Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dün Wuhan Koronavirüsü için uluslararası acil durum ilan etti. Tuna Emren yeni salgın hakkında bilinenleri yazdı.
WHO Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Bu salgını yenmenin tek yolu tüm ülkelerin birlikte çalışmasıdır” diyordu. Pekin ziyaretinden yeni dönen Ghebreyesus, satır aralarında Çin’in virüsle savaşta son derece başarılı olduğunu da vurguladı.
Bir anda peyda olup hızla yayılan bir virüsten endişe duymamak elde değil elbette. Tarih boyunca yaşanan tüm büyük salgınlarda patojenin kendisinden önce korkusuna yenik düştük. Gerçekçi bir değerlendirme hep sonradan geliyor. Wuhan virüsünde de bunu yaşıyoruz. Nedense korkuyu körüklemekten zevk duyanlar da var. Ortaya atılan çılgınca iddialar ve bunlara dayanılarak yaratılan komplo teorileri bir türlü bitmek bilmedi. Evet, Çin kapalı bir kutu gibi adeta. Çoğunlukla şeffaf davranmadığı için “Çin’den her şey beklenir” diye düşünüyoruz. Oysa böyle bir salgının hızla kontrol altına alınabileceği nadir ülkelerden biri. Çünkü bu konuda son derece deneyimliler. Salgının merkezi olan Wuhan ivedilikle karantinaya alınmış olsa da her pandemide beklenebileceği üzere virüsün yayılması kaçınılmazdı.
Şunu da hatırlamak gerek; geçtiğimiz yıllarda çeşitli virüsler için acil durum ilan edilmiş fakat hiçbiri bu ölçekte panik yaratmamıştı. Örneğin 2019’da Ebola, 2016’da Zika, 2014’te hem Ebola hem de Polyo için küresel alarm seviyesine geçildiğine şahit olduk.
Hücreleri kandırıyor
Virüsler vücuda girdiklerinde, ilk işleri sağlıklı hücreleri ele geçirmek olur. Çünkü kendilerini kopyalayamıyor, bu iş için harici bir sisteme ihtiyaç duyuyorlar. Kopyalanamazlarsa çoğalamazlar. Yani aslında tek ‘amaçları’ çoğalmak ve yayılmak. Stratejileri çok basit ama her seferinde işe yarıyor; hücreleri kandırıp, kendilerini hücrenin ihtiyaç duyduğu bir besin gibi gösteriyorlar. Bunun için o besinin şekline bürünmeleri yeterli.
Böyle bir hileyle içeri sızmayı başardıklarında artık kendi genetik malzemelerini, çoğaltılması gereken bir şablon olarak sunabilirler. Bu noktadan sonra onlara engel olabilecek hiçbir şey yok. Şablonu aldığı anda virüs çoğaltan bir yazıcıya dönüşen hücre de kendisine verilen görevi yerine getirmek zorunda. Sonuçta sayıları artınca - ki bu da çok hızlı gerçekleşiyor - çoğalmayı başardıkları hücreden çıkıp diğer hücreleri de kandırmaya koyuluyorlar.
Vücudumuzun bu saldırıdan kurtulmak için yapabileceği tek şey, doğru antikoru üretmek. Bağışıklık sisteminin kayıtlarını tutan B hücreleri önceki savaşların nasıl kazanıldığını da bilir. Aynı virüsle tekrar karşılaştıklarında, savaşı kazandıran antikorun üretilme süresi kısalıyor.
Aslında viral hastalıklarda görülen yüksek ateş, boğaz ağrısı ya da öksürüğe sebep olan şey virüsün kendisi değil, vücudumuzun ona karşı yürüttüğü bu amansız savaş. Savaş üç cephede yürütülüyor. İlki, boğaz (bademcikler). İkincisi, tüm vücuda yayılmış olan lenf düğümleri. Ve son cephe de dalak.
10 bin yıldır burada ama şimdi daha tehlikeli
Corona’dan bir önceki saldırgan SARS virüsüydü. Ancak SARS da özünde bir coronavirüs. Coronavirüsler memeliler ile kuşlarda etkili ve insanlara bulaştığında solunum yolları enfeksiyonuna yol açıyor. Biz buna soğuk algınlığı diyoruz. Özetle gerçek adı SARS-CoV olan SARS virüsü, genomik yapısı değişime uğramış bir soğuk algınlığı virüsüydü.
Coronavirüsler MÖ 8000’den beri buralarda. On bin yıldır mutasyona uğruyorlar. Bu mutasyonların bazıları, ele geçirdikleri türe özgü bariyerleri de aşmalarını sağlayabilir. Adaptasyonu öyle bir seviyeye varmıştır ki artık yeni türlerde de başarıya ulaşma şansı olur. Diğer bir deyişle, hayvanlardan insanlara atlayabilir, insandaki dolaşımı boyunca mutasyona uğramaya devam eder.
Virüsler, insanlarda dolaşırken geçirdikleri mutasyonlara rağmen, çoğunlukla zayıflama eğiliminde oluyorlar. Çünkü bağışıklık sistemi dediğimiz şey, olağanüstü bir moleküler savunma sistemi. Ne var ki saldırıya hızla yanıt verebilmek için geliştirdiği yöntem, bazen bunda başarısız olmasına da yol açabilir. Kabaca şöyle özetlenebilir; patojenleri öncelikle soyağacından tanıyor. Yani o ağaçtaki çeşitli türlerin kendilerine özgü farklarını boşverip, ağacın desenine uygun bir savunma geliştiriyor. Virüsler taktik değiştirdiğinde bu savunma başarısız olabilir. O zaman savaşın ikinci evresine geçiliyor. İlk evrede başarısız olan bağışıklık sistemi bu kez özel bir bellek sistemini devreye sokar ve bu sayede birbirinden yaratıcı stratejiler geliştirmeye başlar.
Wuhan virüsü, mutasyona uğramış yeni bir patojen. Bağışıklık sistemi onunla yeni tanıştı. Önce soyağacı savunmasını başlattı, başarıya ulaşamayınca stratejik saldırıya geçti.
Hastalığın yayılma hızı R0 2,6 olarak kayda geçirildi; Her hasta takriben 2 ila 3 kişiye bulaştırıyor. Buna temel üreme sayısı deniyor. Bu haliyle SARS’ın yayılma hızından düşük, Ebola’dan yüksek. Şimdilik… Çünkü bu da güncellenebilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün paylaştığı verilere göre, ölüm oranı da %2 ila 3 arasında. Herkesi öldürmüyor; bu ihtimal sadece 40 yaş üstü, kronik hastalıklara sahip bireyler için geçerli. Sebebi de bağışıklığın söz konusu hastalıklar nedeniyle zayıflamış olması.
Domuz gribi ve MERS’te ölüm oranı %34, SARS’ta %10’du. Fakat sadece ölüm oranına ya da yayılma hızına bakarak bir sonuca varmak da yanlış olur tabii. Bildiklerimiz, bilmediklerimizden az. Toplam vaka sayısı 2.800 civarında ve bunların %98’i Çin’de görüldü. Diğer ülkelerden 37 vaka bildirimi yapıldı, biri hariç hepsinin Çin’e seyahat ettiği biliniyor (WHO; 30 Ocak). Fakat virüsün kuluçka süresinden emin değiliz örneğin. Coronavirüs ailesi için bu süre genelde 2-10 gün arasında değişir. Bir virüste iki haftadan uzun süren bir kuluçka dönemine nadiren rastlanıyor. Dolayısıyla, kuluçka döneminin en fazla iki hafta olabileceğini tahmin ediyoruz. Lancet’ta yayımlanan bir araştırma, ciğerlere yerleşip sessizce bekleyebildiğini de gösterdi ama bu da şu ana dek sadece bir vakada görüldü. Virüs SARS ve MERS’e mi daha yakın, yoksa sıradan soğuk algınlığına mı, bunu da bilmiyoruz. Hâlâ araştırılıyor.
Kaygılanmalı mıyız? Evet, elbette. Hiç kaygı duymamak pek de zekice bir tutum olmazdı. Peki korkmalı mıyız? Görünen o ki şimdilik panik yapmaya gerek yok.
Laboratuarda üretilmiş olabilir mi? Olabilir, mümkün. Fakat bunun yanıtını da virüsün genomu üzerinde yürütülen araştırmalardan alacağız.
Aşılar yolda
Virüsün genom bilgileri herkesin erişimine açıldı. Dünya genelinde muazzam bir çalışma yürütülüyor.
Genom araştırmaları bize bu virüsün insana hangi türden bulaştığının yanıtını verebileceği gibi, ne tür bir aşıya ihtiyacımız olduğunu da söyleyecek. Hatta öncesinde geliştirilmeye başlanmış bazı antiviral ilaçların Wuhan virüsünde etkili olabileceğini gösteren bazı bulgulara sahibiz.
Aslında aşı üretmek pek de kolay bir iş değil. Genelde yıllarca süren çabaların sonucunda elde ediliyor. Biyoteknoloji alanındaki atılımlar bu çalışmaların hızlanmasını sağladı. Laboratuarların önemli bir kısmı, olası bir pandemiye hızla cevap verebilmeye adanmıştı zaten. Zamanında SARS için üretmeye başladıkları aşıları rafa kaldırmış, aynı formülleri bir sonraki bilinmeyen virüse uyarlayacakları güne hazırlanıyorlardı. Wuhan virüsünün genomu SARS genomuna çok benzediği için, ellerindeki aşıları geliştirmeleri pek zor olmayacak. Şimdiden beşten fazla aday sunuldu bile.
Avustralya, Peter Doherty Enfeksiyon ve Bağışıklık Enstitüsü araştırmacılarıysa bir adım daha atarak, virüsü laboratuarda yeniden oluşturmayı başardı. Ellerindeki örnekler hem Dünya Sağlık Örgütü ile hem de diğer laboratuarlarla paylaşılacak. Tahmin edebileceğiniz üzere, aşı çalışmalarına hız kazandıracak bir atılım bu.
Gelgelelim, özel laboratuarlarda üretilen bu aşıların her biri için milyonlarca dolarlık yatırım yapıldı. Buraya kadar yürütülen çalışmalar insanlığın hayrınaymış gibi görünse de, aslında hepsi kâr amaçlı girişimler. Genel tutumları şöyle oluyor; ilk testleri tamamlandığında, salgın hâlâ aynı hızda yayılmaya devam ediyorsa, o zaman ‘deneysel’ olarak görülen bu aşılar sadece ön saflardaki sağlık personeline uygulanıyor. Bunun bir sebebi de testlerin öyle hemen hızlıca sonlandırılamaması. Yani güvenilir olduklarının kanıtlanabilmesi için zamana ihtiyaç var. İşler bu aşamada biraz kızışabilir…
Tuna Emren