Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

19.01.2024 - 08:44

İsrail soykırımdan yargılanıyor

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık’ta, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhinde soykırım davası açarak ihlallerin acilen durdurulmasına yönelik ihtiyati (geçici) tedbir kararı alınması için Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu.

Güney Afrika, 84 sayfalık iddianamesinde İsrail'i, Soykırım Sözleşmesi'ni üç şekilde ihlal etmekle suçluyor.

İlk olarak, İsrail’in, Gazze'de yürüttüğü operasyonlarda, aynı ulusa, ırka ve dine mensup Gazze halkına karşı soykırım maksadıyla öldürme, ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verme güdüsüyle hareket ettiğini ve Gazzelilerin yaşam şartlarını, fiziksel varlığını ortadan kaldıracak şekilde kasten değiştirdiğini iddia ediyor.

İkinci olarak, İsrail'in soykırımı önlemede başarısız olduğunu ifade ediyor.

Üçüncü olarak da, İsrail'in soykırımı teşvik eden konuşmalar yapan yetkilileri cezalandırmadığını söylüyor.

Dava duruşması, 11 ve 12 Ocak tarihlerinde Hollanda’nın Lahey kentinde görüldü. Mahkeme önünde yüzlerce gösterici Filistin bayrakları ile duruşma saatleri boyunca sloganlar eşliğinde Güney Afrika’ya destek verdi. Batı Şeria’daki Nelson Mandela meydanında da Filistinliler gösteriler düzenledi.

Güney Afrika, duruşma sırasında delil olarak Başbakan Netanyahu dâhil çok sayıda İsrailli Bakan, milletvekili, subay, asker ve gazetecinin açıklamalarını, İsrail askerlerinin Gazze’de çektiği kendi videolarını, gazetecilerin çektiği fotoğraf ve videoları kanıt gösterdi.

Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı’nın, Arakanlı Müslümanlara karşı uyguladığı soykırımcı politikalar nedeniyle Myanmar yönetimine karşı aldığı ihtiyati tedbir kararını da göstererek Gazze’de bu kararların alındığı koşullardan çok daha ağır gelişmeler yaşanmakta olduğunu anlattı.

Bu tarihi davada İsrail’in savunması ise gösterilen videolarda tüm Gazzelileri hedef alan açıklamaların 7 Ekim saldırısının yarattığı şok ve travmaya dayandırılması şeklindeydi. Açıklamaların İsrail’in uygulamalarını yansıtmadığını, İsrail’in uluslararası hukuka uygun bir şekilde kendini savunma hakkını kullanmakta olduğu söylendi. 

Davanın önemi 

Mahkemenin kesin kararını vermesi aylar alacak ama daha önceki davalarda da olduğu gibi “ihtiyati tedbir” kararının en fazla iki veya üç hafta içerisinde açıklanması bekleniyor. Tedbir kararı, soykırımcı olduğu düşünülen ama kesinleşmeyen yöntemlerin derhal durdurulması anlamına gelecek ve mahkemenin kararları uluslararası hukuk açısından bağlayıcı. 

Mahkeme kararlarının bağlayıcı olması günümüz koşullarında, İsrail’in bu karara uyacağı anlamına gelmiyor. Ya da ABD’nin İsrail’e silah desteğini keseceği anlamına da gelmiyor. Divan’ın alacağı kararların uygulanması, dünyanın en azından “büyük devletlerinin” kararın arkasında durmasına bağlı. Zaten ABD’nin önceki işgalleri, Rusya’nın Ukrayna işgali ve Azerbaycan’ın Karabağ’daki etnik temizliği; uluslararası hukuk ve “düzenin” ortadan kalkmış olduğunun kanıtıydı. Fakat yine de ilk kez Batı emperyalist bloğu içerisinde yer alan bir ülke hakkında tedbir kararı alınır ve uygulanmazsa, bu, bütün bir Batı “medeniyetinin” demokrasi ve hukuk anlatısını boşa düşürecek önemli bir gelişme olacak.

Uluslararası hukuk alanında deneyimli olan birçok yorumcunun ortak düşüncesi, Güney Afrika’nın elinin çok güçlü olduğu yönünde. Ancak Mahkeme heyeti de İsrail’e destek veren ülkelerin büyük basıncı altında. İsrail, Myanmar ya da Rusya (Uluslararası Ceza Mahkemesi, Putin hakkında yakalama kararı almıştı) gibi Batı bloğunun karşısında yer alan bir ülke değil. ABD açıkça Güney Afrika’yı eleştiriyor. Diğer ülkeler keskin açıklamalar yapmasa da İsrail’in yanında yer almaya devam ediyor çünkü mahkemeden çıkacak bir tedbir kararı İsrail’e silah ve para desteği sağlayan ülkeleri de sanık sandalyesine oturtacak.

Dava, Ukrayna savaşı ile Batı bloğundaki çatlağın yeniden açılmasına da neden oldu. İspanya, İrlanda ve Belçika; İsrail’e açık destek veren ABD, Birleşik Krallık ve Almanya ile bu konuda çatışıyor. Örneğin Belçika Kalkınma Bakanı Caroline Gennez, Almanya’ya "Gerçekten ikinci kez tarihin yanlış tarafında durmak istiyor musunuz? Etnik temizlik gerçekleşirken beklemeye devam edecek miyiz? 'Bir daha asla' dediğinize emin misiniz?" diye seslendi.

Güney Afrikalı Yahudi yazar Tony Karon, dava hakkındaki yazısına şu sözlerle başlamıştı: “İsrail’de bir hayalet dolaşıyor, Güney Afrika hayaleti”. Karon, Mandela’nın 1997’de söylediği “Bizim özgürlüğümüz Filistinlilerin özgürlüğü sağlanmadan tamamlanmayacak” sözlerini hatırlatıyordu. Güney Afrika’daki apartheid (ırk ayrımcılığı) rejimine karşı siyah hareketinin verdiği mücadelenin kendisini her zaman İsrail’deki apartheid rejimine karşı mücadele veren Filistin direnişi ile özdeşleştirdiğini söylüyordu.

İsrail’in savunmasındaki kötülüğün sıradanlığı

İsrail’in savunması sırasında, suçlamaları absürt ve temelsiz bulduğunu söylemesi, Güney Afrika’yı soykırım kavramının içini boşaltmakla itham etmesi, saldırgan tarafın ve soykırım uygulama hedefi güdenin Hamas olduğunu söylemesi ve bu davanın Hamas’ın hukuki kolu olduğunu belirtmesi aslında köşeye sıkışmış olduğunun bir göstergesiydi. 

Savaş muhabiri Chris Hedges’in deyimiyle, bu savunma İsrail’in tek bir sağlam argümanı olmadığını gösteriyor. Hedges, mahkemenin İsrail aleyhine karar vermesi durumunda; İsrail’in Yahudilerin her daim mağdur olduğu tezinin, İsrail’in tüm Yahudileri koruduğu tezinin, Gazze’yi açık hava hapishanesine dönüştürme gerekçesinin ve İsrail’i eleştirmenin anti-semitizm olduğu iddiasının büyük zarara uğrayacağını vurguladı.

İsrail’in savunmasında Gazze’de yaşananları sıradanlaştırarak anlatması akıllara Hannah Arendt’in sözlerini getiriyor. Arendt, Nazilerin SS yetkilisi ve "Yahudi Sorununun Nihai Çözümü" programının hazırlayıcısı Adolf Eichmann’ın yakalandıktan sonra 1961’de Kudüs’teki yargılamasını izleyip “Kötülüğün Sıradanlığı: Eichmann Kudüs'te” kitabını yazmıştı. Mahkemeyi izlerken milyonların ölümünden sorumlu olan Eichmann’ın son derece sıradan bir şekilde savunma yapıyor olmasını ve sadece emirleri yerine getirdiğini söylemesini “kötülüğün sıradanlığı” sözleriyle açıklıyordu. Benzer şekilde İsrail temsilcilerinin yaptığı savunmada da İsrail saldırıları sonucu binlerce sivilin çektiği açlık, yaralanmalar, çaresizlik ve ölümler, Hamas’ın sivilleri kalkan olarak kullanmasına bağlandı. Hamas’ın Yahudiliği hedef aldığı, Gazze’ye insani yardımın girmesinin engellenmediği, saldırılan hastanelerin Hamas’ın komuta merkezleri olduğu ve hala Hamas’ın elinde esirler olduğu gerekçe olarak sunuldu. Kötülük son derece “sıradan” bir şekilde Lahey’de savunuldu.

Ancak bir kitle hareketi tedbir kararını uygulatabilir

Bu tarihi dava İsrail aleyhine sonuçlanırsa İsrail’in Batı bloğu içerisindeki meşruiyeti geri dönülmez bir biçimde tartışma konusu olacak. Artık İsrail’i eleştirmeyi antisemitizm olarak itham etmek mümkün olmayacak. 

Davayı Güney Afrika’nın açmış olması ve aşağıdan bir destek görmesi de son derece önemli. Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan gibi bir ülke açmış olsaydı muhtemelen tarafsız görülmeyecekti ve bu rejimlerin baskıcı karakteri nedeniyle dünya halklarında şimdiki heyecan ve destek de oluşmayacaktı.

Davaya şu ana kadar sahip çıkan az sayıda devlet var, ancak hemen her ülkede milyonlarca kişi davayı heyecanla karşılamış durumda. Üç aydır süren küresel sokak hareketi, davayı kendi mücadelelerinin de bir parçası olarak görüyor ve kazanırsa büyük bir moral zafer kazanılmış olacak. İsrail ve ABD karara uymasa dahi artık sokaklara inmek çok daha meşru olacak. Artık ateşkes talebi uluslararası hukuk desteği elde etmiş olacak. 

Yahudi ve anarşist yazar Naomi Klein, bu dava ile BDS hareketinin yani ‘boykot, yatırımların çekilmesi ve yaptırım uygulanması’ hareketinin yeni bir ivmelenme kazanacağını söyledi. BDS Hareketi, Güney Afrika’ya karşı dünya çapında bir harekete dönüşen BDS kampanyasını örnek alıyor. Güney Afrika çok ciddi bir küresel meşruiyet krizine girmişti kampanya sayesinde. Yatırımların çekilmesi sonucu önemli ekonomik zorluklar yaşamış, birçok uluslararası yarışmadan ve turnuvadan men edilmişti. Klein, eğer dava kazanılırsa şimdi İsrail için BDS talebinin önünün açılacağını söyledi.

Kanadalı Yahudi tarihçi Yakov Rabkin de kitaplarında ve son makalesinde Siyonizm’in Avrupalı, ırkçı ve yerleşimci bir emperyalist proje olduğunu anlatıyor. Avrupalı Yahudiler arasında gelişen ve Batılı emperyalist devletlerin desteğiyle fiiliyata geçen bir proje: Batının bölgesel çıkarlarıyla sürekli bir ilişki içerisinde. Ancak Ortadoğu devletleri açısından da önemli bir rolü var son birkaç on yıldır. Ortadoğu ülkelerinin egemen sınıfları “Kendi nüfuslarını kontrol etmek zorundalar ve İsrail, nüfusu kontrol etmek için teknoloji ve know-how’u sağlayan önemli bir tedarikçi” diyor Rabkin. 

Filistin’e destek eylemlerinin büyümesi ve radikalleşmesi Mısır için de, İran için de, Suudi Arabistan için de ve Türkiye için de büyük bir risk. Bu ülkeler, sınıfsal gerilimin 2011 Ortadoğu Devrimleri ve 2013 Gezi isyanı ile patlayabildiğini gördüler. Tüm bu eylemler enternasyonalist bir hava estirdi bölgede. Birbirine dost veya düşman bütün rejimleri sarstı. Filistin’le dayanışma eylemlerinin büyümesi, kontrolden çıkarak her biri bir şekilde İsrail ile ekonomik ve siyasi ilişkilere sahip bu ülkelerdeki iktidarları tehdit edebilir. 

İsrail’e yönelik soykırım kararı alınabilmesi ve onun uygulanması, özgür bir Filistin’de laik ve demokratik bir rejimin kurulması ancak İsrail’e destek veren ülkelerdeki savaş ve emperyalizm karşıtlarının mücadelesi ve Ortadoğu’daki kitle eylemlerinin baskıcı rejimleri devirmesi ile mümkün olabilir.

Özdeş Özbay

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol