Atilla Dirim

Atilla Dirim son yazıları

Atilla Dirim tüm yazıları

26.06.2024 - 08:38

Otoriterizmin gölgesinde Onur Ayı

LGBTİ+’ların eşit, özgür ve onurlu yaşam talebinin ifade edildiği Onur Ayı, dünyada ve Türkiye’de otoriter yönetimlerin baskı ve şiddetinin gölgesinde kutlanıyor. Geçtiğimiz haftalarda Eskişehir’de Onur Yürüyüşü yapmak isteyen LGBTİ+’lar polis şiddetiyle engellenirken, Ankara’da baskıya rağmen üç ayrı noktada yürüyüş yapıldı. İstanbul’da Trans Onur Yürüyüşü devlet güçlerince devletin yasalarına aykırı bir şekilde engellendi. Toplu taşıma seferlerini durduran ve Beyoğlu’nu olduğu gibi ablukaya alan polis baskısına ve şiddetine rağmen şehrin çeşitli yerlerine dev trans bayrakları asıldı ve yürüyüşler yapıldı. Gözaltına alınan iki kişi, akşam saatlerinde serbest bırakıldı.

Otoriterizmin gölgesi

Kapitalizmin 2008’de girdiği ve giderek derinleşen krizi, 2015’ten sonra ABD, Rusya, Polonya, Macaristan ve başka birçok ülkede otoriter yönetimlerin iktidara gelmesine neden oldu. Türkiye’de de aynı durum yaşandı ve toplumun hak arayan kesimleri üzerinde yoğunlaşan baskılar, LGBTİ+’lar üzerinde özel bir şekilde odaklandı. Yukarıda sayılan ülkelerin yanı sıra, Almanya’da AfD başta olmak üzere çeşitli sağcı/faşist partiler, LGBTİ+’ların aile kurumuna zarar verdiği, toplumu “cinsiyetsizleştirdiği” ve bunun sonucu olarak da nüfus oranlarının düşmesine neden olduğu gibi absürt iddialarla ekonomik krizin pençesinde umutsuzluğa ve çaresizliğe kapılan işçilerin öfkesini LGBTİ+’lara yöneltmeye çalıştı. Polonya’da “LGBTİ+’lardan arındırılmış bölgeler” ilan edilirken, Rusya’da LGBTİ+ varoluşu “terörist” olmakla özdeşleştirilerek her türlü faaliyetleri yasaklandı.

Türkiye’de de otoriterleşen AKP-MHP iktidarı, LGBTİ+’ları akla gelebilecek her türlü yöntemle kriminalize etmeye çalıştı. Devletin irili ufaklı bütün yöneticileri LGBTİ+ varoluşunu “aileyi bozmaya” çalışan dış mihrakların maşası ilan ederken, LGBTİ+ faaliyetleri neredeyse tümüyle yasaklandı. Sivil toplum kuruluşu adı altında nefret örgütleri bir araya gelerek “Büyük Aile Yürüyüşü” adıyla gövde gösterisi yapmaya çalıştılarsa da toplumda bunun karşılığı çok cılız oldu. Bu yürüyüşlere nefret örgütlerinin militanlarından başka katılan olmadı. Ancak iktidar aile üzerinden LGBTİ+’lara yönelik baskısını sürdürdü; her ilde “aile çalıştayları” düzenlenerek, LGBTİ+ varoluşunu hedef haline getirecek önlemler alınacağı ilan edildi, bunun için büyük bütçeler ayrıldı. Ayrıca Yeniden Refah gibi nefret odaklarına yapılan seçim ittifakı vaadi üzerinden yapılacak anayasa değişikliğiyle LGBTİ+ derneklerini kapatma tehdidi de sürüyor.

Bütün bunlar olurken, muhalefet partileri de AKP-MHP iktidarının estirdiği LGBTİ+ karşıtı rüzgâra kapılarak temel insan haklarının çiğnenmesi karşısında sessiz kaldı. LGBTİ+’ları çok sınırlı da olsa kapsayan tek sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına son derece cılız tepkiler verilirken, 2015 yılında LGBTİ+’ların insan hakları kapsamında haklarının korunması ve herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmalarının önüne geçilmesi için 22 maddelik bir kanun teklifi hazırlayan CHP, iktidar partilerinin baskısı altında LGBTİ+ kısaltmasını kullanmaktan bile kaçınır oldu. Keza seçimlere Yeşil Sol Parti olarak giren ve HEDEP ismini alan Kürt hareketi de yaptığı tüzük değişikliğinde LGBTİ+ kısaltmasını çıkardı ve sadece “cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim” ifadelerine yer verdi.

Sol saflarda kafa karışıklığı

Sol saflarda ise “kimlikçilik” tartışması olanca hızıyla sürüyor. Dogmatik sol, “kimlik” mücadelesini “burjuva siyaseti” olarak değerlendirerek, “kimlik siyaseti” yapan solun işçi sınıfını burjuva partilere yönelttiği gibi iddialarda bulunuyor. Bu anlayışın hedefinde Kürt hareketi, kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketi var . 

Benzer bir kimlikçilik tartışmasına da “anti-woke” ekseninde rastlıyoruz. Başta kadınlar, LGBTİ+’lar, siyahlar olmak üzere ezilenlerin haklarını savunmanın işçi sınıfı hareketini gerilettiğini iddia eden bu yeni-sağcı düşüncenin örneklerine Türkiye’de de giderek daha fazla tesadüf ediliyor. Bu düşünce de esasen ezilenlerin hareketine nefret duyan egemen sınıf ideolojisine yaslanmakla birlikte, “solcular” tarafından yapıldığında arka planını yine tek mücadelenin emek mücadelesi olduğu dogmasından alıyor.

Ancak Marksizm değişen dünyada değişmeden kalan bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Marx ile Engels de kesintisiz olarak mücadeleden öğrenmiş, kendilerini sürekli olarak yenilemiş, geliştirmiş ve ortaya çıkan yeni koşullara uyumlu hale getirmeye çalışmıştı. Günümüz dünyasında LGBTİ+ mücadelesine sırt çeviren bir Marksizm, asla Marksizm olamaz. Bugün biliyoruz ki, toplumun ezilenleri kurtulmadıkça işçi sınıfının bağlarından kurtulması mümkün değildir. LGBTİ+’lara uygulanan baskı ve şiddet, işçi sınıfını bağlayan zincirin bir halkasıdır. Kürt halkına (ve ezilen diğer halklara) uygulanan baskı ve şiddet, işçi sınıfını bağlayan zincirin bir diğer halkasıdır. Her gün kadınların öldürülmesi, eşit yaşam haklarının ayaklar altında çiğnenmesi, evet, bunlar da işçi sınıfını bağlayan zincirin bir başka halkasıdır.

Zinciri kırmak

Bu zinciri kıracak olan, ezilenlerin ortak ve birleşik mücadelesidir. “Dünyanın bütün işçileri, birleşin!” şiarını gerçekleştirmenin yolu her şeyden önce işçi sınıfını bölen egemen sınıf fikirlerini, yani ırkçılığı, milliyetçiliği, cinsiyetçiliği, LGBTİ+ düşmanlığını geriletmekten geçer. Kadın-erkek, Kürt-Türk, hetero-LGBTİ+ vd. olarak bölünmüş işçi sınıfının birlik olarak esas düşman kapitalist sınıfa, ya da en küçük bir işletmedeki patrona karşı bile başarıyla mücadele etmesi mümkün değildir. Özellikle LGBTİ+ nefretinin her gün işçi sınıfının damarlarına pompalandığı bu günlerde, kazanımlar elde etmesi için LGBTİ+ hareketinin içinde ve yanında yer almak, başka bir dünya mümkün diyen devrimciler için en öncelikli görevlerin başında gelir.

Atilla Dirim

(Sosyalist İşçi)


Bültene kayıt ol