Yine sabahtan akşama, akşamdan sabaha LGBTİ+ varoluşunun konuşulduğu, konuşulmakla kalmayıp, isimlerinin önünde koca koca sıfatlar taşıyan birtakım insanlar tarafından karalandığı, kriminalize edildiği günlerden geçiyoruz. Biz dinlemekten bıktık, onlar LGBTİ+ varoluşunu nefretle hedef göstermekten bıkmadı. Sanki olan biten her şeyin, hatta emekli maaşlarının açlık sınırının çook altında dolanıyor olmasının sorumluluğu bile LGBTİ+’ların üzerine yıkılacak.
Oysa tersinden baktığımızda asıl heteroseksüel olmanın fena halde kötü bir şey olduğunu iddia edebilmek için elimizde yeterince veri var. Hatta yeterliden çok çok fazla var malûm, az sayıda açık kimlikli lubunya politikacıyı bir kenara bırakacak olursak, dünyayı heteroseksüellerin yönettiğini söyleyebiliriz. Heteroseksüellerin yönettiği bu dünyanın halini uzun uzun anlatmaya gerek yok ama en ücra köşelerinde bile savaşların çıktığını, bu savaşlarda milyonlarca ve milyonlarca genç insanın öldüğünü, savaşmayan çoluk çocuk yaşlı ve diğer insanların bombalanarak harabeye dönüştürülen şehirlerde can verdiğini, bir şekilde kaçıp kurtulmayı başaranların sığındıkları ülkelerde hiç de hoş karşılanmadığını, aşağılandığını, horlandığını, ırkçılığa maruz bırakıldığını gayet iyi biliyoruz. Biliyoruz da ne kelime, bunun yanında ve içinde yaşıyoruz zaten; komşumuz Suriye’nin ve Suriyelilerin başına gelenler ortada. Bunu LGBTİ+’lar mı yaptı? Yoo, “sapına kadar” erkek bir dünyanın egemenleri yaptı. Olan da her zamanki gibi garibana oldu.
Eskiden dile getirildiği zaman dalga geçilip ciddiye alınmayan iklim krizi artık yanı başımızda da değil, krizin tam ortasında bulunuyoruz. Bir yanımız aşırı sıcaklarla kavrulurken, öteki yanımız sellerle boğuşuyor. Dünyanın her yanında görülmedik aşırılıkta doğa olayları yaşanıyor. Kasırgalar, hortumlar, ya çok sıcak ya çok soğuk günler; bunlar artık “normalimiz” oldu. Bu “normalimiz” kendi kendine olmadı, dev şirketlerin dev fabrikalarından, dev şehirlerin dev bacalarından, sayısız aracın egzozundan fışkıran sera gazları, temiz enerji yerine fosil yakıtların ısrarla kullanılmaya devam edilmesi, sermayenin daha fazla kazanması için ormanların gözünün yaşına bakılmaksızın kesilmesi, üzerinde uzlaşılan iklim koruma anlaşmalarına uyulmaması, zaten bunların öyle etkili anlaşmalar da olmaması, bütün bunlar yüzünden oldu. Bütün bunları LGBTİ+’lar mı yaptı? Yoo, “sapına kadar” erkek bir dünyanın egemenleri yaptı. Olan da hepimize oluyor.
Hadi bunlar küresel meseleler, biraz da bizim memlekete gelelim desek, neresinden tutsak elimizde kalacağı bir durumla karşı karşıyayız. O “LGBTİ+’lar aileyi yıkacaaak, Türk ailesini şey edeceeek!” diye bas bas bağırıp yürüyüş düzenleyenler, televizyonlarda kamu spotu yayınlattıranlar, kadın cinayetleri konusundan haberdar değiller mi acaba? Olmamaları mümkün değil, hangi medyaya bakılırsa bakılsın, kocalar, babalar, abiler, erkek kardeşler, amcalar, dayılar, amcazadeler, dayızadeler, mahallenin “namus bekçisi” erkekler, yoldan geçen erkekler, kadınları “eteği kısa”, “yan gözle herife baktı”, “yemeğin tuzu az olmuş”, “ne demek lan bu akşam olmaz”, “çorabım niye yıkanmamış”, “ne demek az iç” benzeri sayısız bahaneyle öyle kolayca öldürüveriyor, sanki canı yokmuş gibi. Sorunca da “erkeklik gururumuz incitti” diyor, erkek mahkeme de bunu hafifletici sebep olarak görüyor. Memlekette tam bir kadınkırım yaşanıyor. Evet, bu kadınkırımı yapanlar da heteroseksüel erkekler, lubunyalar falan değil. Bu katillerin, canilerin hepsi “sapına kadar” erkek, sapı uğruna öldürür de ölür de.
Girişte emeklilik maaşı demiştim. Sırf emeklilik maaşı mı? Asgari ücret de açlık sınırının, yoksulluk sınırının epey altında. Kredi kartı, banka kredisi borçlularının sayısı on milyonlarla ifade ediliyor, bu rakam çığ gibi büyüyor, kiralar ödenemez hale gelmiş, herkes ellerini başının arasına alıp ay sonunu değil, ortasını nasıl getireceğini düşünüyor, imkânı olan ve olmayan gençler bir şekilde Avrupa’ya kapağı atmaya çalışıyor. LGBTİ+ varlığının nispeten görünür olduğu Hollanda vizeyi kaldırıp sınırları açacak olsa, buradan milyonların lubunya diyarına akacağını herkes biliyor. Bu acıklı ve trajik durumun sorumlusu LGBTİ+’lar mı? Aman aman, bu sözleri kullanırken dikkatli olalım, devlet büyüklerine hakaretten suçlanmayı kesinlikle istenmeyiz. Büyüklerimiz asla ve kat’a LGBTİ+ falan değildir, hepsi de – üç beş kadın müstesna – “sapına kadar” erkektir.
Yani bu durum karşısında tersten bakıldığında insan ister istemez “Ulan heteroseksüellik çok fena bir şey, yasaklansa mı acaba?” diye düşünüyor. Öyle ya, durum ortada, görmezden gelinecek gibi değil. Ama biz LGBTİ+ varlığını kriminalize edenler gibi kötü niyetli değiliz, şükür. Meselenin inanların cinsiyet kimlikleri ya da cinsel yönelimleri olmadığını, aksine üretim ilişkilerinde ezen ve ezilenlerin konumlanışı olduğunu biliyoruz. Yaşam değil de kâr odaklı bir dünyada yaşamanın bu gibi sonuçlar doğuracağını, ezilenlerin öfkesini başka yere çekmek, bakışları bulandırmak için yeni yeni düşmanlar üretileceğini, nefretin ve şiddetin her yere hakim olacağını biliyoruz. Bu durum karşısında ne yapmalı? Ezilenlerin birleşerek kendilerini açlığa ve sefalete, nefrete ve horlanmaya mahkûm edenlere karşı birlikte mücadele etmesi tek çare gibi görünüyor. Vaktiyle işlerinden atılan Tekel işçileri Ankara’ya gelip direniş başlattıklarında, LGBTİ+’lar örgütlü olarak gelip onlara destek vermişlerdi. İşçiler başta şaşırmış ama sonra zihinlerindeki LGBTİ+fobi çatırdayarak kırılmış ve yerini ortak mücadeleye bırakmıştı. Bu belki küçük ama önemli bir adımdı. Bunu büyütmek ve geliştirmek bizim elimizde. Çünkü gerçekten de: Kurtuluş yok tek başına…
Atilla Dirim
(Kaos GL)