Şilili sosyalist Mario Nain, ayaklanma ve genel grev devam ederken soldaki büyük partilerin güçsüzlüğüne dikkat çekerek, devrimci bir örgütlenmenin eksikliği sorununu ele alıyor.
Şili’deki ayaklanma sürüyor. Bu ayaklanma, neoliberalizm ve hatta kapitalizm konusunda önemli soruları gündeme getiriyor. Genel grev hala devam ediyor ve devasa eylemler yapılıyor. Geçen hafta Valparaiso’da başlayan çok büyük bir yürüyüş geçtiğimiz Cumartesi günü Santiago’ya ulaştı. Ayaklanmanın büyüklüğü ve şiddeti öyle bir noktaya ulaştı ki Şili Başkanı Sebastian Pinera iki üst düzey uluslararası toplantının iptal edildiğini açıkladı. İlki Kasım ayının ortalarında yapılması planlanan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği zirvesi, diğeri ise Aralık ayının başında yapılacak olan ve kısaca COP25 olarak anılan, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansıydı. Pinera uluslararası alanda neoliberalizmin başarısının bir örneği olarak ileri sürülüyordu. Şimdi ise onun başarısızlığının bir örneği durumunda. ABD Başkanı Donald Trump, üç hafta boyunca Şili’yi kasıp kavuran eylemler için komik bir şekilde “dış mihrakları” suçladı. Daha da kaygı verici olan ise Trump’ın, Pinera’nın “düzeni sağlama” çabalarına destek verdiğini vurgulamasıydı. İsyanın nedeni dışarıda değil, Şili toplumunun dinamiklerinde yatıyor.
Şili son derece eşitsiz bir toplum. Kısa zaman önce bir Şili kanalında yayınlanan habere göre 26.000 kişi yetersiz beslenme ile ilaç veya tıbbi bakım eksikliği nedeniyle hayatını kaybetti. Yaşlı bir çift yiyeceği olmadığı için kendini öldürdü. İnsanlar devlet hastanelerindeki koşulların Victoria dönemi İngiltere’sine benzediğini söylüyorlar. Neoliberalizm bir ölüm cezası. Ülkenin en zengin %1’lik kısmı tüm gelirlerin üçte birine sahip. Gösteriler toplumun çok büyük bir kısmında yankı uyandırıyor; işçiler, işsizler ve hatta orta sınıfın bazı kesimleri. Yalnızca üst düzey seçkinler göstericileri hor görüyor. Eylemler ulaşım ücretine yapılan zam yüzünden başlamış olabilir ama hızlı bir şekilde eğitim, sağlık ve zengin yoksul ayrımı gibi konuları da kapsadı.
Egemen sınıf derin bir ideolojik, politik ve ekonomik krizin içinde. İdeolojik olarak tamamen savunmasız durumda çünkü serbest piyasanın sözde harikalarını savunamıyor. 1990’larda ve 2000’lerde ekonomik genişleme söz konusuydu. Ancak bu kesildi ve bu durum bir meşruiyet krizine neden oldu. Egemenler göstericileri suçlu gibi göstermeye çalıştılar ve şiddet kullandılar. Gösterilerin başlamasından bu yana en az 20 kişi, muhtemelen daha fazlası polis ve ordu tarafından öldürüldü. Şili’nin pek çok bölgesinde bu yıl “ölüler günü” anmaları öldürülen göstericilere adandı.
Şu an için toplumsal hareket, siyasal bir liderliğe sahip değil. Sosyalist Parti ve Komünist Parti gibi geleneksel sol partiler, Pinera’dan önceki “sol” hükümetlerde oynadıkları rol nedeniyle zayıfladılar. Bu hükümetler de neoliberalizmi uygulamışlardı. Başkan Michelle Bachelet’in Sosyalist Parti hükümeti döneminde lise öğrencileri özelleştirmelere karşı devasa bir isyan başlatmış, hükümet ise harekete arkasını dönmüştü. Yeni bir solcu siyasal koalisyon olan Frente Amplio (Geniş Cephe) 2017’de kuruldu. Koalisyonun içinde farklı radikal, yeşil ve otonomcu gruplar yer alıyor. Ancak o da seçimler yerine aşağıdan gelen harekete odaklanmakta başarısız oldu. Gösterilerde büyük sol partilerin bayraklarını göremezsiniz, sokaklarda yalnızca Şili bayrakları veya Mapuçe yerli bayrakları var. Devrimci bir örgütlenme tarafından doldurulması gereken çok büyük bir boşluk var.
Geçmişte egemen sınıf kaba bir antikomünist ideolojiye sahipti. Onun yürüttüğü tüm propaganda, sosyalizmi demokrasi karşıtı totaliter bir rejim olarak gösterme amacı taşıyordu. Şimdi ise bunu yapamaz çünkü Komünist Parti ve Sosyalist Parti, sokak hareketinde tamamen görünmez bir halde. “Ulusal diyalog”dan ve yukarıdan önerilen “halk meclislerinden” bahsediliyor. Ancak çok daha fazlası mümkün. Mesele, şu veya bu konuda küçük bir reform yapıp yapmamak değil, devrimci bir dönüşüm için mücadele etmek.
Mario Nain
(Socialist Worker gazetesinden çevrilmiştir)