OHAL döneminde çıkarılan KHK’lardan sonra bu sefer Cumhurbaşkanlığı genelgeleriyle yönetiliyoruz. Bunlardan bir tanesi de Cumhurbaşkanlığının 28 Ocak 2022 tarihli “Basın ve Yayım Faaliyetleri” hakkındaki 2022/1 sayılı Genelgesi. Genelge 29 Ocak tarihli Resmî gazetede yayımlandı.
Genelge şu tespitle başlıyor: “Dijitalleşme çağında kitle iletişim araçlarının sunduğu imkânlardan en iyi şekilde yararlanılmasını temin etmek ve olası zararlı etkilerinden korunma için gerekli tedbirleri almak elzem hale gelmiştir.” Genelgeye göre; “milli kültürümüzü yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı korumak için...Aile ve toplum yapısını ‘temelden sarsmaya yönelik’ açık veya örtülü faaliyetlere karşı kanuni müeyyide gerekleri yerine getirilecek…
AKP ve MHP iktidarı ekonomiden, eğitime ve oradan kültüre sermayenin pürüzsüz dolaşımını sağlamak için ellerinden geleni artlarına koymaksızın müdahale ediyorlar, kırıp dökmeye aldırmadan kendi yöntemleriyle tam saha pres uyguluyorlar. Kürt illerindeki belediyelere kayyumlar atandıktan sonra yavaş yavaş Türkiye çapında tüm kurumlara kayyum atamakla meşguller. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyuma karşı direniş geliştiği için gündem oldu, İstanbul Sözleşmesi de öyle. Şimdi de sosyal medya.
Ama bu daha çetrefilli bir alan.
Otoriter rejim ve dijital ortam
Akademisyen Funda Başaran internet ortamının düzenlenmesini 2007 yılından başlatmak gerektiğini söylüyor; “5651 sayılı Yasa’nın ilk ihlali 2007’de parlamentodan muhalefet olmadan geçti…Türkiye yasalar aracılığı ile özgürlükçü olmayan pratiklerin yaşandığı bir ülke olmaktan dijital otoriter diyebileceğimiz bir ülkeye dönüştü. Türkiye’de otoriter bir rejim var. Bu otoriter rejimin dijital ortamı, internet ortamı da otoriteryan bir internet ortamı,” diyor. Yazısının devamında ‘AK trollerin’ sosyal medyadaki manipülasyonlarından bahsediyor. (Anka haber ajansı)
Dijital Düşün Derneği’nden Özgür Kurtuluş ise şöyle diyor, “Bu teknolojiyi iyi kullanmak, bunun bize getireceği özgürlük olanaklarını iyi kullanmak görevimiz. Eğer kullanamazsak bunu devletler ve şirketler daha iyi kullanacak ve bu özgürlük alanı giderek gerileyecek. Daha fazla denetim, kontrol ve baskı göreceğiz. Bu arada sosyal medyayı en çok kullanan ülkelerdeniz ama içerik üretmede sonlardayız. Güvensiz bir internetimiz var. Güvenliği nasıl sağlayacağımızı bilmiyoruz. Kişisel verilerimiz ortalıkta (…) İnternetsiz bir hayat düşünülemez. İnternetsiz hayatı hiç düşünemeyecek bir kuşak geliyor. Bize düşen görev hangi alanda çalışıyorsak bu alanda dijital yetkinliği arttırmaya ve insanları bu yönde eğitmeye yönelik çalışma yapma zorunluluğu (…) Hiçbir alanda yaşanmadığı gibi internette de özgürlüğü devlet vermeyecek. O özgürlüğü ya biz alacağız ya da alamayacağız.”
İnternet ve özgürlük ilişkisi
Dünya genelinde internet yeniyken her türlü sınırlamadan muaf bir özgürlük ortamı, her şeyi dönüştürebilecek muazzam bir özgürlük platformu olarak görülüyordu. Veri akışının ve izleme tekniklerinin merkeziyetçi olmayışının pek iç ferahlatan bir durum olmadığı bir müddet sonra ortaya çıktı çünkü bütün kişisel bilgilerimize erişebilecek durumdaki hükümetler, açık açık ya mahremiyet ya güvenlik açığı çağrısı yapıyor. Mesela Julian Assange olayına bakalım, 2006'da gizli bilgi ve fotoğrafları yayımlayan WikiLeaks'i kurdu, 2010'da ABD askerlerinin Irak'ta bir helikopterden ateş açarak 18 sivili öldürdüklerini gösteren görüntüleri yayınladı. Ve o günden beri devletin gizli belgelerini yayınlamaktan dolayı ağır cezaya çaptırılması söz konusu ki yaklaşık 11 yıldır da zaten özgülüğü elinden alındı. Bu anlamda genel olarak sosyal medya ve ifade özgürlüğü meselesi de tartışmalı bir mesele.
İfade özgürlüğümüze dokunmayın!
Bir tarafta Ensar Vakfı gibi kuruluşlardaki tacizlerin üstü kapanır, kadına yönelik şiddet konusunda çok önemli olan İstanbul Sözleşmesi yasal olmayan bir yöntemle feshedilerek şiddete karşı kadınlar korumasız bırakılırken, sosyal medyada aileyi korumak adına yapılacak kısıtlamalara bakınca bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyebiliriz. Ama aslında ikisi de turşu. Aile adı verilen turşu. Sorunlar, ne olursa olsun aile içinde kalsın diye uğraşanların tüm özgürlüklerimize müdahalesi olarak ele almamız lazım meseleyi. Onun için topun ucunda kadın hareketi ve ailede ya da Ensar Vakfı gibi gruplarda cinsel ya da psikolojik tacize uğramış çocukların seslerini bir şekilde duyurdukları sosyal medya var. Aslında inanılmaz bir çürümüşlük söz konusu. Yeni ‘kültürel simgeleri’ AVM ve dini bayram sembollerinin karışımından, postmodern bir kapitalist kültürel formdan başkası değil. Sermayeye tam sadakat. Bunun dindarlık, aile değerleriyle hiç ilgisi yok. Ya satın al ya sus diyorlar, ifade özgürlüğünden taviz vermeyeceğiz, pazarlık konusu olarak görmeyeceğiz, satın almayacağız, konuşacağız, her mekânda her yerde üstelik.
Sibel Erduman