Unutturulan tarih: Afrika'nın Avrupalılar tarafından yağmalanması

01.09.2015 - 08:44

"Eski Dünya"da yaşayan insanlar olarak yoksul ve sefil bir Afrika manzarasına o kadar alıştık ki, ister istemez bunun ezelden beri böyle olduğunu düşünüyoruz. Afrika'nın yüksek uygarlıklarının gerçek ve görkemli tarihi bize sadece unutturulmakla kalınmadı, sanki asla var olmamış gibi davranıldı.

Basın ve yayın organlarımızda Afrika'ya dair bir haber yayınlandığında, bu genelde açlık, sefalet ve iç savaşla ilgili oluyor. Oysa bu durum bir yandan Afrika toplumlarının çeşitliliğini dikkate almayan dar bir bakış açısını ortaya koyarken, öte yandan pek çok bölgede halkın yaşam koşulları gerçekten de çok zor, hatta dayanılmaz durumda. Ucuz hammadde peşinde koşan emperyalist büyük devletler, yerli işbirlikçilerle birlikte bu durumun genişleyerek sürmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

Afrika'da siyah derili insanlar tarafından kurulan yüksek uygarlıklar ve efsanevi zenginlikler gerçeği,  köleciliği ve zalim yağma faaliyetlerini haklı çıkartmaya çalışan beyaz ırkın üstünlüğü teorileri ile çelişen bir durumdu. Bundan ötürü Afrika'nın bu görkemli uygarlıkları Avrupa'nın egemen sınıfları tarafından orduları, bombaları ve hastalıkları ile yok edildi ve Afrika'nın tarihi bunun üzerine inşa edildi. O zamandan bu yana anlatılan Afrikalıların gayri medeni oldukları gibi, bir tarihe de sahip olmadıkları anlatılıyor. Oysa gerçek bundan farklı.

Yüksek kültürler yok edildi

13. yüzyılda Avrupalı bir seyyah Batı Afrika'daki (bugün Nijerya) Benin şehrini ziyaret ettiğinde, büyük bir heyecanla  burada her biri 40 metre genişliğinde 30'dan fazla ana caddeden, Harlem'in (Hollanda)  tümü kadar büyük bir saraydan, "temizlik bakımından Hollandalılardan hiç de aşağı kalmayan" şehir sakinlerinden ve güneşte parlayan evlerinden söz ediyordu. Amiral Rawson komutasındaki Britanya kuvvetleri 1897 yılında bu şehri işgal ettiler, binaları havaya uçurdular ve geri kalan harabeleri yakıp kül ettiler. Paha biçilmez sanat hazineleri, sık sık olduğu gibi, Avrupa müzelerine gönderildi.

Bir başka örnek ise 10. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar bilhassa Manhyia saray kompleksiyle ziyaretçileri kendisine hayran bırakan, Ashanti krallığının başkenti Kumasi şehridir.  Bugünkü Gana'da bulunan bu şehir "Mağrip" mimarisiyle dünyaca ün kazanmıştı.  1817 yılında bile seyyahlar üst katlarında tuvaletlerin bulunduğu çok katlı binalardan, büyük ana caddelerden ve meydanlardan söz ediyorlardı. Evlerse antikalarla, saatlerle, Bohemya kristalleriyle, yağlıboya tablolarla ve akla gelebilecek her dilden kitaplarla doluydu. Bu muhteşem şehir 19. yüzyılın sonlarında Britanya birlikler tarafından yağmalandı ve ateşe verildi.

Efsanevi Timbuktu

Sömürgeciliğin ve emperyalizmin işgalinden önce Afrika toplumlarının ne kadar gelişmiş ve örgütlü olduklarına dair başka bir kanıt, bugünkü Mali'de bulunan Timbuktu'dur. Bugünkü  Timbuktu Londra'dan 236 defa küçüktür ve görkemli zamanlarından kalan anıtları ve arşivleri kendi gücüyle muhafaza edecek durumda değildir. Avrupa merkezli tarih yazımının özenle gizlediği gerçek aslında şöyledir: 14. yüzyıla kadar dünyanın en zengin üç bölgesi Batı Afrika'daki Mali Krallığı, Çin ve İran/Irak'tı. Ancak son iki devlet o dönemde Cengiz Han liderliğindeki Moğollar tarafından ele geçirildiği için, geriye bağımsızlığını koruyan tek bir büyük krallık kalmıştı: Efsanevi başkenti Timbuktu'yla Mali. O zamanlar Timbuktu'nun nüfusu ortaçağ Londra'sından beş kat daha fazlaydı ve Mali'de en az 400 şehir daha bulunuyordu.

Unutulan zenginlik

Bu krallığın hükümdarı olan ve hakkında efsaneler anlatılan I. Mansa Musa Keita insanlık tarihinin en zengin adamıydı, imparatorluğu bugünkü Mali, Senegal, Gambiya ve Gine devletlerini kapsıyordu. Öldüğü dönemde küresel altın ve tuz ticaretinin yarısından fazlası Mali üzerinden yapılıyordu. 1324 yılında 60.000 kişilik bir maiyetle Mekke'ye hacca gittiğinde yanında o kadar fazla altın götürmüş ve bunları o kadar bonkör bir şekilde etrafa dağıtmıştı ki, bölgedeki altın fiyatları on yıllık bir dönem boyunca dibi görmüştü. Kral, Timbuktu'da dünyanın her yerinde her dilde ve her disiplinden kitapların bir araya geldiği dev bir kütüphane kurmuştu. National Geographic, 25.000 öğrencinin yaşadığı Timbuktu'yu "ortaçağ dünyasının Paris'i" olarak tanımlamaktadır.  15. yüzyılda, Galileo ve Kopernik'ten çok önce, Timbuktulu matematikçiler gezegenlerin yörüngeleri hakkında bilgi sahibiydiler. Mısırlı âlim Ibn Fadl el-Umari'ye göre Malili denizciler MS 1311 yılında Amerika kıtasına ulaşmışlardı.  

SiliconAfrika.com yayıncısı ve aktivist Mawuna Koutonin, sömürgeci işgal kuvvetlerinin Afrika'da uyguladığı dört temel ilkeyi şu şekilde ortaya koyuyor: Birincisi: Güçlüleri öldür ve yerleşim yerini işgal et, İkincisi: Güçsüzleri destekle, Üçüncüsü: Bilgilileri ve iyi eğitimlileri sür veya kaçır, Dördüncüsü: Sömürgeciliğin altın ilkesini "ya benim istediğim gibi, ya hiç" kabul ettir. Doğrudan sömürgeci baskı bugün yerini serbest ticaret ideolojisi ve "yapısal uyum programları" gibi Afrika pazarlarını batılı büyük şirketlere peşkeş çeken, daha az dikkat çekici ekonomik yöntemlere terk etti. Dolayısıyla eğer bugün insanlar Afrika'dan kaçıyorsa, bunu Avrupa'nın (ve sonradan dünyanın diğer) kudretli devletlerinin işlediği ağır tarihsel ve güncel suçların ortaya çıkardığı durum yüzünden yapıyorlar.

Tom-Dariusch Allahyari, Linkswende (Avusturya)

Çeviren: Atilla Dirim



Bültene kayıt ol