Almanya’nın faşizan Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi’nin açık lezbiyen başkanı Alice Weidel, bir televizyon programında “Yirmi yıldır tanıdığım bir kadınla evliyim, iki çocuğumuz var ve bir lezbiyen olarak kendimi dezavantajlı hissetmiyorum. Ben kuir değilim” dedi.
Weidel’in hem açık lezbiyen olması hem de kuir olmadığını söylemesi, kendisini “makbul LGBTİ+” olarak gördüğünün politik ifadesi. Almanya’da eşcinsel çiftler evlenme ve çocuk sahibi olma hakkına sahip. Bu, LGBTİ+ hareketinin yıllarca canını dişine takarak verdiği uzun soluklu bir mücadelenin kazanımı. Weidel, bu mücadeleyi yok sayarak bu kazanımı “verili durum” olarak görüyor. Sonuçta yasalara uygun olarak evlenmiş, sistemle sorunu olmayan bir vatandaş. Ancak konu trans kimliğine gelince, Weidel transfobisini ortaya koyarak “Çocuklarımızı translardan korumalıyız!” çığlıkları atmaya ve trans varoluşunu kriminalize etmeye başlıyor.
Weidel’in bu çelişkili gibi görünen düşünce silsilesi, “LGB Alliance” olarak bilinen bir oluşumda karşılığını buluyor. LGB Alliance, lezbiyen, gey ve biseksüel olarak tanımlanan cinsel yönelimleri “normal” olarak kabul etmekle birlikte, trans varoluşunu reddeden sağcı bir düşünce / oluşum. Bu kişiler cisnormativiteyi, yani insanların kadın ve erkek olarak iki cinsten oluştuğunu kabul ediyor, ancak trans olma durumunu reddediyor, cinsiyet uyum / geçiş ameliyatlarını “bedeni sakatlama” eylemi olarak görüyor ve özellikle trans kadınların kadın değil de erkek olduğunu, hatta trans kadınların kadınların arasına sızmaya çalışan daimi bir tehlike olduğunu öne sürüyor. Türkiye’de de bu düşünceye yabancı değiliz: Sık sık trans kadınları ifşa ederek transfobik nefretin hedefi haline getiren TERF’ler, bu kategori içinde değerlendiriliyor.
Kısacası Weidel ve benzerleri, cisnormativite ile sorunu olmayan, cinsel yönelim çeşitliliğini “verili durum” olarak kabul eden ve sistemle sorunu olmayan “makbul LGBTİ+” tablosu çiziyor. Oysa açık bir lezbiyen evlilik içinde olan ve bunun sistemle çeliştiğini düşünmeyen, lezbiyen olduğu için ayrımcılığa uğramadığını söyleyen Weidel’in partisinin programının “Çocuk ve Aile” başlıklı altıncı maddesi, aile konusunda şunları söylüyor: “Almanya'da geleneksel aileye verilen değer giderek kaybolmaktadır. Anne, baba ve çocuklardan oluşan aileyi toplumun çekirdeği olarak görmek ve çocukların ve ebeveynlerin ihtiyaçlarını karşılamak bir kez daha aile politikasının odak noktası haline gelmelidir.”
Yani ailenin heteroseksüel çiftlerden oluştuğunu söyleyen AfD programı, eşcinsel çiftlerden bahsetmiyor bile. Aksine “geleneksel aileden”, “değerlerden” söz ediyor. Weidel’in bunu bilmemesi mümkün değil ama belli ki bu durumu görmezden geliyor. AfD’nin içindeki heteroseksüel unsurlar parti programını uygulamaya kalktığında, ki bu eninde sonunda mutlaka gerçekleşecektir, kellesi alınacak ilk kişi hiç şüphesiz Weidel olacaktır.
Kapitalizm derin krizlere girdiğinde ve işçi sınıfının memnuniyetsizliği giderek artmaya, homurdanmalar giderek daha duyulur olmaya başladığında, egemenler toplum üzerindeki baskı mekanizmalarını güçlendirmeye çalışır. Bu, son yıllarda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede otoriterleşme şeklinde karşımıza çıkıyor. Otoriter iktidarlar toplumdaki demokratik talepleri bastırmaya çalışırken, bunu sadece zor kullanarak yapamazlar. Bunun için rıza üretimine ihtiyaç vardır ve LGBTİ+’ların toplumun temeline dinamit koymaya çalışan sapkın güruh olarak şeytanlaştırılması bu rıza üretiminin yüzlerinden biridir.
İşçi sınıfı heteroseksüel bir sınıf değildir. LGBTİ+ işçiler de vardır ve heteroseksüel işçilerin önemli bir kısmının LGBTİ+ varoluşunu bir tehdit olarak görmesi, sınıfı bölerek egemen sınıfın kendi çıkarlarını kabul ettirmesinde önemli bir etki yaratır. Toplumun ana gövdesini oluşturan işçi sınıfının LGBTİ+ olan ve olmayan, cis kadın ve trans kadın olarak bölünmesi, hatta LGBTİ+ hareketinin LGB – Trans+ olarak bölünmesi, işçilerin ve ezilenlerin daha güzel bir dünya için ayağa kalkmasının önünde büyük bir engel ve mücadele edilmesi gereken bir alandır.
Atilla Dirim