1970’lerin sonlarından 2011 yılına gelinene kadar devrim düşüncesi geçmişte kalmış, modası geçmiş, başarısız olmuş bir düşünce olarak görülürdü. Neoliberalizmle birlikte kapitalizm zaferini ilan etmiş, artık devrimlerin olmayacağı bir dünyanın doğduğunu müjdelemişti. Ancak durum böyle olmadı 2011 yılında önce Tunus, sonra Mısır, sonra çok daha geniş bir coğrafyada sıradan insanların ayaklanması ve mevcut rejimleri devirmeleriyle devrim hayatımızdan çıkmadığını bir kere daha gösterdi.
Devrim sözcüğü, yaygın inanıştaki gibi alaşağı etmek anlamındaki devirmek kökünden gelmemektedir. Kökeni Latincedeki revolvō uzanan ve Türkçeye asıl olarak Fransızcadaki revolucion üzerinden geçen devrim sözcüğü daha çok harekete vurgu yapar ve bu anlamda kökeni dönme, dönüş anlamındaki devirdir. Duménil, Löwy ve Renault tarafından derlenen kavramlar sözlüğünde ise sözcüğün geleneksel olarak yıldızların yörüngeleri etrafındaki hareketlerini tanımladığı söylenmektedir.
Marksizm, en basit şekilde kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde baskı kurmasının bir aygıtı olarak tanımlanan mevcut burjuva devlet aygıtının devralınamayacağını, yerine işçilerin kendi özyönetimlerine dayanan yepyeni bir yapı kurmak gerektiğini söyler. Bu sebeple işçi sınıfı, parlamenter yolla, gerilla eylemiyle, bir grup elitin öncülüğüyle vb değil sadece ve sadece kendi kitlesel hareketinin sonucunda iktidara gelebilir. Marksizm için devrim işçi sınfının bu kitlesel eylemine verilen isimdir.
Ancak Marx ve Engels, işçi sınıfı devrimi dışında başka devrimler de tanımlamışlardır: Köylü devrimi, burjuva devrimi gibi… Devrimler çoğu zaman her sınıfın yerinin tam olarak belli olduğu bir saflık içinde gerçekleşmezler. Bazı devrimler, her zaman sosyalizmle veya yeni bir ekonomik sistemle sonuçlanmaz ve sadece politik yönetimin değişmesiyle sonuçlanır, bazıları ise toplumun üzerinde yükseldiği temeli, kapitalizmi veya geçmişte feodalizmi bütünüyle altüst eder. İlk durum gerçekleştiğinde politik devrimden, ikincisinde ise toplumsal bir devrimden bahsediyor oluruz.