Rusya: Emperyalist bir odak

06.03.2018 - 06:59

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında Rusya devletine ilişkin yanlış analizler yorumlandı:

Gezegenimizdeki karasal alanların altıda birini kaplayan sınırsız ham madde ve enerji kaynaklarını barındıran topraklarıyla ilk emperyalist devletler Britanya, Fransa ve ABD’nin gözünü kamaştıran bir yarı sömürge durumundaki Rusya, 20. yüzyılın başından itibaren diğer emperyalistler arasında kendine yer bulmaya çalışan bir ülke hâline gelmişti. Rusya Çarlığı, hem kendi ülkesinde, hem de işgali altında bulunan Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Kazakistan’da yaşayan halkları boyundurluğu altında eziyordu. Çarlık rejimi, ilk büyük emperyalist boğazlaşma olan Birinci Dünya Savaşına Britanya ve Fransa’nın yanında katılarak nüfuz alanını Balkanlar ve Orta Avrupa’yı da kapsayacak şekilde büyütmek istiyordu, ancak kendi sınırları içerisinde işçi sınıfı ile sürdürdüğü mücadelede yenilmesi emperyal hayalleri sona erdirdi. Şubat 1917’de savaşa karşı barış, ekmek ve özgürlük talepleriyle ayaklanan işçi sınıfı bir hafta içinde yüzyıllardır hüküm süren çarlık rejimini devirdi. Şubat Devrimi ile birlikte Rus işçi sınıfının iktidar organları olarak yeniden boy gösteren Sovyetler (ilk olarak 1905 ayaklanması sırasında ortaya çıkmıştı), Ekim 1917’deki muzaffer ayaklanma sonrasında bütün Rusya’da iktidarın tek odağı hâline geldi.

Ekim Devrimi, Çarlık rejimi altında tutsak yaşayan bütün halklara özgürlük getirmiş ve buralarda da Sovyetler kurulmaya başlamıştı. Bu gelişme, Birinci Dünya Savaşı’nın tarafı olan bütün ülkelerde peşpeşe kitlesel grevler ve işçi ayaklanmalarının önünü açtı. Emperyalistler, kendi sonlarını gördükleri Sovyet sisteminin, Rusya’daki işçi sınıfı iktidarının yayılmasını önlemek için aralarındaki boğazlaşmaya son verdiler. Birinci Dünya Savaşı sona ermişti ve artık emperyalist devletlerin tamamının gündemindeki ilk madde Çarlık kalıntılarını yeniden iktidara getirmek olmuştu. Bu kışkırtma Rusya’da kanlı bir iç savaşı tetikledi.

Rus bürokrasisinin yükselişi

Emperyalist devletler, destekledikleri gerici güçlerin iç savaşta yenilmelerini engelleyemedi, ancak Sovyetlerin kendi ülkelerinde kurulması tehdidini savuşturmayı başardılar. Diğer taraftan, Sovyetler Birliği adını alan ilk sosyalist devlet, iç savaşın dehşet verici yıkıntısını gidermek için “geri adımlar” atmak zorunda kaldı. Bu adımların atıldığı dönemde yeni bir güç siyaset sahnesine çıktı ve adım adım işçi sınıfının iktidarını gasp etti. Adı yine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) olarak kalan bu devletin yeni egemen sınıfı olan bürokrasi, Bolşevik (Komünist) Partisi ve Sovyet’lerin isimlerini değiştirmeden yapılarını kendi çıkarlarına göre dizayn ederek devlet kapitalisti bir rejimi inşa etme sürecine girdi. Bürokrasi, bolşeviklerin dünya devrimi perspektifini ağır fiziksel saldırılar ile etkisiz hâle getirdikten sonra önceliği Batılı kapitalistleri “yakalamaya” verdi. Böylece, Ekim Devrimi ile çok kısa bir süre kesintiye uğrayan Büyük Rus Emperyalizmi hayali yeniden canlandı.

Rusya 2. Dünya Savaşı’na hazırlanıyor

Birinci Dünya Savaşı, Ekim Devrimi nedeniyle emperyalistler arasındaki hiyerarşik düzen belirlenmeden bitmek zorunda kalmıştı. Ancak, dünya devrimi perspektifinin yenilgiye uğraması emperyalistleri kaldıkları yere, Dünya hegemonyası mücadelesine geri götürdü. Sovyetler Birliği, yaklaşan İkinci Dünya Savaşına diğer emperyalistleri aratmayacak bir şekilde hazırlanıyordu.

Sonunda savaş 1939 yılında yeniden patlak verdi ve altı yıl boyunca insanlık tarihinin en korkunç yıkımı gerçekleşti. Emperyalistlerin hegemonya mücadelesi 60 milyon insanın ölmesine yol açmıştı. Sovyetler Birliği, 21 milyon vatandaşını kaybetmesine rağmen savaşın ABD ile birlikte en büyük iki kazananından biri olmuştu. Rus çarlarının yüzlerce yıllık hayali gerçekleşmiş ve SSCB bir askeri süper güç olarak bütün Doğu/Orta Avrupa ve (Yunanistan hariç) Balkan ülkelerini doğrudan kendisine bağlı uydu devletlere dönüştürmüştü. SSCB’nin egemenlik alanı sadece Avrupa ile sınırlı değildi, Küba’dan Vietnam’a kadar pek çok ülke, tıpkı 1955 yılında kurulan Varşova Paktı’na dahil Doğu Avrupa ülkeleri gibi birer uydu devlete dönüşmüştü. İki kutuplu hâle gelen emperyalist sistemin Doğu’sunu kontrol eden SSCB, ABD ile kıyasıya bir küresel hegemonya mücadelesi yürütüyordu.

SSCB dağılırken

ABD’nin ezici ekonomik gücü ile orantılı devasa askeri aygıtının karşısına, kendi kaynaklarının çok önemli bir bölümünü askeri harcamalara ayırarak çıkan SSCB, nükleer silah envanteri ile “caydırıcılık” gücünü yakalamıştı. ABD ve müttefikleri hava kuvvetleri ve donanmada, SSCB ve müttefikleri kara kuvvetlerinde öndeydi. Ancak caydırıcılığın temel gücünü oluşturan nükleer başlıklı füzelerde eşitlik sağlanmıştı. SSCB, bu askeri gücünü bazen kendi uydu devletlerindeki ayaklanmaları (1956 Macaristan, 1968 Çekoslavakya) bastırmak için, bazen de Kore, Vietnam, OrtaDoğu gibi bölgesel hegemonya mücadelesi alanlarında savaşan müttefiklerine yardım için kullandı. 

ABD öncülüğündeki Batı Bloku 1970’li yıllarda başlayan ekonomik krizden “neo-liberalizm” ile kurtulmayı başardı, ancak kaynakların ezici çoğunluğunu silahlanmaya ayıran devlet kapitalisti rejimler bu kadar şanslı olamadı. Ekonomik kriz ile birlikte temel ihtiyaç maddelerinin karaborsaya düşmesi, bu ülkelerdeki işçi sınıfını hareketlendirdi. SSCB, 1981’de Polonya’da başlayan mücadeleyi yine askeri müdahale ile (bir askeri diktatörlük rejimi kurarak) engelledi, ancak 1988-1990 arasındaki Doğu Avrupa ülkelerindeki ayaklanmaları engelleyecek gücü kalmamıştı. İki yıl içinde bütün Doğu Avrupa SSCB’nin güdümünden çıktı. SSCB 1979’da işgal ettiği Afganistan’da tam bir bataklığa saplanmıştı. Afganistan’daki askeri başarısızlık ve ekonomik kriz soncunda SSCB de diğer Doğu Avrupa ülkeleri ile aynı kaderi paylaştı ve 1991 yılında devlet kapitalisti rejim yıkıldı.

Suriye’de güç gösterisi

SSCB’nin tarih sahnesinden silinmesinden itibaren geçen 17 yıl boyunca Rusya, sadece Doğu Avrupa ülkelerini değil, eski SSCB’yi oluşturan Cumhuriyetlerin bir kısmını da (Baltık Cumhuriyetleri) NATO’ya kaptırdı. Rusya, eski emperyalist gücünden çok şey kaybetmişti. Ama sınırsız hammadde ve enerji kaynaklarında ve nükleer güce sahip askeri aygıtta bir tükenme söz konusu değildi. Hammadde ve petrol ihracatı ile ekonomisini toparlamaya başlayan Rusya, 2008 yılından itibaren NATO’nun diğer eski SSCB cumhuriyetlerine, özellikle Ukrayna ve Gürcistan’a yönelik hamlelerine daha önce benzeri görülmediği şekilde sert askeri yanıtlar verdi ve bu ülkelerin NATO’ya dahil olmasını engelledi. Güçlenen ekonomisine paralel bir şekilde askeri yatırımlara yeniden hız veren Rusya yeni nesil kitle imha silahları, uçaklar ve tanklar ile ABD’ye tekrar göz dağı vermeye başladı. Rusya’nın yeniden küresel bir aktör olarak sahne aldığı yer ise Suriye oldu.

Askeri harcamalarda yarışan, bu harcamalar sonucu geliştirdikleri yeni nesil silahları denedikleri bölgeleri savaş alanına çeviren, bu bölgesel savaşlar sonucu yeniden bir küresel savaş riskini yaratan emperyalist devletlerden biri olan Rusya’yı başta ABD olmak üzere diğer emperyalistlerden birine tercih etmek için hiçbir nedenimiz yok.



Bültene kayıt ol