Donald Trump, 5 Kasım günü gerçekleşen Amerikan Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı Kamala Haris’i hezimete uğratarak, büyük bir farkla yeniden başkan seçilmişti. Amerikan seçim sistemine göre, kasım ayı başında seçilen başkanlar, göreve haftalar sonra, bir sonraki yıl 20 Ocak’ta başlıyor. Bu geçen süre içinde, eski başkanlar tam yetkiyle görevlerine devam ediyor.
20 Ocak günü yemin ederek göreve başlayacak olan Trump, bu süreyi boş geçirmedi. Kabinesi’ne ve devletin üst düzey organlarına atayacağı isimlerin büyük bir kısmını belirledi. Bugüne kadar açıklamış olduğu adaylara göz attığımızda, Trump’ın yeni dönemine ilişkin felaket senaryolarını andıran bazı yorumları haklı çıkaracak gibi görünüyor.
Saldırgan bir otoriter
Trump bu dönemi sadece atayacağı adayları belirlemekle geçirmedi. Bir yandan da iktidarı döneminde gerçekleştirmek istediği siyasi ve ekonomik hedeflerine dair açıklamalarda bulundu. Açıkladığı bazı görüşleri, seçimlerin ardından “bundan sonra dünyanın Trump öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayrılacağını” iddia eden siyaset yorumcularını doğrular nitelikte oldu.
Örneğin, 1900’lerin başında Amerikan finansmanıyla inşa edilen ve 20 yıl boyunca ABD tarafından işletilen Panama Kanalı’nın ABD’ye “geri verilmesi gerektiğini” ilan etti. Kanada’nın Amerika’nın bir eyaleti olması gerektiğine dair iddialarda bulundu. Kanada Başkanı Justin Trudeau’nun “bir Amerikan valisi” olduğu şeklinde alaycı ifadelerde bulundu. Danimarka’ya ait olan Grönland’ın ABD’ye verilmesi gerektiğini ileri sürdü. Bu ürkütücü iddialar ve taleplerinin yanı sıra, daha da ileri adımlar da attı.
Aşırı sağcı bir kabine
Kabinesinde yer vereceğini açıkladığı isimler, Amerikan tarihinde görülmemiş ölçüde aşırı sağcı ve milyarderlerden oluşuyor. Öyle ki, birçok yorumcu Amerika’da yeni bir oligarşik düzenin kurulmakta olduğunu ileri sürmeye başladı.
Örneğin, Demokrat Parti’nin sol kanadının liderlerinden Bernie Sanders, ABD’nin hızla kendilerini daha da zenginleştirme peşinde olan milyarderler tarafından yönetilen oligarşik bir devlete dönüştüğünü belirtiyor. Sanders bu konuda şöyle diyor: “Hızla oligarşik bir toplum biçimine doğru ilerliyoruz...” Dünyayı dolaşarak,
“Rusya'da Putin'in oligarşisi var” diyemeyiz. İyi de “bizim de burada oligarşimiz var.”
Trump’ın seçilmesi bazı kesimlerde şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratsa da başta Wall Street devleri olmak üzere, petrol, teknoloji ve silah şirketleri gibi büyük kapitalist işletmeler bu durumdan oldukça memnun görüyor.
Kapitalistlerin Trump’ın kazanmasına sevinmelerinin ne kadar haklı çıktığını şimdiden görebiliyoruz. Nitekim, Trump’ın seçilmesinin ardından New York borsası haftayı yükselişle kapattı. Amerikan elektrikli otomotiv devi Tesla’nın değeri 1 trilyon doları aştı. Trump’ın seçim kampanyasına aktif destek veren ve dünyanın en zengin insanı olan Elon Musk’ın serveti 300 milyar doları aştı.
Trump’ın Kabinesinde yer alacak veya yönetimde üst düzeylere atanacak adayların çoğu, Trump’ı seçimlerde bağışlarıyla destekleyen milyarderlerden oluşuyor. Sanders’in belirttiğine göre, 2024 yılından Amerikalı 150 milyarder seçimlerde adayları “satın almak için” 2 milyar dolar harcadı. Elon Musk’ın seçimlerde Trump’ı desteklemek üzere kurduğu süper PAC platformu tek başına 200 milyon dolardan fazla para harcadı. Amazon’un sahibi olan ve dünyanın en zenginleri arasında yer alan Jeff Bezos ise açıktan para bağışı yapmasa da sahibi olduğu etkili yayın organı Washington Post’un Yayın Kurulu’nun gazetede Harris’i desteklediklerini açıklamalarını engelleyerek, pasif olarak Trump’ı destekledi.
Bunun karşılığında Trump, kendisini seçimlerde destekleyen milyarderleri devletin üst düzey görevlerinde atayarak ödüllendiriyor.
Servet yoğunlaşması
Amerika’da perde arkasında politikaları etkileyen ve hatta belirleyen çok sayıda uluslararası şirketin olduğu bilinen bir gerçek. Yeni olan ise, son yıllarda küresel düzeyde gerçekleşen pandemi, iklim değişikliği ve ekonomik krizler gibi bir dizi krizle birlikte milyarlarca insan yoksullaşırken, milyarderlerin servetlerine servet katmakta olduğu. Nitekim Amerika’da bu durum çok daha ileri düzeyde gerçekleşiyor. Örneğin, bu yılın aralık ayı başında Amerika’daki en zengin 12 milyarderin serveti 2 trilyon doları aştı. Bu, Türkiye’nin 2024 yılında elde etmesi beklenilen ulusal gelirinin yaklaşık yüzde 65 üstünde bir miktar. Amerika’da bir avuç elitin elinde toplanan bu muazzam boyuttaki servet birikimi, aynı zamanda bu milyarderlerin ulusal düzeyde kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını dayatma gücünü de sağlıyor.
Trump’ın faşizan dünyası
Trump milyarderleri etrafında toplamakla da yetinmiyor, kendisine muhalif olanları cezalandırmak üzere başına dünyanın en zengin kişisi olan Elan Musk’ı atadığı ve görevi “devlet dairelerini düzenlemek” olacak yeni resmi bir kurum kuracağını açıkladı. Bu kurumun hükümetten bağımsız devlet daireleri ile Trump karşıtı görünen ya da kendisini desteklemeyen özel şirketlere sağlanacak finansmanlar konusunda baskılar yapması hiç de şaşırtıcı olmayacak. Trump bunun sinyallerini seçim kampanyaları sırasında, birçok kez rakiplerini yargılatacağını ve cezalandıracağını belirterek vermişti.
Bütün bu gelişmeler bize, İngiltere merkezli Economist dergisinin seçim haftası sayısının kapağını hatırlatıyor: “Trump’ın Dünyasına Hoş Geldiniz.”
Kısacası, Trump uzun bir süredir sinyallerini verdiği, faşizan ve otoriter ideolojisi doğrultusunda yeni bir Amerikan rejiminin inşası yönünde kararlı adımlar atmaya daha şimdiden başladı diyebiliriz.
Yukarıdaki veriler göz önünde bulundurulduğunda, Trump’ın ülke içinde atmakta olduğu adımlarının, ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik yapısını kapsayacak şekilde yeni, oligarşik bir rejim yönünde ilerlediği pek kuşku götürecek gibi değil. Bu ilerlemeyi durduracak olan Trump’ın bir önceki dönemde yenilmesini sağlayan ABD’deki milyonlarca ezilenin yığınsal mücadelesidir.
F. Levent Şensever
(Sosyalist İşçi)