Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun “Kadının kariyeri annelik olmalı” beyanı ve Kobanê direnişinde kadınlar silahla kendilerini ve yaşadıkları yeri savunurken yurt içi ve yurt dışı medyasında sadece bunun pazarlanması, çok farklı gibi görünmesine rağmen, aslında aynı sorunsalın iki yüzüdür; kadının nasıl temsil edileceği ve kadının aslında ne olduğu sorusudur.
Beden politikaların iktidarla ilişkisi, iktidarın kendisini mevzilendirdiği temel alanlardan biri olarak bu soruları ortaya çıkıyor. Her türden muhafazakâr siyasetin kadın bedenine olan ilgisi, özellikle kapitalizmin krize girdiği, kâr oranlarının düştüğü dönemlerde, kadınları annelik ve aileye sıkıştırma yönündeki politik taleplerde bir artış oluyor. Bir diğer nokta ise kadın bedeninin cinsiyetle ilişkisi; kadın “sistemin güvencesi olarak konumlandırıldığı noktada iki şeyin temsilcisi hâline gelir; erkeğin olmadığı şey, yani farklılık; erkeğin vazgeçmek zorunda olduğu şey, yani aşırılık”. (Jacqueline Rose “Görme ve Cinsellik” Metis yayınları, çev, Ayşe Deniz Temiz)
Gezi olayı hepimize, gündelik yaşamın nasıl da politik olduğunu ve devletin baskısının sınırlarının aslında bu alanın içinden de geçtiğini çok yakından gösterdi. Kamusal alanın simgesel olarak bölünmesi ve kurulması etrafında süre giden ideolojik çekişme, bu alanın kendisini de çeşitli şekillerde tasnif etmektedir. Kamusal alan nötr bir kavram, fiziksel mekandan ibaret bir boşluk, devlet ve sivil toplumun karşılaştığı muhayyel bir bütünlük değildir. Bu alan tekrar tekrar yeni baştan kurulan, içinde bir mücadelenin sürdürüldüğü ve tanımı yoruma açık bir doğadadır. Başka bir deyişle, ideolojinin dışına çekebileceğimiz “nesnel gözlemci konumu” denen şeyin kendisi baştan ideolojiktir.
Bizim konunun bağlamına dönersek, “erkek bakışının” kamusal mekânı, kendi libidinal ekonomisine göre kadın ayak altından çekilmeli ya da en fazlası kendisine layık görülen pozisyonu almalıdır. Böylece kamusal mekan yeniden eril biçimde libidinize edilebilir. Kadının “kutsal anne” (aşırılık) olarak tanımlanması, onunla ilgili korkuların ve kaygıların bertaraf edilmesine yönelik bir teşebbüstür. Erkek kabilesinin homo erotik bağlarının sıkılaşması ancak bu sayede mümkün olabilir.
Kobanê direnişindeki kadınların silahlarıyla gülerek ve “çekici” (yüzlerinde ne bir çizik ne de yorgunluk ifadesi vardır bu pazarlanan fotoğraflarda) fotoğraflarının pazarlanması, gene erkek kabilesinin bu homo erotik bağlarının sıkılaşmasının diğer yüzüdür. Öteki beden aslında hâlâ öteki bedendir, bir de ellerinde silah vardır. Her iki konumda da baki kalan (öteki) kadın korkusudur, yarattığı anksiyetedir. Oryantalist metinlerde hep gördüğümüz, cinsellikle ve baştan çıkarılmayla birlikte anılan kadın gene karşımızdadır, hem bu sefer eksikliğinin (fallik) örtüsü silah da vardır. Böylece eril düzende bir varlık hâline gelir.
Bu anlamda kadınların her zaman her şekilde her türden politik taleplerini üstlenmek, her halükarda politikada ve hayatta yer almalarını savunmak gerekmektedir. Çünkü politika tek bir anlamın dayatılması değil, gösterenlerin tekrar tekrar eklemlenmesine olanak açan tek alandır. Ancak o zaman belirli gösterenlerin (erkeklik, kadınlık) tek bir anlamın ifadesi olarak dayatılmasına karşı çıkabiliriz.
Sibel Erduman