(Röportaj) 25 Ocak Devrimi'nin 5. yıl dönümü: “Mısır'da umut ölmedi”

25.01.2016 - 08:01

2010 yılı sonunda Tunus’taki gösteriler bir devrim dalgasını tetiklemiş, bunların arasından öne çıkan 25 Ocak'ta başlayan Mısır Devrimi olmuştu.

İngiltere'de yayımlanan Socialist Worker'ın geçtiğimiz haftalarda Mısır'daki Devrimci Sosyalistler'den Semih Necip ile yaptığı röportaj şöyleydi...

Aralık 2010'da Tunus’ta, işportacı Muhammed Buazizi, polisin açtığı tezgâh yüzünden ona rahat vermemesi üzerine kendini yaktı. Bu olay nasıl oldu da Mısır’daki devrimci süreci başlattı?

Tunus’taki eylemler, Arap bölgesinde on yıllardır görülmemiş bir şekilde büyüdü. Herkes olayların gelişimini uydu kanallarından izleyebiliyordu. Olaylar herkesi heyecanlandırdı, bu özellikle “Halk rejimin devrilmesini istiyor” sloganı atıldığı zamanlar için geçerliydi. Tunus Başkanı Bin Ali ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldığında, bunun Mısırlı eylemciler ve gençler üzerinde muazzam bir etkisi oldu. Mısır’da 25 Ocak’ta polise karşı bir eylem yapma hazırlığı vardı. İnsanlar, Tunus’ta yaşananlar nedeniyle bu eylemin her zamankinden daha büyük olabileceğini düşünmeye başladılar.

Eylemlerin daha önce gördüğünüz eylemlerin hepsinden farklı bir hâle geldiğini ne zaman fark ettiniz?

Bunu fark etmemiz çok hızlı oldu. Eylemler öğlen başladı. Ancak insanların eylemlere katılma hızı, eylemleri kitle gösterilerine dönüştürdü, bu süreç hem eylemcileri hem de polisi çok şaşırttı. Polis hazırlıklı değildi. On yıllardır ilk kez, polis devasa bir insan dalgasının karşısında giderek eriyen bir azınlık hâlini aldı. Herkesin doğal eğilimi Kahire’deki Tahrir Meydanı’na gitmekti. Kimse oraya ulaşabileceğini düşünmüyordu. Polis savaşı kaybetmeye başladığında, yorgunluktan bitmiş bir hâlde meydana ulaştık. Ama aynı zamanda neşe ve heyecan hissediyorduk ve bundan sonra ne yapmak gerektiğine dair toplantılar ve tartışmalar oluyordu.

Mısır Devrimi’nin ilk 18 gününün en önemli anları nelerdi?

İki gün içinde Hüsnü Mübarek rejimi interneti ve mobil iletişim araçlarını kapattı. 28 Ocak’ta yapılacak daha büyük gösterilerin örgütlenmesini zorlaştırmaya çalışıyordu. Gerçek devrim o gün başladı. Kahire’deki tüm karakollar yakıldı ve bir güç olarak polis parçalarına ayrılıp dağıldı. Tahrir’deki manzara neredeyse gerçeküstüydü. İktidar partisinin genel merkezi yanıyordu ve her tarafını duman sarmıştı, etrafta ise hiç polis gözükmüyordu. O gün Tahrir’e gelenler kadar kalabalık bir insan grubunu bir daha hiç görmedim. İkinci önemli olay ise 2 Şubat’ta polisin ve katillerin Tahrir’e girmeye çalışmasıydı. Gece boyunca çatışmalar yaşandı. Farklı siyasi akımlar meydanı korumak için birlikte yapılar oluşturdular. Pek çok kişi öldü. Üçüncü zirve noktası, Hüsnü Mübarek’in televizyondaki son konuşmasını yapıp, gitmeyeceğini söylediğinde gerçekleşti. İnsanlar, Başkanlık Sarayı’na yürümeye ve orayı basmaya hazırlandı. Konuşmaya olan tepkileri görmek inanılmazdı. Yüz binlerce kişinin ayakkabılarını ayaklarından çıkarıp salladığı ve televizyon ekranlarına bağırdıkları sahne hiç aklımda çıkmadı. O gün ne kadar büyük bir öfke varsa, 11 Şubat’ta başkan yardımcısı sonunda Mübarek’in görevinden ayrılacağını açıkladığındaki mutluluk da o kadar fazlaydı. Kutlamalar bütün gece sürdü.

Daha sonra yaşanan olaylara dönüp baktığınızda, sizce devrimci hareketin zayıflıkları nelerdi?

Müslüman Kardeşler gibi ana kitlesel siyasi muhalefeti oluşturan örgütler, Mübarek çekildikten sonra iktidara gelen askeri cunta (SCAF) ile ittifak yaptılar. Devrim dalgalarını durdurabilmek için şekilsel bir demokrasi talep ettiler. Bu dalgalar bir yandan yeni ezilen kesimleri mücadeleye dâhil ettiler, diğer yandan daha fazla işçinin greve gitmesinin önünü açtılar. Devrimci sol, devrimi derinleştirebilecek kitlesel bir örgütlenmeden yoksundu. Ana reformist örgütlere kıyasla çok güçsüz kaldık ve solun ana akımları Stalinistlerdi. Onlar devrimi sınırlamak istediler. Bu tutumun mirası devrimci solun, Müslüman Kardeşler ve diğer reformist akımlara meydan okuyabilecek bir örgütlenme inşa etmesini oldukça zor bir hâle getirdi.

Egemen sınıf etkili bir karşı devrim gerçekleştirmeyi başardı. Bu nasıl mümkün oldu?

Müslüman Kardeşler orduya sürekli taviz verdi, bu tavizler onlar iktidara gelmeden önce başlamıştı bile. Müslüman Kardeşler kendisini "sorumlu" bir aktör olarak göstermeye çalıştı. Kitleleri kontrol edebileceklerini ve sokaklardaki isyanın önüne set çekebileceklerini göstermek istediler. Bu durum, polis ve ordu kurumuna toparlanma ve kendi güçlerini yeniden inşa etme fırsatı verdi. Müslüman Kardeşler’e karşı seferberlik başlatarak bir korku dalgası yarattılar. Müslüman Kardeşler’in Mısır’ı teokratik bir diktatörlük hâline getireceğini ve ülkeyi kaosa sürükleyeceğini iddia ettiler. Müslüman Kardeşler’den Muhammed Mursi iktidardayken, devlet güçleri orta sınıflar arasında bir istikrarsızlık hissi yarattı. Arabalar çalındı, adam kaçırmalar ve soygunlar yaşandı. Ordu ülkeyi istikrara kavuşturabileceğini, işleri ve hayatı normale döndürebileceğini söyledi. Bu söylem –özellikle Mursi devrime dair hiçbir şey gösteremediği için- orta sınıfın geniş kesimlerinde karşılık buldu. Mursi’nin politikaları neoliberalizmi sürdürdü ve karşıdevrimin yolunu açtı.

Karşıdevrimin yüzü Başkan Abdülfettah El Sisi oldu. O, tüm direnişi ezmeyi başarabildi mi?

Eşi benzeri görülmemiş bir baskı uygulanmasına rağmen, hâlâ devrimle aynı ruhu ve sloganları taşıyan grevler ve eylemler oluyor. Sisi rejiminin bunu tamamen yok edebilecek kapasitesi olduğundan kuşkuluyum. Sisi’nin yeni bir siyasi mekanizması yok. Yaptıklarıyla tam da devrimin patlak vermesine neden olan aynı yozlaşmış işadamlarına, generallere ve eski parti bürokratlarına bel bağlıyor. Baskı da geri döndü. Sadece Kasım ayında Mısır’daki karakollarda 13 kişi işkence edilerek öldürüldü. Polis, devrim öncesinde olduğu gibi, insanları kötü muamelede bulunmanın uç noktalarını uygulamakla tehdit ediyor. Devrimi tetikleyen şeylerden biri de buydu. Sıradan insanların devrim deneyimi yok olup gitmedi. Eski rejimin ise önerebileceği bir şeyi yok.

Sosyalistler devrimleri tek bir olay olarak değil, bir süreç olarak kavrarlar. Geleceğe dair umutlarını neler?

Yenilgiyi küçümsememek konusunda çok dikkatliyim ama devrimden sonraki Mısır hiçbir zaman devrimden önceki Mısır gibi olmayacak. Devrim insanların umutlarını, özlemlerini, beklentilerini değiştirdi ve ikinci bir devrim olasılığını ortaya koydu. Karşımızdaki taraf da bunu bildiği için Mübarek’in olduğundan çok daha baskıcı olacaklar. Egemen sınıf korkmuş durumda ve devrimin ruhunu ezmeye çalışıyor. Sisi iktidarında hayat katlanılmaz ve sürdürülemez bir hâlde ve bu böyle sürmeyecek. Yani önümüzdeki yıllarla ilgili umutlanmak için nedenlerimiz var. Geçici bir zafer ve yenilgi yaşayan devrimci hareketi yeniden inşa etmeli ve devrimin derslerini öğrenmeliyiz.

Mısır bölgedeki en büyük ve en önemli ülke. Mısır’daki mücadelenin bölgenin geri kalanında nasıl bir etkisi olacak?

Mısır devriminin başarısının bölgede yarattığı olumlu etki devasa bir ölçüdeydi. Bahreyn’de, Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de aynı sloganları ve örgütlenme yöntemlerini kullanan isyanlar ortaya çıktı. Mısır’da karşıdevrimin hâlihazırdaki başarısının da aynı şekilde bölgesel etkileri oldu. Ama milyonlarca Mısırlının devrimci dönemin olumlu etkisinden gelen deneyimi kolayca ölmeyecek.

Batılı liderlerinin yanından ayrılmadığı Sisi’nin rejimini ifşa etmek için yapılabilecek daha fazla şey var mı?

Uluslararası dayanışma merkezi bir öneme sahip. Batı’da Sisi karşıtı hareketle dayanışmanın ölçeği olması gerekenden az. Kasım ayında 40 kişi kaybedildi. Karakollarda ve hapishanelerde onlarca insana tecavüz edildi, işkence yapıldı. Hapishanelerde yiyecek, battaniye ve tıbbi bakım yok. İslamofobi ve Müslüman Kardeşler’e karşı olan tutum daha fazla uluslararası dayanışma olmamasının nedenlerinden biri. Rejime karşı daha güçlü bir ses çıkaran bir kampanyaya ihtiyacımız var. Dayanışma çok önemli.

(Türkçe'ye Onur Devrim Üçbaş çevirdi)



Bültene kayıt ol