Virüsün adı SARS-CoV2. Onun bu kadar etkili bir yayılım istikrarı göstermesine sebep olan pandeminin adıysa kapitalizm.
Virüsler üssel büyümeyle yayılır. Bu bir kehanet değil, matematiksel bir gerçek. Üssel artış, enfekte insan sayısının katlanarak artması demek. Yani önceleri yayılım hızı pek dikkat çekmez. Bir noktada öyle hızlanır ki adeta bir tsunamiye dönüşür. Bu nedenle, salgını yavaşlatmak, etkisini azaltmak için son derece ciddi bir şekilde ele alınan işlevsel stratejilerin harekete geçirilmesi gerekir.
Sosyal mesafelenme bunlardan biri. Ne kadar çok insanı sağlıklı, yani evde tutarsanız yayılma hızını o kadar yavaşlatmış olursunuz. Ancak bu da tek başına yeterli değil. Beraberinde hemen yaygın test uygulamasına geçilmesi gerekir ki gerçek sayıları bilelim. Örneğin virüsü aldığı halde semptom göstermeyen kişilerin sayısı çok büyük öneme sahip. Bunu bilmezsek, onunla mücadelede çok yanlış yollara sapabiliriz.
Ne var ki böyle etkili bir mücadele için öncelikle kâr değil insan odaklı yaklaşan, işleyen, sağlam sistemlere ihtiyaç var.
İlki için şöyle diyor mantık: Madem olabildiğince çok insanı evinde korumamız gerekiyor, öyleyse hemen ücretli izin hakkı tanınmalı ki nüfusu mümkün mertebe sağlıklı tutulabilelim. İkincisi ise ancak ve ancak tıkır tıkır işleyen bir sağlık sistemi içinde mümkün. Sağlığın da diğer hizmetler gibi özelleştirildiği bir dünyada işimiz zor. Sermaye bu hizmetlerden kâr ediyor, hastalığımızdan para kazanıyor, bize ihtiyaç duyduğumuzu değil de kendisinin rafa dizdiğini satmaya çalışıyorsa olmaz. Olmaz, çünkü virüsler sermayenin önceliklerine boyun eğmez. O sadece insanlar için geçerli. Onlar da yüzleştikleri kriz bir ölüm-kalım meselesine dönüşmüşse, buna hemen son verir.
Büyük krizlerden beslenme alışkanlığı
Kapitalizm, fırsatı yakaladığı anda, tüm büyük ölçekli krizlerden kâr sağlamanın peşine düşüyor. Krizden kâr sağlayan bir sistemin toplum sağlığını gözetmesi beklenemez.
Genelde tutumu şu şekilde; krizi yakala, hemen onu fırsata çevirmek için gereken siyasaları –ki bunlar her zaman eşitsizliği büyüten ve derinleştiren planlar oluyor- sistemin içine yerleştir, sermayedarları koru ve güçlendir, toplumun altını oy.
Sıradan insanlar krizi endişeyle izliyor, onu nasıl atlatacaklarına, hayatta kalmaları için ne yapmaları gerektiğine odaklanıyorken erk sahiplerine daha fazla güvenmek zorunda bırakılırlar. Tıpkı şu sıralar yaşadığımız küresel salgın krizinde olduğu gibi.
Neoliberal politikaların sefalete sürüklediği proletaryanın zar zor ayakta kalabilecek hale getirilmiş olması, bu politikaların ana aktörlerinden olan petrol şirketlerinin körüklediği iklim krizi, (dünyayı ısıtıp ekolojik bir felakete doğru koştuğumuz için artık daha sık karşılaşabileceğimiz) küresel salgın krizi ve onunla baş edebilmek için gereken altyapı ya da hizmet sistemlerinin eksikliği… Bunların her biri başlı başına dev birer kriz. Ve hepsi bir arada yaşanıyor.
Bunca krizin ortasında ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Tuna Emren