İklim değişikliğine neden olan sera gazlarının salımlarını azaltmak üzere hazırlanan ilk uluslararası sözleşme Kyoto Protokolü idi.
Anlaşma ile sanayileşmiş ülkelerin, 1990’daki salım oranlarını 2008-2012 yılları arasında %5 oranında azaltması hedefleniyordu. Anlaşmanın yürürlüğü girebilmesi ve uluslararası hukuk açısından bağlayıcı olabilmesi için iki şartı vardı: En az 55 ülkenin dahil olması ve 1990'da sera gazı salımlarının en az yüzde 55'inden sorumlu olan ülkelerin imzalaması. İlk şart 2002 yılında yerine getirildi. İkinci şart ise 2001 yılında ABD Başkanı George W. Bush’un, protokolü uygulamaya kalkmanın ABD ekonomisine ağır hasar vereceğini söyleyerek çekilmesiyle iyice zora girmişken 2004 yılında Rusya’nın protokolü imzalaması ile süreç tamamlanabildi. Kyoto Protokolü hazırlandıktan sekiz yıl sonra 2005 yılında yürürlüğe girmiş oldu. Türkiye de en son imzalayan ülkeler arasındaydı. Geç ve sancılı olsa da uluslararası bir sözleşme niteliği kazanmış olan Protokol hedefleri açısından ise tam bir fiyaskoydu. Protokol’ün hedefi olan sanayileşmiş ülkelerin 1990 yılındaki salım oranlarından %5 oranında azaltım oranına bırakın yaklaşmak gittikçe hedeften uzaklaşıldı. 1990 yılında toplam karbon emisyonunun %53.88’inden sorumlu olan G20 ülkelerinin karbon salımları 2012 yılında %67.63’e, 2013 yılında ise %68.10 ulaştı. Türkiye’nin de aralarında olduğu gelişmekte olan ülkelerin ise karbon salım oranları %100’den fazla arttı.
Marakeş umut olabilir mi?
Kyoto’dan sonra tarihte en hızlı onaylanan uluslararası anlaşma unvanı ile Paris İklim Anlaşması 4 Kasım’da yürürlüğe girdi. Anlaşmanın nasıl uygulanacağı, uygulama kurallarının neler olacağının belirleneceği iklim zirvesi de (COP 22) 7-18 Kasım tarihlerinde Fas’ta Marakeş’te yapıldı. Cinsiyetçi, ırkçı, mülteci düşmanı Donald Trump aynı zamanda şiddetli bir iklim inkarcısı ve seçilirse ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çıkaracağı da seçim vaatleri arasındaydı. Marakeş’in ikinci gününde Trump ABD’nin yeni başkanı oldu. Paris İklim Anlaşması’nın Trump öncesinde yürürlüğe girmiş ve anlaşmanın (3+1) yıl bağlayıcılığının olmasının şimdilik Trump’ı bu vaadinden alıkoyacağı düşünülüyor. ABD Sekreteri John Kerry’nin dakikalarca ayakta alkışlandığı söylenen Marakeş’teki konuşmasında gelişen yenilenebilir enerji piyasasına işaret ederek politikalara değil de, piyasaların belirleyiciliğine güven duyulması gerektiğini söylemesi de Trump’ı engelleyici bir unsur olarak dile getiriliyor. Ama iklim değişikliği konusunda bugüne kadar adım atılmamasını sağlayan önemli bir unsur da bu piyasalar değil miydi?
Zirve döneminde Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin tüm fosil yakıt rezervlerini son damlasına kadar eriteceğiz söylemi, zirveye katılan Türkiye heyetinin iklim fonları olmadan herhangi bir adım atmayacaklarını ifade etmesi yine bir iklim zirvesinin insani ve ekolojik kaygılardan uzak gerçekleştiğini gösteriyor. İklim zirvelerinin bu tarzda şekillenmesi çok anormal bir durum değil, şirketler ve şirketlerle ekonomik kriz ile birlikte daha içli dışlı hale gelen devletlerden daha fazlası beklenemez. İklim zirvelerinde devletlerin bugüne kadar olumlu açıklamalarına yol açan da aslında aşağıdan gelen hareketlerin gücü oldu.
Nuran Yüce
(Sosyalist İşçi)