınlar halinde bir araya toplandı, hiçbir önlem alınmadan aynı dere yatağında depolandı. Sel suları tomruklara ulaştığında, onları orada tutmaya devam edebilecek ne bir bariyer vardı ne de başka bir tedbir alınmıştı. Dik vadiden eski dere yatağına doğru akan sular, doğal yapısı ve ekolojik dengesi bozulmuş Bozkurt’u vurduğunda, ilçeden 30 milyon metreküp suyun aktığı tahmin ediliyor. İşte tomruklar o suda hızla ilerleyerek önlerine gelen her şeyi yıktı.
Bir rejimin çürüyüşünün en önemli göstergesi, insan yaşamının ve ekosistemin rantın, kârın, sermayenin, rüşvetin, yolsuzluğun, vurdumduymazlığın yanında bir hiç haline gelmesidir.
Tuna Emren
Yokoluş İsyanı son IPCC raporu sonrası ve Kasım ayında yapılacak COP26 iklim zirvesi öncesi birçok ülkede eylemlerini sürdürüyor.
Londra’da “imkansızı iste” sloganıyla başlayan İmkansız İsyan (Impossible Rebellion) eylemlerinin ikinci gününde aktivistler Londra Köprüsü’nde eylem yaptı. Emeklilik fonlarının fosil yakıt şirketlerine yatırım yapmalarına karşı sloganlar attı.
İngiltere polis teşkilatı Pazartesi başlayan İmkansız İsyan’da 52 aktivistin ve Pazar günü 10 aktivistin gözaltına alındığını duyurdu.
Galler’de de devletin vergi hesaplarını kontrol eden Barclays Bankası önünde eylemler vardı. Barclays’ın fosil yakıt şirketlerine verdiği destek ve kredilere karşı çıkan aktivistler fosil yakıt yatırımlarının derhal durdurulmasını talep etti.
Brezilya’da ise Yokoluş İsyanı aktivistleri Amazon yağmur ormanlarından geçecek olan demiryolu projesine karşı “Yokoluş Treni” eylemleri gerçekleştirdi. Aktivistler, projenin 5 binden fazla türün yaşam alanını yok edeceğini, yerli halkların yaşam alanlarını olumsuz etkileyeceğini, 75 milyon ton karbon salacağını ve yaklaşık 2 milyar dolara mal olacağını söylüyorlar.
Ayrıca dün binlerce yerli aktivist Brasilia kentinde “Yaşam için Mücadele” eyleminde biraraya geldi. Yerli örgütleri Ağustos başında Bolsonaro yönetimine soykırım ve ekokırım suçlarını işlemekten Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde dava açmıştı. Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan mahkeme 25 Ağustos’ta davayı görüşecek. Duruşma öncesi hem Brezilya’da hem de Lahey’de eylemler gerçekleştirildi.
Bolsonaro yönetiminde sadece 2019'da yerli halklara ait toprakların işgali %135 artarken, aynı dönemde yerli topluluklara karşı şiddet eylemleri de iki kattan fazla arttı. Bolsonaro yönetimi, yerlilerin toprakları üzerindeki egemenlik haklarını ortadan kaldıracak ve toprak gaspına izin verecek yasaları çıkarmaya çalışıyor. Bilim insanları 2020 yılında Amazon ormanlarındaki azalmanın rekor kırdığını, yağmur ormanlarının artık kendini sürdürmek için yeterli miktarda yağmur üretemeyeceği bir "devrilme noktasına" hızla yaklaştığını ve Amazonların savanaya dönüşmekte olduğunu söylemişlerdi.
Yokoluş isyanı’nın önceki eylemleri
Yokoluş İsyanı (Extinction Rebellion) Londra’da finans şirketlerinin oluşturduğu City of London’da eylem yaptı.
Yokoluş İsyanı, Kasım ayında Glasgow’da yapılacak BM iklim zirvesi (COP26) öncesi fosil yakıt şirketlerini fonlayan küresel finans dünyasına karşı İmkansız İsyan (Impossible Rebellion) adıyla sokakları trafiğe kapadı.
Pazartesi sabahı Trafalgar Meydanı’na inen binin üzerinde aktivist meydana dört metre uzunluğunda dev bir pembe masa koydu. Sembolik olarak iklim değişiminden etkilenen tüm çevrelerin çözüm için masaya oturması gerektiğini anlatan eylemde meydan bir süreliğine trafiğe kapatıldı.
“Gelin masaya siz de oturun” sloganı taşınan eylemde dev masanın etrafına yüzlerce sandalye kondu.
Aktivistler, Haiti Devrimi’nin 230. yılına denk gelen günde yoksul ve zengin ülkeler arasındaki adaletsizliğe dikkat çekmek amacıyla iklim değişiminden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alan Haiti’yi öne çıkardı.
Haiti küresel ısınma nedeniyle yükselen deniz seviyelerinin ve daha geçen haftasonu ülkeyi vuran kasırga gibi çok sayıda güçlü kasırganın tehdidi altında. Hem ekonomik hem politik bir krizin yaşanmakta olduğu ülkede birkaç hafta önceki depremde de binden fazla kişi hayatını kaybetmişti.
Berlin’de Yokoluş İsyanı eylemleri
Eylül ayında seçimlere gidecek olan Almanya’da Yokoluş İsyanı aktivistleri 16-20 Ağustos tarihleri arasında eylemler düzenledi.
Eylemlerin hemen öncesinde Agora Energiewende isimli bir STK Almanya’nın 2021 yılında yani pandemideki ekonomik kapanmanın hemen ardından karbon salımında ilk kez 1990 yılı seviyesini aştığını duyurmuştu.
Almanya, Rusya’dan da doğal gaz ithalatını artırmak için Kuzey Akım 2 boru hattı projesinin çalışmalarını sürdürüyor.
Çeşitli eylemler yapan Yokoluş İsyanı Almanya’nın iki yüzlü iklim değişimi hedeflerini eleştiriyor. Aktivistler eylemlerin son gününde Brandenburg Kapısı üzerine tırmanmışlardı.
Nordik İsyanı başladı
23 Ağustos’da yine Yokoluş İsyanı tarafından Norveç ve diğer İskandinav ülkelerinde Nordik İsyanı’na başladıkları duyuruldu.
Aktivistler, Norveç’in başkenti Oslo’da Petrol ve Enerji Bakanlığı önünde “fosil yakıtlara hayır” eylemi gerçekleştirdi ve Norveç’in kutup bölgesinde fosil yakıt çıkarmaya devam etmesini eleştirdi.
Fransa’daki orman yangınlarında en az iki kişi öldü ve yirmi kişi yaralandı. Daha önce yangınlardan etkilenen ve geçici barınaklara yerleştirilen binlerce kişi, buralardan ayrılmak zorunda kaldı.
Güney Fransa’daki Var bölgesi valiliğinden yapılan açıklamaya göre, orman yangınları kontrol altına alınmış değil. Yangına müdahale eden 7 itfaiyecinin hafif yaralandığı kaydedilen açıklamada, yangında 2 kişinin hayatını kaybettiği, 20 kişinin dumandan etkilendiği belirtildi. Böylece yangının başından bu yana yaralananların sayısı 29’a yükseldi.
1200 itfaiyecinin yanı sıra helikopter ve uçakların da müdahale ettiği yangında on bine yakın insan evini terk etmek zorunda kaldı, daha önce geçici barınaklara yerleştirilen binlerce insan da başka yerlere nakledildi.
Küresel iklim değişikliği nedeniyle başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde devasa orman yangınları çıkarken, Türkiye’de 49 ilde çıkan 299 orman yangınında 8 kişi ve binlerce hayvan öldü, çok sayıda insan ve hayvan yaralandı, yüzbinlerce hektar orman ve yerleşim yeri küle döndü.
Tüm dünya yangınlar ve seller ile birlikte iklim değişikliğinin etkilerini yaşarken Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’nu yayımladı. Rapor iklim değişikliğinde ‘kırmızı alarm’ ilan etti. BM Genel Sekreteri António Guterres, "Bugünün IPCC Çalışma Grubu 1 Raporu insanlık için kırmızı bir koddur" dedi.
Raporun yazarları, 1970'den bu yana küresel yüzey sıcaklıklarının son 2000 yılda diğer 50 yıllık periyotlardan daha hızlı arttığı ve bunun etkilerinin giderek daha da kötüleşeceği, hatta geri döndürülemez bir noktaya geleceği uyarısı yapıyorlar. Rapora göre, okyanuslar ısınmaya devam edecek ve daha asidik hale gelecek. Dağ ve kutup buzulları on yıllar veya yüzyıllar boyunca erimeye devam edecek, deniz seviyesi yükselecek. Bunun sonucunda 2100 yılına kadar kıyı bölgelerindeki milyonlarca insan sel tehdidi altında olacak.
Paris İklim Anlaşması’nın hedefi küresel sıcaklık artışını 1,5C'nin altında tutmaktı. Ancak rapor, karbon emisyonlarında büyük kesintiler gerçekleşmediği sürece bu hedefin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu ortaya koyuyor. Rapor, tüm olası senaryolara göre 2040 yılına kadar 1,5C'ye ulaşılacağını, emisyonlar önümüzdeki birkaç yıl içinde azaltılmazsa bunun daha da erken gerçekleşeceğini söylüyor.
Bu verilere dayanarak harekete geçmek için artık zamanımızın kalmadığını vurgulayan BM Genel Sekreteri António Guterres "Şimdi güçlerimizi birleştirirsek, iklim felaketini önleyebiliriz. Ancak bugünün raporunun açıkça gösterdiği gibi, pek vaktimiz kalmadı ve mazeretlere de yer yok" dedi.
IPCC raporundan olgular:
• Küresel ortalama sıcaklık artışı 2011-2020 arasındaki on yılda 1850-1900 arasındakinden 1,09C daha yüksekti.
• Son beş yıl, 1850'den bu yana kaydedilen en sıcak yıllar oldu.
• Son zamanlarda deniz seviyesindeki yükselme oranı, 1901-1971 ile karşılaştırıldığında neredeyse üç katına çıktı.
• 1990'lardan bu yana buzulların erimesi "büyük olasılıkla" (% 90) insan etkisi sonucunda gerçekleşti.
• Aşırı sıcakların 1950'lerden bu yana daha sık ve yoğun hale geldiği, soğumanın ise daha etkisiz olduğu "neredeyse kesin".
Raporda geleceğe dair 5 öngörü
• Tüm emisyon senaryolarına göre, sıcaklıklar 2040 yılına kadar 1850-1900’deki seviyenin 1,5C üzerine çıkacak.
• Tüm senaryolara göre, Kuzey Kutbu'nun 2050'den önce en az bir kez Eylül ayında neredeyse buzsuz olması muhtemel.
• 1.5C'lik ısınmada bile "tarihsel kayıtlarda benzeri olmayan" bazı aşırı olaylar giderek artan şekilde ortaya çıkacaktır.
• Yakın geçmişte, yüz yılda bir kez meydana gelen aşırı deniz seviyesi olaylarının 2100 yılına kadar en az yılda bir kez meydana geleceği tahmin edilmektedir.
• Birçok bölgede yangın ihtimallerinde artış yaşanacak.
Dünya yangınlar, seller, kuraklık gibi iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini yaşarken Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’nu yayınladı.
Liderler ne dedi?
BM Genel Sekreteri António Guterres: “[Bu rapor] insanlık için kırmızı bir alarmdır. Alarm zilleri sağır edici ve kanıtlar reddedilemez boyutta: fosil yakıt kullanımı ve ormansızlaşmadan kaynaklanan sera gazı emisyonları gezegenimizi boğuyor ve milyarlarca insanın hayatını riske atıyor.”
ABD Başkanı Joe Biden'in iklimden sorumlu özel elçisi John Kerry: “IPCC raporu, içinde bulunduğumuz anın ezici aciliyetinin altını çiziyor. Küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlandırma olanağı ortadan kalkmadan önce dünya bir araya gelmeli… Glasgow [COP26 zirvesi] bu krizde bir dönüm noktası olmalı.”
Uzmanlar ne diyor?
Londra Imperial College Grantham Enstitüsü araştırma direktörü ve IPCC baş yazarı Joeri Rogelj: “Bu rapor, 1.5C'nin altında kalmak için hala zamanın olduğu muhtemelen son IPCC raporu.”
Atmosfer bilimci, Yeni İklim Savaşı kitabının yazarı Michael Mann: “IPCC, birçok bilimsel kurum gibi, özünde muhafazakar bir kuruluştur. Dolayısıyla iklim değişikliğinin etkilerinin artık “yaygın ve şiddetli” olduğunu söylemeleri, iklim değişikliğinin etkilerinin artık gerçekten yaygın ve şiddetli olduğu anlamına geliyor.”
İklim bilimci ve raporu hazırlayan panelin eş başkanı Valérie Masson-Delmotte: "Bu rapor bir gerçeklik kontrolüdür [fact check]… Artık nereye gittiğimizi, ne yapabileceğimizi ve nasıl hazırlanabileceğimizi anlamak için gerekli olan geçmiş, şimdi ve gelecekteki iklim durumunun çok daha net bir resmine sahibiz."
Aktivistlerin değerlendirmeleri
İklim aktivisti ve Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future) kurucusu Greta Thunberg: “Rapor bize ne yapacağımızı söylemiyor. Cesur olmak ve bu raporlarda sunulan bilimsel kanıtlara dayanarak kararlar almak bizim elimizde. En kötü sonuçlardan hâlâ kaçınabiliriz, ancak bu, bugünkü gibi devam ederek ve krize kriz gibi davranmadan olmaz.”
Greenpeace İngiltere'nin baş bilimcisi Doug Parr şunları söyledi: “Bu liderler, bilim insanları tarafından iklim krizinin ciddiyeti konusunda uyarılan ilk dünya liderleri değil, ancak bu uyarıları görmezden gelmeyi göze alabilecek son liderler onlar. Son aylarda dünyanın birçok bölgesini kavuran ve sular altında bırakan iklim felaketlerinin artan sıklığı, ölçeği ve yoğunluğu geçmişteki eylemsizliğin sonucudur. Dünya liderleri nihayet bu uyarılara göre hareket etmeye başlamadıkça, işler çok, çok daha kötü olacak.”
Meteorolog ve iklim muhabiri Eric Holthaus, raporda sera gazları sıralanıp emisyonların düşürülmesi gerektiği yazılırken neden emisyonlara neden olan fosil yakıtların hiç yer almadığını açıkladı: “Raporda fosil yakıtlardan açıkça bahsedilmiyor. Petrol yok. Doğalgaz yok. Kömür yok. Bu bilinçli bir karar. Raporun her satırı hükümetler tarafından oybirliğiyle onaylandı ve tabii ki fosil yakıtlardan hâlâ çok para kazanan bazı hükümetler var. IPCC'nin rolü sorunu tanımlamaktır. İklim acil durumunu yaratanları açığa çıkarmak ve herkes için işe yarayan çözümler talep etmek bize, kelimenin tam anlamıyla size ve bana bağlı. Her şeyden önce bu, fosil yakıtlar çağının ve toplumun her alanına etki eden [doğal varlıkları] çıkartmaya dayanan kapitalizmin sona ermesi anlamına geliyor. Bu düşündüğümüzden de hızlı bir şekilde mümkün hale gelebilir. Kendini adamış küçük bir grubun – hem de toplumun %3,5’u kadar küçük bir grubun- devrim niteliğinde değişiklikler yapabileceğine dair kanıtlar var.”
İrlandalı Marksist John Molyneux rapordaki eksikleri bir tweet dizisinde yazdı: “Yükselen deniz seviyelerine odaklanmak yanıltıcı. Deniz seviyeleri, yokedici sonuçlarıyla birlikte yükseliyor ancak bunlar esas olarak alçak bölgelerde hissedilecek. Kıyı şehirleri sular altında kalmadan çok daha önce, büyük ölçekli aşırı hava olayları yaşanacak (seller, sıcak hava dalgaları, yangınlar, fırtınalar vb.), sayısız cana mal olacak ve milyonlarca insanı göç etmeye zorlayacak.
İnsanlığın hayatta kalması, nihayetinde, küresel olarak emekçilerin siyasi ve ekonomik gücü elinde tutanların elinden bu gücü almasına ve kâr amaçlı olmayan, doğayı koruyarak insan ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik planlı bir üretimi oluşturabilme yeteneğine bağlı olacak.”
Türkiye’de kuraklık tehlikesi artıyor. Kuraklıktan etkilenen il sayısının 41’e çıkması ile birlikte tehlike büyüyor. Kuraklık sadece üretici köylü için değil, tüketici için de önemli bir tehlike. Kuraklık ile birlikte çiftçinin maliyetleri artıyor. Eğer sulama yapıyorsa, fazladan su ve elektrik parası ödemiş oluyor. Diğer taraftan çiftçinin mazot, gübre, ilaç gibi girdi fiyatları da artıyor.
Kuraklık nedeniyle bu yıl ürünlerde yüzde 20 ila yüzde 90 arasında kayıp var. Bundan sonraki süreçte aşırı sıcaktan dolayı bu kez de ürünlerin yanma tehlikesi var.
Borç ertelemek çare değil
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kuraklıktan etkilenen çiftçilerin Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borçlarının erteleneceğini söyledi. Ama çiftçinin sadece Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifine borcu yok, tohum bayiine, ilaç bayiine, gübre bayiine de borcu var. Ayrıca sorun sadece borç değil. Çiftçi bütün geçimini tarladan sağlıyor. Bu yıl ilk kez sigorta getirildi ama devlet yarısını karşılıyor. Diğer yarısı da çiftçi için önemli bir miktar. Kuraklık riski de yeterince anlatılmadığı için sigorta yaptıranların oranı çok düşük.
Tüketici etkilenecek
Kuraklığın etkisiyle buğday üretimi azalacak, azalan miktarın yüzde 20’leri bulacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin 20 milyon ton civarında buğday üretimi var. 4 milyon ton daha az buğday üretilmiş olacak. Bu da 4 milyon ton daha fazla ithalat demektir.
Arpa üretiminin azalmasıyla hayvancılık sektörü olumsuz etkilenecek. Yem maliyeti artıyor. Buğday, arpa mısır gibi ürünlerin fiyatları artınca bu sefer hayvancılık yapanların maliyeti arttığı için et ve süt fiyatlarına zam gelecek.
Neler yapılmalı
• Kuraklığın zararı tespit edilmeli ve bu zarar karşılanmalı. Çünkü çiftçinin bu zararı karşılanırsa ancak kendi yaşamını sürdürebilir ve gelecek yılın girdilerini alıp üretimi sürdürebilir. Eğer bu önlemler alınmazsa o zaman çiftçi gelecek yıl ekim yapamaz.
• Barajlardaki suyun verimli kullanılması çok önemli. Yapılan barajlar yüzde 80 ölçeğinde tamamlandı. Yani su toplandı ama o su tarlaya henüz gitmiyor. Suyun toprakla, çiftçiyle buluşturulması gerekir. Bu yapılırken de suyun mümkün olduğunca kapalı sistemde götürülerek buharlaşması, sızmalarla kaybolması engellenmeli. Tarlaya geldikten sonra da yine damla sulama sistemi gibi suyu en verimli şekilde kullanacak yöntemler gerekiyor.
• Mutlaka kuraklık eylem planı uygulanmalı. Böyle bir plan var ama uygulanmıyor.
• Su kaynaklarının korunması ve ağaçlandırma yapılması gerekir. Yağışı artırıcı önlemlerin alınması lazım.
• Üreticilerin Ziraat Bankası, tarım kredi kooperatifleri ve diğer banka ve kuruluşlara olan tarımsal borçları silinmelidir. 2022 yılında yapılacak ekim nedeniyle tohum ve gübre desteği verilmelidir.
• Tarımsal üretimde kullanılan elektrik ucuzlatılmalı, KDV oranı düşürülmelidir.
• Mazottaki ÖTV kaldırılmalıdır.
Bütün bunları yapmak için örgütlenmekten başka çare yok.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), aşırı sıcaklarla birlikte meydana gelen orman yangınları, yangınlarda iktidarın sorumluluğu ve bu trajik durum üzerinden geliştrilen ırkçılık hakkında bir değerlendirme yaptı.
DSİP'in değerlendirmesi, mücadele çağrısı ve talepleri:
Akdeniz ormanları yanıyor. Antalya, Adana, Mersin, Osmaniye, Kütahya, Marmaris, Bodrum ve Didim'de çıkan orman yangınları, bir kez daha iklim krizinin ciddiyetini ve özelleştirme-şehirleşme politikalarının iflasını gösterdi.
Antalya, Adana, Mersin ve Osmaniye'de çıkan yangınlar devam ediyor. 27 Haziran'da alevlerle mücadele eden bir orman işçisinin hayatını kaybettiği Marmaris'te yine yangın çıktı.
Adana, Mersin ve Osmaniye'de yangınlar kıymetli tarım alanlarını yok ederek, binlerce köylü mağdur oldu. Silifke'deki yangın nedeniyle de Antalya kara yolu bir süre ulaşıma kapatıldı.
Manavgat'ı saran yangın ise 3 kişinin ölümüne neden olurken, 50'e yakın kişi yaralandı. Dumandan zehirlenen 10 yaralı entübe edildi. İlçede yerleşim yerlerini içine alan yangın tam bir dehşet yarattı. Bazı binalar yanarken, yaklaşan alevler nedeniyle Manavgat Devlet Hastanesi boşaltıldı.
7-8 mahalle yok oldu. Çok sayıda hayvan öldü. Kızıl çam ormanları tahrip edildi.
Bodrum Güvercinlik'te çıkan yangın karşısında bir otel tahliye edildi. İlçe çevresindeki yangınlar devam ederken 2 kişi hayatını kaybetti.
2 günde 53 orman yangının çıktığı bildirildi.
Yangınların başlıca nedeni
Dehşet verici yangınlara bakanların bir kısmı, siyasi ya da ticari nedenlerle sabotaj ihtimalini düşünüyor. Bu elbette mümkün ve soruşturmayla açığa çıkacak. Ama aynı anda birçok yerde çıkan yangınların asıl sebebi küresel ısınmadır.
Sadece Türkiye'de değil dünyanın birçok ülkesinde ormanlar yanıyor. Birileri yakmasa da orman yangınları devam edecek.
Dünyanın sıcaklığı artıyor. Her yıl yeni sıcaklık rekorları kırılıyor. Aşırı sıcaklar, ormanlık alanlarda büyük yangınlara sebep oluyor.
Ormanlık alanda küçük bir cam parçası dahi mercek vazifesi görerek büyük bir yangını başlatabilir.
Sıcaklığın 38-40 derece ölçüldüğü Manavgat'ta günün en sıcak saatlerinde başlayan yangın, önce yanan kozalakların çevreye fırlaması ardından hızı saatte 50 kilometreye ulaşan Poyraz'ın esmesi ile yayıldı.
Turistik yerleşimin, ormanlık alanla iç içe geçmesi, yangın çıkartan sebepleri yaratırken, binaların yanmasını da kolaylaştırdı.
Manavgat yangının büyümesinin bir nedeni de başladığı anda şehir trafiğinin tamamen kilitlenmesiydi. Bu yüzden, yetersiz müdahale de gecikmeli yapılabildi.
Marmaris'te çıkan yangında yerleşim yerlerine çok yakın ve rüzgar ile birlikte çok kısa sürede yayıldı.
Yangınları söndüremeyen bir düzen
Tarım ve Orman Bakanlığı, yangının başlamasından kısa süre sonra müdahale ettiklerini söyleyerek, şu ayrıntıları paylaştı: 1 uçak, 19 helikopter, 17 dozer, 103 arazöz, 427 personel ile müdahale edildi.
24 saat sonra yangın devam edip Manavgat'ı yok edecek boyuta sıçrarken Bakanlık uçak sayısının 2'ye çıktığını duyurdu.
2019'da Muğla'da çıkan ve günlerce söndürülemeyen yangınlardaki siyasi sorumluluk burada bir kez daha görüldü.
Yangın söndürme işi, her kamu hizmeti gibi ihaleye çıkarılarak özel bir şirkete teslim edilmişti.
Bu şirket Kanada ve başka yerlerden kiraladığı helikopterlerle ihaleyi kazanmıştı.
İhaleye giren 9 uçaklı Türk Hava Kurumu ise teknik bir neden gösterilerek elenmişti.
Helikopterlerin yangına yaklaşması ve su bırakması sınırlı bir alana müdahale ederken, uçaklar yangın bölgesine daha da yaklaşıyor ve çok daha büyük bir bölgeye su bırakabiliyor.
2019 yangının da olduğu gibi bugünkü Akdeniz yangınlarının saatlerce kontrol altına alınamamasının başlıca sebebi, ihale verilen şirketin uygun araçlara sahip olmaması.
2019 da yazdığımız gibi: Devletin İHA'ları, SİHA'ları, S-400'leri var ama yangın söndürecek uçakları yok. Rusya'dan alınacağı ilan 5 edilen yangın söndürme uçağı, geçen üç yılda alınmadı.
Orman yangınları sadece havadan su sıkarak söndürülemez. Çok sayıda orman işçisinin yangının yayılmasını önlemek için bir tampon alan yaratması ve aynı zamanda yerden basınçlı suyla önünün kesilmesi gerekiyor.
Milyonlarca kişinin iş bulamadığı koşullarda Orman Genel Müdürlüğü'ne bağlı çalışan sayısı sadece 34 bin 54 kişi. Ve bu az sayıda işçi, düşük ücretle ve iş güvenliği olmadan geçici sözleşmeli statüsünde çalışıyor.
İktidar saraylar yapıyor, ama ormanları korumak için işsizleri istihdam edecek bir örgütlenmeyi yaratmıyor.
Öte yandan arazözlerle basınçlı su sıkılmasının yetersizliği ortada. Çünkü ararözlerdeki su bitiyor ve Manavgat'ta olduğu gibi hiçbir yerde yangına karşı basınçlı su altyapısı yok.
Bu koşullarda orman işçilerinin ve çevrede yaşayanların kahramanca mücadelelerine rağmen yangınlar önlemez hale geliyor.
Ne yapmalı?
• Ormanların güvenliği, özel şirketlerin eline bırakılamaz. Tarım ve Orman Bakanlığı, kendi yangın söndürme uçaklarına ve gerekli araçlara sahip olmalıdır.
• Mevsimlik orman işçilerine kadro verilmeli, sendikaların dediği gibi en az 15 bin yangın işçisi Bakanlık tarafından istihdam edilmelidir.
• Yanan her hektarlık alana karşılık, boş araziler ormanlaştırılmalıdır.
• İnşaat için ağaç kesimleri her yerde durdurulmalıdır.
• Ormanlık alanlarda ticari amaçlarla oluşturulan yerleşimlere son verilmeli, tüm ormanlar koruma altına alınmalıdır.
• Türkiye'yi yönetenler iklim krizini körükleyen fosil yakıt tüketimine son vermelidir.
IPCC’nin 2018 yılındaki raporu, iklim mücadelesinin yeniden ivme kazanmasını sağlamıştı. Greta Thunberg’in önderliğinde gençler okullarını kırdılar, sokağa çıktılar. Uluslararası eylem günleri örgütlemeye başladı. Daha sonra işçi hareketini de bu mücadeleye kazandılar. Yokoluş İsyanı (XR), Gelecek İçin Cumalar (FFF) gibi örgütlenmeler ortaya çıktı.
Son üç yıldır, bu ivme sayesinde hükümetler ve şirketler üzerindeki baskıyı artırıyoruz. Bunu yapmamız son derece elzem zira gezegenimiz artık ciddiye alınması gereken alarmlar veriyor. Olağanüstü doğa olayları olağan kabul edilmeye başlandı. Kış aylarında barajların doluluğunun düşüklüğünü konuşuyorduk, yaz aylarında her gün yağmur yağıyor. Dünyanın her yerinde yangınlar, seller yaşanıyor. Kapitalist kâr ve rekabet güdüsü, dünyamızı korkunç bir sona doğru sürüklüyor.
Buna dur demekten başka çaremiz yok. Sınıf mücadelesinin canlı yaşamının ve gezegenin devamlılığından daha acil bir gündemi yok.
Diğer yandan, bu devamlılığı ancak sınıf mücadelesiyle, kapitalizmin yok edilip yerine insan ihtiyaçlarını önceleyen bir ekonomik/toplumsal sistem kurarak sağlayabileceğiz.
Kasım ayında COP26 yapılacak. İklimi mahveden şirketlerin kollayıcısı olan hükümetler bir kez daha buluşup ne yapacaklarını konuşacaklar. Buraya varan süreçte protestolar, kitlesel eylemler, grevler örgütlememiz son derece önemli.
FFF’in 24 Eylül’de ilan ettiği uluslararası grev çağrısını bu bağlamda ele alıyoruz. Türkiye’de de 2019 yılından beri sokaklarda iklim için sesimizi yükseltmeye devam ediyoruz. İki sene önce, 20 Eylül’de binlerce kişiyle yürümüştük. Aynı kalabalığı tekrar harekete geçirme zamanıdır. Çok geç olmadan.
IPCC gibi muhafazakâr bir kurumun yeni raporunun taslağının bir kısmı basına sızdırıldı. Raporda iklim krizinin önümüzdeki on yıllarda yerküre yaşamını tümden değişime uğratacağı, yakıcı sıcakların ‘yeni normal’ olacağı, yakın gelecekte bulaşıcı hastalıkların daha da yaygınlaşacağı, ekosistemlerin çökmeye başladığı söylenip ısınmanın hızlandığı doğrulanıyor.
FFF’in çağrısı “Uproot the system” diyor. Yani sistemi kökünden söküp atmayı, yok etmeyi öneriyor.
Hepimizin geleceği için bundan başka çaremiz yok.