Aslolan kadınların özgürlüğüdür

27.07.2019 - 11:00

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi.

Türkiye’nin ilk imzacılarından olduğu sözleşme imzacı ülkelere şiddetin önlenmesi konusunda pek çok yükümlülük getiriyor. Ayrıca bu yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini denetliyor ve önemli yaptırımlar içeriyor.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık konularında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı belge. Sözleşme şiddeti ele alırken, kapsayıcı olacak şekilde şiddeti önleyici ve  mağdurların korunması, faillerin cezalandırılması ve konuyla ilgili gerekli politikaların üretilmesi gibi bütüncül bir perspektife sahip.  Kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet ayrımcılığının hem sonucu hem de nedeni olarak tanınmasını sağlıyor. Ayrımcılık maddesi altında “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği”ne vurgu yaparak, bu konuda da ayrımcılık yapılmayacağını beyan eden ilk uluslararası sözleşme. 

Şimdi iktidar bloku kadın hareketinin bu kazanımı "aileyi korumak" adına yok etmeye çalışıyor. Üstelik sadece iktidar da değil, geçtiğimiz günlerde muhalefet partilerinden Saadet Partisi'nin Konya milletvekili Abdülkadir Karaduman, sözde antikapitalist, özde cinsiyetçi bir açıklamayla sözleşmenin fesh edilmesi gerektiğini savundu. 

Sosyalist İşçi, kadın aktivist ve gazetecilere İstanbul Sözleşmesi'nin önemini ve sözleşmeye dönük saldırının sebebini sordu.

Çağla Oflas: “Haklarımızı mücadeleyle kazandık”

31 Mart yerel seçimleri aşamasında hükümet tarafında bulunan muhafazakar STK'lar, köşe yazarları, Akit gibi gazeteler tek bir koro hâlinde İstanbul Sözleşmesi'nin aileyi tehdit ettiğini söylediler. Hatırlanacağı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan da aile birliğinin tehdit altında olduğundan yakınmış ve sözleşmenin iptal edilebileceğini söylemişti.

Türkiye bu sözleşmenin ilk imzacısı olmasına rağmen sözleşmenim koşullarını layıkıyla yerine getirebilmiş değil. Sadece Haziran ayından bugüne 40 kadın cinayeti işlendi. Durum gerçekten çok vahim. İktidar bloğu kadınlara karşı mücadele ediyor. Kadın cinayetlerini tırmandıracak değil önleyecek önlemlere ihtiyacımız var.

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa tıpkı kıdem tazminatının gaspı gibi kırmızı çizgimizdir. Üstelik kadınlar kazanımlarını mücadeleyle kazandılar. Kazanımlarının ellerinden gitmesini öylece seyretmeyeceklerdir.

Melis Alphan: “Kadınların şiddetten korunmasını istemiyorlar”

İstanbul Sözleşmesi sonuçta kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak işlevini görüyor, aynı zamanda kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunuyor, tüm mağdurların korunması ve onlara destek olunması için kapsamlı bir çerçeve ve politika tasarlıyor. Bu anlaşma Türkiye’nin taraf olduğu sözleşme kanun hükmünde, dolayısıyla buna tabiyiz ve bu İstanbul’da imzalanıyor çünkü o dönem AKP kadın haklarında adım atıyor görüntüsü vermek istiyor. Görüntüsü vermek istiyor diyorum çünkü samimi olmadığını bugün görüyoruz çünkü bütün bu saldırılara meydanı açıyor, bunun alt zeminini mecliste kurduğu boşanma komisyonuyla, aslında kendisi hazırladı. Kadın örgütleriyle tamamen bir kopuş yaşayarak onları dinlemek yerine Boşanmış Babalar Derneği, Aile Akademisi Derneği gibi grupları dinleyerek aslında bütün bu saldırılara meydanı AKP açtı. O yüzden de bu saldırılar tırmanmış vaziyette, nafaka hakkına saldırılar başladı. Birkaç yıldır da başta Akit olmak üzere yandaş medyada kadınların İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kadını şiddetten korumakla ilgili yasa dâhil her türlü kazanımına karşı toplu bir saldırı söz konusu. 

Meltem Oral: “Tehlikede olan kadınların hayatıdır”

Son yıllarda kadınların kazanılmış haklarına dönük sistematik saldırıların bir parçası olarak şimdi de İstanbul Sözleşmesi’ne göz dikildi. 

Yasal düzlemde siyasi iktidar eliyle nafaka hakkının gaspı gibi girişimler aile kurumunun tehlike altında olduğuna dair bir söylemle el ele ilerliyor. 

Neredeyse ailenin çözülmekte olduğu ve bunun nedeninin de kadınları görece koruyan yasalar olduğu anlatılıyor. 

Aile kurumunun 'çözülmesinin' sermaye, devlet ve iktidar açısından neden tehlike olarak görüldüğü sorusu bir kenara, bugün esas önemli olan sorunların üzeri örtülüyor. 

Esas tehlike budur. Tehlikede olan kadınların hayatıdır. Aile içi şiddetin, kocaları, babaları, abileri tarafından öldürülen kadınların, çocuk istismarının üzerinin aile söylemiyle örtülmesi tehlikelidir.

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol