Beşar Esad rejiminin ani düşüşüne soldan iki farklı tepki geldi. Bunlardan baskın olanı yazar ve aktivist Tarık Ali tarafından çok iyi ifade edildiği şekliyle şöyledir; “Bugün Suriye’de tanık olduğumuz şey büyük bir yenilgidir... Jeostratejik açıdan bakıldığında ise bu durum Washington ve İsrail için bir zafer olmuştur.” Karşısına ise Suriyeli sosyalist Joseph Daher’in ifade ettiği azınlık görüşü geliyor: “Bu olaylarda ne ABD’nin ne de İsrail’in parmağı var.”
Her ikisi de yanılıyor.
Yaşadığımız dönem, büyük emperyalist güçlerin, Orta Doğu özelinde ise bölgesel güçler arasındaki rekabetin giderek yoğunlaştığı bir zaman dilimidir. Bu nedenle siyasi krizler genellikle hem iç hem de jeopolitik boyutlar içeriyor.
Bunlar bazı durumlarda aynı yönde ilerler. Örneğin, Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol’un kitle baskısı sonucunda görevden alınması hem halk hareketi ve sol için bir zafer, hem de Çin’i kuşatma çabalarındaki ABD için bir yenilgidir. Bazı örneklerde ise bir boyut diğerinin önüne geçer. Nitekim ABD’nin jeopolitik olarak, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir vekalet savaşı yürütmek için kullanması Ukrayna ulusal mücadelesini yutarak yok etti.
Suriye örneğinde jeopolitika ile iç koşullar arasındaki ilişki oldukça karmaşık. Uluslararası Sosyalist Akım’ın bir açıklamasında belirtildiği gibi, Esad’ın düşüşü “kesişen iç ve dış faktörlerin” bir sonucudur. İçeride rejim, baskı ve yolsuzlukla öylesine çürümüştü ki İslamcı hareket Hey’et Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) tek bir hamlesiyle yıkıldı.
Şam’ın yeni HTŞ valisi Muhammed Gazal geçen hafta Reuters’e verdiği demeçte “Bu çökmüş bir devlet. Harabeler, yıkıntılar, harabeler,” diyor. Esad ve yandaşları 2011 Devrimi ile devrilip gitmek yerine Suriye’yi yok etmeyi tercih ettiler. Ekonominin hacmi 2011’den bu yana geçen on yılda yarı yarıya küçüldü. Memurların maaşı ayda 25 dolara kadar düştü ve bu da ülkedeki yolsuzlukların yaygınlaşmasına yol açtı.
Rejim için ölmeyi göze almaktansa, askerler HTŞ’nin ilerleyişi karşısında görev yerlerini terk etti. Bu arada Esad da onları terk etti. Başbakanına bile haber vermeden, ailesiyle birlikte Moskova’ya kaçtı. Suriye devlet fonlarının 250 milyon dolarını da Rus bankalarına yatırarak yanında götürmüş oldu.
Esad, iktidara tutunabilmek adına sürekli olarak jeopolitik unsurlara bel bağlamıştı. İç savaşı da Rusya, İran ve Lübnanlı Şii İslamcı hareket Hizbullah’ın askeri desteği sayesinde kazandı. Ancak şimdi tutunduğu o jeopolitik unsurlar aleyhine işliyor. Rusya da Ukrayna’daki savaşla meşgul. Esad yardım istemek için Moskova’ya uçtuğunda Vladimir Putin onu yüzüstü bıraktı.
Daher’in söylediğinin aksine, ABD ve İsrail’in rolü burada önem kazanıyor. Güçten düşmüş bir Esad’ı yerinde tutmayı tercih ederlerdi muhtemelen, bu açıdan doğrudur. Nitekim böylece, bölgesel kargaşanın ortasında bir öngörülebilirlik sağlanabilirdi. Ancak İsrail’in Lübnan’a saldırısı ve bununla bağlantılı olarak İran’a yönelik saldırıları –hepsi de Biden yönetimi tarafından güçlü bir şekilde desteklendi– Esad’ın devrilmesine katkıda bulundu. Hizbullah büyük ölçüde zayıfladı ve İran daha fazla çatışmaya girmekten kaçınmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki Esad Esad bu ülkelerden yardım talep etmeye bile denememiş.
Dahası, ABD ve İsrail şimdi Esad’ın devrilmesinden faydalanmaya da çalışıyor. Netanyahu, İsrail ordusuna derhal Golan Tepeleri’nin kontrolünü sağlamlaştırma, yeni Suriye topraklarını ele geçirme ve Esad rejiminin askeri altyapısını yok etme emri verdi. Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ise Washington’un Orta Doğu’yu “yeniden düzenleme” planlarını hayata geçirebilmek için görüşmelere başladı.
İsrail dışında kalan bölgedeki en önemli aktör ise HTŞ’nin saldırılarına izin veren Türkiye. Türkiye ve müttefiki Katar’ın istihbarat şefleri Esad’ın devrilmesinden sonra Şam’ı ilk ziyaret eden isimler arasındaydı.
Bununla birlikte, tüm bu yırtıcıların arasında Suriyeli kitlelerin kendilerini savunabilecekleri bir alan oluştu. IŞİD ve El Kaide kökenli HTŞ kendisini ulusal bir güç olarak yansıtmaya çalışsa da toplumsal tabanı oldukça zayıf ve tüm diğer siyasi güçlerle bir denge kurmakta zorlanacak gibi duruyor.
Kuzey Suriye’nin büyük bölümünü kontrol eden Kürt hareketleri ise önemli oyuncular durumundalar. Dolayısıyla Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da giderek artan nüfuzunu onları bastırmak için kullanmaya çalışacaktır.
Sonuç olarak, Suriye halkının vermekte olduğu mücadele sonlanmış değildir. Bununla birlikte, diktatörlüğün çöküşü, Suriye’de mücadele veren kitleler için, örgütlenebilecekleri bir soluklanma alanı açmış oluyor.
Alex Callinicos
Socialist Worker’dan çeviren: Ayça
(Sosyalist İşçi)