G20 protestoları: Bize her şeyi anlatmıyorlar

29.07.2017 - 17:26

Hamburg'daki G20 protestolarına dair Almanya'da mücadele eden sosyalist örgüt Marx21'in sekiz tezini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:

1. Angela Merkel, Almanya'nın küresel liderlik iddiasını güçlendirmek amacıyla G20 zirvesini Hamburg'da düzenledi. Ancak zirvenin sonuçları bu gezegende yaşayan insanların hayatını iyileştirmeyecek. G20 zirveleri, yerlerine başka bir şey konulmadan iptal edilmelidir.

G20 zirvesi en az 180 milyon Euro'ya mal oldu ve Hansestadt Hamburg'un günler boyunca bir olağanüstü hal durumuna girmesine neden oldu. Peki, bu sonuçlara değdi mi? Cevap, hayırdır. G20 katılımcıları ancak saatler süren tartışmalardan sonra ortak bir sonuç bildirgesi üzerine anlaşabildiler. Bu bildirge de son derece muğlak, çünkü devletler arasında giderek artan ekonomik ve askeri rekabet, büyük kapitalist devletlerin ortak bir temel hat üzerine anlaşmalarını imkânsız kılıyor.

Amerikan hükümeti Paris İklim Anlaşması'nı reddettiğini bir kez daha vurguladı ve Türkiye tarafından desteklendi, bu sayede zaten yetersiz olan Paris İklim Koruma Anlaşması tümüyle çöpe dönüştü. Trump ile Putin Suriye'de bir ateşkes hakkında konuştular, ancak gerçekte Rusya da, ABD de, Yakındoğu ve Ortadoğu'daki müttefikleriyle askeri operasyonlarını yerel halka büyük zararlar vererek sürdürüyorlar. Dünya ekonomik düzeni hakkında da konuşuldu, ancak zengin ile yoksul arasındaki rezil ve giderek derinleşen uçurumun nasıl kapatılacağından değil, "dünyadaki serbest ticaretin korunması"ndan söz ettiler. Sonuçta ortaya hiçbir şey çıkmadı: ABD cezaî gümrük vergileri uygulamaya devam edeceğini, AB de aynı şekilde cevap vereceğini belirtti.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: G20 zirveleri, egemenlerin kendilerini "dünyanın kurtarıcıları" olarak lanse ettiği, ancak dünyanın acil sorunlarının hiç birini çözmedikleri bir gösteri olmaya devam ediyor. Sorunları çözmek bir yana: Egemenlerin sistemi dünyayı tahrip ediyor. G20 zirvelerinin 2008 yılında G7 devletleri tarafından hayata geçirilmesinden bu yana, küresel siyasi durum daha da ağırlaştı: Artık daha fazla savaş yaşanıyor, sosyal bölünme dünya çapında dramatik boyutlara ulaştı, her beş saniyede bir on yaşının altında bir çocuk açlıktan ölüyor, milyonlarca insan kaçmaya çalışıyor ve güncel iklim politikaları doğal yaşam kaynaklarının tahribini durduramıyor. Bunun bir nedeni var: G20 devletlerinin politikalarının merkezinde hem hammadde, pazar ve ulusal ekonomilerinin nüfuz alanlarını genişletme rekabetinin yanı sıra, bu devletlerle iç içe geçmiş holdinglerin kendilerine avantaj sağlama yarışı bulunuyor. G20, halen insanların ülkelerinden kaçışının, savaşların, sömürünün ve çevrenin tahrip edilmesinin nedeni olan bir dünya düzeninin hayatta kalmasını garanti altına almak amacıyla kurulmuş bir birlik. Sosyolog ve BM Besin Hakkı eski raportörü Jean Ziegler, haklı olarak şöyle diyor: "Bu G20 zirvesi demokrasinin altını oyuyor. Bu zirve, uluslararası sorunların çözümüne en küçük olumlu bir katkı sağlamayan bir iktidar enstrümanı. G20, yerine başka bir şey konulmadan iptal edilmelidir."

2. Medyaların özellikle çatışma resimlerini göstermesine ve siyasetin esas olarak şiddet konusu üzerinde yoğunlaşmasına rağmen, Hamburg'daki G20 protestoları büyük bir başarıydı: On binlerce insan olağanüstü hale karşı koydu, toplanma özgürlüğü hakkını savundu ve G20 siyasetine görülmemesi mümkün olmayan bir işaret gönderdi.

Hamburg kuşatma altındaki bir şehirdi ve bir kaleyi andırıyordu. Senato, şehri merkezinde 38 kilometrekare boyutlarındaki bir alanda gösteri yapma yasağı koydu. toplanma özgürlüğü Donald Trump, Recep Tayyip Erdoğan ve Wladimir Putin gibi otoriter devlet başkanlarını korumak için askıya alındı. Şehre 20.000 polis, yüzden fazla basınçlı su aracı, düzinelerce helikopter konuşlandırıldı. Paramiliter özel birliklerin ağır silahlı mensupları, şehrin bir mahallesinin işgal edilmesine otomatik ateşli silahlarla katıldı. Polis bir işgal gücü görünümündeydi ve buna uygun olarak davrandı: Polis mahalleleri kuşattığı, yolları kestiği, otobüs ve raylı sistem seferlerini engellediği için, binlerce şehir sakini ve protestocunun dış dünyayla olan bağlantısı kesildi. Temel Haklar ve Demokrasi Komitesi toplam 43 gözlemcisiyle olay yerindeydi. İlk ön raporlardan birinde şöyle deniyordu: "Polisin söz konusu günlerde şehirde olanları hangi ölçülerde etki altına aldığına şahit olduk. (…) Askıya alınan sadece toplantı ve ifade özgürlükleri anlamında temel haklar ve insan hakları değildi. Polis, hem Hamburg hükümetinden, hem de muhtemelen içişleri senatörü ve güvenlik birimlerinden aldığı destekle, olağanüstü hal uygulamaya çalıştı."

Ancak Hamburg asi yönünü de ortaya koydu. Şehrin her yanında pencerelerden pankartlar sallanıyordu, küçük dükkanların vitrinlerine zirve karşıtı sloganların yer aldığı afişler asılmıştı. Şehir sakinleri, kilise cemaatleri, tiyatrolar ve spor dernekleri, polisin mahkeme kararlarını yok sayarak protesto kampını şiddet kullanarak dağıtmasından sonra, şehrin her yerinde kapılarını protestoculara açtı. Hem zirveden önce, hem de zirve esnasında çok sayıda yaratıcı eylem, gösteri yürüyüşü ve renkli protestolar gerçekleştirildi. Bir direniş dalgası da liman üzerinden geldi. Alternatif zirve, adil olmayan dünya düzenine karşı alternatifleri konuşan 2500 insanı bir araya getirdi. Zirvenin birinci gününde binlerce insan yasak kırmızı bölgeye girmeyi ve fuar salonlarına giden yolları bloke etmeyi başardı, bu nedenle zirvenin resmi açılışı gecikmeli olarak yapılabildi. Wolfgang Schäuble'nin bir görüşmesi ve ABD başkanının eşi Melanie Trump'ın zirvenin partner programlarına katılımı engellendi. Kısa bir süre sonra da, şehir merkezinde binlerce öğrencinin katıldığı bir eğitim protestosu yürüyüşü gerçekleştirildi. Elbe nehri, meydanlar ve şehir merkezinin her yeri sürekli olarak değişen protestolara sahne oldu. Bütün bu günler boyunca, binlerce insanın gerilimli koşullarda bile gösteri yapmaktan çekinmemesi çok cesaret vericiydi.

Protestolar cumartesi günü "G20 Yerine Sınırsız Dayanışma" başlıklı büyük protestoyla zirvesine ulaştı. 80.000 insan sonu gelmez bir yürüyüş kolu halinde Hamburg'u kat etti ve G20'ye, polis baskısına, Hambur senatosunun ve federal hükümetin kibrine karşı koyarak, protesto ve toplanma özgürlüğünü savundu. Bu gösteri die LINKE, Kürt örgütleri, Attac, İntervensiyonist Solcular, "Ums Ganze" ittifakı, St. Pauli taraftarları katılımıyla oluşturulan bir birlik tarafından düzenlendi. "Hamburg Tavır Gösteriyor" İttifakı tarafından eşzamanlı olarak düzenlenen, SPD ve Yeşiller Hamburg gruplarının da katıldığı protesto gösterisi ise sadece 5.000 katılımcıyla beklentilerin epey gerisinde kaldı. Hamburg gerçekten de tavrını gösterdi, ancak senatodaki hanım ve beylerin tasavvur ettiğinin tam aksi yönlü olarak. Ne yazık ki protesto gösterilerinin öncesinde, ittifakta bir çatlak oluştu. Sendikaları ve STK'ları büyük protestoya dahil etmenin bir yolu bulunabilseydi, şüphesiz gösterileri çok daha büyük ve görünür kılmak mümkün olabilirdi. Bu koşullara rağmen yine de bir alternatif zirvenin, barışçıl blokajların ve büyük protesto gösterisinin düzenlenebilmesi büyük bir başarıdır: On binlerce kişi olağanüstü hale karşı koydu, toplanma özgürlüğü hakkını savundu ve G20 politikalarına karşı çok net bir mesaj ortaya koydu.

3. Polis "kontrolü mümkün olmayan" bir durumun kurbanı değildi. Yeşil-Kırmızı liderliğindeki Hamburg senatosunun desteğiyle, polis daha en başından bu yana kendisini gerginliği tırmandırmaya hazırladı. Siyasi sorumlular Belediye Başkanı Olaf Scholz, İçişleri Senatörü Andy Grote ve Polis Şefi Hartmut Dudde'dir. Bu kişilerin istifa etmesi gerekir.

Hamburg senatosu ve polis yöneticileri için durum açıktı: Şiddete hazır otonomlar ve "Kara Blok", protestoların çığırından çıkmasının sorumlusuydular. Daha perşembe gününden itibaren polislere şişelerle, sopalarla, demir çubuklarla ve kalaslarla saldırmış, polisler de sadece kendilerini savunmuştu. Polis sözcüsü Timo Zill, NDR televizyonuna şunları söylüyordu: "Korktuğumuz her şey gerçekleşti. 12.000 kişinin katıldığı bir protesto gösterisi yapılıyordu. Daha yürüyüşçüler harekete geçmeden, son derece agresif maskeliler ortaya çıkmıştı. Bunların etrafında binlerce seyirci vardı ve onlarla dayanışıyorlardı. Polis kuvvetleri için artık kontrolü mümkün olmayan bir durum ortaya çıkmıştı. Kara Blok'u diğerlerinden ayırmaya ve barışçıl göstericilerin yürümesine izin vermeye çalıştık."

Polis gerçekten de kontrol edilmesi mümkün olmayan bir durumun kurbanı mıydı? gazeteciler ve gördü tanıkları bunun aksini söylüyorlar. Spiegel, NDR, TAZ ve diğer medya kuruluşlarının muhabirleri, polisin en başından itibaren şiddet kullandığını bildiriyorlar. Polis müdahalesine kadar "Cehenneme Hoş Geldiniz" gösterisi bir sokak festivalini andırıyordu. Ancak yürüyüş kolu daha 50 metre bile ilerleyemeden, polis çok sert bir şekilde saldırdı. "Kara Blok"un yüz örtme yasağına muhalefet ettiği gerekçesiyle protestoculara tazyikli su sıkmaya, göz yaşartıcı bomba atmaya, biber gazı kullanmaya başladı ve katılımcıları coplayarak dağıttı. Oysa yüzleri örtülü kişiler, göstericilerin arasında küçük bir azınlığı oluşturuyordu. Ayrıca bunların da birçoğu polisin uyarısı sonucunda yüzlerini açmış, sadece başlarında bere ve gözlerinde güneş gözlükleri kalmıştı.

Federal Eleştirel Polisler Çalışma Grubu'ndan Thomas Wüppesahl, polis müdahalesini tümüyle orantısız olarak değerlendiriyor: "Birkaç maskeli yüzünden 10.000 kişiden oluşan yürüyüş kolunun tümü dağıtılamaz, aralarında ilgisiz kişilerin de bulunduğu kitleye hedef gözetmeksizin basınçlı su ve biber gazı sıkılamaz. Bu tür gösterilerde yüzleri maskeli kişilerin çoğu polis memurudur. Bunlar bu maskenin yardımıyla taşkınlık yaratırlar."

Bütün bunların üstüne, polisin kendisini toplantı ve gösteri özgürlüğünün garantörü olarak ortaya koyması, gösterilerin barışçıl bir şekilde gerçekleşmesi için elinden gelen her şeyi yaptığını iddia etmesi, insanlarla alay etmekten başka bir şey değildir. Hamburg'da büyük kısmı barışçıl olarak gerçekleşen gösteriye katılanların hiç biri bunu bu şekilde algılamamıştır.

Polis yöneticilerinin susmayı tercih ettiği bir başka nokta ise, saat 19:00'da göstericilerin toplanmaya başlamasından önce liman caddesinin dört basınçlı su aracı, iki zırhlı süpürme aracı ve yüzlerce polis ile kapatılmış olduğudur. Üstelik burası kaçış imkânının olmadığı bir yerdir. Gerçekte polis bu izinli gösterinin yapılmasına ta en başından beri engel olmak niyetindeydi. Oysa gösterinin bütün izinleri alınmış, polisle birlikte daha haftalar öncesinden gereken bütün planlamalar yapılmıştı. Ancak polis görünüşe göre gösteri yürüyüşünün bir basın açıklamasıyla son bulmasını, ne pahasına olursa olsun engellemek niyetindeydi.

Zaten zirve protestolarına yapılan baskılar günler öncesinden başlamıştı. Elbpark Entenwerder'de bulunan izinli kampın hukuka aykırı olarak kaldırılması, bu baskıların geçici bir dönüm noktasıydı. Polis yöneticileri bu konudaki mahkeme kararlarını görmezden gelmiş, hukuk devleti ve güçler ayrılığı ilkelerini fiilen ortadan kaldırmışlardı - tıpkı daha önce kırmızı-yeşil senatonun desteğiyle toplanma özgürlüğünü ortadan kaldırmaya çalıştıkları gibi. Hartmut Dudde'nin operasyonun yöneticiliğine atanması bile, olayların çığırından çıkacağının işaretiydi. Dudde, eski Hamburg İçişleri Senatörü sağ-popülist Ronald Schill tarafından destekleniyordu. Hamburg çizgisi adı verilen stratejiyi, onun yönetiminde belirlemişti. Bu stratejinin iki ana unsuru vardı: Gösterilere en başından itibaren çok büyük bir polis kuvveti eşlik etti ve en küçük "hatalar" dahi basınçlı su ve copla yapılacak saldırılar için bahane olarak kullanıldı. Öte yandan Dudde vatandaşlık haklarının çiğnenmesini teşvik etmekten de geri kalmadı.

Bu kişiyi operasyon yöneticisi olarak atayanlar, esas olarak protestoları daha başlamadan boğmak niyetindeydi - bunun yurttaşlık hakları ve demokrasi için ne anlama geldiğini dikkate bile almadan. Siyasi sorumlular Belediye Başkanı Olaf Scholz, İçişleri Senatörü Andy Grote ve Polis Şefi Hartmut Dudde'dir. Bu kişilerin istifa etmesi gerekir.

4. Medyaların G20 protestolarına dair yaptıkları yayın ve kitle partilerine mensup siyasetçilerin analizleri, tümüyle çarpık bir şiddet tablosu ortaya koymaktadır. Çıkan olaylar medyada geniş bir şekilde ele alınırken, polisin göstericilere uyguladığı keyfi şiddetten neredeyse hiç söz edilmemektedir.

İçişleri Bakanı Thomas de Maizére, G20 zirvesi boyunca yaşanan olayları geçtiğimiz hafta sonunda "terörist faaliyetler" olarak tanımlamıştı. CDU partisinden Wolfgang Bosbach da Alman Basın Ajansı'na "iç savaş benzeri durumlardan" söz etmişti. "Sol radikal suçluların herkesin gözü önünde polis memurlarının hayatını tehlikeye atmaktan çekinmemeleri karşısında nutkum tutuldu" diyordu CSU'dan Stephan Mayer. Federal Polis başkanı Dieter Romann, "sol terörist ve otonom şiddetinin yeni boyutlarının" ortaya çıkmış olduğunu söylüyordu. Medyalarda da bu yönde haberler birbirini kovalıyordu. Die Welt, yaşananlara dair "insanın kanını donduracak nitelikte" ifadesini kullanıyordu. Bild'in başlığı ise şöyleydi: "Sol nefreti kimse durdurmuyor!" Hamburger Abendblatt ise: "Schanze Mahallesi harabeye döndü" ifadesini kullanıyordu.

Basın en geç cuma öğleden sonra sayfalarını küçük bir grup maskeli göstericinin çıkardığı olayların görüntüleriyle doldururken, barışçıl protesto eylemleri, sivil itaatsizlik eylemleri ve on binlerin katıldığı renkli gösteriler, medyalar için sadece bir dipnottan ibaretti.

Spiegel-Online, günler boyunca yanan her çöp tenekesini canlı yayında göstererek, cumartesi günü saat 16:00'ya kadar on binlerin katıldığı büyük gösteriye dair kısacık bir haber dahi vermemeyi başardı. Hem de bu çok renkli devasa gösterinin, daha öğleden önce bile bu medya kuruluşunun binasından gözle görülebilmesine rağmen.

Protestocular arasındaki küçük bir azınlığın dahil olduğu olaylar ve şiddet eylemleri, medyaların ve politikacıların birçoğu tarafından büyük bir abartıyla iç savaş benzeri bir durum olarak yansıtıldı. Oysa bunların büyük kısmı gerçeği yansıtmıyordu. Polisin basın açıklamaları, herhangi bir eleştiriye tabi tutulmadan haber olarak yansıtılıyordu. Örnek: Schanze Mahallesi'nde çıkan olaylar. Muhabir Kaspar Surber, İsviçre'nin WOZ gazetesinde yayınlanan "Schanze Mahallesi'ndeki gece" (resimsiz) başlıklı okunmaya değer makalesinde şöyle diyordu: "Olay yerinde göze küçük ve yerel olarak görünen şey, haber ajanslarının sayfalarında dünyayı yerinden oynatan bir olay olarak veriliyordu. 'Schanze Mahallesi'nde sokaklar alevler içinde' diye haberler geliyordu cep telefonuma. Spiegel Online "tıpkı savaşta gibi" yazıyordu. Mahallede yanan yerler vardı ama bütün mahalle yanmıyordu. Yananlar sadece bazı barikatlardı. Bu barikatlar Kürek Kemiği olarak adlandırılan ve bütün mahallenin içinden geçen ana caddenin üzerine, her yüz metrede bir kurulmuştu. Yakından büyük kamp ateşlerine benziyorlardı, bazılarında alevler göğe yükseliyor, bazılarıysa sadece için için yanıyordu. Yüzleri örtülü insanlar, o an yakınlarda ne varsa ateşe atıyordu: Kartonlar, dallar, kağıtlar. Ne zaman ateşe atılan bir maytap patlasa, etrafta duranların bazıları sevinçle bağırıyordu. Ateşi körüklemek için yeterli zaman fazlasıyla vardı. Son günlerde her fırsatta basınçlı su kullanmaktan çekinmeyen polis, yine gözle görülür bir yerde konuşlanmıştı. Ancak uzun süre hiçbir şey yapmadı. Sanki ateşlerin biraz daha yanması, menfaatleri icabıydı."

Arabaların yakılması ya da küçük mağazaların yakılması sadece aptalca değil, aynı zamanda zarar verici. Ortak direnişe zarar veriyor ve kredisini azaltıyor. Ama Schanze Mahallesi'nde ilk defa böyle olaylar çıkmıyor ve SPD'nin iddia ettiği gibi "şiddetin yeni bir niteliğe büründüğü" kesinlikle doğru değil. Çıkan olayların büyüklüğü karşısında şaşkınlığa kapılan mahalle sakinleri, Hamburg'un yarısını gösteri yapılması yasak alan haline dönüştüren ve barışçıl göstericilerle yolları bloke edenlere karşı basınçlı su ve cop kullanmaktan bir an bile çekinmeyen polislerin, Schanze'de barikatların saatlerce yanmasına ve dükkânların yağmalanmasına izin verme taktiği karşısında şoka girmişti.

Buna karşın, polisin göstericilere uyguladığı keyfî şiddet hakkında medyalarda çok sa sayıda haber görmek mümkün. Ancak Facebook ve Twitter'de kaba kuvvet, biber gazı saldırıları, tekmeler, yüze atılan yumruklar, tehditler ve küfürler sık sık yayınlanıyor. İnsanlar sebepsiz yere gözaltına alınıyor, gözaltı toplama yerinde hakarete ve kötü muameleye tabi tutuluyor. Avukatlara, telefona, hatta tuvaletlere ulaşmaları bile engelleniyor. Yaralılar, yaralarına bakım yapılmasına bile izin verilmediğini belirtiyor. Medyalarda polis şiddetinden yok denecek kadar az söz edilmesinin bir nedeni de, çok sayıda gazetecinin kısmen vahşileşmiş bir devlet gücünün çığırından çıkmış halini bizzat kendi üzerlerinde yaşamış olmalarından kaynaklı. "Bild" muhabiri Frank Schneider, polislerin Schanze'de hedef göstererek muhabirlere saldırdığını, "artık basın özgürlüğü falan yok; ya buradan defolursun, ya da kendini hastane bulursun" dediklerini tweetliyordu. Bundan önce olay yerinden şunları bildirmişti: "Bavyera'dan gelen polis kuvvetleri, Schanze'nin boşaltılmasının sonlarına doğru iyice çıldırdılar, ilgisiz insanlara ve gazetecilere hedef gözeterek saldırmaya başladılar." Schneider, polisin saldırıları ve tehditlerine dair haber geçen tek muhabir kesinlikle değil.

5. Schanze Mahallesi'nde yaşanan olaylar sadece militan sola mal edilemez. Seyirciler, isyan turistleri ve mahalle gençlerinin yanı sıra, holiganlar ve sağcılar da olaylara katıldı.

Gazeteci Sven Becker'in Spiegel için kaleme aldığı "Öfke ve Hayal Kırıklığı" başlıklı görgü tanıklığında, Schanze Mahallesi'ndeki olaylar hakkında şunları yazıyordu: "Olay yerinde gördüklerimden çıkardığım sonuca göre, cuma günü çıkan olaylardan, diğer gecelerde olmadıkları kadar şiddet eğilimli olan çeşitli gruplar sorumluydu. Elbette, otonomlar oradaydı. Fakat mahalleden başka gençler de olaylara karıştılar. Hem biraz eğlenmek, hem de biraz rahatlamak istiyorlardı. Fırsatını buldukları zaman da, içlerinden bir kısmı hırsızlara dönüştü (…) Pek çok dükkân ve cazip tüketim malları satan mağazalar yağmalandı. O2 mağazası, bir Apple mağazası, özel tasarım kıyafetlerin satıldığı bir dükkân, kapıları kırılan Rewe veya Budni, ancak bu son ikisi, bu kategoriye pek uymuyor. Ama bunlarda da lüks ürünlerin bulunduğunu unutmamak gerekir. Cuma günü önümden pahalı viskiler taşıyan gençler geçip gidiyordu (…) İçlerinden bazıları yurt dışından, Fransa'dan, Yunanistan'dan, İtalya'dan ve İspanya'dan geliyordu. Bunlar, militan solun yıllardan bu yana hükümetlerinin kemer sıkma programlarına ve işgücü reformlarına karşı mücadele ettiği ülkelerdi."

Schanze Mahallesi'nde işyerleri bulunanların yaptığı bir açıklama da, benzer anlamlar içeriyordu: "Evet, camların patladığını, park saatlerinin yerlerinden söküldüğünü, bankomatların parçalandığını, trafik levhalarının kırıldığını ve kaldırım taşlarının söküldüğünü doğrudan gördük. Ancak takip eden günlerde basınçlı su sıkan araçların en küçük bir olaya bile ne kadar orantısız bir şiddetle müdahale ettiklerini de gördük. Ya da ne kadar çok insanın üniformalılar ya da miğferliler tarafından sebepsiz yere iteklendiğini ve bisikletlerinden aşağı düşürüldüğünü de. Günler boyunca. Olaylar ele alındığı zaman, bunların halının altına süpürülmemesi gerekir. Cuma gecesi, olayların zirve yaptığı esnada bir "Kara Blok"un mahallemizi altüst ettiği anlatılıyor. Biz bunu kendi gözlemlerimizle doğrulayamıyoruz, polisle çatışmalardan doğan ve basın tarafından bildirilen zararların sadece küçük bir kısmı bu insanlara mal edilebilir. (…) Olayların nedeni aslında polise duyulan öfke, alkolün kaldırdığı bariyerler, kendi varlığına duyulan hayal kırıklığı, olay çıkarma arzusuydu, bu durum katılan bütün gruplar için geçerliydi. Bu, G20 zirvesine karşı solcuların yaptığı bir protesto değildi. Burada sol aktivistlerden söz etmek kestirme bir söylemdir ve yanlıştır."

Olaylara holiganların ve sağcıların da katıldığına dair haberlerin sayısı giderek artıyor. Stern Caddesi'nde Hitler selamları yapılmış, Bartels Caddesi'nde vitrininde antifaşist tişörtler bulunan bir mağaza kasıtlı olarak saldırıya uğramış. Ayrıca olayların sona ermesinin ardından, Hamburg polisinin yanlış haberler yaydığı da ne bir şekilde anlaşıldı. Bir örnek: Cumartesi gününün akşam saatlerinde, Schanze Mahallesi'nde bir süpermarketin yeniden yağmalandığına dair yayılan haberler. Hamburg polisi, bir NDR muhabirine konu hakkında önce yanlış bilgiler verdi. Polis, bir saat sonra verdiği bilgileri geri çekmek zorunda kaldı. Ama bu düzeltme, sosyal medyada yanlış haberlerin yayılmasına engel olmadı. Tabii burada kesin olan bir şey var: Cumayı cumartesiye bağlayan gece yağmalamalar oldu, ancak cumartesi gecesi olmadı.

İkinci örnek ise polisin Schanze Mahallesi'ndeki olaylara neden saatler sonra müdahale ettiğine dair kendisini haklı çıkarmak için gösterdiği çabalardır. Polis sözcüleri, "maskeli zorbaların" çatılardan aşağı "taş levhalar" atabileceklerinden korktuklarını, bunun "görevli polislerin hayatını tehlikeye düşüreceğini" ifade ediyordu. Gerçekten de saldırganlardan birinin bir Molotof kokteylini ateşlediğini, ancak bunu patlamadığı belgelenmiştir. Buna karşın ağır silahlı özel kuvvetlerin çatıya yaptığı baskında gözaltına alınan 13 kişi, sonradan serbest bırakılmıştı. Mahkeme sözcüsü Kai Wantzen, bir polis helikopterinin olanları kesintisiz olarak kayda almasına rağmen, bu kişiler hakkında şiddet olaylarına karıştıklarına dair somut bir kanıt bulunamadığını belirtmiştir. İlginç bir detay: Wvin sahibi polis tarafından çatıda bulunan inşaat iskelesinin sorunlara yol açabileceği konusunda bilgilendirilmişti ve Hamburg polisi sözcüsü Timo Zill, polisin bu ev dahil, Schanze'deki diğer evlerin anahtarlarını önceden aldığını teyit etmiştir.

Berlin Protesto ve Hareket Araştırmaları Enstitüsü'nden Araştırma Görevlisi Dr. Dr. Peter Ullrich, NTV'ye konuyu şu şekilde özetlemişti: "Görünüşe göre polis yönetiminin bütün stratejisi iflas etmiştir. Olayların çığırından çıkma dinamiğini engellemek için hiçbir şey yapmamış, hatta bir şey yapmamak bir yana dursun, bunları körüklemiştir. (…) Polis, Hamburg'da son derece otoriter bir şekilde toplantılara hakim olmaya çalışmış, bu esnada temel haklara yoğun bir şekilde saldırmıştır. Nerede ne tür protestoların yapılabileceğini belirlemeye cüret etmiştir. Tekrar tekrar panik tepkilerinin doğmasını kışkırtmıştır. Hem gösterilere dair izlenimlerimiz, hem de şu anda internette dolaşmakta olan çok sayıda fotoğraf ve video, kabul edilemez polis saldırılarını göstermektedir. Polisin Schanze Mahallesi'ndeki olaylara saatler boyunca müdahale etmemesi de pek çok soru işaretine neden olmaktadır."

6. Hamburg'daki polis operasyonu, pek çok açıdan diğer G20 zirvelerinde polisin kullandığı taktiklere benzemektedir. Londra ve Pittsburgh'da (2009), sonra da Toronto'da (2010), polisin bütün "Kara Blok" eylemlerinde "ajan provokatörler" kullandığı ortaya çıkmıştı. Bu, Hamburg polisinin de severek uyguladığı bir taktiktir. Bu konuyu bir araştırma komisyonu aydınlatabilir.

Çok şaşırtıcı olan bir şey vardır: Cuma günü yapılan barışçıl blokajlar yoğun bir polis saldırısıyla dağıtılırken, Hamburg'daki muazzam sayıdaki polis gücüne rağmen, cuma sabahı Altona ve Barmbek'te 60 kadar yüzü örtülü kişiden oluşan bir grup düzinelerce arabayı ateşe vermeyi başarabilmiştir. Buralarda yaşayanların yaptığı kayıtlarda, söz konusu grubun herhangi bir müdahaleye uğramadan caddede müthiş bir şiddetle etrafı kırıp döktüğü görülmektedir. Bu yüzü örtülü kişilerin kim olduğu belirsizdir. Ancak "ajan provokatör" kullanmak, polisin çok eski bir taktiğidir. Hem 2001'de Cenova'da yapılan zirve protestolarında, hem Heiligendamm'daki G8 zirvesi protestolarında, hem de Stuttgart 2001 protestolarında da aynı taktik kullanılmıştı. Hamburg polisinin hareket tarzı, diğer zirve protestolarına çok benziyordu: Barışçıl protestoculara agresif bir şekilde müdahale etmek, hem bireylerin, hem de "Kara Blok"un şiddet eylemlerine geniş ölçüde göz yummak, barışçıl gösterilerde münferit gözaltılar yapmak, ardından da kitlesel gözaltılara başlamak. 2009'da Londra ile Pittsburgh'da, 2010'da da Toronto'da yapılan son üç kitlesel G20 protestosunda, polisi "Kara Blok"un yaptığı bütün eylemlerde ajan provakatörler kullandığı sonradan tespit edilmişti. Hatta Kanada'da yapılan, ülke tarihinin en büyük örtülü operasyonuydu. Hamburg'da bu ana dek sadece tahmin yürütülebiliyor. Ama mesela uyarı ateşi yapan bir polis, sivil olarak görevdeydi. Hamburger Abendblatt'ın 2012'de yaptığı bir röportajda, bir polis şöyle diyordu: "Büyük protesto gösterilerinde hem taktik provokatörler, hem de yüzleri örtülü taş atıcılar olarak, göstericilerin arasında gizli polisler sızdırdığımızı biliyorum. Bunlar verilen emirle birlikte polisin bulunduğu yöne doğru taş veya şişe atmaya başlıyor, böylece polis de saldırıya geçme fırsatı buluyor."

Hamburg die LINKE örgütü, polis operasyonuna dair bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyor. Böyle bir komisyon, tahminlerin gerçeğe dönüşmesini sağlayabilir.

7. "Kara Blok" aktivistleri, militanlıklarını güç veya karşı-güçle karıştırdıkları zaman politik bir hata yapıyorlar. Solcular, barikat kuran solcuların ve taş atanların eylemlerini eleştirebilirler, ancak hareketin "iyi" ve "kötü" eylemcilere bölünmesine izin vermezler.

Rote Flora sözcüsü ve "Welcome to Hell" gösterisinin başvurucularından Andreas Blechschmidt, haklı olarak şu eleştiride bulunuyor: "Biz daima bilinçli kural aktarımının, otonom siyasetin bir parçası olması gerektiğini söylüyoruz. Ancak bunun için de belirli kriterlerin ve kırmızı çizgilerin bulunması gerektiğini de söylüyoruz. Geçen gece burada yaşananlar, bizim açımızdan kırmızı çizgiyi aşmıştır (…) Burada bir şeylerin kendisini bağımsızlaştırdığı, burada kendisinden sarhoş olan bir militanlık formunun sokağa taşındığı izlenimini edindik - bunu hem politik olarak, hem de içerik olarak yanlış buluyoruz."

Rote Flora'nın bir başka sözcüsü olan Avukat Andreas Beuth, açık bir şekilde "akıl dışı şiddet"ten söz ediyor: "Küçük dükkânları ve bölge sakinlerinin arabalarını parçalamaya başladıklarında, buna anlayış göstermem mümkün değil. Biz bunu istemiyoruz, böyle bir şey olmamalı. İnsanlar arabalarının neden ateşe verildiğini ve dükkânlarının neden yağmalandığını anlamıyorlar; bunlar alışveriş ettiğimiz dükkânlar."

"Kara Blok" tarafından tercih edilen eylem formunun tam da bu tür insanların katılımına açık olması, bir sorun teşkil ediyor. Bunlar, sol ideallerle  ortak noktaları olmayan insanlar: İsyan turistleri, sağcılar, holiganlar, ancak aynı zamanda polis provokatörleri de. Ancak örneğin Altona'da arabaların ateşe verilmesi gibi, önceden planlandığı ve hiçbir şeyi ayırt etmeyen şiddet ile perşembe günü "Welcome to Hell" gösterisindeki orantısız polis şiddetine karşı tahtalar, taşlar ve şişelerle gösterilen ani tepki arasında ayırım yapmak gerekir. Yine de, Hamburg'da yaşanan olaylar "Kara Blok"un uyguladığı taktiğin sınırlarını ortaya koymaktadır. "Kara Blok" saflarından pek çok grubun veya kişinin reklamını yaptığı polisle doğrudan çatışma şeklindeki militanlık, öfke olduğu kadar acz içinde bulunuyor olmayı da ifade ediyor. Barikat inşa edenler ve taş atanlar, bu protesto formunu güç ya da karşı-güç ile karıştırdıkları zaman hata yapıyorlar. Gerçek değişimin gücü, toplumumuzun içinde bulunduğu devasa refahı her gün yeniden yaratanlardır: Üretim bandında çalışan işçiler, bakıcılar, kamyon şoförleri, inşaat işçileri, mühendisler, kreş öğretmenleri.

"Sınıfa özgü olmayan" mücadele formu olarak sivil itaatsizlik, sınıf mücadeleleri tarihinde önemli bir yere sahiptir. Yakın tarihte sivil itaatsizliğin mücadele formları genellikle sınıf mücadelesinin geleneksel uygulamalarına atılan bir ilk adımdı: Yani kitlesel gösterilere ve politik kitle grevlerine. Sokaklarda yapılan kitlesel direnişler, belirli koşullarda sosyal patlamalara veya politik kitle grevlerine yol açabilecek birer kıvılcıma dönüşebilir. Bunun klasik örneği, Mayıs 1968'de Paris'te üniversite öğrencileri tarafından günler boyu sürdürülen ve Fransa tarihinin en büyük genel grevinin başlamasına yol açan barikat direnişiydi. Benzeri gelişmeler çok yakın zamanda Atina'da ya da Mısır Devrimi esnasında Kahire'de yaşandı. Kararlı azınlıklar, belirli koşullar altında, potansiyel olarak kapitalizme karşı başarılı bir şekilde isyan edebilme gücüne sahip olan proletaryanın kitlesel bir hareketliliğe girmesine neden olabilir. Elbette ki tarihte mücadele etmeye kararlı öncülerin yalnızlaştığı olumsuz örnekler de vardır. Belirleyici olan koşul, bu ikisinin bir araya gelmiş olması zorunluluğudur: Kıvılcım ve yeterli (sosyal) patlayıcı madde. Bir direniş aracı olarak şiddet kullanılması, ancak milyonlarca insanın çok büyük bir kısmının kendi çıkarlarını egemen azınlığa kabul ettirmeye çalışması durumunda anlamlıdır. Örneğin 1918 Almanya Kasım Devrimi'nde, 1936'da İspanya halkının faşizme karşı verdiği mücadelede, Vietnamlıların ABD'nin savaşına karşı verdiği mücadelede ya da Nelson Mandela ile AFC'nin Güney Afrika'daki Apartheid rejimine karşı verdiği mücadelede olduğu gibi. Hamburg'da gündemde böyle bir durum yoktu. Ancak barışçıl kitle gösterileri de muazzam bir etki ortaya çıkarabilirler. Gerçekçi değişim umudunu yaygınlaştırabilir ve insanları buna katılmak için harekete geçmeye teşvik edebilirler. Solcuların bu strateji lehinde propaganda yapması gerekir - hem umutlarını hükümete bağlamış olanların, hem de militan şiddet etkisi illüzyonuna sahip olanların arasında. Ancak hareketin "iyi" ve "kötü" eylemcilere bölünmesine asla izin vermemeliyiz.

8. Zirve protestolarında yaşanan şiddet eylemleri her şeyi gölgeledi. Bu mesele, muhtemelen seçimlerde de kullanılacak. Die Linke, polis operasyonunun tümüyle aydınlatılması için gereken her şeyi yapmalı ve şiddet olaylarını ön plana çıkarmak isteyen herkese ayna tutmalıdır: Demokrasi için en büyük tehlike "radikal sol şiddet" değil, aksine anayasa ile güvence altına alınmış olan özgürlüklerin federal hükümet tarafından sistematik olarak geriletilme süreci, polisin giderek artan bir şekilde militarize edilmesi ve G20 devletlerinin politikaları nedeniyle her gün yaşanan şiddettir.

CDU "Rote Flora'nın ve aynı zamanda Riga Caddesi'nin boşaltılmasını" talep etmekte ve devlet güvenlik birimlerinin "aşırı sola" karşı harekete geçmesini talep ediyor. Federal Başbakanlık Dairesi başkanı CDU'lu Peter Altmeier, bir tweetinde şöyle demektedir: "Hamburg'daki aşırı sol terör iğrençti ve en az aşırı sağcıların ve İslamcıların terörü kadar korkunçtu."

Frankfurter Rundschau ise bir yorumunda şöyle yazmaktadır: "Yağmalanan dükkânlar ve yakılan arabalar, en az göçmen kökenli insanların öldürülmesi ve kalabalığa dalan kamyon kadar kötüdür. NSU kurbanlarının ve Nice, Paris, Brüksel ve Berlin kurbanlarının yakınları için, bu yüzlerine indirilmiş bir darbedir. Altmeier'in tweeti CDU'nun yarısı tarafından coşkuyla paylaşılmakta ve selamlanmaktadır."

Başka politikacılar da bu trene binmekte ve Hamburg'daki G20 zirvesinde yaşanan olaylardan sonra "aşırı solculara" Almanya'da daha sert davranılmasını, Avrupa genelinde bu kişilerin fişlenmesini talep etmektedirler. Ancak bu zirve protestolarında olayların çıkmasını engellemeyecektir. Ayrıca İçişler Bakanı Thomas de Maizére'in gelecekte aşırı solcuların çok daha büyük şiddet eylemlerine girmelerinin beklendiği iddiası da kesinlikle yanlıştır. Tarafsız bir kaynak olmayan Anayasayı Koruma Raporu bile 2016 yılı için sağcıların 23.555, solcuların ise sadece 9389 politik temelli suç işlediğini ortaya koymaktadır. Sağcıların işlediği suçların sayısı 2016'da %13,6 artış gösterirken, solcuların işlediği suçlar ise %6,9 oranında azalmıştır.

Bu arka plan temelinde, örneğin die Linke'den Dietmar Barsch'ın şu sözleri konuya yardımcı olmamaktadır: "Polisler işlerini mükemmel bir şekilde yapmıştır. Şiddet kabul edilemez." Bu tür bir argümantasyon, gerçekleri tersyüz etmektedir. G20 karşıtı protestolarda die Linke'yi temsil etmiş ve G20'ye karşı yapılan büyük protestonun başvurucularından biri olan Hamburg Federal Milletvekili Jan van Aken, tümüyle farklı bir söyleme sahiptir. Van Aken polis yönetimini sert bir şekilde eleştirmekte ve İçişleri Senatörü Andy Grote'nin istifasını istemektedir. Die Linke, polis operasyonunun tümüyle aydınlatılması için gereken her şeyi yapmalıdır. Die Linke, şiddet olaylarını ön plana çıkarmak isteyen herkese, şiddet olaylarının gerçek durumunu ortaya koyan bir ayna tutmalıdır. Demokrasi için en büyük tehlike "radikal sol şiddet" değil, aksine anayasa ile güvence altına alınmış olan özgürlüklerin federal hükümet tarafından sistematik olarak geriletilme süreci, polisin giderek artan bir şekilde militarize edilmesi ve G20 devletlerinin politikaları nedeniyle her gün yaşanan şiddettir.

Almanya, yıllardan beri anayasa ile güvence altına alınmış olan özgürlüklerin sistematik bir şekilde geriletilmesi sürecinin içinde bulunmaktadır. Kırmızı-Yeşil hükümet tarafından kabul edilen ilk antiterör paketleri dahi, neredeyse bütün yurttaşlık hakları ve veri koruma örgütleri tarafından "felaket" olarak yorumlanmıştır. Bu arada farklı resmi makamların artık tehlikeli bir imkânlar cephaneliği bulunmaktadır. G20 devletleri, uyguladıkları politikalar ile her gün şiddet üretmektedirler. Haftalık Freitag dergisinin sahibi ve gazeteci Jakob Augstein, şunları yazmaktadır: "Ancak G20'nin kendisi örgütlü şiddettir ve zirve de bir şiddet eylemiydi. (…) G20 devletleri, sekiz insanın 3,7 milyar insanla aynı varlığa sahip olduğu bir dünya egemenlik sistemidir. Bu rakam, çıplak şiddet anlamına gelmektedir."

Dünyanın hiçbir yerinde, G20 ülkelerinden en az birinin dahil olmadığı bir savaş yoktur. Global Barış Endeksi, 2010 ile 2014 arasında, dünya çapında yaşanan şiddet eylemlerinde hayatını kaybedenlerin sayısının 3,5 kat artarak, 40.000'den 180.000'e çıktığını belirtmektedir. Ama artış sadece bu acımasız fiziksel şiddette görülmemektedir. İş ve İşçi Bulma Kurumu'nda, Yabancılar Dairesi'nde, ailede, işyerinde, okullarda ve yüksek okullarda insanlar her gün kendilerinden beklenilenleri yerine getirememenin acı verici tecrübesini yaşamaktadırlar. Şiddet dünyanın her yerine hakimdir ve kapitalizmin kendisi de şiddettir. Buna karşı protesto etmek gerekli ve zorunludur. Kapitalizme karşı yapılacak bir sonraki önemli protesto tarihi, 6-17 Kasım tarihinde Bonn'da düzenlenecek olan İklim Zirvesi'dir.

(Almanca orijinalinden Türkçe'ye Atilla Dirim çevirdi)



Bültene kayıt ol