Almanya seçimleri: AfD’nin önlenebilir yükselişi

25.09.2017 - 19:05

AfD’ye karşı örülecek birleşik cephe önümüzdeki yılların kaderini belirleyecek. Bu cephenin parlamento içindeki ve dışındaki tüm muhalifleri bir araya getirmesi ve ülke çapında bir sokak hareketine dönüşmesi gerekiyor. Pegida gibi sokak hareketleriyle meşruluk kazanan aşırı sağı ancak sokakta yenebiliriz.

24 Eylül Almanya seçim sonuçlarından merkezin erimesi ve sağa kayış çıktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Naziler Federal Parlamento’ya girdiler. AfD yüzde 12,6 ile Bundestag’a 94 milletvekili sokmayı başardı. Hıristiyan Demokratların ve Sosyal Demokratların oyu sırasıyla yüzde 8,6 ve yüzde 5,2 gerilerken, Sol Parti ve Yeşiller oylarını yüzde 0,6 ve yüzde 0,5 artırdılar. Bir önceki seçimlerde yüzde beşlik barajın altında kalan Liberaller bu kez beklenenin de üzerinde yüzde 10,8’lik bir oya ulaştı ve parlamentoya 80 milletvekili ile girdi. Yeni parlamentoda Hıristiyan Demokratların yüzde 32,9 ile 246 (-65) milletvekili, SPD’nin yüzde 20,5 ile 153 (-40) milletvekili, Sol Parti’nin yüzde 9,2 ile 69 (+5) milletvekili, Yeşiller’in ise yüzde 8,9 ile 67 (+4) milletvekili olacak. Çok büyük bir sürpriz olmazsa ufukta Jamaika koalisyonu, yani Hıristiyan Demokratlar, Liberaller ve Yeşiller hükümeti görünüyor.

Düzen karşıtı siyasal boşluğu AfD doldurdu

AfD’nin yükselişi bekleniyordu, ama bir dizi etkenin üst üste gelmesiyle tahminlerin de ötesinde bir başarıya imza attılar. En önemli sebep 2008 krizinin etkisi. Ekonomik kriz Almanya’yı birebir vurmamış olsa da önemli ölçüde etkiledi. Çalışanlarda ve orta sınıflarda konumunu kaybetme korkusu hâkim. Sendikaların ve sol partilerin gerçekçi bir alternatif yaratıp sokak hareketini öremediği koşullarda göçmen karşıtı söylem etkili olabiliyor. Dolayısıyla sisteme güvenini kaybeden yoksullar ve orta sınıflar aşırı sağa yöneliyorlar. Bunun bir benzerini Yunanistan’da da Altın Şafak’la yaşamıştık.

Bir başka önemli neden ise AfD’nin kendisini düzen karşıtı bir güç olarak sunmayı başarabilmesi. Aslında AfD programı itibariyle tam bir burjuva partisi, ancak radikal söylemi onun düzen karşıtı bir güç gibi algılanması sonucunu yaratıyor. Maalesef bu noktada solun eksiklikleri de AfD’nin başarısına tuz biber ekti. Sol Parti – DIE LINKE düzen karşıtı muhalefeti keskin bir söylemle örgütleyemedi ve bu boşluğu sağ popülistler doldurdu. AfD’nin özellikle eski Doğu Almanya eyaletlerinde kazandığı başarıda bunun etkisini görüyoruz. Eğer sol, düzen içi çözümler üretmeye çalışmak yerine aşırı sağa ve kokuşmuş kapitalist düzene karşı radikal bir muhalefet örgütlemek için kolları sıvasaydı, başka bir sonuçla karşılaşabilirdik.  

Sonuçlar Sosyal Demokrat Parti (SPD) açısından tarihi bir başarısızlık. SPD 2. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en kötü seçim sonucunu aldı. Dört yıldır hükümette olan SPD, Merkel’in neoliberal programına eklenmek dışında bir varlık gösteremedi. Martin Schulz’un başa gelişiyle yakalanan ivme de birkaç hafta içinde sönünce başarısızlık kaçınılmaz oldu. SPD’nin ne kadar sağcılaştığını en iyi seçim kampanyasında Schulz ve Merkel’in katıldığı tartışmada gördük. Program boyunca Schulz Merkel’in politikalarına (muhtemelen AfD’ye ve FDP’ye giden seçmenleri geri kazanma amacıyla) sağdan eleştiriler getirmişti. Fakat insanlar ortada gerçek sağcı partiler varken, sahtesine gitmiyor.

Merkel’in Hıristiyan Birlik Partileri CDU ve CSU seçimde en büyük kaybı yaşadı. Ancak buna rağmen yüzde 33’lük sonuç bir yenilgi havasının yaşanmasını zorlaştırıyor. Merkel’i en çok sıkıştıran şey sağdan yediği basınç oldu. CDU ve CSU’nun 1,6 milyon seçmenini FDP’ye, 1 milyon seçmenini AfD’ye kaptırdığı tahmin ediliyor. Ortaya çıkan hükümet senaryoları ise Merkel’in elini rahatlatan cinsten.

FDP’nin bu seçimin kazananlarından olduğuna şüphe yok. Bir önceki seçimlerde alınan ağır yenilginin ardından Liberaller 3 milyon seçmen kazanıp 5 milyon kişinin oyunu almayı başardı. Hıristiyan Demokratlardan gelen 1,6 milyon oya, 550 bin de SPD’den gelen oyun eklendiği düşünülüyor. FDP’nin merkez partilerdeki çöküşün pasif kazananı olduğunun söylemek yanlış olmaz. Berlin’de yeni havalimanı açıldığında Tegel Havalimanı’nın kapanmasını engellemek için referanduma götürdükleri öneriyi kazanmaları da cabası.

Merkez oylardaki erime Yeşiller’e yaradı

DIE LINKE’nin oylarında küçük bir artış oldu, ancak bunu bir başarı olarak görmek zor. Merkezdeki oylar bu denli büyük oranlarda yer değiştirirken yüzde 0,6’lık artış yerinde saymaktan farklı değerlendirilmemeli. Sol Parti için analiz yaparken sonuçlara batı ve doğu olarak da bakmak lazım. DIE LINKE geleneksel olarak güçlü olduğu doğu eyaletlerinde gözle görülür oy kaybetti, geleneksel olarak güçsüz olduğu batıda ise oy kazandı. Sonuçta alınan oy fazla değişmemiş olabilir, ancak kazanılan oyun nereden ve nasıl geldiği bize önemli bir şey anlatıyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda G20 zirvesinin yapıldığı Hamburg’da, ki zirve büyük karşı gösterilerin gölgesinde geçmişti, Sol Parti oylarını yüzde 3,4 artırarak yüzde 12,2’yle daha önce bir olan milletvekili sayısını ikiye çıkardı. Baden-Würtemberg, Hessen, Niedersachsen, Nordrhein-Westfalen gibi işçi sınıfının yoğun olduğu eyaletlerde oylar ortalama yüzde iki arttı ve milletvekili sayıları yükseldi. Berlin’de oy oranı yüzde 18,8’e ulaştı ve DIE LINKE, SPD’yi de geride bırakarak Berlin’in ikinci en güçlü partisi konumuna geldi. Parlamentarist çizginin ağırlıkta olduğu doğu eyaletlerinde ise bunun tersi bir gelişme yaşandı. DIE LINKE’nin yerel hükümetlerde yer aldığı Brandenburg’da ve Thüringen’de partinin oyları sırasıyla yüzde 5,3 ve yüzde 2,9 düştü. Bu gelişmede DIE LINKE’nin batıda daha radikal ve toplumsal hareketlerle iç içe bir mücadele çizgisi izlemesinin önemli bir payı var.

Yeşiller’in oylarını yüzde yarım artırarak yüzde 8,9’luk oya ulaşması doğrusu benim için bir sürpriz oldu. Anketlerde Yeşiller için yüzde 7’ye kadar inen tahminlerde bulunuluyordu. Yeşiller’in giderek muhalif özünü yitiren ve ufku yeşil kapitalizmle sınırlı siyasi çizgisi heyecandan yoksun bir kampanya yürüttü ve birçok kişi gibi bende de düşüş beklentisi yarattı. Geçmişin barış siyasetinden taviz vermeyen muhalif ekolojistleri, 2000’li yılların başındaki koalisyon deneyiminin ardından yüzlerini büyük ölçüde Sol Parti’ye çeviriyorlar. Bunun da bir sonucu olarak Yeşiller Partisi ilk kez baş adaylarının her ikisini de Realo’lardan yani partinin sağ kanadından seçti ve Cem Özdemir parti başkanı olmasına rağmen ucu ucuna baş aday seçilmeyi başarabildi. Yeşiller oylarını koruyabilmesini merkez partilerdeki erimeye borçlu. Radikal partilere gitmek istemeyen CDU ve SPD seçmeni Liberaller ve Yeşiller arasında tercih yapmış görünüyor.

AfD’nin üçüncü büyük parti olması kolay sindirilecek bir mevzu değil. Federal Parlamento’da Holokost’un olmadığını düşünen ve mültecilerin Avrupa Birliği sınırlarında kurşuna dizilmesi gerektiğini savunan bir dizi caninin oturacak olması hem demokratların hem de Alman egemen sınıfının midesini bulandırıyor. Bu nedenle AfD’yi ana muhalefet partisi haline getirecek büyük koalisyon (CDU-SPD) alternatifi hayata geçmeyecektir. Schulz’un seçim akşamı yaptığı açıklama da, muhalefeti tercih edecekleri yönündeydi. SPD’nin biraz muhalefette kalıp kendini toparlamaya ihtiyacı var, yoksa yaşadıkları tarihsel gerileme bir yok olma sürecine doğru evrilecek.  

Bu durumda geriye tek bir koalisyon alternatifi kalıyor, Hıristiyan Demokratlar, Liberaller ve Yeşiller’den oluşacak siyah-sarı-yeşil Jamaika koalisyonu. Gerek Yeşiller, gerekse de FDP buna zaten dünden hazırdı. Her iki parti de pazarlıkta elini yükseltmek için birkaç hafta uzlaşmaz görünen açıklamalar yapacak, ancak tabii ki Almanya’yı hükümetsiz bırakmayacaklardır.   

Sokakta yenebiliriz

Sol Parti’nin önünde geçmişteki hatalarından ders çıkarmak ve sert bir muhalefet örgütlemek dışında seçenek görünmüyor. AfD’ye karşı örülecek birleşik cephe önümüzdeki yılların kaderini belirleyecek. Bu cephenin parlamento içindeki ve dışındaki tüm muhalifleri bir araya getirmesi ve ülke çapında bir sokak hareketine dönüşmesi gerekiyor. Pegida gibi sokak hareketleriyle meşruluk kazanan aşırı sağı ancak sokakta yenebiliriz. Alman işçi sınıfıyla mültecilerin, göçmenlerin çıkarları ortaktır. Krizin sorumlusu göçmenler ve mülteciler değil, Alman egemen sınıfıdır. Birleşmek ve direnişi örgütlemek zamanı!

Erkin Erdoğan 

(Berlin) 



Bültene kayıt ol