Kitle gösterileri ve grevler, Lübnan’da şimdiden başbakanı görevinden etti. Ancak bunlar devam etmeli. Simon Assaf yazdı…
Bunun asla olmaması gerekiyordu. Mezhepsel bölünmelerle dolu bir ülke, insanları yerinde tutmak için rahatça şiddet, tehdit ve himaye kullanarak derinden yerleşmiş yönetici sınıfla karşı karşıya.
Ancak şimdi değişim için benzeri görülmemiş bir hareket Lübnan'ı süpürüyor, nüfusun dörtte biri gösterilerde, sokak işgallerinde ve grevlerde yer alıyor – katılım sayıları ülkenin tarihindeki her şeyi geride bırakıyor. “Açlığın, kamu ahlakına uymayan bir kâfir olduğunu” söyleyen popüler bir söz vardır.
WhatsApp’a vergi koyulması devenin sırtını kıran samansa, deve başka ne taşıyor? Hareketin yaşandığı günlerde, ülkede eşi benzeri görülmemiş yangınlar yaşanmıştı; çam ormanı, antik sedir ormanları, köy ve evlerle birlikte yanmıştı.
Orman yangınlarından önceki aylarda, (tüm mezhepçi partileri içeren) Saad Hariri hükümetinin yürüttüğü kalpsiz kemer sıkma önlemleri gittikçe daha fazla insanı yoksulluğa itti. 1990’da iç savaşın sona ermesinden bu yana geçen yıllarda zengin ve fakir arasındaki uçurum genişledi, orta sınıflar çöktü ve insanlar artık göçmenlere tolerans göstermeyen bir dünyada sürgüne zorlanıyor.
2002'de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), 762 banka hesabının (nüfusun yüzde 1'inden az) toplam ulusal servetin yüzde 50,5'sine sahip olduğunu bildirirken, insanların çoğunluğu, mezhebinden bağımsız olarak, yaşamak için mücadele etti.
Lübnan bankaları, dini spektrumda yer alan zengin aileler için çek değişim bürosundan başka bir şey değildir; sıradan insanlar ulusal borçlara hizmet eder (dünya çapında kişi başına düşen en yüksek üçüncü -borçlu- ülke).
Fakat bu protestolar gökten inmedi. Bunlar, Lübnanlıları (ve diğerlerini) apaçık sınıf çizgileri boyunca grev noktasına getiren, düşman hattını yaran protestolar ve grevlerdi. İç savaşın mirası, (her ne kadar gittikçe daha karışmış hâle gelseler de) çoğu mahallenin mezheplere göre ayrışmış olmasıydı; ancak fabrikalar ve işyerleri ayrışmamıştı.
2011 Arap Baharı sırasında gösteriler, eski cephe hatlarını aşarak ve mezhepçi sistemin ötesinde bir gelecek olduğunu kanıtlayarak mahalleden mahalleye yayıldı.
Birçok insan, mezhepçiliğin bir “modernizm” darbesiyle düzeltilebilecek bir sapma olmadığı, tüm sistemin tarihçesiyle ve bekasıyla iç içe geçtiği ve “başarısının sırrı” olduğu sonucuna vardı.
Artan yoksulluk
Bu artan yoksulluk karşısında “direniş” nasıl tepki verdi? Hizbullah’ın lideri Hassan Nasrallah, 2006’da İsrail’e karşı kazandığı zaferi, bu aslında sıradan insanlar tarafından gösterilen inanılmaz dayanışma ve özveri sayesinde gerçekleştiği hâlde, ilahi müdahaleye bağladı.
O sırada Hizbullah, başka hiçbir Arap rejiminin yapamadıklarını ortaya koyan bir popülerlik dalgasının üzerinde yüzüyordu. Oysa bu zafer bir dönüm noktası oldu. Hizbullah bakanlık masasında sandalye kazandı ve arka arkaya tasarruf tedbir paketleri için oy kullandı.
İlk ekonomik hoşnutsuzluk dalgası 2008'de ortaya çıkınca, Nasrallah “Bir somun ekmek arkasına saklanmayacağız” dedi. “Somun” bakanlık portföylerine kıyasla ikincil önemdeydi.
Arap Baharı sırasında Hizbullah, güney sınırını koruması gereken birlikleri, oradaki devrimi yok etmek için Suriye'ye gönderdi. O gün “dış komplolardan” bahsediyordu, de bugün aynı şeyi yapıyor.
Taraftarları, İsrail'in sayısız yıkıcı saldırılarına dayanan güney şehri Nabatiyeh'de barikatları yok etmek için ilk girişimlerinde bulunmadan hemen önce, halk devriminin “direnişi yıkmak için bir komplo olduğunu ... ve elçilikler tarafından finanse edildiğini” ilan etti. Hareket aslında, Hizbullah'ın şimdi ayrılmaz bir parçası hâline geldiği mezhepçi sistemi yok etmek istiyor.
Sokaklardaki slogan “hepsi, hepsi demektir”; tüm mezhepçi siyasi sistemin devrilmesi gerektiği anlamına geliyor.
Protestoların en canlı olduğu yer, yoksuılluğun sardığı, çoğunluğu Sünni olan ve savaşan Alevi azınlığı ile kuzeydeki Tripoli kentiydi. Uzun zamandır radikal İslam’ın yatağı olan ve “IŞİD’e ait” olarak nitelendirilen Tripoli, kurtuluşuna, ezilenlerin gerçek anlamda bir festivali olan dev bir şölen ile tepki verdi.
Protestolar, iç savaş sırasında korkunç mezhepsel bölünmeler yaşayan birçok topluluğun duygusal olarak uzlaşmasıyla, her kasaba ve köye yayıldı.
Rejim artık karmakarışık bir ilmek hâline gelmiş durumda. Mezhepçi çeteleri ve silah kullanan haydutları salıvermek istiyor, ancak bu kendi topluluklarına savaş ilan etmek anlamına gelecek. Ordu kullanıldı, ancak güvenilmez olduğu kanıtlandı. Askerlerin aileleriyle barikatlarda karşılaştıklarında gözyaşlarına boğulma sahneleri, ordunun bu şekilde konuşlandırılmasının riskli bir olasılık olduğunu ortaya çıkardı.
O zaman işi haydutlar görecek ve onlar Nabatiyeh ve şimdi Beyrut'ta barikatlara taşınıp harekete geçtiler. Ancak protestolar, onlar gittiğinde hep yeniden başlıyor.
Hükümet, şu an istifa eden başbakan Hariri’nin, yenilenen özelleştirmeler, daha yumuşak tasarruf tedbirleri ve süper zenginlik konusunda bazı vergiler içeren “cesur reformlar” olarak ilan ettiği şeyi uygulamak istiyor. Bu tür önlemler caddelerdeki meydan okuma karşısında gülünç.
Asgari olarak ihtiyaç duyulan şey, elitlere verilen cezai vergiler ve servetin radikal bir şekilde yeniden dağıtılması, mezhepsel bölünmenin tekellerin, yolsuzluk ve sahte seçimlerin sona erdirilmesi -ki bunlar mevcut düzene karşı varoluşsal bir tehditdir.
Ekim devrimi tüm sisteme meydan okuyor. Bu hareketin derinliği ve yaygınlığı egemen sınıfı sarstı ve hareket henüz tamamlanmış değil. Önemi sadece hükümette istifaları zorlamak değil, Lübnan’ın uzun süredir acı çeken insanlarının yeni bir birlik ve ortak amaç bulduğunu göstermesidir.
Tarihi fırsat
Lübnanlı marksist Bassem Chit’in 2007'de dediği gibi: “Bilinçli düzen ile şu anki sosyo-politik gerçeklik arasındaki çelişkiyle yaşıyoruz. Ayrıca bu rejimden sonsuza dek kurtulmak ve onu toplumun ihtiyaçlarına ve daha iyi bir yaşam için gereksinimlere uyan gerçek bir demokratik sistemle değiştirmek için tarihi bir fırsatımız var.
Gerçeklik değişti ve bu sistem toplumun gelişmesinde büyük bir engel hâline geldi… [ama] egemen sınıf uçuruma atlamayacak, itilmesi gerekiyor.”
(Socialist Review dergisinden Türkçe’ye Ali Rıza Seven çevirdi)