Son yıllarda uluslararası iklim eylemlerini koordine eden öğrencilerin çatı örgütü Fridays For Future (Gelecek İçin Cumalar), 24 Eylül için eylem çağrısı yaptı.
Sıcak hava dalgasının ABD ve Kanada’da yüzlerce kişinin ölümüne yol açması, Ortadoğu’da termometrelerde 50 santigrat derecenin üzerinde sıcaklıklar görülmesi, Meksika’da bir petrol şirketinin okyanusta yangın çıkarması gibi birçok gösterge, iklim felaketinin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanıp 2022’nin ilk çeyreğinde sunulması planlanan Altıncı Değerlendirme Raporu’nun bir bölümüne ait taslak, basına vaktinden önce sızdırıldı. Raporda iklim krizinin önümüzdeki on yıllarda yerküre yaşamını tümden değişime uğratacağı, yakıcı sıcakların ‘yeni normal’ olacağı, yakın gelecekte bulaşıcı hastalıkların daha da yaygınlaşacağı, ekosistemlerin çökmeye başladığı söylenip ısınmanın hızlandığı doğrulanıyor.
Egemenlere “Bu gezegenin her yerinde gençler artık yalanlarınıza kanmıyor” diyen Greta Thunberg’in başını çektiği gençlik hareketi ise iklim için mücadeleyi sürdürmekte kararlı.
FFF, 24 Eylül için uluslararası iklim grevi çağrısı yaptı. Yine dünyanın yüzlerce noktasında binlerce öğrenci okullarına gitmeyecek ve gelecekleri için sokakta olacak.
Öğrencilerin çağrısında iklim krizinin tek başına bir vakumda gerçekleşmediği; ırkçılık, cinsiyetçilik, sınıf eşitsizlikleri gibi diğer olgularla etkileşimde olduğu vurgulandı. Bütün mücadelelerin ve özgürleşme çabalarının birbirine bağlı olduğunu vurgulayan Fridays For Future, “İklim adaleti mücadelesinde hep beraberiz. Ancak herkesin bu sorunlarla aynı derecede karşı karşıya kalmadığıyla yüzleşmeliyiz” ifadelerini kullandı ve iklim krizinden daha fazla etkilenen coğrafyları emperyalizm, sömürgecilik gibi kavramlarla açıkladı. FFF, “hiç kimseyi arkada bırakmadığımız adaletli bir gelecek için mücadele edeceğiz” dedi.
Türkiye’de de 2019 yılından itibaren öğrencilerin öncülüğünde iklim için mücadele sürüyor. Sıfır Gelecek, Antikapitalistler, FFF, Yokoluş İsyanı, Antikapitalist Öğrenciler ve daha birçok iklim/ekoloji örgütü uluslararası eylem günlerinde etkinlikler düzenliyor.
AKP’nin hayvan hakları kanun teklifi Meclis Komisyonu’nda kabul edildi ve önümüzdeki günlerde mecliste oylanacak. Teklife karşı çıkan hayvan hakları savunucuları Ankara'da protesto gösterisi yapacak.
Hayvanları Koruma, Kurtarma ve Yaşatma Derneği (HAYKURDER) Twitter hesabından yapılan çağrıda "O teklife kimler evet diyerek kaldırdığı elini kana buladı tutanaklarda göreceğiz. Bunu tarih asla unutmayacak, affetmeyecek!" dedi.
11 Temmuz Pazar günü saat 13:00'te Ulus Atatürk heykeli önünde yapılacak büyük buluşma öncesi çok sayıda dernek, kurum ve platform bir araya gelecek.
İklim aktivisti Greta Thunberg'in, Austrian World Summit'te yaptığı konuşma.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanıp 2022’nin ilk çeyreğinde sunulması planlanan Altıncı Değerlendirme Raporu’nun bir bölümüne ait taslak, basına vaktinden önce sızdırıldı. Raporda iklim krizinin önümüzdeki on yıllarda yerküre yaşamını tümden değişime uğratacağı, yakıcı sıcakların ‘yeni normal’ olacağı, yakın gelecekte bulaşıcı hastalıkların daha da yaygınlaşacağı, ekosistemlerin çökmeye başladığı söylenip ısınmanın hızlandığı doğrulanıyor.
Tüm bunların azami 30 yıl içinde devreye gireceğini öngören taslak raporda artık ataletle geçirilecek vaktimizin kalmadığı söyleniyor: İklim krizini hızlandıracak tüm kritik eşikler ya geçildi ya da geçilmek üzere.
Geribildirim mekanizmaları ve kritik eşikler: Kim, neyi kastediyor?
Küresel ısınmanın geribildirim mekanizmaları olacağından eminiz, lakin hangi geribildirim döngüsünün ne zaman devreye gireceği, hangisinin kritik öneme sahip olacağı konusunda bir fikrimiz yoktu.
Bunlar, ani değişimler yaratan, ısınmayı hiç beklenmedik bir anda hızlandıran faktörler. Dolayısıyla onları ‘kaderimizin değişeceği yer’ olarak da özetleyebiliriz.
Bilim insanları uzun yıllardır bu geribildirim mekanizmalarını aydınlatmaya çalışıyor. Sekiz tanesini belirlemeyi başardılar: Ormanların tükenişi, permafrost çözülmesi, metan yataklarındaki değişim, temiz hava etkisi, bulutlardaki buz kristalleri, albedo etkisi, karasal yutakların (bitki örtüsü) daha az CO2 emmeye başlaması ve okyanusların yutak olarak çalışmaya son vermesi.
Hepsinin ortak noktası şu; geribildirim döngüleri bizatihi küresel ısınma yüzünden yaşanmaya başlıyor ve bir kez devreye girdiklerinde durdurulması imkânsız süreçleri başlatarak ısınmayı artırıp hızlandırıyorlar.
Ormanların yok olmaya yüz tutması şimdiden gerçekleşmeye başlayan geribildirim döngülerinden. Albedo etkisi, yani buzulların erimesi sonucunda güneş ışınlarını geri yansıtan beyaz rengin yerini kararmış tundralara bırakması da çoktan devreye girmiş olan geribildirim döngülerinden biri.
Permafrost olarak tabir edilen donmuş topraklar da erimeye başladı. Bu üçüncü döngüde CO2’nin yanı sıra bir de metan salınıyor ki ilkinden çok daha güçlü bir sera gazı olduğunu da hatırlatalım. Metan yataklarındaki değişim de metan salımına yol açan geribildirimlerden. Donmuş metan yatakları deniz suyu sıcaklığının küresel ısınma yüzünden artması nedeniyle erimeye başlıyor. Henüz büyük çaplı bir erime yaşanmadığı için çok şanslıyız. Yani şimdilik bir tehlike arz etmediği söylenebilir.
Bir diğeri, yani temiz hava etkisi olarak özetlenebilecek olan döngü ise havanın kirletici parçacıklardan temizlenmesiyle devreye giriyor. Kirli hava güneş ışınlarının bir kısmını bloke ederken temiz hava hepsini yerküreye düşürür, beklenebileceği üzere ısınma artar. Bu, diğerlerinden farklı olarak, onlardan kaynaklanan etkinin hızlanmasına yol açan bir döngü.
Buz kristalleri fenomeni ise ısınma yüzünden bulutlardaki kristallerin azalmasıyla tetikleniyor. Araştırmalar azaldıklarını doğruladı; küresel bulut örtüsünde bir değişim başladı. Bundan doğacak zincirleme etkiler iklim krizini çok kısa sürede bambaşka bir seviyeye taşıyabilir. Özetle en tehlikeli geribildirimlerden biri budur.
Geriye karasal yutaklar ve okyanuslar meselesi kalıyor ki onları da kısaca şöyle özetleyebiliriz. Bitki örtüsü ve okyanuslar, atmosfere saldığımız CO2’nin önemli bir bölümünü absorbe eder. Ancak ikisinin de birer yutak olarak bazı sınırları var. Şu an için bitki örtüsü kaynaklı bir sorun yok. Ancak okyanuslar ısındı, kimyaları değişti ve sonuç olarak daha az karbon emmeye başladılar.
Kimi zaman ‘taşma noktaları’ olarak da karşımıza çıkan kritik eşikler ise bu geribildirim döngülerinin harekete geçmesiyle yaşanıyor. Döngülerin her biri hem kendi sürecini hem de ısınmayı hızlandırdığı için bir noktadan sonra içinden çıkılamaz yere sürükleniyoruz ve işte bu da ısınmanın şaşırtıcı bir hıza ulaşması anlamına geliyor.
Taşma noktası, kademeli bir değişimin aniden bir dönüşüm yaratması olarak da tanımlanabilir. Örneğin suyun ısınması zaman alır ama belirli bir taşma noktasına ulaştığında ansızın kaynamaya başlar.
İklim bilimciler bu IPCC taslağında ‘taşma noktaları’ derken, ısınmaya etki eden belirli sistemlerde yaşanacak taşmaları kastediyor. Diğer bir deyişle; geribildirim döngülerindeki kritik eşikleri değil, buzulların erimesi gibi etki mekanizmalarındaki kritik eşikleri ele alıyorlar.
Hangi kritikler eşikler geçildi?
IPCC’nin taşma noktalarından bahsetmeye başlaması, durumun vahametini ortaya seriyor. Bu yeni bir gelişme. Öncesinde 9 taşma noktası olduğu biliniyordu ama raporda 12 potansiyel taşma noktasının tanımlandığı dile getiriliyor.
Bilinen dokuz tanesi şunlar; Grönland buz tabakasındaki çözülme, permafrost erimesi, kutup altı ormanlarındaki tükeniş, Amazonlarda yaşanan yok oluş krizi, Batı Antarktik buz örtüsündeki buz kaybının hızlanması, Atlantik akıntısında 1950’lerden bu yana devam etmekte olan yavaşlama trendi, mercan resiflerinin yitirilmesi ve Doğu Antarktika’daki Wilkes havzasında buz kaybının artması. IPCC raporunda ele alınanların hangileri olduğunu ise ancak Şubat 2022’de yayımlandığında öğrenebileceğiz.
Bunlar da birbiriyle bağlantılı sistemler. Biri başladığında diğerleri de tetikleniyor. Örneğin, Kuzey Kutup bölgesindeki deniz buzunun erimesi, okyanus suyunun daha fazla güneş ışını emip ısınmasına ve küresel ısınmayı hızlandırmasına yol açar. Bunun sonucunda Grönland buzu erir, permafrost çözülür. Grönland buz tabakası erirse deniz seviyesi küresel ölçekte yedi metre yükselir, deniz suyu daha da ısınır ve kaçınılmaz olarak erime hızlanır, hızlandıkça deniz seviyesi yüksekliği ve beraberinde ısınma daha da artar.
Diğer bir örnek de Atlantik akıntısındaki değişim. Atlantik Meridyen Devrilme Sirkülasyonu (AMOC) olarak bilinen bu akım sistemi ılık ekvator sularını Kuzey Buz Denizi’ne, güney kutbundaki soğuk suları ise ekvatora taşıyan küresel bir sistem. AMOC artık farklı çalışıyor. Ve çökerse küresel hava modellerini tümden değiştirecek. Mesela Avrupa’yı, bazı ülkelerde ekili tarımın sonu anlamına gelebilecek kadar soğutup, tropik bölgelerin muson mevsimlerinin şaşmasına sebep olabilir.
Atmosfere salınan her bir ton CO2, Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu örtüsünü üç metrekare küçültür. Kritik eşikler de işte ısınmanın artması sonucunda bu sistemde yaşanacak çarpıcı değişimde devreye giriyor. Isınma artınca buzullar daha hızlı erir, öncesinde geçerli olan ve sistemler arası etkileşimin hesaplanmasında kullanılan bu küçülme verisi geçersiz kalır.
Böylesi bir fazladan ısınma her şeyi değiştirir. Öyle ki tıpkı Jenga oyununda alttan kritik öneme sahip bir denge taşını çekip almak gibidir etkisi. Küresel sıcaklıktaki kademeli artış, alttan alınan bir taşın, kule devrilmeden üste eklenmesi gibi etki ederken böylesi ani yükselişler kulenin devrilmesiyle sonuçlanır. Fakat yerküre sisteminde bu kule o anda değil, yavaş yavaş yıkılıyor. Yine de çöküş bir kez başladığında onu durdurmak imkânsızdır.
Pandemiden sonraki musibet; Yakıcı sıcaklar
IPCC taslağı, ufukta benzeri görülmemiş derecede yakıcı, öldürücü sıcak dalgaları var, diyor. Bu, milyonlarca insanı tehdit edecek yeni bir musibet.
Giderek artacak olan şiddetli sıcak hava dalgaları ve beraberinde yaşanacağı söylenen yangınlar, seller, kuraklıklar…
"1,5 santigrat derecelik bir ısınmada bile koşullar, birçok organizmanın uyum sağlama yeteneğinin ötesinde değişecek."
“En kötüsü henüz gelmedi,” diyen rapor, ısınmayı 1,5C’de sabitlememiz gerekirken 3C’lik ısınma yoluna girdiğimizi dile getiriyor. Ve bu da yaşanması beklenen su stresinin katlanarak artacağı, kuraklığın bazı bölgeleri çok şiddetli vuracağı, yakıcı sıcaklar milyonları tehdit ederken suya ve gıdaya erişimde muazzam bir kriz yaşanacağı anlamına gelir. Rapora göre, 2C’lik ısınmada 410 milyon insan su kıtlığı yaşamaya başlayacak, gıda krizi ise 80 milyon insan için açlık riski oluşturacak.
Yakıcı sıcakları şimdiden yaşamaya başladık zaten. ABD’de Kaliforniya eyaletinin öldürücü sıcak dalgalarıyla sarsıldığı haberlerine sıkça denk geldiğimiz bu günlerde yakıcı sıcaklar yüzünden yaşanacak kuraklığın neye benzeyeceğini de anlamaya başladık. Kaliforniya’da yaşanan kuraklığın boyutları endişe verici. Dahası maalesef orman yangınları da durdurulamıyor.
Yakıcı sıcaklar ‘ısı stresi’ denen duruma neden olur. Sıcaklık artınca vücut ısısını dengede tutmak için terleriz ama nem oranı çok yüksek olursa terimiz yavaş buharlaşır. Bu durum, sıcak çarpması diye bilinen şeyin yaşanmasına sebep oluyor. Yakıcı sıcaklardaysa beyinden kalbe, karaciğerden böbreklere birçok organımız olumsuz etkileniyor. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen araştırmalardan birinde, Hawaii Üniversitesi bilim insanları, sıcak hava dalgalarının 27 farklı şekilde öldürebileceğini göstermişti; “Sıcak hava dalgaları kaynaklı ölümler, dehşet filmlerindeki sahnelere benzeyecek.”
Bu arada, raporda ayrıca kıyı bölgelerindeki yerleşimlerin de yakın gelecekte, yükselen deniz seviyesi ve çok şiddetli fırtınalar nedeniyle yıkıma sürüklenebileceği üzerinde durulmuş. Bilimsel tahminler, haritaları değiştirecek kadar etkili olabilen böylesi bir tehdidin yüz milyonlarca kişinin yaşamını derinden etkileyeceğini gösteriyor.
Ya devrim ya yok oluş
Taslak rapor, iklim krizinin toplumsal eşitsizliği de derinleştirdiğini, önümüzdeki on yılda (var olanlara eklenecek şekilde) 130 milyon kişinin aşırı yoksullaşacağını öngörmüş.
İklim felaketleri en çok yoksulları, dezavantajlı grupları vuruyor. Bir krizden diğerine, her adımda daha da içinden çıkılmaz hale gelen bu krizlerle devam ederek geleceğimizi ateşe veren kapitalizm, böylesi bir tablo karşısında bile (çözüm sunabilmek şöyle dursun) krizlerin ölçeğini ve vahametini artıracak şekilde yıkarak büyümeye devam ediyor.
Yaklaşık 30 yıldır aynı ezberleri dinliyoruz iklim zirvelerinde. Hiçbiri hayata geçirilmedi, emisyonlar azalacağına arttı, son 5 yılda 1,9 triyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yapıldı. Düpedüz aldatılıyor, oyalanıyoruz. Geleceğimiz, gözlerimizin önünde çalınıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Büyük Aldatmaca” başlıklı bir rapor Shell, BP, Total gibi fosil yakıt devlerinin yanı sıra Microsoft, Amazon, Apple, Wallmart, HSBC, Cargill ve Nestle gibi çokuluslu kirleticilerin de yer aldığı bir listenin iklim sahtekarlıklarını açığa serdi. Örneğin, Walmart bir iklim planı sunuyor ama aslında şirketin karbon ayak izinin yüzde 95’ini oluşturan değer zinciri emisyonlarını bu plana dahil etmiyor. Bir fosil yakıt devi olan Total ise yeşil yatırımlarıyla övünürken aslında 2015-2025 aralığında petrol ve gaz üretiminde yüzde 50’lik artışa ulaşmanın planlarını yapıyor.
Karar vericiler de bu şirketleri destekleyen politikaları yürürlüğe kokuyorlar. Yenilenebilir enerji politikalarının kapsamlı raporlarını sunan REN21’in son raporu adeta her şeyin ispatı niteliğinde. Son 10 yılda fosil yakıtların toplam küresel enerji tüketimindeki payının hiç değişmeden yüzde 80 seviyesinde kaldığını gösteriyor bu rapor.
Böylesi bir krizden bu sahtekâr şirketler ve onlarla el ele yürümeyi seçen liderler ile çıkma şansımız yok. Hepimizi öldürmeye ant içmiş gibiler. Geleceğimizi yakarken ceplerini doldurmaya devam ediyor, kendi torunlarının da geleceğini çalıyor olmaktan zerre kadar rahatsızlık duymuyorlar.
Önümüzde fazla seçenek kalmadı açıkçası. Buradan sonra her şey daha net çünkü şu ikisi arasında yapacağız seçimi: Ya devrim ya yok oluş.
Tuna Emren
İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Validebağ Korusu'na ilişkin Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ile Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı'nın yürütmesinin durdurulmasına karar verdi.
Validebağ Korusu'nun doğal yapısının korunması, yapılaşmaya zemin hazırlanmaması için eylemler, nöbetler sürerken, İstanbul 6. Bölge İdare Mahkemesi'nden önemli bir karar çıktı. Mahkeme, dava konusu işlemlerin birinci derece doğal SİT alanı ilan edilen yere ilişkin olması ve uygulanması halinde telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunması nedeniyle açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Kararda, "Davalı idarenin savunması ve ara kararı cevabı alınıp ya da savunma ve ara kararına cevap verme süresi geçip yeni bir karar verilinceye kadar dava konusu işleminin yürütülmesinin durdurulmasına oy birliği ile karar verildi" denildi.
Avukat Onur Cingil, bu karar ile korudaki tüm işlemlerin duracağını belirterek şöyle konuştu:
"Validebağ Korusu'nun koru vasfını ortadan kaldıracak plan, buna bağlı olarak ihale yapılmıştı. Daha önce de Koruma Kurulu Kararı vardı. Bu üç hususla ilgili üç ayrı davamız var. Bu davalardan plan ile ilgili olan yani buranın Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı dedikleri, bizim de “korumama planı” dediğimiz, burada otoparka izin verilen, betona izin verilen bir planlama vardı. Bununla ilgili açtığımız davada yürütmenin durdurulması kararı alındı. Bu karar ile buradaki tüm işlemler duracak. Burada nöbet devam edecek. Şu an için hiçbir yetkilinin buraya herhangi bir işlem yapma durumu yok. Buradaki 22 yıllık mücadelenin bir başarısıdır."
Validebağ’da neler oluyor
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un Üsküdar Validebağ Korusu'nda başlayacağını açıkladığı rehabilitasyon ve düzenleme projesine karşı semt sakinleri 21 Haziran pazartesi günü nöbet eylemi başlattı.
Validebağ Gönüllüleri, proje ile korunun imara ve ranta açılmak istendiğini savunarak sabah saatlerinden itibaren başlattıkları nöbet eyleminin rehabilitasyon ihalesi iptal edilene kadar devam edeceğini belirttiler.
17.6 milyon liralık “Rehabilitasyon ve Düzenlenme İşi” ihalesi ile koruda 88 dönümlük alana saha çimi döşenmesi planlanıyor. İhalenin iptali için imza toplanıyor.
Dava açıldı
İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin AKP’li yönetimi tarafından hazırlanan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanarak askıya çıkarılan koruma amaçlı imar planlarının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemi ile ilgili de Validebağ Gönüllüleri idare mahkemesine dava açmıştı, yürütmenin durdurulması kararı bu açılan davada verildi.
Dava dilekçesinde Validebağ Korusu'nun imar planları ile kent içi park alanına dönüştürüleceği ve 1. derece doğal SİT alanı özelliğini kaybedeceği vurgulandı.
Dilekçede “Yoğun bir fiziki ve inşai faaliyet gerektirecek olan bisiklet, yürüyüş, koşu parkurları, otopark ve fitness alanları yapımı ile düzenlenecek olan rekreasyon amaçlı park, korudaki doğal düzenin yok olmasına ve SİT alanı özelliğinin kaybolmasına ve korunun koru olmaktan çıkıp, alelade bir semt parkı olmasına yol açacaktır” denildi.
İstanbul’un en büyük kent korusu
Dava konusu planların, koruma amaçlı imar planları olmakla birlikte, korumadan çok kullanma yönünde fonksiyonlar içerdiği belirtilerek “Dava konusu planlar, daha önce yargı kararları ile iptal edilen imar planları ile hemen hemen aynıdır. Validebağ Korusu, Anadolu Yakasının son kalan koru vasfındaki alanıdır. Bu alanda yapılacak hukuka aykırı her türlü işlem sadece bugüne değil geleceğe de büyük bir zarar verecektir” denildi.
Planın hukuka aykırı olduğu, telafisi imkansız zararlar verebileceği vurgulanarak yürütmesinin durdurulması ve iptali istendi. İstanbul 6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na da yazı ile başvurularak ihale yolu ile yapılan hukuka aykırı müdahalenin ivedilikle durdurulması için suç duyurusunda bulunulması talep edildi.
Kanal İstanbul projesinin temeli 26 Haziran'da atılacak.
Bilim insanlarının, yerel yönetimlerin ve toplumun büyük bir kesiminin karşı çıkmasına rağmen hükümet projeye devam etmeye çalışıyor. Müsilaj adı verilen çevre felaketi bile onları etkilemiyor. Halbuki, Kanal yapıldığında, hatta yapılırken hafriyatın deniz dolgusu olarak kullanımı sırasında, denizdeki oksijen daha da azalacak, müsilaj felaketi çok daha korkunç boyutlara ulaşacak.
Kanal, İstanbul’u susuzluğa mahkûm edecek
Kanal yapıldığı takdirde, yeraltı ve yerüstü su kaynakları kaybedilecek.
Terkos Gölü’ne karışacak tuzlusu ile göl, su kaynağı özelliğini yitirecek. İstanbul’un su kaynaklarını besleyen Istıranca Dağları’ndan gelen yeraltı suyunun yolu kesilecek. Kanal İstanbul projesiyle, Terkos Gölü’nün doğusundaki su toplama havzası devre dışı kalacak.
Doğayı katledecek
Kanal etrafında 60-70 katlı binalar inşa edilmesi planlanıyor. Cumhurbaşkanı ‘Bu kente ihanet ettik’ diyordu, bu ihanet katmerlenerek büyüyecek.
Kanal projesi ile 23 milyon metrekare orman alanı, 45 kilometre uzunluğunda ve ortalama 150 metre genişliğinde 136 milyon metrekarelik çok verimli tarım ve orman alanı ortadan kaldırılmış olacak.
Kanalın inşa edilmesiyle; Küçükçekmece Lagününden Sazlıdere Barajı’na kadar olan sulak ve bataklık alan yok edilecek. Bu bölge kuşların göç yolu, üreme ve dinlenme bölgesidir. Küçükçekmece Lagünü, yarı tuzlu suya sahip olduğu için, deniz canlıları burada üremeyi tercih ediyor. Ormanlık ve sulak alanlar yaban hayvanlarının yuvasıdır. Bütün bunlar yok olacak.
Harcanacak para, herkes için yeni vergiler demek
Bakanlığın ilk tahminlerine göre projenin 75 milyar maliyeti ve İBB’ye 23-35 milyarlık bir yükü var. Şimdi diyecekler ki ‘Kanalın millete maliyeti yok. Proje, kendi kendini finanse ediyor’. Bu masalı iyi biliyoruz. Hatırlayın; bize köprülerin, şehir hastanelerinin de kendi kendini finanse edeceği söylenmişti. Ne oldu gördük.
Deli Dumrul hesabı gibi, kullansın kullanmasın hep birlikte o projelerin bedelini ödüyoruz, hem de kat kat fazlasıyla, 4-5 şirkete milyarlar ödüyoruz. Bu da öyle olacak.
Çıkacak hafriyat çevre felaketine yol açacak
Kanal inşaatından çıkacak hafriyatın 2 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor.
İstanbul’un yıllık hafriyat hazmetme kapasitesi 40 milyon metreküptür. 2 milyar nere, 40 milyon nere?
İstanbul’da 50 yılda çıkabilecek hafriyat toplamı çıkacak Kanal İstanbul’dan. Bu hafriyatı denize dökmekten başka çare yok. Bunun yaratacağı felaketin boyutları muazzamdır.
Bu hafriyat, 10 bini aşkın hafriyat kamyonu ile taşınacak. Şu an İstanbul’da 7 bin 200 ruhsatlı hafriyat kamyonu var. En az 5-6 yıl boyunca 10.000 kamyonun daha ilave edildiğini düşünün. Bu kamyonların doğaya vereceği zararı henüz bu hesaba eklemedik.
Denizler ölecek, balıkçılık yok olacak
Karadeniz – Marmara su geçişinde, Marmara Denizi’ndeki ilk 25 metrelik su, az tuzlu Karadeniz suyudur. Yani bol oksijenli olan, balıkların çok sevdiği su budur. Geri kalan 1.400 metrelik çukurda ise bol tuzlu Akdeniz suyu var.
Kanalın inşa edilmesiyle Karadeniz’de tuzlu su miktarı artacak ve suyun doğal dengesi bozulacak. Az oksijenli su Marmara’yı kaplayacak ve tüm Marmara, bir zamanlar Haliç’in koktuğu gibi kokacak. Çok da hızlı olacak bu süreç. Çünkü kanaldaki akıntı nedeniyle, Küçükçekmece Lagününün dip çamuru da olduğu gibi Marmara denizine akacak. Şimdilerde müsilaj olarak adlandırılan çevre felaketinin boyutları katlanarak artacak.
Bütün bu olumsuz verilere karşın hükümetin Kanal İstanbul’u yapma gayreti bir nedenle açıklanabilir: Özel şirketlere kâr kapısı açmak, arazilerin rantına konmak.
Kanal İstanbul’a bütün gücümüzle karşı çıkmalıyız.
Validebağ Savunması ve Validebağ Gönüllüleri, koru içinde nöbet eylemi başlattı. Yaşam savunucuları, Validebağ Korusu’na yönelik tehditler bitene kadar nöbet eyleminin süreceğini vurguladı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un, “Pazartesi Validebağ’daki düzenleme projemiz başlıyor” açıklamasının ardından Validebağ Savunması ve Validebağ Gönüllüleri, sabah saatlerinde Abdülaziz Av Köşkü’nün önüne gelerek, nöbet eylemine başladı.
Validebağ Korusu’nun üzerindeki tehditler bitene kadar nöbet eyleminin devam edeceği belirtildi.
İmza kampanyası başlatıldı
Nöbetin tutulduğu yere “Validebağ Korusuna dokunma” ve “Validebağ Korusunda ranta, yapılaşmaya, ticarethaneye, talana hayır” pankartları ile koruda yaşayan canlıların ve korunun geçmişine ilişkin fotoğraflar asıldı.
Nöbet eylemine katılanlar ayrıca, koruya gelen yurttaşlardan projenin durdurulması talebiyle başlattıkları imza kampanyası kapsamında imza topluyor.
Antikapitalistler, müsilaj felaketi hakkında gerçek tedbirler almak yerine daha da büyütecek olan Kanal İstanbul dayatmasına ve iktidarın sorunu ele alış biçimine karşı bildiri yayınladı.
Antikapitalistlerin taleplerini ve mücadele önerilerine içeren bildiri şöyle:
Marmara Denizi gözlerimizin önünde can çekişiyor.
Başımıza bin bir türlü musibet salıp endişe verici bir çevre felaketi yaratan siyasi iktidar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan 2014-2016 Marmara Denizi raporunda Marmara’nın içler acısı halini ortaya koymuş ve müsilaj sorununu tespit etmiş olmasına rağmen biyolojik arıtma sistemine geçmemekte, hassas alanları belirleyen yönetmeliği uygulamaya koymamakta, arıtması olmayan tesislere hiçbir cezai işlem uygulamamakta direttiği gibi, Marmara’yı tamamen öldürecek olan Kanal İstanbul projesinde de diretmeye devam ediyor.
Müsilaja sebep olan faktörleri kabaca atık ve ısınma sorunu olarak özetleyebiliriz. İlki kentsel, kanalizasyon ve termal atık olarak üç bölümde incelenmelidir. İkincisi ise iklim krizinin bir sonucu olarak deniz yüzeyi sıcaklığının normal değerlerin çok üstünde seyrettiği Marmara’nın soğumasına fırsat verilmediği, denize nefes aldırılmadığı için yaşanıyor.
Kentsel atık sorunu, fosfor ve azot gibi kirleticilerin miktarını artıran atıksu arıtımı sorunudur. 2006’da çıkarılan ve hassas alanları belirleyen yönetmelik bu sorunu belirli bir ölçüde çözebilirdi ama ilgili yönetmelik 10 yıl boyunca uygulamaya konulmadı, konulduğunda ise acil bir sorun değilmiş gibi, tesislere 7 yıllık bir geçiş süreci tanındı. Ve henüz uygulanmaya başlanmış değil.
Kanalizasyon atığı sorunu ise biyolojik arıtma yerine, Marmara’yı kirletmeye devam eden ve İstanbul’un atığını Karadeniz’e gönderip kurtulmayı (!) hedefleyen Derin Deniz Deşarjı yöntemi adlı sistem yüzünden yaşanıyor.
Sonuncusu, yani termal atık, iklim krizinin bir sonucu olarak ısınan deniz suyunun bir de Çanakkale Boğazında yer alan ve Marmara Denizi’nin suyunu soğutma suyu olarak kullanıp denize geri döndürürken 35C sıcaklığa ulaştırarak veren termik santrallerden kaynaklı bir sorundur. Bu santraller, zaten ısınma tehdidi altında olan denize her bir 60 dakikada binlerce metreküp sıcak su boca ediyorlar.
Hepimizin içini yakan böyle acı bir tablo karşısında bile kanal projesinden geri adım atmayan siyasi iktidar, birçok sivil toplum örgütünün, bilimin, meslek odaları ve uzmanların itirazlarına rağmen on yıldır büyük bir inatla gündemde tuttuğu, “yapacağız” diye direttiği ve önümüzdeki ay başlanacağını ilan ettiği Kanal İstanbul’un Marmara’daki müsilaj sorununa çözüm sunacağı iddiasında! Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, sabrımızın sınırlarını zorlayan açıklamasında, Kanal İstanbul’un Marmara’daki su kalitesini artıracağını dile getirdi.
Bakan Karaismailoğlu “Sazlıdere barajı İstanbul'un %2.8'ine denk geliyor” diyor; “İstanbul'un su rezervine Kanal İstanbul ile Piriççik ve Kahramadere barajları ile daha fazla katkı sağlayacağız.” Oysa milyarlarca liraya mal olmuş ve kullanılabilir ömrünün çok başında olan Sazlıdere Barajı’nın feda edilmesi, kentin bugün kullandığı suyun yüzde 6-7 oranında azalması anlamına gelir.
İstanbul’un sadece denizini ve İstanbulluları değil, ormanlarını, sulak alanlarını, mera ve fundalıklarını, binlerce bitki ve hayvan türünü tehdit eden, son derece hassas bir ekosistemin dinamiklerini altüst edecek olan bu proje, müsilaj sorunuyla boğuşan Marmara’yı ölü ve balıksız bir denize dönüştürmekle kalmayıp Karadeniz'in ekolojik yapısını da bozacak.
Marmara’nın 25 metrelik üst katmanı Karadeniz suyudur. Bunun altı ise deniz dibine kadar, tuzlu Akdeniz suyundan oluşmaktadır. İstanbul Boğazı günde 600 milyon metreküp suyu üst akıntılarla Marmara’ya akıtırken, ters yönde ilerleyen alt akıntılar bunu dengeliyor. Bu sistem sadece Karadeniz ve Marmara’dan ibaret olmayan, küresel boyutlu ve hassas bir dengeler sistemidir. Bir yandan Tuna, Dinyester gibi Karadeniz’i dolduran nehirlere, öte yandan Akdeniz’e uzanır. Akdeniz’de yazın buharlaşan su, Karadeniz’deki fazla suyun İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçmesiyle telafi edilir.
Kanalın, zıt yönde ilerleyen bu iki akıntıyı etkileyecek yeni bir musluk gibi çalışıp Karadeniz’deki tuzlanmayı artıracağı, 25 metrelik üst katmanı Karadeniz suyundan oluşan Marmara’yı ise öldürecek bir etki yaratacağı bilinmektedir.
Marmara’yı “kronik astımlı” bir hastaya benzeten uzmanlar, tek oksijen kaynağının Çanakkale Boğazı’ndan giren Akdeniz suyu olduğunu söylüyor. Ve alttaki tabaka kendisini 7 yılda yenileyebiliyor. Uzmanlara göre, derinliği 25 metre olan ikinci bir musluk olarak işleyecek bu kanal açıldığında Karadeniz'in suyu Marmara’ya daha hızlı akacak, üst tabaka şu anda can çekişmekte olan alt tabakaya baskı yaparak oksijenin hızla azalmasına neden olacaktır.
Oksijen tükendiğinde bunun geri dönüşü olmaz. Bu noktada, kanalın kötü bir proje olduğu kabul edilse bile artık iş işten çoktan geçmiş olur.
Marmara Denizi’nin yeniden sağlığına kavuşturulması için yapılması gerekenler ortadadır. Aşağıdaki taleplerin acilen yerine getirilmesini istiyoruz:
► Kanal İstanbul, Marmara’yı tamamen öldürecek olan yıkım projesidir. Bu proje ekolojik, sosyal, ekonomik felaketler yaratacak olmasına rağmen, tüm canlıların ortak yaşam alanı olan denizler ile karalara yapılacak büyük ve yıkıcı bir müdahaledir. Aynı zamanda mali kaynaklarımızın da heba edildiği Kanal projesi hemen durdurulmalıdır.
► Yenikapı'da, atık suların biyolojik arıtımdan geçirildikten sonra kullanımı amacıyla biyolojik arıtma tesisi kurulması için 500 bin metrekarelik bir deniz dolgusu yapılmış, ancak İstanbul'un en önemli biyolojik arıtma tesisinin inşa edileceği bu alan AKP iktidarı tarafından miting ve gösteriler için kullanılmıştır. Uygulamayı geciktiren, planı erteleyen siyasi iktidar önce bunun ve Marmara Denizi’nin durumu ortadayken görmezden gelip eylem planını yürürlüğe koymak için yıllarca beklemiş olmasının hesabını vermelidir.
► Günde birkaç milyon metreküp atık boşaltılan denizin yüzeyindeki müsilajın ve sadece yüzeyden temizlenmesi hiçbir şekilde çözüm sunmaz. Bu, göstermelik ve beyhude bir çabadır. Marmara’yı, iktidarda olduğu sürece çöplük gibi kullanan, en ufak bir önlem almak şöyle dursun durumun vahametini artıran politikaları ve projeleri yürürlüğe koyan, üstüne bir de Kanal İstanbul projesinde diretmeye devam eden iktidarın yeni açıklamış olduğu eylem planı yetersizdir.
► Acilen kanalizasyon atığı, endüstriyel ve kentsel atıklar için ihtiyaç duyulan ileri arıtmaya geçilmeli, bütün kirleticiler kontrol altına alınmalı ve gübre fabrikaları başta olmak üzere denize atık bırakan tüm tesisler için hemen yaptırım uygulanmalı, cezai işleme başvurulmalıdır. Marmara’nın suyunu soğutma suyu olarak kullanan tüm termik santrallerin listesi paylaşılmalıdır.
► Marmara Denizi ve Marmara körfezlerinin tamamı hassas alan statüsünde değerlendirilmeli, körfezlerde sıfır deşarj önlemleri alınmalıdır.
► Marmara Denizi’nde ekolojik durumun düzelmesi için karasal baskıların azaltılmasına yönelik ciddi yönetim planlamalarına ihtiyaç olduğu açıktır. Ekosistem temelli su kalitesi modelleme çalışmalarının yapılması ve sürekliliğinin sağlanması, karasal baskıların kıyılardaki etkisini ortadan kaldıracak önlemlerin alınması gerekir.
► Tarım Bakanlığı lojistik altyapısı ve kadro sayısı Marmara’da yasa dışı avcılıkla mücadelede yetersiz kalmaktadır. Marmara’daki balık stokunun korunması için gereken önlemler acilen alınmalı, kıyılarda konuşlanmış küçük balıkçı kooperatifleri ve denizlerdeki organik yükü azaltması amacıyla midye yetiştiriciliği, her türlü destek sağlanarak teşvik edilmeli, sayıları artırılmalıdır.
► Demokratik toplumlarda hem Marmara’nın kurtuluş planı hem de Kanal İstanbul gibi devasa projelerin olası etkileri, bu konularda uzmanlaşmış bilim çevreleri tarafından tüm ayrıntılarıyla incelenmeli, kapsamlı ve nitelikli çalışmalar yapılmalıdır. Kabul edilebilir olanı, bölgedeki tüm yaşamı derinden etkileyen böylesi kararların; işçilerin, sendikaların, kooperatiflerin, belediyelerin, çevre ve kadın örgütlerinin, balıkçıların, siyasi partiler ve derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının, özetle konuyla ilgili tüm örgütlerin kolektif katılımıyla yürütülecek tartışmaların neticesinde alınmasıdır.
Antikapitalistler
11.06.2021
İşkencedere Vadisi’nde Cengiz İnşaat’ın başlattığı taş ocağı çalışmalarına yöre halkının tepkileri sürerken, Rize Valiliği İkizdere ilçesinde 15 gün süreyle gösteri, yürüyüş ve basın açıklaması yasağı kararı almıştı, yasağa rağmen yöre halkının direnişi devam ediyor.
Bölgede ağaç kesiminin sürmesi üzerine sabah saatlerinde direniş alanına giden yöre halkı, ağaç kesimini engellemek için ağaçlara arı kovanları koydu. Bunun üzerine iş makinaları çalışmalarına ara verdi.
Köylüler çektikleri videolarda 1986 yılı damgalı peteklik ağaçları göstererek bunların kesileceğini söyledi. Köylülerden Ömer Tuncer ve Yüksel Fazlıoğlu gözaltına alındı.
Ağaçların üstünde nöbet tutan köylüler ağaç cinayetlerini görüntülemeye, kamuoyuna duyurup duyarlılık yaratmaya çalışıyor.
İşkencedere, Cengiz İnşaat’ın taş ihtiyacı için talan ediliyor
Cengiz İnşaat'ın İkizdere'nin İşkencedere Vadisi'nde yapmaya başladığı taş ocağı günlerdir gündemde. Bu taş ocağı, İyidere ilçesindeki lojistik merkez ve liman projesinin taş ihtiyacı için kullanılacak.
Rize'nin sahil ilçelerinden İyidere'deki projenin ihalesi, Eylül ayında 1 milyar 370 milyon TL ile Cengiz İnşaat'a verilmişti.