Kapitalizmin bir krizi daha: Göçmenler

07.09.2015 - 07:42

İnsanca bir yaşam umuduyla Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışan göçmenlerin durumuna Avrupa ülkeleri çözüm bulamıyor. Göçmenleri bir sorun olarak görüp ekonomik ve güvenlik kaygılarını öne çıkaran uluslararası kurumlar, kapitalizmin insanlık dışı yüzünü bir kez daha gösterdi.

Günlerdir Yunanistan’daki dikenli telleri polisle mücadele ederek aşan binlerce göçmen Macaristan’da durduruldu. Göçmenler, kendilerini alabileceğini duyuran Avusturya ve Almanya’ya gitmek için gittikleri Macaristan’da trene binmeye çalışırken engellendi. Daha sonra artan tepkiler nedeniyle trene binmelerine izin verildi. Ancak anlaşıldı ki, Avusturya’ya varmadan durdurulan trenlerden indirilen göçmenler, zorla şehir dışındaki kamplara götürülüyorlar. Bunu fark eden göçmenlerin bir kısmı iki gündür trenleri terk etmeyerek eylem yapıyor. Göçmenler “Özgürlük” ve “Almanya” şeklinde sloganlar atıyor. 20-30 kadar göçmen açlık grevine başladı. Trenlere binemeyen binlercesi ise 140 km uzaktaki Avusturya sınırına doğru yürümeye başladı. Ertesi sabah Avusturya sınırına varan binlerce göçmen, yine binlerce gönüllü tarafından yiyecek ve içecek yardımı ile karşılandı.

Macaristan’ın sağcı Başbakanı Orban, “Bu Avrupa’nın değil Almanya’nın sorunu” diyerek göçmenlerin esas hedefinin Almanya’ya gitmek olduğunu söylemişti. Almanya, bu yıl için 800 bin göçmeni kabul edeceğini ilan etmişti. Orban, Avrupa’nın Hristiyan kültürünün tehlikede olduğunu da sözlerine eklemeyi ihmal etmedi. Macaristan’da %50 ile iktidar olan muhazafakâr partiye muhalefet eden faşist parti Jobbik, üçüncü büyük parti durumunda. Macaristan hükümetinin bu göçmen karşıtlığı, hem kendi Hristiyan-Demokrat eğiliminden hem de faşist partinin yaptığı basınçtan kaynaklanıyor. Orban, geçtiğimiz günlerde de göçmenlerin Türkiye’de kalmaları gerektiğini söylemişti.

Kendini bir anda göçmenlere en duyarlı ülke olarak göstermeye başlayan Almanya’da ise henüz iki ay önce Merkel’in Filistinli küçük bir kızı televizyon kanallarının önünde Almanya’da kalmasına izin veremeyeceğini söyleyerek ağlattığını hatırlamakta fayda var. Merkel, Almanya’da giderek yayılan göçmenlerle dayanışma eylemleri sonucu söylemini bu kadar kısa sürede değiştirdi. Tabii söylem değiştiren Merkel, pratikte ise göçmenlerin AB’ye girdikleri ilk ülkede kalmalarını öngören Dublin sözleşmesini savunmaya devam ederken, göçmenlerin tüm AB ülkelerine paylaştırılmasını da destekliyor. Böylece göçmen yanlısı gibi gözüken retoriğe sinsi bir iki yüzlülük eşlik ediyor. Almanya’nın bu politikası, göçmen dalgasına maruz kalan Yunanistan, İtalya ve Macaristan gibi ülkelerde büyük zorluklar yaratıyor.

Avrupa’nın göçmenlerle imtihanı

Avrupa Birliği, özellikle Aylan’ın minik bedeninin karaya vurduğu görüntülerin kamuoyunda tepki yaratması üzerine çözüm yolları aramaya başladı. Avrupa Komisyonu, 120 bin göçmeni AB üyesi ülkelere dağıtmak üzere bir öneri sunacağını açıkladı. Ancak bu öneri AB ülkeleri arasında tartışmaya yol açtı.

AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, geçtiğimiz hafta tüm AB ülkelerine yazdığı bir mektupla üye ülkeleri Dublin sözleşmesine uymaları konusunda uyardı. Aksi hâlde yaptırım uygulanacağını söyledi. Bunu özellikle Macaristan Başbakanı’nı Brüksel’e davet ederek bizzat iletti. Merkel ise Macaristan ve Yunanistan’daki mültecilik başvuru sürecinin hızlandırılmasını ve böylece reddedilenlerin hızlıca ülkelerine geri gönderilmelerini istedi.

4 Eylül’de Prag’da toplanan Visagrad Grubu Başbakanları ortak bir bildiri yayınlandı. Bildiride güvenlik kaygıları öne çıkarılıyordu. Basın açıklaması sırasında ise AB’nin göçmen kotası uygulamasına kesinlikle karşı çıktıklarını söylediler. Bu politikadan dolayı Almanya ve Avusturya’yı suçladılar.

Macaristan Başbakanı Viktor OrbanÜlkemin sınırlarını koruduğum için saldırıya uğruyorum… Vizesiz bir şekilde bu insanların sınırlarda serbest bir şekilde dolaşmasına izin veremeyiz. AB’nin kurallarını uyguluyoruz” dedi.  

Slovakya Başbakanı Robert Fico ise gelen sorulara “Biz Visagrad üyeleri olarak Schengen ruhuna uygun davranıyoruz… Biz AB sınırlarını güvenceye almak istiyoruz öncelikle… Göçmen akınının başka tehditleri de doğuracağını düşünüyoruz. Gizli servislerimiz göçmenler içerisinde teröristlerin de bulunduğunu bildiriyor… Teröristlerin AB içine sızmak için mülteciliği kullanacağını düşünüyoruz” şeklinde yanıt verdi.

AB’nin göçmen politikasından söz ederken son dönemlerde oldukça artan ölümlerin nedeni olarak AB’nin 2014 sonunda yaptığı politika değişikliğinden de bahsetmek gerekiyor. 9 Ekim 2014’te AB, Mare Nostrum programını sonlandırdığını açıklamıştı. Bu program Akdeniz’de, Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin yolda ölmesini engellemek amacıyla denizlerde sürekli bir araştırma ve kurtarma ekibinin bulunmasını temel alıyordu. Program sayesinde bir yıl içerisinde 140 bin göçmen tıka basa dolu teknelerde bulunarak karaya çıkartılmıştı. Mare Nostrum programı Ekim ayında feshedilerek yerine Triton programına geçildi. Yani artık Akdeniz’de kurtarma faaliyeti yapılmayacak, İtalyan kıyılarına 30 mile kadar ulaşmayı başarabilenlere yardım edilecekti. 2014’te göçmen ölümleri konusunda rekor kırıldığı söylenmişti. Mare Nostrum’un sonlandırılmasının ardından 2014 yılının ilk üç ayı ile kıyaslandığında 2015’in ilk üç ayında 10 kat fazla göçmen (1500 kişi) Akdeniz sularında can verdi.

Göçmenlerle dayanışma da yükseliyor

Devletlerin insan yaşamını ekonomik ve güvenlik kaygısına indirgediği tartışmalar sürerken birçok ülkede halklar göçmenlerle dayanışma kampanyaları düzenliyorlar. Almanya’da birçok şehirde “göçmenler hoş geldiniz” pankartları asılıyor. Münih’e varan 590 göçmen için belediyenin twitterda ilan ettiği destek çağrısına büyük katılım oldu. Kamp alanı ihtiyaçtan fazla gıda, giyecek ve oyuncak malzemesi ile doldu. Bayern Münih göçmenler için 1 milyon € vereceğini söyledi.

Britanya’da başlayan “Daha fazla mülteci kabul et ve mültecilere desteğini arttır” kampanyası sadece birkaç gün içerisinde 280 bin kişi tarafından imzalandı. İngiltere’deki Save the Children örgütü ise Cameron’un 10 bin göçmeni kabul etmesini talep etti.

İzlanda’da hükümetin bu yıl 50 Suriyeli göçmeni kabul edeceğini ilan etmesi üzerine başlayan bir kampanya ile 12 bin kişi evine bir göçmen almaya gönüllü olduğunu ilan etti.

Viyena’da 20 bin kişi 1 Eylül’de göçmenler için “hoş geldiniz” yürüyüşü düzenledi. Cuma akşamı sosyal medyada başlayan bir kampanyaya ise 2.200 kişi katıldı. Kampanyaya katılanlar Ppzar günü kendi arabaları ile Macaristan’a giderek göçmenleri arabalarla Avusturya’ya taşıyacaklarını duyurdu. Ancak bu dayanışma AB hukukuna göre insan kaçakçılığına giriyor ve Macaristan göçmenlerle dayanışmak isteyenlerin tutuklanabileceğini söyledi.

Birçok ülkede çocuk kitapları yazarları ise Aylan’ın kıyıya vuran cesedinden etkilenerek göçmenler için bir bağış kampanyası başlattı. 10 bin Euro para toplamayı hedefleyen yazarlar bu rakama sadece iki saat içerisinde ulaştı. Kampanyaya 24 saat içerisinde 150 bin Euro bağış yağdı.

Paris’te Pazar günü #PasEnNotreNom (Bizim adımıza değil) etiketiyle sosyal medyada başlatılan kampanya ile birlikte Cumhuriyet Meydanı'nda bir miting düzenlendi. 10 bine yakın kişin katıldığı gösteride, Aylan'ın üzerinde "Ben Suriyeliyim. Beni Esad, IŞİD öldürdü" yazısının yer aldığı fotoğrafları taşındı.

12 Eylül göçmenler için Avrupa eylem günü ilan edildi. Tüm Avrupa ülkelerinde kalabalık yürüyüşler yapılması bekleniyor.    

Finlandiya Başbakanı Juha Sipila kendi evini sığınmacılara açma teklifinde bulundu ve tüm Finlandiya halkının savaş mağduru göçmenlerle dayanışma içinde olması gerektiğini söyledi.

BM Mülteciler Yüksek Komisyoneri Antonio Guterres, CNN’e verdiği röportajda, AB’nin sınır güvenliği politikalarının büyük felaketlere yol açtığını belirterek şunları söyledi: “Eğer Kahire’de iseniz ve Avrupa’nın herhangi bir ülkesine ucuz uçak bileti alırsanız, 40 veya 50 Euro’ya seyahat edebilirsiniz. Hiçbir tehlikesi de yoktur. Bu insanlar botlarla gitmeye zorlanıyorlar, 4 bin-5 bin Euro ödüyorlar ve acınası koşullarda ölüyorlar. Bunun hiçbir anlamı yok.”

“Göçmen krizi” ırkçı bir propaganda

Britanya Dışişleri Bakanı Lady Anelay, Mare Nostrum programının feshedilmesini savunurken, programın göçmenleri Avrupa’ya tehlikeli yollardan geçmeye teşvik ettiğini iddia etmişti. Ancak gelinen durum gösteriyor ki, daha iyi bir hayat umuduyla yola çıkanlar ölümü göze almaya devam ediyor ve denizlerde ölüme terk ediliyorlar. Kurtarılması mümkün olan binlerce hayat, karaya ayak basamadan son buluyor. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre sadece bu yıl 350 bin kişi Avrupa’ya göç etmiş durumda.

Göçmenleri kriz olarak gören güvenlikçi algı ve onun arka planındaki ırkçılık, sorunun çözümünü de güvenlik politikalarında buluyor. Böylece insanları göç etmeye zorlayan nedenler umursanmıyor. Son bir yıla kadar Avrupa’ya göçün ana noktası İtalya iken bugün bu Yunanistan’a dönmüş durumda. Libya’ya yapılan askeri müdahale sonucunda yaşanan göç dalgasında İtalya göçmenler için Avrupa’ya ulaşmanın en kolay yolu olarak görülüyordu. Ancak son bir yılda IŞİD ve Esad rejimin barbarlığından kaçanlar için öncelikli durak Türkiye. Son yıllarda İtalya’ya varmaya çalışırken denizde yaşanan kitlesel ölümler, göçmenlerin de insan kaçakçılarının da gözünü Türkiye’ye çevirdi. Akdeniz’i Libya’dan aşmaktansa Türkiye’den hemen birkaç kilometre uzaktaki bir Yunan adasına geçmek çok daha güvenli gözüküyor insanlara. Ancak ulaştıkları Yunanistan’da da bir yandan ekonomik ve politik kriz, öbür yandan faşist Altın Şafak göçmenlere arzu ettikleri yaşamı sunamıyor.

Avrupa medyasında ve sağ politikacılarda giderek artan “göçmen krizi” söylemi aslında ırkçı bir abartmadan ibaret. Çünkü Avrupa’ya gelen göçmen sayısı, Afrika ve Ortadoğu’nun çok daha fakir ülkelerine yığılan göçmen sayısında onlarca kat daha az. Türkiye ve Lübnan gibi ülkelerde dahi Avrupa’nın tamamına giden göçmen sayısından çok daha fazla göçmen var. Göçmenlerin bu kadar abartılı bir “kriz” sorunu olarak algılanmasının arkasındaki ana neden, Avrupa’da yükselen aşırı sağ partiler. Müslümanların artan göçünü kriz olarak anlatan ve merkez sağ partilere dahi bu basıncı yapan İngiltere’deki UKIP, Macaristan’daki Jobbik, Fransa’daki Ulusal Cephe gibi ırkçı ve faşist partilerin gücü.   

Kapitalizm, küresel ısınma ve küresel finans krizi ile sarsılırken son yıllarda devletlerin güç mücadelesinden kaynaklanan savaşlar da milyonlarca insan üzerinde yıkıcı bir kriz daha yaratıyor. Her yerinden dökülen kapitalizme karşı anti-kapitalist alternatifi inşa etmek dünya solunun önünde duran en önemi görev.

Özdeş Özbay



Bültene kayıt ol