Dün gece mecliste İç Güvenlik Yasası görüşülürken yaşananlar, bu yasanın çıkmasından sonra olacaklara dair hepimize bir fikir verdi. İktidar partisi AKP'ye mensup milletvekilleri, muhalefete mensup milletvekillerine ellerine geçirdikleri her şeyle, kürsüdeki çanla, tokmakla, demir sandalyelerle saldırdılar.
Daha dört gün önce bir kadının vahşice öldürülmüş olmasına, ülkenin dört bir yanında binlerce kişinin büyük bir öfkeyle bu cinayeti kınamasına rağmen, kadın milletvekillerine saldırmaktan çekinmediler. Bütün bunlar olurken, Erdoğan tarafından hem yargıç, hem polis olmakla görevlendirilen esnaflardan biri, düzeni gazeteci öldürerek sağlıyordu.
Her ne kadar filozoflar aynı nehirde iki kere yıkanmak mümkün değildir demişlerse de, yaşananlar 1925 yılını ne kadar da andırıyor! O günlerde de Cumhuriyet Halk Fırkası, yükselen muhalefeti sindirmek, iktidarını mutlaklaştırmak için Takrir-i Sükûn (Düzeni Sağlama) Kanunu'nu çıkartmıştı. Bu kanun, hükümete, toplumsal düzeni, huzur ve sükûnu bozmaya yönelik faaliyette bulunan örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri, girişimleri ve yayınları kendi başına yasaklamaya yetkili kılıyordu.
Bu kanunla toplumsal düzenin nasıl sağlandığını tahmin etmek pek zor değil! Huzur ve sükûnu bozduğu gerekçesiyle önce hakları için ayağa kalkan Kürt halkı üzerine gidildi, katliam üzerine katliam gerçekleştirildi, ardından muhalefet partisi hiçbir somut gerekçe olmadan kapatıldı, muhalif ve sol basın üzerinde terör estirildi, Kemalistlerin kısa bir süre öncesine kadar omuz omza çalıştığı liberal İslamcılar hain ve düşman (siz paralel diye anlayınız) ilan edildi. Nazım Hikmet, "Yaşamak güzel şey be kardeşim" adlı otobiyografik romanında, o günleri şu sözlerle anlatıyordu: "Yüreğim tıpkı o takip edildiğimi sandığım akşamki gibi kötü, alçak, hızlı atıyor. Gazeteler İstanbul’da, Ankara’da komünistlerin yakalandığını, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacaklarını, ele geçmeyenlerin de şiddetle arandığını yazıyordu. Ele geçmeyenler arasında ben de vardım."
Aradan doksan yıl geçtikten sonra, kamu düzeninin sağlanmasında bir kez daha demokrasiyle ilgisi olmayan bir yasanın yardımına başvuruluyor. Günümüzün Takrir-i Sükûn Kanunu'na göre en küçük bir demokratik hak arama girişiminde bulunmanız bile, sizi âdeta bir terör suçlusu konumuna sokuyor. İç Güvenlik Yasası kabul edildiğinde, her şeyden önce polis yargı kararı olmadan bir kişiyi 48 saate kadar gözaltında tutabilecek. Yani idare, yargının görevini üstlenmiş olacak ve TC'nin hukuk devleti değil de guguk devleti olduğu bir kez daha ispatlanacak.
Yeni yasayla birlikte, insanların anayasal haklarını kullanarak gösteri ve yürüyüş yapmaları neredeyse imkânsız hale getiriliyor. Bir gösteride oluşan zarar ziyan, bundan böyle kolektif bir suç kabul edilecek ve yakalanan göstericilere ödetilecek. Yani bir gösteride kitlenin içine karışmış olan sivil polisler, çantalarındaki molotofları sağa sola sallayarak iki otobüs ve beş bankamatik yaktığında, oluşan zarar ziyan orada anayasal haklarını kullanmak amacıyla bulunan insanlara ödetilecek.
Yüzünde maske takan eylemciler yıllara varan hapis cezalarına çarptırılabilecek. Yine anayasal hakkınızı kullanarak bir gösteriye katılmak istediğinizi varsayalım; siz siz olun, polisler üzerinize gaz bombaları yağdırmaya başladığında sakın korunma amacıyla ağzınızı burnunuzu mendil, atkı, fular ya da poşuyla kapayayım demeyin! Beş yılınız dört duvar arasında kolaylıkla geçebilir.
Yeni yasa, toplumsal olaylarda polise silah kullanma yetkisi de veriyor. Bunun ne anlama geldiğini kestirmek pek zor değil. Bu madde ile toplumsal olaylara katılanların öldürülmesi meşrulaştırılıyor, silah kullanması için polis cesaretlendiriliyor, Ali İsmail, Berkin, Abdullah, Medeni ve Ethem’i katledenlerin daha rahat davranmasının, mahkemelerde gereksiz yere rahatsız edilmemelerinin önü açılıyor.
Kısacası, kamu düzeni terör, baskı, şiddet ve zorla sağlanmaya çalışılıyor. "Devlet baba"nın iktidarını perçinlemekte her türlü şiddete başvurması, kendi küçük dünyalarında iktidar arayışı içinde olanların şiddete başvurmasının da önünü açmaktadır. Daha fazla Özgecan'ın katledilmemesi için hem iç güvenlik yasasına, hem de devlet babanın kendisine var gücümüzle karşı çıkmamız gerekir.
Atilla Dirim