Türkiye 2011’de İstanbul Sözleşmesi’ni parlamentosunda onaylayan ve imzalayan ilk ülkeydi. O dönemde Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ‘Sözleşme’ye çekincesiz imza koymasıyla övünürken birçok ülkede “ekonomik kriz” nedeniyle çıkmayan uyum yasalarının Türkiye’de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını ve bunun gereklerinin yapılacağını da söylüyordu. Son on yılda İstanbul Sözleşmesi’ni gerektiği gibi hayata geçirmeyen hükümet geçtiğimiz yılın başından itibaren de “Aile yapısı bozuluyor, toplum değerleri parçalanıyor” gibi asılsız iddialarla ‘Sözleşme’yi tartışmaya açtı, kaldıracağını söyledi.
‘Sözleşme’ye yönelik her türlü saldırıya karşılık kadınlar Türkiye’nin dört bir tarafında defalarca sokağa çıktı ve saldırıları püskürtmeyi başardı. Daha geçtiğimiz yaz yapılan kamuoyu araştırmaları ‘Sözleşme’ye desteğin yüzde yetmişlerde olduğunu gösteriyordu. Kadınların yıllardır verdiği mücadeleler sonucu hazırlanan ve yine yıllardır eksiksiz uygulanması için mücadele edilen sözleşmenin bir gece yarısı Resmî Gazete’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshedildiği duyuruldu.
Bu karar usulsüzdür. Yetki aşımı ile alınmıştır. Bu, kararın hukuki olarak yok hükmünde olduğu anlamına gelir. İstanbul Sözleşmesi’ne, aslında kadınların eşitlik, özgürlük taleplerine, LGBTİ+’ların varlığına düşman olanlar kararın açıklanması ile “morardınız mı” tweetleri atsalar da hiçbir talepten, hiçbir haktan, hayatlarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Haklarımızı kararnamelerle kazanmadık, bir kararname ile vazgeçecek değiliz.
İktidar ittifakı eşitliğe karşı
Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada “Türkiye, bugüne kadar kadın haklarını desteklemek ve iyileştirmek için birçok somut adım atmıştır ve bu mekanizmalar hala yürürlüktedir” denilmekte. Bu doğru değil. Özellikle 2012’den sonra kadınların haklarına yönelik ciddi saldırılar oldu.
Nafaka hakkının sınırlandırılması, TCK 103’üncü madde kapsamında ceza almış, çocuk cinsel istismarı faillerine af teşebbüsü gibi meseleler hep gündeme getirildi. Güvenli, erişilebilir, sağlıklı kürtaj hakkı, kadınların doğurganlıkları ve bedenleri üzerindeki en temel haklarıdır. Bu hakka saldırdılar. Kürtaj şu an Türkiye’de resmi olarak 10. gebelik haftasına kadar yasal olsa da fiilen yasaklanmış durumda. 2020 yılı Türkiye’deki kamu hastanelerinde kürtaj hizmetleri araştırma raporuna göre, toplam 295 kamu hastanesinin sadece 10 tanesinde isteğe bağlı kürtaj hizmeti herhangi bir şart gözetmeksizin sağlanıyor, 185’inde ise sağlanmıyor. Aile hekimlerinin spiral takmasına da izin verilmiyor.
Kadınlar ancak aile içindeyse, çocuk doğuruyorsa makbul sayıldı. Hayatlarının her alanında erkeklere göre dezavantajlı pozisyonda olan kadınları güçlendirici adımlar atmak bir yana, var olan haklar da tırpanlandı. Esnek, kayıt dışı, güvencesiz çalışma en fazla kadınları etkiliyor. Erkeklerden daha az maaş alıyorlar. Ev işleri yemek, temizlik, çamaşır, bulaşık gibi tüm işler ve hasta, yaşlı bakımı nedeniyle, kadınlar çalışamadığını açıkça ifade ediyor. Bu işlerin hepsi aileye, aile içinde de kadınlara yüklenmiş durumda. Kadının rolünün annelikten ve hizmetten ibaret olduğu bir aile kurumu var. Ve en çok bu aile kurumu içinde erkekler tarafından şiddet görüyor, tecavüze uğruyor, öldürülüyor, ekonomik ve psikolojik şiddete maruz kalıyorlar.
İktidar; toplumsal ve ailevi değerlerle bağdaşmıyor, diyerek bu sözleşmeden çekildiğini söylüyor. ‘Sözleşme’ şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması için toplumsal cinsiyet eşitliği temelli politikaların geliştirilmesini bizzat devlete yüklüyor. Bu aynı zamanda fiziki, ekonomik, psikolojik şiddetin tanımını genişleten, faillerin etkin kovuşturma ve soruşturma süreçlerini ve cezalandırılmasını içeren bir sözleşmedir. En önemlisi de şiddetin kaynağını eşitsizlikte gören ve bu eşitsizliği gidermeye yönelik adımlar atılmadan şiddetin önlemeyeceğini söyleyen bir sözleşme olmasıdır. ‘Sözleşme’ye karşı olanlar, asıl olarak kadınların eşitliğine karşılar.
Oysa eşitlik olmadan adalet de olmaz, şiddeti de önleyemezsiniz.
‘Sözleşme’den hiçbir zaman hoşlanmadılar
Bu hükümet sadece eşitliğin giderilmesinde değil, şiddetin önlenmesinde de üstüne düşen görevleri yerine getirmedi.
Kadınların 6284’ten faydalanarak şiddetten korunması başlı başına bir mücadele konusu oldu ve ancak kadın dayanışmasıyla sağlanabildi. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nden faydalanarak şiddete uğrayan, öldürülen kadınların davalarına dahil olabildiler, faillerin hak ettikleri cezaları almaları ise her bir davanın takibinde, sokaklarda, sosyal medyada çıkarılan sesler sayesinde oldu. Eğer devlet kendi üstüne düşen sorumlulukları yerine getirseydi, 6284’ü eksiksiz uygulasaydı bugün birçok kadın hayatta olacaktı. Defalarca şikâyette bulunmuş oldukları halde devletin koruyamadığı kaybedilen kadınların listesi her geçen gün artmayacaktı.
Türkiye’de hâlâ kadına yönelik erkek şiddeti özelinde 7/24 çalışan bir destek hattı yok. Cinsel şiddet kriz merkezleri yok. Sadece 3.482 yatak kapasiteli 144 sığınak var.
Sağcı örnek, örnek değildir
Hükümet; İstanbul Sözleşmesi’ne sadece biz karşı değiliz “Avrupa Birliği’nin 6 üyesi (Bulgaristan, Macaristan, Çekya, Letonya, Litvanya ve Slovakya) İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamamıştır, diyor; “Polonya da eşcinsel grupların toplumsal cinsiyet hakkındaki fikirlerini tüm topluma empoze etme girişimini gerekçe göstererek sözleşmeden çekilmek için adımlar atmıştır.”
Evet, kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılar son yıllarda pek çok ülkede sağ otoriter siyasetin yükselişiyle birlikte hız kazandı. Kapitalist sistemde aile, tüm devletlerin üstüne titredikleri kurum. Hem işçilerin bir sonraki işgününe hazırlanması hem de yeni işçi nesillerinin üretildiği yer.
Bütün bu işler aile kurumu aracılığıyla da kadınların üzerine yıkılıyor. Bu yeniden üretim süreci kadın ve erkekten oluşan heteroseksüel aile ile gerçekleştiği için kriz dönemlerinde cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı, homofobi, transfobi de artıyor, kadınların hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor.
İktidar, özellikle son yıllarda dünyadan örnek ala ala en berbat uygulamaları sahiplendi. İdam cezasını uygulayan ülkeler, bu cezanın Türkiye’de de uygulanması için gerekçe olamaz. Kazanılmış evrensel haklardan geri adım atmak için gösterilen örnekler, aşırı sağcı uygulamalardan ibarettir. Polonya’da LGBTİ+’ları hedef gösteren iktidar uygulamaları örnek alınacak değil, ancak ve ancak eleştirilecek gelişmelerdir.
Nuran Yüce
(Sosyalist İşçi)